Tarantino yine ortalığı kasıp kavuracak bir filmle izleyici karşısında. Üstelik bu kez yalnız da değil, yanında pek sevdiği dostu ve meslektaşı Robert Rodriguez'de var. Çok iyi anlaşan ikili bu kez ortak bir proje için yan yanalar. Her ne kadar bir çok yabancı ülkede olduğu gibi ülkemizde de iki ustayı ardı ardına aynı salonda izleme şansımız olamayacak olsa da şikayet etmek de sonuçu değiştirmeyecektir.
31 Temmuz 2012

Bir zamanlar çok popüler olan, ikinci sınıf filmlerin ikisini bir arada yayınlayan salaş sinemalardan adını alan bu yapımda, iki usta birbirinden farklı iki film çekip eskiden olduğu gibi ikisini bir arada gösteriyorlar. İsmi de o dönemde önceleri bu tarz filmleri yayınlayan sinemalara verilen ancak daha sonra da o sinemalarda oynayan filmlerin tür adı da olan Grindhouse, bu filmlerinde ilk adı olmuş durumda.

Hani derler ya, "bir şeyi yapacaksan en iyi şekilde yap da ortaya uğraştığına değecek bir şeyler çıksın". İşte Tarantino da filmleri için bu düzende çalışıyor. O dönemdeki filmlerin perdede yaptığı cızırtılardan kopmalara, karlanmalardan sesin dalgalanmasına kadar tutunda görüp görebileceğiniz her detay ölçülü bir şekilde filmin muhtelif yerlerine serpiştirilmiş durumda. Böylece izlediğiniz filmin o dönemlerde çekilen filmler gibi bazı bariz yapım hataları barındırdığı ve az bir bütçe ile çekildiği izlenimine kapılmanızı sağlamaya çalışarak, filme adeta daha gerçekçi bir hava vermeyi amaçlıyor, ki bunu başardığını da rahatça söyleyebiliriz. Bu noktada filmde kullanılan müziklere değinmeden geçmek büyük haksızlık olacaktır. Zaten daha senaryosunu kaleme dahi almadan bir yönetmen, o projesinde kullanacağı şarkıları seçip her şeyi de bu şarkılara göre yazıyorsa, yaptığı işler elbete herkesin yaptıklarından farklı olacaktır. Zira bu filmde de kullanılan müzikler hoşunuza gidecek. Ancak filmin ikinci kısmı başladığında, karakterlerden birisinin telefonunun melodisi, Kill Bill filmindeki "Twisted Nerve" olunca aslında şok oldum denilebilir. Açıkçası Tarantino'nun böyle ucuz bir şey yapacağını hiç ummazdım.

Usta yönetmen bu filminin kahramanlarını kadınlardan seçmiş. Ancak hikayeyi yollarda arabası ile kadınları öldürmekten keyif alan eski bir dublör üstüne kurmuş. Bu rolde, muhtemelen bu filmden sonra "tıpkı Pulp Fiction" dan sonra John Travolta'ya olduğu gibi- düşüşte olan kariyeri tekrar yükselişe geçecek olan Kurt Russel'ı görüyoruz. Yüzündeki yara izi pek korkutucu gelmese de o tipteki bir karakterde olmazsa olmazlardan. Kendisini Dublör Mike olarak tanıtan bu yaşlı dublör eskisi, eski model arabasını modifiye edip onu bir cinayet silahı olarak kullanan acımasız bir katil aslında.

Film, 70'lerdeki örnekleri gibi gayet sakin bir şekilde başlıyor. Hikayenin merkezinde üç yalnız kızı görüyoruz. Sadece onların gözüktüğü sahneler Tarantino tarzına uygun konuşmalar, detaylar ve sahne geçişleri ile gayet güzel kurulmuş. Dublör Mike'ın göründüğü sahnelerde ise verilmek istenen bir tedirginlik havası seziyorsunuz ama filmdeki tek kötü adam Kurt Russel olduğundan bu durum şaşırtıcı olmuyor aslında. Ancak izleyiciler olarak daha filme bile gitmeden bu yapımın bu tarz filmlerin eğlenceli bir imitasyonu olacağını bildiğimizden yadırgamamamız gerekir. Nitekim film yavaş yavaş çözülüyor. Dublör Mike önce kurban olacağını bildiğimiz üç kıza yaklaşır. Onları tedirgin etse de bardan başka bir kızla ayrılarak adeta hedef şaşırtır. Ancak bu kızı umulmadık bir şekilde öldürmesinin ardından asıl hedefine yönelir. Ne olacağından habersiz üç kıza başka bir arkadaşları daha eklenmiş ve göl evinin yolunu tutmuşlardır. Dublör Mike, adeta kamikaze yaparak kendi aracı ile kızların aracına bodoslama çarpınca artık onlar için yapacak pek bir şey kalmamıştır. Zira Mike'ın aracı modifiye edildiğinden sürücü kısmı son derece güvenlidir. Ancak Mike'ın kurbanlarının arabası sıradan olduğundan, o hızdaki bir çarpışmadan kurtulmaları imkansızdır. Mike bunların bilincinde olduğundan hem sağ kalacaktır hem de eve bırakma bahanesiyle arabasına alıp öldürdüğü diğer kızın ölümünü de aynı kazada olmuş gibi göstererek paçayı kanuni yoldan da sıyıracaktır. Böylece her şey sıradan bir kaza gibi görünür.

Aradan on dört ay geçtikten sonra Mike'ı bu kez başka bir kız grubu üstünde çalışırken yakalarız. Filmin ikinci yarısında Mike dışında önceki yarıda gördüğümüz hiç kimseyi göremeyiz. Yapım bu haliyle her bölümde farklı karakterlerle farklı maceralar yaşayan tek oyuncu merkezli bir dizinin, ardı ardına yayınlanan iki bölümüymüş gibi görünüyor. Filmin ikinci yarısında anlatılan bu kısmın başlangıcının siyah beyaz çekilmiş olması o sahnelere ayrı bir güzellik katmış. Bu seferde kurban rolündeki kızlar dört kişidir. Ve arabada ki sohbet sahneleri ilkindeki kurbanlar gibi cinsel hayatları ile ilgilidir. Aslında işin renginin değiştiği son dakikalara kadar görecekleriniz filmin ilk yarısına göndermeler yapan ikinci yarı izlenimi verse de, tersten gidersek, bu tarz filmlerde hikayeler ve karakterler aşağı yukarı hep böyledir, yaklaşımını da veriyor. Kızlardan ikisi arabaların ve onlarla ilgili filmlerin hastası olduklarından, 70 model beyaz bir Dodge Challenger ile çılgınca bir şeyler yapmayı planlarlar. Arabanın sahibine müşteri gibi giderek, deneme sürüşüne yalnız çıkabilmek için onu ikna ederler. İşte tam bu noktadan sonra, araba ile çılgınca şeyler denerlerken Dublör Mike ortaya çıkar ve kızları öldürmek için onları sıkıştırmaya başlar. Zoe (ki filmde kendisini oynayan bir dublördür) Dodge'un kaportasında aciz bir durumda Mike'ın yaptıklarına karşı hayret edilecek şekilde dayanıp hayatta kalmaya çalışırken fark edemesek de, Zoe ve direksiyonda oturan Kim, tüm bu olanları Mike'ın yanına bırakmayacak kadar çılgın ve hırslıdırlar. Altlarında ki Dodge Challanger'ın da verdiği gazla Mike'ın peşine düşerler ve onu yaptıklarına resmen pişman ederler. Zira bu kızlar ondan bile daha dişli çıkmıştır. Finalde emanet aldıkları aracı da haşat ederek Mike'ı yoldan çıkartıp aracını takla attırdıklarında, "acaba şimdi ne yapacaklar" derken, şahit olduğunuz görüntüler kahkahalar atmanıza yol açacak kadar eğlenceli ve güzeldir. Siz kahkahalarınıza devam ederken aynı esnada bitiş jeneriği de akmaya başlar. O anda keşke biraz daha uzun olsaydı demekten kendinizi alamazsınız.

Her ne kadar böylesine eğlenmişken hemen ardından Planet Terror filmini izleyip eğlenceye devam edemesek de, Tarantino'nun bu işi aşkla yapmasından mıdır bilinmez başarısını takdir ederek oradan uzaklaşacağınız kesin. Umarım sizde benim gibi bu filmden önce gösterilmek üzere, olmayan filmler için çekilmiş düzmece fragmanların gösterimlerinin yapılmadığı bir salonda filmi izlemek gibi bir talihsizlikle karşılaşmazsınız.     

Kaynak
Ziya Midilli
 YORUMLAR  ({{commentsCount}})
{{countDown || 2000}} karakter kaldı
{{comment.username}}
{{moment(comment.date).fromNow()}}
Uyarı:  Yorumunuz, yönetici tarafından onaylandıktan sonra tüm ziyaretçilerimiz tarafından görüntülenebilecektir. (Bu mesajı sadece siz görüyorsunuz)
{{reply.username}}
{{moment(reply.date).fromNow()}}
Uyarı:  Yorumunuz, yönetici tarafından onaylandıktan sonra tüm ziyaretçilerimiz tarafından görüntülenebilecektir. (Bu mesajı sadece siz görüyorsunuz)