Mine Soley bir döneme damga vurmuş, bizdeki kayıtlara göre en az yüzde filmde rol almış değerli bir oyuncumuz. Özellikle vamp kadın rolleriyle tanınan ve bunun bedelini yürekli bir şekilde ödeyen değerli oyuncumuzu farklı yönleriyle tanımak için Yakup Sancı'nın söyleşisi bulunmaz fırsat...
31 Temmuz 2012

Yakup Sancı: 1948 yılında Trabzon Akçaabat da doğdu. 15 yaşına geldiğinde, izleyicisi olmaktan öteye geçmeyen sinemayla yolları kesişti. O yıllarda sinemaya başlayan pek çok isim gibi, ona da "bu başrol senin" denmedi. Zaten öyle bir ideali de yoktu. Sinemamızın annesi, ninesi emekçi oyuncusu olan teyzesi Nezihe Güler ile film setlerine gidip, figüran olarak küçük rollerde oynuyor, basamakları yavaş yavaş çıkıyor, emeğini alın teri ile yoğuruyordu. Yeşilçam'da pek çok oyuncunun sinemaya ilk başladığında oynadığı rolü, hayatı boyunca oynayacağını bilemediği gibi, o da hiçbir şeyin farkında değildi. Çok geçmeden o, rütbe belirleyici teklif gelmiş, hayalini bile etmeden girdiği sinemada, hayalini etmediği bir rol onu bekliyordu...

Sinemamızın vamp kadını Mine Soley'i daha yakından tanımaya hoş geldiniz.

Mine Soley: Ortaokulu bitirdikten sonra İstanbul'a teyzemi ziyarete gelmiştim. Teyzem de bazen yardımcı bazen figüran olarak filmlere gider, küçük roller oynardı. Bende teyzemle setlere giderdim. Gittiğim setlerde fark edildiğimi hissediyor, görüyordum. Bakışlar değişiyordu"Bu kızda istikbal var" deniliyordu. İlk film setine 50 liraya figüran olarak gitmiştim.

Teyzemin evinde kalıyordum, setlere figüran olarak gitmemin nedeni de, teyzeme yük olmak istemeyişimdi. Ben de bir şeyler yapmak, üretken olmak istiyordum. Teyzem memur eşiydi, o da kıt kanaat geçiniyordu. Mazbut bir yaşamları vardı.

Dünyayı o kadar geniş bilmiyordum. Mutaassıp bir ailenin çocuğuyum. Sinemaya gitmeyi, film izlemeyi seviyordum ama içinde olmayı hiç düşünmemiştim. Bilmediğim, tanımadığım bir dünyaydı, bu hayata adapte olmak çok zor oldu.

Yakup Sancı: Profesyonel olarak sinema hayatınız hangi filmle başladı?

Mine Soley: İlk diyaloglu rolümü Ülkü Erakalın'ın çektiği "Tığ Gibi Delikanlı" filminde oynadım. Daha sonraları yine ufak tefek rollerde oynadım. Profesyonel anlamda ilk ciddi işim "Perişan" filmi oldu. Kötü kadını oynadım bu filmde.  Erzurum'a, Sivas'a gala yapmaya giderdik. Bir hafta gala olur mu? Biz bir hafta gala yapmıştık. Sinemalar tıklım tıklım dolardı. Şehir girişlerine, sinema önlerine asfaltlara "Hoş geldin Mine Soley" diye yazıyorlardı. O zamanlar bez pankartlar yoktu demek ki. Ya da ben hiç fark etmedim. Asfaltlara yazarlardı hoş geldin mesajlarını.

Yakup Sancı: Siz neden hep vamp kadın oynadınız?

Mine Soley: Beni bu role ilk kanalize ettikleri zaman bunun vahametini bilmiyordum. O zamanlar Gönül Beyhan diye bir oyuncu ablamız vardı. Sevilen bir kadındı. Neriman Köksal vardı. Bunlar vamp kadın rollerini oynuyorlardı. Böyle bir kadın olmaya doğru gittiğimi anlamaya başlamıştım. Bu rolü ben başarabilirdim, başarıyordum da. Tip olarak bakıldığında masum bir ifadem vardı ama, masum yüzüme uygun rol teklifleri gelmiyordu. Yaşamam gerekiyordu. Yaşamımı idame ettirecek parayı kazanmam gerekiyordu.

Aslında bu vamp kadın rolünü çok isteyerek, arzulayarak oynamadım ilk başlarda. Beni birileri o rolü oynamaya uygun gördü, kanalize etti. Karar vermiştim artık sinemada kalmaya... O öyle bir sihir, öyle bir büyü, öyle bir aura ki... Sanatın içine giriyorsunuz. Birileri iterek sizi içeri almıyor tabi, sizin içinizde olan o şey uyanıyor, ortaya çıkıyor.

Yakup Sancı: Yeşilçam'da bunun örnekleri çok vardır. Oyuncular genelde aynı rolleri oynadılar. Siz de sonraki filmlerinizde hep vamp kadın oynadınız. Neden başka roller gelmiyordu da hep aynı çizgide karakterler geliyordu?

Mine Soley: O zamanlar sanatçı kıtlığı vardı. "Artist" olmak ayıptı o yıllarda. Sette figüran rolü oynayacak bir kişiye ihtiyaç olduğunda, ya da kalabalık yapacak bir takım insanlara ihtiyaç olduğunda kimseyi kolay kolay kamera karşısına geçiremiyordunuz. "Aman abi bırak kalsın" diyor, kaçıyorlardı. Yeşilçam, sizi bir sanatçı olarak almış, yetiştirmiş sayıyor kendince. "Böyle bir kadın var burayı dolduruyor" deniliyor. Sonraki işler de aynı çizgide geliyordu. Buna kısır döngü de diyebiliriz, kısır düşünce de diyebiliriz.

Yaşamak için o rolleri oynadım

Benim de başka bir seçeneğim yoktu, gelen teklifleri değerlendirdim, oynadım. Kabul etmediğim roller de olmuştur ama yaşamak için o rolleri oynadım. Daha değişik bir çizgiye taşıyamadım. Bu rollerin bana yükü ağır oldu tabii. Çünkü, o günkü erkeklerin anlayışları bugün ki gibi değildi. Öyle bir kadın oynadığım için... O hoşluğum, o zerafetim, o güzelliğimle bu rolleri oynadığımdan ötürü hiç evlilik teklifi almadım.

Şimdi görüyoruz, basılanlar, uyuşturucu kullananlar, cezaevine girip çıkanlar evlenebiliyor, ilgi görebiliyor. Kötü kadın rolünün, bu coğrafyanın kültürel değerleri açısından da, İslami inançları açısından da kabul görmesi zor bir işti...

Her şey aslına rücu ediyor. Siz bir rolü oynamış olabilirsiniz. Eğer özel hayatınızda edepli bir yaşam sürdürebiliyorsanız, gerçek meydana çıkıyor. O zaman ülkemizin cahil ve ya kültürlü, bütün güzel insanları, bu iş'e önyargıyla bakmayıp, sizi sanat tarafından çok güzel bir yere yerleştiriyor.

Bir kadın olarak kendimden nefret ettireceğim roller oynadım

Bu rolleri oynamamda annemin, babamın ne karşı çıkması, ne de destek olması söz konusu değildi. Tek başıma bu toplumda bir kadın olarak kendimden nefret ettireceğim rolleri oynadım. Buna yürek ister. Erol taş'ı, Hayati Hamzaoğlu'nu, kötü karakterleri oynayan diğer arkadaşlarımı erkekler sokakta gördüklerinde... "Abi gel bir çayımızı iç Allah aşkına" derlerken neden böyle davranıyorlardı da, kötü karakter rolü oynayan bir kadına... "Buyur gel" demiyorlardı? Peki ne diyorlardı? "Bu da o yolun yolcusu"diyorlardı! Sevseler bile sevgisini gösteremezlerdi. Bu rolleri oynamakla hem çok sevildim, hem de bir fatura ödedim.

Böyle zorluklar içinde ayakta kalmak, alkolik olmamak, depresyonlar yaşamamayı başarmak, ona buna saldırmadan efendice bir duruş göstermek yürek ister. Omurgası olan bir kadın olarak tüm bu zorlukları tek başıma başardım. Maddi varlığım olmadı ama, yokluğumu rahat tolore edebildim.

Yakup Sancı: Gerek sinema gerekse sahne hayatınızda minnettar olduğunuz bir isim oldu mu?

Mine Soley: Arkamda para babalarım yoktu. Hacıağalarım yoktu. "Hayır, ben o rolü beğenmedim oynamam" diyecek bir lüksüm de yoktu. Sermayem; aklım ve fiziksel görünüşümdü.

Yakup Sancı: Pişmanlık duyduğunuz bir çalışma içinde oldunuz mu?

Mine Soley: Hayır. "Her yaptığımın arkasındayım" diye bir söz var. Ne utanacak ne de pişman olacak bir iş yapmadım. Bu piyasada bir tane flörtüm olmadan ve hiç kimsenin desteğini almadan Mine Soley oldum. Kimse bana "burası senin içindir" demedi. "Bu gece yatalım da sana şu rolü veririm" olayım olmadı. Teklif olması başka, gerçekleşmesi başka... Peki, ben lezbiyen miydim? Hayır. Her zaman kullanılan bir söz vardır "rejisörün yatak odasından geçmeden aktrist olunmaz" hadi oradan. Bir kadın sekreterlik yapıyorsa ve patronu da böyle bir talepte bulunuyorsa bu orada da yaşanabilir. Cinsellik sadece rejisör ile aktrist arasında mı olur? Sinemayla böyle bir sözü özdeşleştiremezsiniz. Bu piyasada binlerce adamın arasına giriyorum. Bunların içinde gazeteciler de dahil. Onca insan içinde "ay benim eski adam, benim eski sevgilim burada" deyip başımı çevireceğim bir tane adam yok. Ben de bunun zenginliğini yaşıyorum.

Yakup Sancı: Sinema size ne kazandırdı?

Mine Soley: Yeşilçam'ı irdelerken, Yeşilçam'da çalışan insanların o dönemde bir takım başka kişiler tarafından nasıl sömürüldüğünü, kullanılıp çöp gibi bir kenara atıldığını, parayı bölüşmede, gelir dağılımında adil olunmadığının da bilinmesi gerek. Yeşilçam'da çalışan insanlar gelir dağılımı açısından büyük haksızlıklara uğramıştır. Jönler, jöndamlar, büyük paralar kazanırken, alt kadro insanları bu paraları kazanamamıştır. Aldığımız paranın bereketi vardı. İhtiraslı, haris bir kadın olmadım. Doyumsuz bir kadın olmadım. İnsanca yaşayabilecek kadar ihtiyaçlarımı karşılayacak parayı kazandım. Şimdi içinde oturduğum bir konutum var. Bir arabam var. 650 lira da emekli maaşım var. Çok film çekiliyordu, çok filmde çalışıyorduk. Az para alıyorduk ama bereketi vardı bu paraların.

Büyük balıklar küçük balıkları yiyip yutuyor!

Anadolu işletmecileri bir film siparişi verdiğinde, o filmde oynayacak olan başrol oyuncularının da adını söylerdi. Para kazananlar dört yonca, beş aktör olmuştur. Bunların dışındakiler ancak yaşamlarını devam ettirebilecek kadar kazanmıştır. Değişen bir şey yok aslında bugünde bu aynı şekilde devam ediyor. Günümüzde çekilen dizilere baktığımızda buralarda da bir adaletsiz bütçe dağılımı var. Ne yazık ki emekçilerin sömürüsü her alanda olduğu gibi, sinema ve dizi sektöründe de devam ediyor. Sanat gibi kutsal bir meslekte bile, gelir paylaşımında büyük balıklar küçük balıkları yiyip yutuyor!

Yakup Sancı: Furya döneminde siz ne iş yaptınız?

Mine Soley: Tepebaşında rahmetli Fahrettin Aslan'ın Cumhuriyet gazinosu vardı, bu gazinoda sahneye çıktım. Zaten sahne hayatım olması nedeniyle bir ev sahibi olabildim. Sinemadan büyük paralar kazanmadım ama çok büyük bir isim kazandım. Bana yetiyor bu mutluluk.

Mesleğimin her ikisinde de çok büyük güzellikler yaşadım. Belki de bilmedim kötü açıdan bakmayı. Belki hep dar açıdan baktım. Ama gördüğüm açı bana yetiyordu. Geniş bir perspektiften bakmayı düşünmedim demek ki. Parasız da çalıştığım oldu, paramı alamadığım da oldu ama çirkinleşmedim, güzel kaldım.

Gazino müşterileri çok kaliteliydi. Müşteriler hiçbir zaman bize "kirlisin, pissin, terledin" dercesine kağıt mendil atmadılar. Sahneye hep güller atıldı. Orkideler kucak dolusu gelirdi. Bu çiçekler, "kadını tavlayabilir miyim? Götürebilir miyim?" diye değil, saygı duyulduğu için gelirdi. Programım bittikten sonra kostümümü kuliste değiştirip evime gelirdim, kimse de bana çirkin bir teklifte bulunmazdı.

Yakup Sancı: Sahneye çıkan sanatçıların ayakkabılarından şampanya içildiği söylenir, bilinir. Neden böyle bir şey yapılırdı?

Mine Soley: Bir özentidir herhalde. Kendince sahnedeki kadını onore ediyor demek ki.

Yakup Sancı: Sizin de ayakkabınızdan şampanya içtiler mi?

Mine Soley: İçtiler. Güzellik göreceli bir kavramdır. Ben de güzel bir kadındım sanırım. Hayatımda estetik bir operasyon geçirmedim.

Yakup Sancı: Bir bayan oyuncu olarak o yıllarda sizin zorluklarınız nelerdi?

Mine Soley: Filmde giyeceğimiz kostümleri kendimiz götürürdük. Şimdiki gibi kostüm arabalarımız, kostümcülerimiz yoktu. Oynayacağım bir filmde küçük bir sahne için birisi benden vizon kürk istedi. Ben daha evimin kirasını ödeyemiyorum beyim. Vizonlu bir kadın olmadım. Şimdikiler ilk çıktığı gün vizon da alabiliyorlar, jeep'de alabiliyorlar.

40 senede hiçbir şey yapamadım. Ne kumarım var. Ne alkol bağımlısıyım. Paylaşımcıyım, sosyalist bir kişiliğim var. Rahmetli babamın terbiyesiyle büyüdüm. "Namusunuz hariç, lokmanıza varana kadar paylaşın" vasiyetiyle büyüdüm.

Yeşilçam sineması kısır döngü içerisinde çok güzel işler yaptı. Dekor yok. Stüdyo yok. Saçınızı yapacak kuaför yoktu. Sabah sete kendiniz gideceksiniz. Minibüste 50 kişi vardı, Bremen mızıkacıları gibi üst üste gidiyorduk. Işıklar, oyuncular, yönetmen, asistan herkes o minibüsün içinde giderdik. Giderdik bir dağ başına orada taksi yok. Telefon yok. İki sahneniz vardır oynarsınız işiniz biter, ama ekibin işinin bitmesini akşama kadar, sabaha kadar beklersiniz ki sizi o dağ başından alıp evinize ulaşabileceğiniz bir yere bıraksınlar. Tüm bu zorluklar benim mesleğimin gereğiydi. Hiçbir zaman da şikayetçi olmadım.

Yakup Sancı: "Sanatçı topluma örnek olmalı" deriz. Sanatçılarımız topluma nasıl örnek olmalı?

Mine Soley: Ülkemi ve ülkemin her bir bireyini, her bir metre karesini hiçbir şeye değişmem. Sevdalıyım ülkeme ve ülkemin insanına. Hayatımda topluma hiçbir zaman kötü örnek olmadım. Benim dünya felsefem bu. Agresif bir kadın değilim, üzüntülerimi de paylaşırım, sevinçlerimi de. Üzüntülere de ortak olurum, sevinçlere de.

Bu soruyu yönelttiğinizde içimden bir şiir söylemek geldi;
Suya dokunmazmış, sabuna dokunmazmış. Pise bak!

Sosyal ve siyasi meselelere bir sanatçının ilgi duyması gerek. Toplumu rahatsız eden konuların üstüne gitmesi gerek. "Ben ünlüyüm, ben şanlıyım" diyerek bir köşeye çekilip kenardan olanları izlemek sanatçılık değildir. Sanatçı olayları uzaktan izlemek yerine, kendi dünya görüşüne göre, kendi inancına göre bir şey söylemesi lazım... Bana terste gelebilir, ama düşüncelerini söylemesi gerekir. Kendini ortaya koymalı. "Benim bu konuda düşüncem budur"demeli. Türkiye'de sanatçılar bunu yapmıyor. Her yere telefon eder sorar, sorgularım. Ben de buradan besleniyorum.

Pek çok sanatçı arkadaşımız Antalya'dan, Adana'dan ödül almış, ses soluk var, diksiyon, artiklasyon var seslendirme yapmış ama hakkında bir şey bilmiyorsunuz! Devlet sanatçısı olmuş, en büyük tiyatrolarda koca oyunlar oynamış ama hakkında bir şey bilmiyoruz! Bunların hepsi kabul, iyi güzel de siz kimsiniz? Bir çıkın meydana da kendinizi tanıtın. Bir gazeteye, bir televizyona röportaj verin. Bu konuya senin bakışın, görüşün nedir? İlkelerin nedir? Fikrini, zikrini söyle, rengini belli et.

Hollywoood sinemasının çok önemli insanları gidiyor Afrika'da bir zenci çocuğu okutuyor. "Manyak" mı bu insanlar? Kendine göre bir dünya görüşü var, o dünya görüşü içerisinde faaliyet gösteriyor. "Ben varım"  diyor. Sen de kendi ülkendeki bir çocuğun eğitimini karşıla çık meydana "Ben de varım" de.

Yakup Sancı: Pek çok sanatçımız cenazelere gelmezken, sizi sinemacılarımızın cenaze törenlerinde görüyorum. Her cenaze törenine katılır mısınız?

Mine Soley: Çok önemli bir mazeretim olmadığı sürece katılırım. Yaptığım işleri reklam olarak kullanmayı sevmiyorum. Benim için... "Bu var ya bu. Her cenazede bunu görürsün" derler. Ben de, siz de oradaydınız ki beni gördünüz derim. Size de aynı şeyi söylüyorum. Demek ki siz de oradaydınız. Geçenlerde sektörden bir arkadaşımızın cenazesine katıldım. Yeni nesil gazeteciler, ne arşiv karıştırıyorlar, ne de biyografi okuyorlar. Alıyor eline bir makine basıyor deklanşöre. Gündemde en çok tanınan kim var, koşuyor ona. Mikrofonu ağzına kadar sokuyor. Genç bir oyuncu kıza mikrofonu uzattılar. "Efendim nasıl bilirdiniz?" böyle absürt bir şey olabilir mi? Bu kızcağız nereden bilecek, daha dünkü çocuk!

Orada bir mazi paylaşmışız, aynı sofraya oturmuş soğan ekmek, kuru fasulye yemişiz. Sette ayağım kırılmış beni sırtında taşımış bir insan sizin sorduğunuz kişi. Ben de emeği olan bir insan... Cevabı bende sorunuzun, bana soracaksınız. Beni tanımıyor ki! Ben de ortaya çıkıp "Ben Mine Soley"im bana sorun demem, kimseyi memnun etmek için "Yalakalık" etmeyi bilmem beyim. Bakın bende geldim. Buradayım diye kameraların önüne atlamam. Sessizce insanlık, arkadaşlık görevimi yerine getirir ayrılırım.

Yakup Sancı: Şimdi neler yapıyorsunuz?

Mine Soley: Sosyal faaliyetleri takip ediyorum. Bazı dernek panellerine iştirak ediyorum, bu da benim epeyce zamanımı alıyor. Benim babam çok omurgalı bir adamdı. Ben onun zürriyetiyim, onun sulbunden gelmeyim. Bunların üstüne basa basa söylüyorum. Benim babam ot yer kimseye minnet etmezdi. Böyle bir adamın kızıyım. Ben onun için adamın gözünün içine baka baka konuşurum. Yaram yok gocunacak. Helal ekmekle büyüdüm.

Uzun zaman beni kimse aramadı "bu kız ne yer ne içer" diyen hiç olmadı. Homoseksüeller, transeksüeller sahnelere hakim olunca anlayış değişti. O orkideli adamlar gitti. Smokinli beyefendiler gitti. Asla birisi okurken, uvertüründen assolistine kadar efendice programı dinleyen o çok zarif beyler gitti, şimdiki deyimle "Göbeğini kaşıyan" adamlar geldi herhalde. Her şey yozlaştığı gibi o gazino hayatı da yozlaştı. Tasavvur buyurun, akustiği olmayan yerde Türk Sanat Müziği icra edilir hale geldi. Fahrettin Arslan'ın klasında gazinocular nerede? Nerede o prezentabi ortam? Aileler geliyordu. Zaten böyle mekan da kalmadı. Sahne hayatımda kimse beni itip kakmadı ama filmlerimde oynadığım roller nedeniyle "Orospu" da dediler... "Allah belanı versin" de dediler.

Mustafa Kemal Atatürk'e, annesine, babasına, ecdadına, silah arkadaşlarına, sonra kendi ecdadıma dua ederim. Bayrağımı da yaşıyor, toprağımı da yaşıyor, dinimi de yaşıyorum. Din tefriki yapmıyorum ama ben bir Müslüman çocuğuyum. Bu dinde olduğum için bu lafı kullanıyorum. Hiç haddime düşmez kimseyi dini ile ırkı ile yargılamak hiç haddime düşmez.

Yakup Sancı: Sanat hayatınızda sizi en çok etkileyen, üzen ne oldu?

Mine Soley: Çok duygusalım, çok detaycıyım. Fakat bir gerçek var realistim. Biraz üzüldüğüm "Vamp kadın" demek kötü kadın demektir. Yuva yıkan demektir. Hayatımda hiç evlenmedim. Doğurgan bir kadınım, anne olmayı çok isterdim. Diğer üzüntülerin hepsini tolere edebiliyorum ama bunu edemiyorum. Bu bir üzüntümdür.

Yakup Sancı: Yeni nesil oyuncuları ve Yeşilçam döneminde çekilen filmlere bakışlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Mine Soley: Biz o zorluklar içinde, o piyasada ayakta kalmaya çalıştık. Ayakta kaldık, saygınlık gördük. Bizleri izleyenler pijama ve terlikle izlemedi. Bizi izleyenler en güzel kıyafetlerini giydi, eşini koluna taktı, çocuğunu yanına aldı, yazlık sinemalara gitti. Bu çok güzel bir kültürdü. Hatırladıkça sanki vücuduma oksijen giriyormuş gibi olurum.

15 yaşından beri sinema piyasasında olan biri olarak üzüntüm şudur ki...  Yeni neslin sanatçıya bakışı...  Yıllarını vermiş olduğu bir sektörde, onca film çekmiş birine "Siz ne yaptınız? Yeşilçam ne yapmış?" diyerek, yapılan emeği, çekilen filmleri görmemezlikten gelmek, emeği küçümsemek büyük bir saygısızlıktır.

Şimdi çok kolay meşhur olmak... Akşam birisi bir düdük çalıyor televizyonda, ertesi gün o insan birinci sayfalarda! Bizler çok büyük özverilerde bulunarak çalıştık. Yeni nesil hazıra kondu diyor, miras yedi sayıyorum onları. Son yıllarda ben, o yılların gazetecilerini de göremiyorum, sanatçılarını da göremiyorum.

Yakup Sancı: Bu röportajı okuyan okurlarımıza, sinemaseverlere, Mine Soley severlere neler söylemek istersiniz?

Eskiyi bilmeden yeni anlaşılmaz

Mine Soley: Sitenize yeni girenler belki Mine Soley ismini biliyorlardır, dünya felsefemi bilmiyorlardır. Yaşam tarzımı bilmiyorlardır. Bu röportajla birlikte biraz tanımış olacaklardır. Arşivimi incelesinler. Onlar biraz daha büyürler. Dolaysıyla sanata ve sanatçıya saygı duysunlar. Sanatçı bir ülkenin can damarlarından biridir. Sinema, tiyatro, edebiyat, hangisi olursa olsun, mümkünse her bir dalını yaşasınlar. Romantik olsunlar, duygusal olsunlar.

Mektup yazmak sıcaklıktır, sevdiklerine mektup yazsınlar. Bu lezzeti bir yaşarlarsa inanın bilmeden, kendiliğinden bir şeyi üretmiş olabilirler. Mektup yazsınlar. Bizi biz yapan değerlerimizi okusunlar. Çok okusunlar.

Diline sahip çıkamayan bir topluma yazık olur

Birazdan sizinle vedalaşacağız. Güzel Türkçemizde sıcak, sımsıcak vedalaşma sözleri var. Allaha ısmarladık gibi, tekrar görüşmek ümidiyle gibi, sevgiyle kalın, hoşça kalın, sağlıkla kalın gibi sözler varken "Bay bay" denilmesini çok kınıyorum, uşaklaşmak gibi görüyorum. Diline sahip çıkamayan bir topluma yazık olur. Uşak olmak kolaydır ama Bey olmak zordur. İnsanlarımızdan acizane isteğim, hiçbir hakkım yok diyemem, çünkü onlar beni sanatçıları olarak kabul etmişler. Bende bir tavsiye de bulunacağım.

Dilimize, yurdumuza, bayrağımıza ve insanımıza çok önem verelim. Sevgiler sunuyorum. Sevgiyle kalın.

Yakup Sancı: Geçmişten geleceğe uzanan köprüde Mine Soley'le buluştuk. Güzel kalbini sizler için araladık. Buluştuklarımızla, anlatılanlar ışığında sinemamızın ve sinemacımızın sorunlarına çözümler aramaya devam ediyoruz. Bir başka kalpte buluşmak dileğiyle...

Mine Soley'e Teşekkürler.

 

Kaynak
Yakup Sancı
 YORUMLAR  ({{commentsCount}})
{{countDown || 2000}} karakter kaldı
{{comment.username}}
{{moment(comment.date).fromNow()}}
Uyarı:  Yorumunuz, yönetici tarafından onaylandıktan sonra tüm ziyaretçilerimiz tarafından görüntülenebilecektir. (Bu mesajı sadece siz görüyorsunuz)
{{reply.username}}
{{moment(reply.date).fromNow()}}
Uyarı:  Yorumunuz, yönetici tarafından onaylandıktan sonra tüm ziyaretçilerimiz tarafından görüntülenebilecektir. (Bu mesajı sadece siz görüyorsunuz)