blank_pageBu hafta malesef üzücü bir haberle röportajımızı yayınlıyoruz. Konuğumuz kendisiyle söyleşiyi gerçekleştirdikten sonra vefat haberini aldığımız değerli sinema emekçisi Nilgün Seren. Kendisine rahmet, sevenlerine sabırlar diliyoruz...
31 Temmuz 2012
blank_page

Yakup Sancı: Onunda hayalleri vardı gelecek için. Okuyup iyi bir eğitim almak, güzel bir iş sahibi olmak, iyi bir adamla evlenmek, mutlu bir yuva kurmak bunlardan bazılarıydı. Erken yaşlarda annesini- babasını kaybetti. Eğitimini ne yazık ki tamamlayamadan iş hayatına atıldı. Pek çoğunun bir şekilde girdiği gibi o da bir şekilde Yeşilçam da buldu kendini. Şansı biraz olsun yanındaydı iyi kötü bir iş bulduğunda. Setlerle tanıştı.

Kısacık boyu kendine has gülüşü ile dünya tatlısı bir ablaydı Nilgün Seren. Hadi abla anlat bakalım nasıldı o günler dediğimde bir yandan anlatır bir yandan buğulu gözlerini silerdi. Abla seninle röportaj yapacağım dediğimde. Hayatında hiç röportaj vermemiş olan Nilgün abla... Oğlum ben kimim de benimle röportaj yapacaksın dedi. Sen emekçi Erdoğan Seren�in eşi emekçi Nilgün Seren�sin. Sen hayatını sinemaya verensin. Sen karın tokluğuna kahır çekensin. Az şey mi?

Aramızdan ayrılışından habersiz telefon edip abla senin röportajını haftaya yayınlıyorum haberin olsun diyecektim. Telefona kızı çıktı. "Annemi 13 gün önce kaybettik" dediğinde duyduğum kelimeyi idrak etmek epeyce bir vakit aldı. Beni kahrettin abla, Cenazende olmam gerekirdi. Olamadım. Sana çok defa söyledim ama yine söylemek istiyorum. Seni çok sevmiştim... Nilgün Abla, röportajını yayınlıyorum. Huzur içinde yat. 
 
Nilgün Seren 1943 yılında Üsküdar da doğdu. Atatürk kız lisesini okudu. Babasının vefatından sonra öğrenimine devam edememişti. Hayatta hiç kimsesi yoktu. 1970 yılın da bir gazete ilanı ile figürasyon bürosuna gelir işe başlar. Çalıştığı ajanın figürasyon oyuncularını ekip başı olarak setlere götürür. Bu setlerin birinde yönetmen Nejat Okçugil ile tanışır. Tahsil durumunu sorar ve "yönetmen yardımcılığı yapar mısın?" diye bir teklifte bulunur. Olur der teklifi kabul eder. Birinci asistan olarak sektöre girer.
Nilgün Seren: 1965 yılında çiçekçi kız filmini çekiyorduk. Tanju Gürsu Selda Alkor oynuyordu. Bu filmle beraber sigaraya başlamıştım. O gün bu gündür içiyorum. Bu filmin bana yaptığı en büyük kötülük bu oldu. Sufle veren asistan olarak ilk işim bu oldu. Birçok da dostluklarım olmuştu bu filmde.

Kaç filmde yardımcı yönetmen olarak çalıştınız?

Nilgün Seren: Aşağı yukarı 150 kadar filmde yardımcı yönetmenlik yaptım. Kasım paşalı recep filminde. Yılmaz güney ile çok güzel bir anımız var. Şan sinemasında çalışırken... O zamanlar elektrik kesintileri çok olurdu. Işıkçı asistanı çağırdı. "Burayı kaç volt ışıkla aydınlatırsın" dedi. Işıkçı asistan "10 kw" buna karşılık "kaç mum yapar peki?" diye tekrar sordu. "Bilmiyorum, herhalde 150.200 gider" dedi. Bir koli mum getirtti bütün mumlar yandı. Yine de o ışığı veremedi. Işığı beklemek zorunda kaldık.

Yakup Sancı: Eşiniz de bir oyuncu Erdoğan Seren. Erdoğan Bey ile nasıl tanıştınız?

Nilgün Seren: Seks furyası dolayısıyla eşim ve ben sinemada çalışmıyor, Tiyatro yapıyorduk. Provalar esnasında yakınlaştık. Turneye çıktığımızda Nazilli de evlendik. 2002 Yılında beni ve kızımı bıraktı hayata gözlerini yumdu.

Yakup Sancı: Kaç yıldır çalışmıyorsunuz?

Nilgün Seren: Yaklaşık 10 yıldır çalışmıyorum. Rahmetli Yavuz Yalınkılıç ile çalıştık ondan sonra da iş yapmadım.

Yakup Sancı: Sizi, bir yardımcı yönetmen olarak en çok yoran neydi?

Nilgün Seren: O zaman yorulmak bilmezdik. Yorucu değildi. Çünkü herkes işini biliyor iyi de yapıyordu. Yıprandığımız konular da yok değildi tabi. En çok da aksesuarlar eksik olduğunda kızardı yönetmenler. O dönem en rahat çalıştığım oyuncu Ayhan ışık.

Yakup Sancı: Ayhan Işık nasıl bir insandı? Kapris yapar mıydı?

Nilgün Seren: Disiplinli, prensip sahibi. Film anlaşması 15 gün ise o bir ay verirdi çünkü bir takım aksama olduğunda iş aksar çalışanlar zor durumda kalmasın derdi. Mukavelesi bittiğinde sete gelmezdi. Konuşmasını baştan yapar, anlaşırdı. Eskiden biliyorsunuz bütün aksesuarları kostümleri oyuncular kendileri getirirdi. Film boyunca giydiği kostümler arabasının bagajındaydı. Ne kendi yorulur ne de bizi yorardı bu durum. Ayhan ışık da bütün kostümlerini ve aksesuarlarını kendi getirirdi. Kapris yapmazdı şu nerde? Bu nerde diye. O dönem bir kabadayı filmi çekilecekse tüm oyuncular kabadayı kıyafetini ve aksesuarlarını kendileri temin eder getirirdi. Şimdi böyle değil bu işler. Ya kiralıyorlar ya da setlerde kostüm arabaları var onu giy, olmadı çıkart bunu giy. Kimi bol geliyor kimi dar. İş bitince kaldırıp atıyor bir yere devamlılığı olan kostümleri ara ki bulasın.

Bir de iş davetiyeleri çıkartılırdı. O gün ne giyileceği. Hangi saatte nerde olunacağı bu davetiyelerde belirtilirdi. Prodüksiyon amiri iş davetiyesini oyuncuya imzalatır, o imza onun güvencesi olurdu. Bundan sonraki tüm mesuliyet oyuncuya aitti. Oyuncudan kaynaklanan her hangi bir aksamadan dolayı da bu oyuncu o günün masraflarını öderdi.

Yakup Sancı: Sizin gibi işini iyi yapan birine bunca yıldır niye bir iş teklifi gelmiyor?

Nilgün Seren: Okullar çoğalınca sinema sanattan gelen asistanlarla çalışmaya başladı yeni yönetmenler. Alaylılara iş çıkmadı. Zaten Yeşilçam emekçilerinin geneline iş çıkmıyor. Nedendir bilinmez alaylılara pek sıcak bakmıyorlar. Geçmiş kariyerinize bakmıyorlar ne kadardır sektörde neler yaptı dikkate almıyorlar. Dışlanıyoruz. Fakat unutulmasın ki işin mutfağı çok önemli. Trt bünyesinde Erzurum da Nene Hatun'u çekiyoruz. Yönetmen ve yapımcı Bahtiyar Sis� Benimle çalışmak istedi. Senaryoyu önüme koydular hemen çalışmaya başladım. İş programı çıkarıyorum. İki de yardımcı asistan verdiler. Bunlar iletişim fakültesi mezunu. Bir aksesuar listesinde bağlantılı oto demişim. Ve kız bana sordu. "Bağlantılı oto ne demek?" Bağlantı ne demek diye sordum? Yani bugün gelen araba yarın bir gün, ileriki bir gün yine gelecek diye söyledim. Artık düşünün gerisini. Okulda neler öğrettiklerini siz düşünün. Bugün ki çekilen filmlerde en az 3.4 asistan çalışıldığı halde geçmiş dönemlerde çekilen filmlerin tadını bulamıyoruz.

Yakup Sancı: Bunca yıldır emek verdiniz sinema sektöründe, 10 yıldır da çalışmıyorsunuz. Hayatı nasıl yürütüyorsunuz? Emekliliğiniz ya da her hangi bir geliriniz var mı?

Nilgün Seren: Eşimden emekliliğim var. Yanı sıra FİLMSAN da çalışıyorum. Oradan aldığım bir miktar ile geçinmeye çalışıyorum. Filmsan (Film sanatçıları güçlendirme vakfı)  yaklaşık 6000 kişiyi emekli yaptı. Bunların içinde sadece film sanatçıları değil. Müzisyenler her türlü enstrüman çalanlar da var. Kültür bakanlığı ile koordineli çalışılıyor. Festivallere katılıyoruz muhtaç sanatçılara yardım gibi faaliyetleri var. Son olarak Antalya film festivali için resim sergisi hazırlığı içinde, Harran Üniversitesi bünyesi içinde Harran Festivali organize ediyor.

Yakup Sancı: Yeşilçam büyüsünü birde siz anlatır mısınız? Bu filmleri niye bu kadar çok sevdik?

Nilgün Seren: Görev bilinci ve iş disiplini vardı Yeşilçam filmlerinde. Kendi canımızı kanımızı verdik. Tüm benliğimizle çalıştık. Günlerce uyumadan en mükemmelini bulup yapmaya çalıştık.  Üstelik bu filmlerin çoğunda senaryo diye bir şey de yoktu. Birçoğu yolda giderken sette otururken yazılıyordu. Orda burada yazılıp anında çekilir film olurdu. Büyü bu olsa gerek. Doğal hikayeler� Halkın yaşadığı, bildiği, benimsediği hikayelerdi.

Yakup Sancı: Çalıştığınız dönemin zorlukları nelerdi?

Nilgün Seren: Yeni sinemacılar çok şanslı. Dollyleri var. Jimmyleri var. Şaryoları var. Steadycamleri var. O var, bu var. Hepsi var. Bizim dönemimizde tahta masalar vardı. Onların her bir ayağına kalıp sabunlar koyulur böyle şaryo olarak kullanırdık masayı. Dolly yoktu ağaçlara çıkardık kamera ile. Kızgın Suvariler filmini çekiyoruz, Kemerburgaz tarafında. Yoldan geçen suvarileri çekeceğiz. Kameraman Kriton İlyadis, yönetmenimiz Atıf Yılmaz tepenin zirvesini gösterdi. "Kriton kamera orda" dedi. Kriton dağa baktı baktı. "Bre atıf kamera burada oyuncu tepede olmaz mı?" Dedi. Çünkü oraya çıkana kadar hava gidecekti.35 lik film çekiyorduk kamera yaklaşık ağırlığı akü ile birlikte 50 kilo civarında. Tabi o gün paydos edildi. Kelvin gitti (gün battı, hava gitti) ertesi sabah zinde kafa zinde vücut ile sahne çekildi.

Yakup Sancı: Yönetmenlerle aranız nasıldı?

Nilgün Seren: Yönetmenlerimiz birer babaydı. Elemanları kollardı. Osman Seden�e sorardım. Hocam sahne nasıl oldu diye. Çok beğendiyse, "Boook gibi oldu" derdi.  Natuk Baytan, oyuncunun oynadığı oyunu beğendiğinde... Ona "kremlerim" derdi. Diğerleri tebrik ederlerdi. Memduh Ün "Tokmak" derdi.

Sırrı Gültekin�in cenazesinde, şişli camii imamı, sinema camiası için "gittikçe fakirleşiyoruz" dedi.  Eski dostlar birer birer gitti. Etrafta eski dostların birer birer kayboldukça dünyada yalnız kaldığınızı hissediyorsunuz.

Eşimle yeni evlenmiştim. Ev kiralayacaktık. Cebimizde 5 kuruşumuz yok. Kara kara düşünürken. Semih Evin, "ne düşünüyorsun deli" diye sordu eşime. Eşimde "ev kiralayacağım param yok" deyince o günün parası ev kiralayacak parayı verdi. Paramız olduğunda vermek istedik kabul etmedi. Semih Evin�e baba demeyim de kime deyim. Vefasızlık hemen hemen görmedim diyebilirim. Herkes gibi bizimde evinimiz oldu. Sayıldık sevildik.

Yakup Sancı: Eşiniz Erdoğan Seren�i anlatır mısınız? Nasıl biriydi?

Nilgün Seren: Eşim çok mert bir adamdı. Yalanı dolanı yoktu. En son söylenecek lafı ilk başta söylerdi. O yüzden de pek sevilmezdi patronlar tarafından. Kuşçu filminde. Cüneyt arkın, Perihan Savaş yapımcı Vural Paker teklif getirdiğinde "at sahnesi varsa ben yokum" dedi. Vural Bey "Peki" dedi. Kabul etti. Sette de tatsız bir olay yaşanmış ata binmesi istenmiş "ben bunu size İstanbul'da söyledim" diye yanıt verince at sahnesini değiştiriyorlar. Yaya olarak takibe başlanıyor. Tabi bu piyasada duyulunca Erdoğan kaprisli oldu. O yüzden Kara Murat serisinin hiç birinde oynayamadı. Akciğer kanseri Teşhis olarak bu konmuştu. Terapi gördü ama radyo terapiye ulaşmaya ömrü vefa yetmedi. 45 gün sonra aramızdan ayrıldı.

Beni sektörden soğutan eşimin ölümüdür. Kendimi bir boşlukta hissettim. Sağ olsunlar eşim dostum o zamanlar çok destek oldular. Ama geçmişin izi hiçbir zaman unutulmuyor. Siz siz olun eşinizi dostunuzu ihmal etmeyin. Onlar yaşarken kıymetini bilin.

Yakup Sancı: Nilgün ablamız bize bir anı anlatır mı?

Nilgün Seren: Adalar da Film çekiyoruz. Yazıhaneye Prodüksiyon amiri telefon açıyor. Minibüsçü Hacı telefona bakıyor. Prodüksiyon amiri "ışıkları yükle adalar iskelense gel" diye talimat veriyor. Hacı ışıkları yüklüyor ve adana ya doğru yola çıkıyor. Ekip adalarda ışık bekliyor fakat aradan 3 gün geçtiği halde ne hacı var ne ışıklar yar. O zamanlar telefon da yok. Şimdiki gibi cep telefon nerde? İrtibat da kurulamıyor. Haberleşme imkanı yok. Hacının aklına 4 gün sonra geliyor ekibin adalarda kaldıkları pansiyona telefon açıyor. "Ben adana ya geldim. Siz nerdesiniz?" Prodüksiyon amiri donup kalıyor. ��Biz adalardayız adalarda. Bak bu numaraya telefon açtın Adana da olmadığımızı da bilmen lazım�� diyor. Hacı ekibi bir yanlış anlamadan dolayı bir hafta yatırmıştı. Hacıyı ondan sonra görmedim. Yaşıyorsa Allah uzun ömür versin. Öldüyse Allah rahmet etsin.

Nilgün Seren'e TEŞEKKÜRLER...

Saygıyla anıyoruz.

Kaynak
Yakup Sancı
 YORUMLAR  ({{commentsCount}})
{{countDown || 2000}} karakter kaldı
{{comment.username}}
{{moment(comment.date).fromNow()}}
Uyarı:  Yorumunuz, yönetici tarafından onaylandıktan sonra tüm ziyaretçilerimiz tarafından görüntülenebilecektir. (Bu mesajı sadece siz görüyorsunuz)
{{reply.username}}
{{moment(reply.date).fromNow()}}
Uyarı:  Yorumunuz, yönetici tarafından onaylandıktan sonra tüm ziyaretçilerimiz tarafından görüntülenebilecektir. (Bu mesajı sadece siz görüyorsunuz)