Hayatında hiç tiyatroya gitmemiş bir ailenin çocuğu olmak, onun tiyatro yapmasına, sanatçı olmasına engel değildi. Her ne kadar aile, "Oyunculuk da meslek midir? Tamirci çırağı ol, berber çırağı ol para kazan meslek sahibi ol" diye söylese de o, gönlünde yatan aslanı çoktan bulmuş, yolunu belirlemişti... Bu hafta değerli oyuncu Halil Kumova'yı konuk ediyoruz...
31 Temmuz 2012

Yugoslavya göçmeni ailenin çocuğu olarak 1956 yılında Bursa da doğdu. İlkokul birinci sınıfı İstanbul Feriköy'de diğer sınıfları ailenin tekrar Bursa'ya göç etmesi nedeniyle Bursa'nın kenar semtlerinden birinde, eski ahşap bir okul olan Atıcılar ilkokulunda, Liseyi Yıldırım Beyazıd Lisesi'nde okudu. Hayatında hiç tiyatroya gitmemiş bir ailenin çocuğu olmak, onun tiyatro yapmasına, sanatçı olmasına engel değildi. Her ne kadar aile, "Oyunculuk da meslek midir? Tamirci çırağı ol, berber çırağı ol para kazan meslek sahibi ol" diye söylese de o, gönlünde yatan aslanı çoktan bulmuş, yolunu belirlemişti...

Halil Kumova: Sanat hayatımın çıkış noktası ortaokuldayken, rahmetle, saygıyla andığım Mim Seydi Yamanlar isminde bir Türkçe hocam vardı, onunla tanışmamla başladı. Edebiyat ve sanat dalına bizi yönlendiren hocamızdı. Mim Seydi Yamanlar hocamın adını anmışken kendisiyle ilgili bir anekdotu anlatmak istiyorum; aradan yıllar geçmiş, Mim Seydi hocamın vefat ettiğini öğrenmiştim. 1998 yılında Bursa Devlet Tiyatrosuna tekrar dönüş yapmıştım. 1999-2000 sezonuydu Tuncer Cücenoğlu’nun oyunu 1972 yılında AST'ın, (Ankara Sanat Tiyatrosu) oynadığı ve o yıllarda yasaklanan"Öğretmen" oyunu sahneleyecekti. Bu oyunda bir müfettiş karakteri vardı. Kulakları çınlasın yönetmen Erdal Gülver hocama dedim ki: Hocam ben bu müfettiş rolünü Mim Seydi hocama adamak istiyorum. Çünkü oyundaki müfettiş karakteri dürüst bir adamdı. Hocamı anmak ve yad etmek istiyorum. Hocam, "Sahnede görelim" dediğinde çok mutlu olmuştum.

Provalara başladık. Mim Seydi hocam hafif aksayarak yürüyen bir yapıya sahipti... Bursa da Prömiyer gecesi ve salonda eşim, dostum, arkadaşım ne kadar tanıdığım varsa hepsi gelmiş, oyunu izliyordu. Hatta bir tanesi de Bora Özkula; Bursa Devlet Tiyatrosunda halen görev yapıyor. O da sınıf arkadaşımdır. Oyunun sonunda kulisten çıktım, okuduğum okuldan arkadaşlarım ve öğretmenlerim karşıma geçtiler ve söyle dediler;"Halil, o sahnedeki Müfettiş Mim Seydi Miydi?" halen bunu söylerken tüylerim diken diken oluyor.
Ki, Mim Seydi'yi oynayacağımı yönetmenim ve benim dışımda kimse bilmiyordu. İşte beni tiyatroya, sanata yönlendiren kişi bu insandı.

Daha sonra kapalı gişe oynadığımız her gece sahnem bittiğinde gelen alkışları, kollarımı
açarak hocam sana olsun diyerek ona gönderiyordum... Lise okurken tiyatro gurupları vardı ben de birine katıldım ve okulun çeşitli oyunlarında oynamaya başladım. Biraz tembel öğrenciydim sanırım. 1970 yılında adını ışıkla anmak istediğim bir diğer önemli isim olan müdürüm Ali Cengiz Çelenk tarafından kurulan Bursa Devlet Tiyatrosu, kadrosu yetersiz olduğu için kendi şehrimden eğitir sahneye alırım düşüncesiyle oyuncu yetiştirmek adına Feraizcizci-zade Mehmet Şakir Efendi adıyla kurslar başlatmıştı... Bu kursiyerlerden bazıları Ahmet Uğurlu, Mustafa Uğurlu, Erkan Can... Benden sonrakileri sayarsak; Zafer Algöz, Olgun Şimşek, Ali Sürmeli ve pek çok arkadaşımız hep bu tedrisattan gelmiştir.

Ben de hasbelkader 1974-1976 yıllarında bu kurslarla tiyatro eğitimi almaya başlamıştım. O yılların gençlik heyecanıyla tiyatrodan ayrıldım, fakat ilişkilerimi koparmamıştım. Işıklar içinde yatsın Ali hocam 1978 de son kez devlet Tiyatroları alaylılara kadro sınavı açmıştı ve beni bu sınava katılmam için  çağırmıştı. "Halilciğim, kadro için sınav var. Senin de bu sınavlara girmeni ve kadro almanı istiyorum" demişti. Fakat o günün şartlarında aile desteği bulamadım, dolaysıyla da bu kadro sınavına katılamamıştım. Bu benim için büyük kayıp olmuştu. Bu benim tiyatrodan iyice kopmama neden oldu ve kendimi karayollarında işçi olarak buldum...

Karayollarında çalışıyorum ama tiyatrodaki dostlarımla, arkadaşlarımla görüşüyor oyunlarını izliyordum. Aradan 20 yıl gibi bir zaman geçti, emekliliği hak ettiğim an işi bıraktım. 1998 yılında koşar adımlarla yuvaya yani tiyatroya döndüm ve sözleşmeli çalışmaya başladım. Ve nihayet 1999-2000 sezonunda sözünü ettiğimiz"Öğretmen" oyununda oynarken o dönemde"Üvey Baba" adlı diziden bir davet almıştım ve hocamdan özür dileyerek Bursa'dan ayrılıp İstanbul'a geldim.

Yakup Sancı: Kamera karşısına bu diziyle mi geçtiniz?

Halil Kumova: Bursa da TRT’ye Adil Daldal isminde bir yönetmen 6 bölümlük bir iş çekmişti. Bu projede küçük bir rolüm vardı, kamerayı bu işle tanımıştım ama her zaman şunu söylüyorum; Kamerayla beni tanıştıran, kamera oyunculuğuyla beni tanıştıran Üvey Baba dizisi ve Yönetmenleri Naci Çelik Berksoy ile Bülent Özdural hocalarım olmuştur. Beni kamera oyunculuğuna hazırlayan, kamera ile tanıştıran bu iki isimdir. Bunu her yerde gururla söylerim.

Yakup Sancı: Tiyatro çalışmalarınızdan söz eder misiniz?

Halil Kumova: 2004 yılında bir turne tiyatrosuyla karşılaştım."Gemi Batıyor" diye bir kabare tiyatroydu. Onun da kulaklarını çınlatalım, Parkan Özturan. Şeker hastası bir arkadaşımızdı, sanıyorum bacakları da kesildi bu arkadaşımızın, yaşam mücadelesi veriyor. Onunla birlikte yapmıştık bu oyunu. Bu arkadaşımız da Ferhan Şensoy ekolünden gelen birisiydi. 35 gün sürdü bu turne. Döndükten sonrada çeşitli televizyon dizilerinde
çalışmalarım devam etti. Bu günlere kadar geldik.

İzmir 9 Eylül Üniversitesi Konservatuar Bölümü mezunu kardeşlerim geçen seneydi beni aradı. "Ağabey, biz barda tiyatro yapmak istiyoruz" dedi. Bu bana ilginç geldi. Çünkü bar tiyatrosu yapan birçok gurup var bunu biliyorum fakat bu kardeşlerimiz biraz daha farklısını yapmak istiyordu. Neydi bu farklılık. Televizyon dizisi gibi, sitcom gibi her hafta konusu değişen, tekse bağlı oynanan bir proje. Özlemiştim de seyirciye oynamayı, kabul ettim. Oynamaya da devam ediyoruz.

Bu gurubun adı "GİT" açılımı ise; Gavur İzmir Tiyatrocuları. Bende ilk önce acaba Başbakanımızın İzmir'e "Gavur İzmir" dediği için bir taşlama isim mi diye düşündüm. Neden böyle bir isim koyduklarını sordum. "İzmir zaten gavur şehir. İzmir ve egede halk dilinde birine kızıldığı zaman"Gavurun oğlu, Gavur Tohumu, Gavurluk Etme" gibi tabirler vardır. İzmir'in Osmanlıdan önceki tarihine de baktığımızda antik yunanlılar
yaşamış ve her köşesine antik tiyatrolar yapmışlardı.. Onlar da ötekilerdi." diye açıklama yapmışlardı. Ve çok hoşuma gitmişti.

Yakup Sancı: Tiyatro yapmanın zorluklarının olduğunu biliyoruz. Oyuncuların bütçelerine baktığımızda da çok düşük rakamlar çıkıyor karşımıza. Bu konuda neler söylemek istersiniz?

Halil Kumova: Oynadığımız oyunlardan yeteri kadar para kazanıyor muyuz, hayır. Gerek sinemada gerekse tiyatroda vitrin sayabileceğimiz oyuncular vardır. Ya da vitrin olmuş tiyatro gurupları vardır. Bunların dışında tiyatrodan para kazanan tiyatrocu olduğunu hiç sanmıyorum.

Etrafımızda tiyatro yapmaya çalışan pek çok arkadaşımız-dostumuz var. Bunların bazıları sezon başında Kültür Bakanlığından destek almıştır, bu destek komik de olsa evet bir katkıdır. Pek çok tiyatronun yerleşik salonu yok, oyunlarını oynamak için salon kiralaması gerekiyor. Bir iki oyun oynayabiliyor ancak, oyununun adını duyurup Anadolu'ya turne yapmaya çıkıyor. Peki Anadolu'ya turne yapınca ful gişe mi oynuyor, hayır. Orada da oyun öncesi belediyelere, okullara, çeşitli dernek ve sendikalara toplu bilet satışıyla
oyununu oynamaya çalışıyor. Bunun dışında"Ben bir oyun oynuyorum, çok güzel bir oyun" da desen maalesef izleyici bulamıyorsun. Tiyatro müşterisi çok azaldı, zoraki bilet satışlarıyla tiyatrolar ayakta durmaya çalışıyor.

Yakup Sancı: İnsanın aklına şöyle bir soru geliyor. Madem tiyatrodan gerek oyuncular gerekse tiyatro sahipleri para kazanamıyor, peki tiyatro yapmaktaki bu ısrar bu inat neden? Ne uğruna bu çile çekiliyor?

Halil Kumova: Bu bir sevda... Klasik bir söz vardır ya"Sahne Tozu" diye. İşte o tozu yutmuş olmanın bedelidir bu çile. Bu sahne tozu nasıl bir menem şeyse insanları öyle bir aşılıyor ki, o hastalıktan kurtulması mümkün değil. Kişi kendini"Öteki" durumuna düşürdüğü an orada kalıyor ve artık"Ben ötekiyim. Ben aynayım artık"diyor. O aynanın yıpranmasına, solmasına, kaybolmasına izin vermiyor. Sürekli aynasını cilalıyor, sürekli yansıtmak istiyor. Ayna sürekli taze ve canlı olmak zorunda, diğer türlü yaşayamaz. Pek
çok arkadaşımız elden ayaktan kesilmiş ama halen yattığı yerden bir şeyler üretmeye çalışıyor. Aynasından sürekli yansıtmak istiyor.

Yakup Sancı: Tanınmış bir yüzünüz var. Oyuncu olmak isteyen insanlar sizden yardım talep ediyor mu?

Halil Kumova: Dizi furyasından sonra bırakın gençleri, biz yaşlardaki insanlar tarafından bile bu tür istekte bulunan oluyor. İnsanlar sanıyor ki bu iş çok kolay, "Çıkar oynarım ve para kazanırım" diye düşünüyor. Hal böyle olunca doğal olarak "Abi bizi de filmlerde oynat, bizi de sete götür. Bizim de yolumuzu aç, bize kapı arala" diyenler oluyor. Bu sektörde benim de çok fazla geçmişim yok. Son zamanlarda konservatuar mezunu oyuncu arkadaşların sayısı çok arttı. Çeşitli okullar, özel kurslar her sene oyuncu yetiştiriyor. Tüm mezun olanların iş bulması imkansız. Ama bu işin eğitimini almış, bu işi yapmak istiyor. İmkanları zorlamalarını da bir yerde anlıyorum. Bu arkadaşlarımızın sayısı o kadar çok ki tabir yerindeyse kırar kırana bir mücadele vermeleri gerekiyor. Ya da çok çok iyi olmaları lazım... Bazen çok iyi olmak da yetmiyor, ikili ilişkileri olması gerekiyor, şans faktörü, yetenek faktörü devreye giriyor. Hep söylerim, önce yetenek sonra zeki olmak gerekiyor... Bunun üzerine okulda varsa kaymaklı ekmek kadayıfı.

Yakup Sancı: Bu kadar çok oyuncu enflasyonunun olması sizin ücretlerinizi ne ölçüde etkiliyor. Örneğin kaşeniz 10 liraysa size 1-2 lira gibi teklifler geliyor mu?

Halil Kumova: Çok güzel bir konudan söz ediyorsunuz. Bu konuda çok mağdur duruma düşüyoruz. Sinema başka bir şey dizi başka bir şey... Sinemada iyi bir oyuncu olmak gerekiyor, nasıl ki oyuncu sahnede kendini gösteriyorsa sinemada da kendini göstermek zorundadır."Ben buyum" demek zorundadır. Dizi sektörüne gelince...

Yapımcı vitrin olmuş iki ana karakter buluyor ve onlara ne kadar istiyorlarsa veriyor. Kanala gidiyor "Ben şunları oynatacağım, proje bu" diyor anlaşıyor. Bunun dışında kalan alt guruptaki oyuncu arkadaşlara yani ben ve benim gibilere gelince, ne kadar istediğimizi söylüyoruz"Bu kadar verebiliriz, bütçemiz yok" diyor. Bu da onlara yüksek geliyor. Peki ne yapıyor bu durumda?" Halil Kumova'ya o kadar para vereceğime, falanca ajanstan Halil Kumova'nın fiziğine, onun resmine uygun, bir adam alır 3 kuruşa oynatırım."diyor.

Bizim kategorimizde olan yani"oyuncuyum" diyen arkadaşlarımızın içinde bile maalesef ekonomik şartların zorlamasıyla kabul etmek istemediği bir rakama"evet" diyebilenler oluyor. Benim kabul etmediğimi diğer arkadaşım kabul edebiliyor. Bunu da anlayabiliyorum tabii. Sürekli çalışabileceği bir iş yoksa gelen teklif karşısında çok fazla seçici olamıyorsunuz."Aman bir an önce bir iş yapmalıyım ki kiramı ödeyeyim,
faturalarımı ödeyeyim" diyorsunuz. Ev sahibiniz sanattan anlamıyor aybaşı geldiğinde "Kira" diyor. Bir fatura ödenmediğinizde elektriğiniz, suyunuz kesiliyor. Oyunculuk yapmakla ben de ekonomik beklentiler içindeyim ama onun ötesinde benim için asıl olan "Öteki" olmak var. "Oyuncuyum" diyen kişinin toplumda öteki olması lazım. "ben karşımdaki insanın aynası olmalıyım" demek gerekiyor. Tabi ki ekonomik beklentiler içinde de olacaktır ama önce öteki olma arzusu taşımalı.

Yakup Sancı: Pek çok oyuncu için aynı şeyi söylemek mümkün değilken siz oynadığınız rollerin seslendirmesini de yapıyorsunuz. Bu sizin tercihiniz mi?

Halil Kumova: Dublaj dediğimiz sanat başlı başına bir sanat aslında. Bu işe yıllarca emek vermiş, ekmek yemiş, işi layıkıyla yapmış bu işi sanat olarak yapan çok değerli dostlarımız, arkadaşlarımız var. Hakikaten seslendirme başlı başına bir sanat, ayrı bir beceri ayrı bir yetenek gerektiriyor. Bir de çok çalışmak, çok pratik yapmak gerektiriyor. Peki, bu işi bu kadar güzel yapan insanlar varken bir oyuncu kendi mi konuşmalı evet…

Hatta şart. "Ben beceremiyorum, yapmak istemiyorum" diye katiyetle düşünmemesi gerekiyor ve mutlaka kendisini seslendirmesi gerekiyor. Ben kendi rollerimin dışında dublaj yapmıyorum, sadece kendimi konuşmaya çalışıyorum.

Yakup Sancı: Sesi iyi olmayan oyuncu da kendi mi konuşmalı?

Halil Kumova: Bugünün teknolojisi dublajı o kadar çok rahatlatmış ki sesler kanal kanal geliyor. Senkronu birebir dudak hareketlerine göre oturtabiliyorsun. Geçmişte bunun sıkıntılarını yaşamış o büyük seslendirme üstatları... Günümüzde artık dublaj o kadar zor değil. "Oyuncuyum" diyen bütün arkadaşlarımız kendisi konuşmalı.

Halil Kumova’ya Teşekkürler.

Her hakkı saklıdır. Yazarının ve www.sinematürk.com 'un izni olmaksızın alıntı yapılamaz, kullanılamaz.
 
Yakup Sancı İletişim: [email protected]

 

Kaynak
Yakup Sancı
 YORUMLAR  ({{commentsCount}})
{{countDown || 2000}} karakter kaldı
{{comment.username}}
{{moment(comment.date).fromNow()}}
Uyarı:  Yorumunuz, yönetici tarafından onaylandıktan sonra tüm ziyaretçilerimiz tarafından görüntülenebilecektir. (Bu mesajı sadece siz görüyorsunuz)
{{reply.username}}
{{moment(reply.date).fromNow()}}
Uyarı:  Yorumunuz, yönetici tarafından onaylandıktan sonra tüm ziyaretçilerimiz tarafından görüntülenebilecektir. (Bu mesajı sadece siz görüyorsunuz)