Paramparça Aşklar ve Köpekler,21 Gram'dan sonra, şimdi de Babel ile karşımızda Iñárritu. Farklı kültürel, sosyal ve coğrafi zeminleri ele alıp daha önce Paramparça Aşklar ve Köpekler'deki ve 21 Gram'daki tarzını daha da genişletip, günümüz dünyasında bir çerçeveye oturtuyor.
31 Temmuz 2012

Paramparça Aşklar ve Köpekler, 21 Gram'dan sonra, şimdi de Babel ile karşımızda Iñárritu. Farklı kültürel, sosyal ve coğrafi zeminleri ele alıp daha önce Paramparça Aşklar ve Köpekler'deki ve 21 Gram'daki tarzını daha da genişletip, günümüz dünyasında bir çerçeveye oturtuyor. Yönetmen bu yapı ile farklı dört ulusun bir olay sonucundaki kesişmesini anlatıyor. Yine filmin esas montajı izleyiciye düşüyor.

Bu gruptan ilki Fas'da yaşayan çobanlık yapan Müslüman bir aile. Hikâye ,bu ailenin iki çocuğunun ellerine geçirdiği tüfekle iddiaları ile başlar. Çocukların, bir turist otobüsüne ateş edip Amerikalı bir kadını vurmalarıyla, Amerika'da olayın bir terörist saldırısı gibi medyaya yansıması; tüfeğin gerçek sahibi olan Japon bir babanın, mutsuz kızının iletişimden kopuk hayatı; Amerikalı karı-kocanın Amerika'da bıraktıkları çocuklarına bakan Meksikalı bakıcılarının çalışma izni ile ilgili alıkonulması; bir bütün halinde bakıldığında farklı olayların kesişmesi gibi görülebilir. Tıpkı önceki filmlerinde olduğu gibi. Fakat aslen Iñárritu, bu filmde önceki tarzını çok daha güncel, çok daha felsefi ve çok daha geniş bir mozaikte ele almıştır. Daha iyi anlamak için hikayeleri tek tek ele almak en mantıklı yöntem olsa gerek.

Fas'da Müslüman bir ailenin çobanlık yapan abi -kardeş iki küçük çocuğun Yusuf Ve Ahmed (Boubker Ait El Caid ve Said Tarchani) girdikleri bir iddia ile, ellerindeki tüfeği ateşlemesi ve yanlışlıkla bir Amerikalıyı vurmaları, hikayelerin ilki ve başlangıcıdır. Daha sonra olay ilerledikçe çocuklar, içinden çıkılmaz bir uluslar arası krize yol açmaları ve bunun üzücü sonucuyla yüzleşeceklerdir.

Amerikalı karı-koca Susan (Cate Blanchett) ve Richard (Brad Pitt) ise bir süre önce bebeklerini kaybetmiş oldukları için Fas'a hava değişimi ve gezmeğe gelmişlerdir. Turist kafilesi ile gezen karı -koca otobüse gelen kurşunla bir anda kendilerini dilini bilmedikleri bir ülkede, dağın başında ve kendilerine sahip çıkmayan yurttaşlarıyla kalakalırlar. Bu noktada yönetmen, olaya turist kafilesindekilerin bencilce yaklaşımlarını ve orada karı- kocayı çaresizce bırakmalarını müthiş görüntülerle anlatmış. Aynı zamanda 11 Eylül'den sonra sürekli "terör paranoyası" kuran hoşgörü yoksunu ve her Müslümanı terörist gören zihniyeti inceden eleştiren bir yaklaşımı var. Üstelik tüm bunlar sırasında hem bu olayı siyasi malzeme yapan hem de olayın içeriğini anlamadan saldırıya geçen siyasilere ve günümüz dünyasının 1 numaralı gücü olan medyaya da büyük eleştiri getirmektedir.

Amerikalı karı-kocanın Meksikalı ve kaçak çalışan bakıcıları Amelia (Adriana Barraza) ise oğlunun düğününe gitmek zorundadır fakat aile dönemediği için çocukları bırakacak kimseyi bulamaz ve onları da yanında götürür. Dönüşte sınırda yaşanan ve yeğeni Santiago'nun (Gael Garsia Bernal) sebep olduğu olay sonucunda, yeğeni, 2 çocukla kadını çölün ortasında bırakır. Kadın yardım bulmaya çalışırken Amerikalı polislerce ele geçirilip sınır dışı edilir. Filmin bu kısmında ise Meksika tarzını ve yaşayışını anlatan yönetmen yine ırkçılık ve adaletsizliğin sonuçlarını çarpıcı şekilde önümüze seriyor.

Filmin son hikâyesi ise Faslı çocukların ele geçirdiği tüfeğin asıl sahibi olan ve sürekli seyahat eden bir Japon babanın sağır ve dilsiz kızı olan Chieko'yu (Rinko Kikuchi) anlatıyor. Teknolojinin ve iletişim araçlarının beşiği olan Japonya'da geçen hikâyedeki Chieko yalnız ve çaresiz bir dönem yaşamaktadır. Annesinin intiharının ardından babasıyla yaşamaya devam eden kız, elindeki bütün imkanlara rağmen yalnız ve huzursuz hissetmekte ve diğer insanlarla iletişim kuramamaktadır. Bunun sonucunda kendisini cinsel yönden ifade etmeye çalışarak iletişim problemini çözmeye çalışmaktadır. Tüfeğin izini sürerek babasını soran bir polis memuru ile bir bağ kurmaya çalışarak yalnızlığından kurtulmayı denemektedir.

Yönetmen Alejandro González Iñárritu ve senarist Guillermo Arriaga'nın üçüncü çalışması olan Babel, bu üç hikâyeyi, günümüz dünyasının ileri teknolojisine rağmen; yüzyüze iletişimin gitgide yok olduğu ve paranoya dolu bir dünya düzleminde ele almış. Filmdeki farklı mozaiklerin düşünüldüğünde anlamı büyük. Yani Japonya'da bir hikâye ya da Meksikalı bir kadını anlatması rasgele seçilmiş hikâyeler değil. Yılın en iyi filmini yapan ve her yaptığı film klasikleşen Iñárritu bir kez daha "bir olayla kesişen hayatların taraflarını" anlatmış fakat bu kez daha ölümcül sonuçlara gebe olan bir olayla ve bir kelebek etkisinin sonuçlarıyla yüzleştirmiş seyirciyi. Aynı zamanda Amerikan tutumuna getirdiği yoğun eleştirel yaklaşım düşünülünce neden Oscar alamadığını anlamak da zor değil. Başta da dediğim gibi montajı yine seyirciye bıraktığı için filmin yarısını izleyip, gerisini anlama gibi bir şansınız yok. O yüzden bütün beyninizi boşaltın ve Babel'i izleyin.İzlediyseniz oturup, ikinci kez bir daha izleyin.    

 YORUMLAR  ({{commentsCount}})
{{countDown || 2000}} karakter kaldı
{{comment.username}}
{{moment(comment.date).fromNow()}}
Uyarı:  Yorumunuz, yönetici tarafından onaylandıktan sonra tüm ziyaretçilerimiz tarafından görüntülenebilecektir. (Bu mesajı sadece siz görüyorsunuz)
{{reply.username}}
{{moment(reply.date).fromNow()}}
Uyarı:  Yorumunuz, yönetici tarafından onaylandıktan sonra tüm ziyaretçilerimiz tarafından görüntülenebilecektir. (Bu mesajı sadece siz görüyorsunuz)