21 Haziran Dünya Müzik Günü. Bu nedenle bu hafta müzisyen ve yönetmen değerli Orhan Anafarta'yı konuk ediyoruz. Hem sinema sektöründe kariyer yapan hem de başarılı bir gitarist olarak müzik hayatını sürdüren Orhan Anafarta deneyim ve düşüncelerini bizlerle paylaştı...
31 Temmuz 2012

21 Haziran Dünya Müzik Günü. Bu nedenle bu hafta müzisyen ve yönetmen değerli Orhan Anafarta'yı konuk ediyoruz. Hem sinema sektöründe kariyer yapan hem de başarılı bir gitarist olarak müzik hayatını sürdüren Orhan Anafarta deneyim ve düşüncelerini bizlerle paylaştı...

Sinematürk: Öncelikle kısaca kendinizden bahseder misiniz? Orhan Anafarta kimdir? Ne yer ne içer?

Orhan Anafarta: 72 doğumluyum. ODTU'de Endustri Tasarımı okudum. Master ve Doktoramı Bilkent Üniversitesi'nde yaptım. Kanada'nın York Üniversitesi'nden de film ve video üzerine MFA (sanatta yeterlik) derecem var. Toronto'da tanıştığım Genevieve Appleton ile evlendim (yaptığım bir kısa korku filminde oynamıştı - onu da kanalımda görebilirsiniz). 4 yaşında Gregory Can isimli bir oğlumuz var. Ne yer ne içerim? Valla İskender kebabı ve İnegöl köftesini severim. Kanada'dayken çok özlerim bunları.

Sinematürk: Orhan Bey, neden sinema, neden müzik? Sizi bu iklime sevk eden olaylar, duygular nelerdi?

Orhan Anafarta: Müziğe 14 yaşımda başladım. İnsan müziğe nasıl başlar? Arkadaşlarımın arasında gitar çalanlar vardı. Bir sefer ben de alıp bir denedim ve hoşuma gitti. Hemen bir gitar hocası aramaya başladım... Ahmet Kanneci ile çalıştım, beraber konserler verdik. Gitarı şu zamana kadar hiç bırakmadım. Herhalde kendimi en iyi ifade edebileceğim araç gitardır (ve müzik). 90'lı yıllarda yarışmalar, konserler gibi aktiviteler içindeydim ama son bir kaç senedir çaldıklarımı kaydedip paylaşmaktayım. Son olarak youtube sitesinde bir kanal açtım, çaldığım parçaları oraya yüklüyorum.

Sinema çok daha sonra hayatıma girdi. Bilkent Üniversitesi'nde algı psikolojisi üzerine master tezi hazırlarken TRT'nin Genç Sinemacılar programına "dinle(n)me" başlıklı bir kısa film senaryosu gönderdim. Yapım için kabul edildi. Bu kısa film beni sinemayla uğraşmak konusunda motive etti. Daha sonra Bilkent Üniversitesi'nde doktora tezimi 90lar korku sineması üzerine yazdım. 2000 yılında Kanada, Toronto'da York University'de film ve video üzerine sanatta yeterlilik çalışması yaptım. "Nazar" konusu uzerine çalıştım.

Herhalde beni sinemayla uğraşmaya iten asli konu algı psikolojisi çalışmalarımdır. Film yapmaya duygularımı ifade etmek icin başlamadım. Daha çok, okuyup araştırdığım konuları biraz daha ötelemek için başladım. Bu nedenle kendi kısa filmlerimde hic müzik yoktur. Bir tek kapanış jenerikleri icin kısa besteler yaptım! Kendi yaptığım kısa filmler de hep soğuk/bilimsel belgesel tadında.

Sinematürk: 7. sanat olarak da tanımlanan sinema, bildiğiniz üzere kendisinden önceki pek çok sanat dalını içinde harmanlayan, onlardan faydalanan ve belki de zaman zaman onları aşan bir mecra. En azından insanların duygularını manipüle etme babında olsa bile ayrı, özgün bir gücü var diyebiliriz. Müziği, yani film müziğini bu anlamda nereye koyarsınız?

Orhan Anafarta: Populer psiko-realist sinemada müzik, görüntü yönetimi ya da kurgu kadar asli bir unsur. O nedenle artık film müziğinden ayrı birşeymiş gibi konuşmak bile bana zor geliyor. John Carpenter'in kült korku filmi Halloween'i, takip sahnelerine eşlik eden ürpertici piyano parçasından ayrı düşünebilir miyim? Ya da Spielberg'in Jaws'ında köpekbalığının kurbanlarına yaklaştığı sahnelerdeki hızı gittikçe artan kalp atışlarını çağrıştıran parçayı dış bir unsur olarak görebilir miyiz?

Sinematürk: Ana akım sinemada, müziği, filmin ayrılmaz bir parçası olarak görüyoruz. Bunun yanısıra örneğin Dogma ekolünde veya bir kısım "auteur" sinemasında müzik tamamen dışlanmış durumda. Bir sinema insanı ve müzisyen olarak bu ayrımda siz kendinizi nasıl konumluyorsunuz, neden?

Orhan Anafarta: Sinemacının tasarımı neyi gerektiriyorsa kullanılacak elemanlar da ona göre belirlenir (aslında bu bütün tasarım süreçleri için böyle). O yüzden bu konuda genel bir görüş ileri sürmeyi gerekli bile bulmuyorum. Eğer tasarlanan projede müziğin bir işlevi var ise projenin genel yapısı müziği de kapsayacak şekilde tasarlanır, eğer yoksa da film müziksiz olarak amaçladığı duyguyu ifade eder. İşte Alfred Hitchcock da Kuşlar filmine müzik koymamış. Bunu bir eksiklik olarak göremeyiz. Ya da bir sinemacı bütün bir anlatıyı belirli bir müzik eseri uzerine kurmayı seçebilir. Burada da önemli olan müziğin yapısal olarak yapıtın bütünü içinde gerçek bir işlevi olmasıdır.

Sinematürk: Yurt içinde ve dışında film müziği konusunda beğendiğiniz, takip ettiğiniz isimler kimlerdir?

Orhan Anafarta: Herhalde en etkilendigim film müziği bestecisi Howard Shore olsa gerek. Cronenberg filmlerinden tanıdığım bir isim. Özellikle "Crash" için yazdığı skordan çok etkilenmiştim. Film psiko-realist sayılamayacak kadar parçalı ve soğuk. Shore da bunu destekleyecek şekilde akor bile sayılamayacak ses gruplarından ürpertici bir eser yazmış.

Sinematürk: Kanada'da sinema eğitimi aldınız. Sinemada kariyer yapmak isteyen gençlere Türkiye ve Kanada'daki olanakları düşünerek neler önerirsiniz?

Orhan Anafarta: Turkiye'de üniversitelerde gördüğüm kadarıyla çok iyi film ve video bölümleri mevcut. Ama tabi esas iş kişinin kendisinde bitiyor. Sinemacı olmak için iyi zamanlar bunlar. Uygun fiyatlara kamera ve kurgu ekipmanı edinmek mümkün. Bu durumda, kanımca, sinemaci olmak, ya da film/video çekmek için kişide olması gereken en önemli meziyet cesaret ve motivasyon. İşe başlamak lazım öncelikle. Internette bir çok farklı ortamda yaptığınız filmi sergilemek de mümkün. Yani illa da büyük festivallere kabul edilmek, televizyona çıkmak gerekmez. Örneğin Youtube'da düzenli olarak yeni videolar yayınlayan ve milyonlarca seyir alan çok yetenekli bir sürü insan var.

Kanada'daki eğitime gelirsek... Aslında yabancı olduğun bir yerde film yapmanın avantajları var. Sizi kimsenin tanımadığı bir ortamda kendi mahallenizde olduğundan daha cesur olabiliyorsunuz. Kendinizi icinde bulduğunuz kültüre olan mesafeniz kendi fikirlerinize de daha özgürce ve mesafeli bakmanızı sağlıyor. Herhalde Türkiye'de "nazar" konusunu çalışmak aklıma gelmezdi diye düşünüyorum. Bir de, yine sizi tanımayan ve kültürünüze çok da aşina olmayan bir insan kitlesine size dair birşeyleri sunmaya çalışmak heyecan verici. Bu bağlamda, okullardan bağımsız olarak, yurtdışında film ve video çalışmanın böyle bir avantajı olabilir. Kanada'daki okulların bizim ülkemizdeki okullardan çok daha iyi yerler olduğunu iddia edemem. Ben bölümümden memnun kaldım ama herhalde aynı konuyu ülkemizde de çalışıyor olsaydım yine memnun kalırdım.

Sinematürk: Film müziği yapmak için doğuştan bir yetenek gerekir mi, yoksa eğitimini alan herkes bu konuda çalışabilir mi?

Orhan Anafarta: Tasarım eğitimi ile uğraşan biri olarak yetenek denen şeyin çok sorgulanabilir olduğunu düşünüyorum. Tabi konuya hiç ilgisi ve merakı olmayan bir insana zorla film müziği yaptırmaya çalışırsanız sonuç iyi olmaz. Ama kanımca canı film müziği yapmak isteyen herkes bunun egitimini alıp (ya da almadan) birşeyler yapabilir. Bir anlatıya sesin ifadesini eklemek bu konuda heyecan duyan herkesin kalkışabileceği (kalkışması gereken) bir iş.

Sinematürk: Müziğini yaptığınız son film Ozan’a Çağrı hem Atlanta Film Festivali’nde hem de Olimpiyatlarda gösterime seçildi. Özellikle Olimpiyat seçimleri sürecinde bahseder misiniz lütfen...

Orhan Anafarta: Ozan'a Çagrı eşim Genevieve Appleton'in film okulundaki yıllarından beri üzerinde çalıştığı Ozan isimli uzun metraj senaryosunun cok kısa bir özeti sayılabilir. Orijinal hikaye hastalanan insanlari müziği ile iyileştiren bir halk ozanı etrafında dönüyor. Ozana Çağrı'da da hasta insanlari temsil eden bir kadın danscının dansı ve ritmiyle ozanı çağırışını izliyoruz. Filmin müziği için öncelikle erken Rönesans müziği üzerine bir araştırma yaptık ve işimizi göreceğini düşündüğümüz anonim bir ezgi bulduk. Ezginin özünü korumaya çalışarak bir düzenleme yaptım. Ana melodinin üzerine üç gitar, iki flüt ve perküsyon partileri yazdım. Bir de vokal vardı ama kayıt esnasında vazgeçtik. Film için festival ararken Vancouver Olimpiyatları dikkatimizi çekti zira hareket halindeki insan bedenini konu alan filmler arıyorlardı. Normal şartlarda filmi bir spor etkinliğine göndermek hiç aklımıza gelmezdi aslında. Sonuçta film Vancouver'da kabul edildi ve olimpiyatlarin görsel sunum paketinin küçük de olsa bir parçası oldu. Tabi Atlanta Film Festivalindeki gösterim de son derece önemliydi bizim için zira bu festival Akademi Ödulleri için bir ön pazar teşkil ediyor. Oskar kazanmak falan gibi bir hayalimiz tabii ki olmadı ama sinema ile çok ciddi uğraşan insanlar tarafından filmimizin izlenmesinden memnun kaldık. Aslında Genevieve de gidecekti ama İzlanda'daki yanardağın mağduru olduk biz de :-)

Sinematürk: Siz her zaman müzisyen tarafınızı sinemacı tarafınızın önüne koyuyorsunuz. Özellikle flamenko konusunda çok başarılı işleriniz olduğunu biliyoruz. Youtube’da da bu çalışmalarınızı içeren bir kanalınız var. Flamenko’ya nasıl yöneldiniz, bu seviyeye gelebilmek için hangi süreçlerden geçtiniz?

Orhan Anafarta: Hayatımda şu ana kadar en çok vakit ayırdığım şey herhalde gitardır... Gitara 14 yaşımda Ahmet Kanneci ile başladım. Çok kısa sürede beraber konserler vermeye başladık. Farklı workshoplarda Jorge Cardoso, Fansisco Ortiz, Javier Hinohosa gibi muzisyenler ile çalıştım. Daha sonra bir çok konserim oldu. Ama etrafımdaki diğer müzisyen arkadaşlarım gibi müzik okuluna gitme yolunu seçmedim. Kimbilir belki de iyi oldu. Şimdi müzikten daha amatörce bir zevk alma özgürlüğüm var. Bu sayede akademide yeri olmayan (en azindan benim başladığım yıllarda) flamenko ile uğraşma özgürlüğüm oldu. Şimdi bu birikimimi youtube üzerinden paylaşıyorum.

Sinematürk: Youtube’daki kanalınızda nazar üzerine ksıa filmler de mevcut. Sizi nazar konusunda yönelten neydi?

Orhan Anafarta: Kanada'ya gitmeden önce korku sineması ve kameranın nesnelerine bakışı ile ilgileniyordum. Toronto'daki bol kültürlü okulda akademisyenler kendi kültürleri üzerine çalışmaya özendirilirler hep. Aslında benim bu yöne kaymaya niyetim yoktu ama Toronto'daki neredeyse bütün arkadaşlarım  kendilerine Türkiye'den nazar boncuğu getirmemi istediler. Durum dikkatimi çekti. Biraz da kavram olarak nazara gelmek ile kameranin bakışına maruz kalmak arasında bağlar kurmaya başladım. O noktada iş iyice derinleşmeye başladı. Okuldaki danışmanım da beni cesaretlendirdi. Youtube kanalımda çalışmalarımdan bazılarını görebilirsiniz.

Sinematürk: Bir süredir yeni film projelerine ara verdiniz. Ne zaman yeniden kısa veya uzun metrajlı filmlere dönüş yapacaksınız?

Orhan Anafarta: Bu aralar okul ve müzik vaktimi dolduruyor. Eğer heyecan duyacağım bir proje olursa neden olmasın. Tabi STB Yapım ile kurumsal video çalışmalarım her zaman devam ediyor. Kurumsal, endüstriyel video da çok keyif aldığım bir iş.

Orhan Anafarta'ya bu keyifli sohbet için çok teşekkür ederiz...

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 YORUMLAR  ({{commentsCount}})
{{countDown || 2000}} karakter kaldı
{{comment.username}}
{{moment(comment.date).fromNow()}}
Uyarı:  Yorumunuz, yönetici tarafından onaylandıktan sonra tüm ziyaretçilerimiz tarafından görüntülenebilecektir. (Bu mesajı sadece siz görüyorsunuz)
{{reply.username}}
{{moment(reply.date).fromNow()}}
Uyarı:  Yorumunuz, yönetici tarafından onaylandıktan sonra tüm ziyaretçilerimiz tarafından görüntülenebilecektir. (Bu mesajı sadece siz görüyorsunuz)