İstanbul'un mutena bir sinemasında, gösterime gireli henüz üç gün olmuş filmin son seansındayız. Az sonra salonda, başka gelen olmadığı halde sinemanın saygıdeğer yaklaşımıyla adeta kişiye özel bir gösteri yapılacak. Bir film için acı bir durum...
31 Temmuz 2012

İstanbul'un mutena bir sinemasında, gösterime gireli henüz üç gün olmuş filmin son seansındayız. Az sonra salonda, başka gelen olmadığı halde sinemanın saygıdeğer yaklaşımıyla adeta kişiye özel bir gösteri yapılacak. Bir film için acı bir durum...

Filmin doğrudan kendisine geçmeden önce Ersin Pertan'la ilgili birkaç söz söylememiz gerekli. İlk filmini 1992?de çeken Pertan?ın filmografisinde bilebildiğimiz dört film gözüküyor: Kurt Kanunu, Tersine Dünya, Kuşatma Altında Aşk ve son filmi Acı Gönül. Bunlara henüz gösterime girmemiş olan Şarkıcı filmini de eklersek sayı beşe yükseliyor. Beş film bir yönetmenin kendini ortaya koyabilmesi için hiç te az bir sayı değil. Ne var ki bütün bu filmleri düşünüldüğünde ne seyirci ne de sinema yazarları tarafından ilgi görmüş olmasıyla ilginç bir konumda bulunuyor yönetmenimiz. Sektör içinde duyulmadan, basına da kendini açmadan, kendi kendine bir şeyler çeken bir görüntü veriyor Ersin Pertan. Belli ki bir yerlerden sermaye bulup film çekmeye devam edebiliyor. Ama filmleri konu olarak ta biçem olarak ta hiçbir taze soluk içermediği gibi, hangi ihtiyaca karşılık olarak yapıldıkları da belli değil.

Bu genellemeleri son filmi Acı Gönül için de yapmak durumundayız ne yazık ki. 2001 Türkiyesi?nde yaşarken 1983?te geçmesinin konuya hiçbir özel anlam katmadığı bir film seyrettiriyor bize Ersin Pertan. Otantik yaşayışı içinde Türkiye?nin Güneydoğu beldelerinden birinde geçen bir öykü bu. Amerikalı bir kadın (Rayna) araştırma yapmak üzere geldiği bu bölgede kendi dünyasından çok farklı bir takım durumlarla karşılaşır. Bir namus cinayeti işlediğine şahit olduğu Rıza?yla (Berhan Şimşek) karmaşık bir ilişkiye girer. Kendisine çevirmenlik yapan İlhan?ın ihbarıyla Rıza ve Rayna polis tarafından kuşatılır. Rıza vurulur, Rayna apar topar ülkesine döner.

İnandırıcılık dozu düşük bu filme aşk öyküsü mü desek, toplumsal bir öykü mü desek, bir fantezi ya da gerçekçi bir yaklaşım mı desek karar veremiyoruz. Nasıl bir sermaye, prodüktör ilişkisi bu filmin yapılmasını sağladı bilemiyoruz ama filmin bugünün Türk insanı için de Batılılar için de (egzotik görüntülerin geçici cazibesini saymazsak) bir şey ifade ettiğini söylemek zor. Çünkü hiçbir karakter bir dram kişisi olarak sahici bir duyguyla bize aktarılamıyor. Berhan Şimşek?in bir diyalogda geçen "devletle davasının" ne olduğu da bize aktarılmıyor. Bölücü değil, peki ne? Namus için karısını öldürmüş bu adam iki gün sonra Amerikalı kadınımızla nasıl bu kadar rahat yatabiliyor? Rayna ile Rıza?nın yaşadıklarının aşk olduğu söylenebilir mi? Bunun Batı toplumlarında daha çok rastladığımız tek gecelik ilişkilerden farkı filmde ortaya konabiliyor mu? Rayna?nın Rıza?ya ilgisinin nedeni belli mi? Amerika?daki hayatında yaşadığı hangi sorun onu Rıza?ya yaklaştırıyor? Rıza?nın söylediği birkaç anlamlı söz Rayna?nın bütün hücrelerine sinmiş bir mutsuzluğu mu çözüyor? Ya Rıza?nın bulduğu... Sarışın bir Amerikalı?yla yatma arzusundan öte nedir?

Kişilerden uzaklaşıp toplumsal olarak yaklaştığımızda da sorular cevapsız kalıyor. Film Türkiye?nin sorunlu bu bölgesindeki hangi sorunu deşifre ediyor? Hangi yeni bilgiyi, yeni yaklaşımı bize sunuyor? Bu açıdan filmin geçtiği varsayılan 1983 tarihinin özel anlamı nedir? 1985?te ya da 1990?da ya da 1975?te geçseydi farklı bir şey mi olacaktı? Siyasi nedenlerin değil, kapalı bir topluma özgü geleneklerin etkisiyle silaha sarılmış olan Rıza Karadeniz?de yaşasaydı ya da Rayna Amerika?dan, Güneydoğu?daki bir yere değil de Konya?ya gelseydi ne değişecekti? Güneydoğu?nun egzotik atmosferi Rayna?nın kişiliğinde, hayatında nasıl bir değişim yaratıyor?

Kuşkusuz bunların cevapları filmi yapanların kafasında vardır. Ama biz seyirci olarak filmde göremiyoruz. Aslında filmde bize göre bir tek ilginç karakter var: İlhan. Kendi ülkesinde bir yabancı gibi yaşayan, kendi ülkesinin bazı sorunlarını "haince" dışarıya taşıyan bir tip. O da bu yaklaşımının gerekleri nesnel bir şekilde verilemediğinden filmin kötü adamı olarak kalıyor sadece.

Yer yer titreyen yer yer flu olan görüntülerin Oscar ödüllü kameraman Walter Lassaly?ye yeni bir Oscar kazandırmayacağı kesin. Ama filmin sanat yönetimi olarak hakkını vermek gerek. Zor koşullarda ve mekanlarda çekilebilmiş bir film Acı Gönül. El attığı her filmde ustalığını gösteren Annie G. Pertan?ı kutlamak gerekiyor. İnsanın neredeyse şunu düşünesi geliyor. Ersin Pertan eşinin kendini gösterebilmesi için filmler yapıyor. Kendisi için değil. Tabii, teknik açıdan herşeyin mükemmel olduğunu varsaysak bile filmin temel sorununun o görüntülerin arkasındaki zihniyet olduğunu göz ardı edemiyoruz.

Sözümüzü girişte değindiğimiz noktaya bağlayalım. Normal şartlarda beş film çekmiş bir yönetmenin seyirci sayısıyla değil belki ama, sinemasıyla, sinemasının özgün yanlarıyla, duruşuyla, bize ısrarla sunmaya çalıştığı özgün dünyasıyla adından söz ettirmesi gerekirdi. Tek başına girdiğimiz salondan yine tek olarak çıkarken olağanüstü bir filmi ve onu yapan yönetmenin zengin dünyasını keşfeden nadir insanlardan biri olmak ta güzel olurdu.

Ersin Pertan adı bize kitle başarısı olarak ta sinemasal olarak ta herhangi birşey vaadetmiyor. Ama bu beş filmlik filmografi, bizim bilemediğimiz bir şekilde kendisi için bir anlam ifade ediyor olmalı. ..

Kaynak
İbrahim Türk
 YORUMLAR  ({{commentsCount}})
{{countDown || 2000}} karakter kaldı
{{comment.username}}
{{moment(comment.date).fromNow()}}
Uyarı:  Yorumunuz, yönetici tarafından onaylandıktan sonra tüm ziyaretçilerimiz tarafından görüntülenebilecektir. (Bu mesajı sadece siz görüyorsunuz)
{{reply.username}}
{{moment(reply.date).fromNow()}}
Uyarı:  Yorumunuz, yönetici tarafından onaylandıktan sonra tüm ziyaretçilerimiz tarafından görüntülenebilecektir. (Bu mesajı sadece siz görüyorsunuz)