Bir varmış... 1950'lı yıllardı. Şimdilerde 50-60 yaşlarında olanlar dünyadan bir haber ama biletini almış, ya da almak üzere olarak dünya yolculuğuna çıkma hazırlığındaydı.
31 Temmuz 2012

Bir varmış... 1950'lı yıllardı. Şimdilerde 50-60 yaşlarında olanlar dünyadan bir haber ama biletini almış, ya da almak üzere olarak dünya yolculuğuna çıkma hazırlığındaydı. Daha küçükler ise, henüz bıyıkları yeni terlemiş genç delikanlılar, tomurcuk göğüslü genç kızlarla, köşe başında, çeşme yolunda, yazlık sinemada, orada, burada yeni yeni buluşuyor... Birbirlerine evlenme sözü vererek "Akşam annemleri, babamları size gönderip isteteceğim" deyip, sonraki yıllarda rüyalarını süsleyen "pembe panjurlu" eve taşınma hayalleri kuranların ya da kuramayanların ileriki yıllarda doğacak çocuklarından biri olacaktı... Dünyaya geldiklerinde "sinema da ne ki?" diyecek, Keloğlan, Pamuk Prenses ve Yedi Cüceleri dinleyecekti.

Henüz tabuları yerle bir edecek, ikonları devirip geçecek, en güzel komşumuz,"Fahriye Abla" mahallesine taşınmayacak, "Vasviye"nin adı henüz konmayacaktı... Türkan, Hülya, Filiz, Ayşe, Fatma hep masum, hep tertemiz, hep en güzel olmaya yazgılıydılar. Cüneyt, Tarık, Kadir, Ali, Veli "Ses Dergisi" ile tanışıp, ses getirmemişler, hayatlarımıza girmemişlerdi.

Para gerekli olacak ama... "Fakir ama onurlu" delikanlıların yüzlerine, rüyalarında dahi görmedikleri paralar çarpılmamış, aşklarını satmamış... "Namusu için yaşayan" genç kızlar, baba parasıyla yaşayan zengin fabrikatörün şımarık oğlu tarafından taciz, tecavüz edilmemiş olacaktı. Gazoza uyku ilacı atanlar mı? Onlarda henüz masal dinleyecek yaşlardaydı.

Belki yakın bir tarih sonra "Suzuz Yaz"lar olacak, ama "Sürü" ile "Umut"umuz da olacaktı. 60 yıl sonra çekilecek, " Caaart" diye yellenen filmler hayal bile edilmemiş, bu filmlerde oynayan oyuncular sektöre girmemişti. İzleyicinin komedi anlayışı farklıydı. Hatta sözüm ona bu espriye gülmez "Terbiyesizce" bulurdu. "Lan", Ulan" diye hitap edilmez," Hanımefendi, Beyefendi" denilirdi. "Kısa kes aydın havası olsun" ya da" Saadete gel" denmez, söylenen söz sükunetle dinlenirdi. Her ihtimale karşı biz yine de kısa keselim...

"Katibim","Üsküdara Giderken" yıl 1955'di. Necdet Tosun da Üsküdar'a giden katibin filminde sinemaya yeni girmiş,"Tığ" gibi delikanlı olarak oradaydı. Şişmandı. Koskoca bir göbeği vardı. Kaytan bıyığı yoktu belki ama onun da badem bıyığı vardı. Erler Film'in vazgeçilmez karakter oyuncusuydu. Genelde aşçıbaşı ya da bahçıvan olurdu. Bir filminde mafya babası olmuş, racon kesip, kelle almıştı. Ama onun asıl başarısı yüzündeki o güzel, sevimli ifadede gizliydi. En çok Mürüvet Sim'den çekerdi film boyunca. Dursune Kalfa'nın şerrinden korksa da ikizleri karıştırır ve evin kızı yerine, vaktiyle çingeneler tarafından kaçırılan Hacer'i konağa getiriverirdi... İyi yürekliydi. Gırtlağına sahip olamaz, masadakileri siler süpürürdü.

Sinemaya başlamadan önce lokantada çalışmış, kuruyemişçide çalışmış. Bir dönem terzilikte yapmış. Zaten terzilik yaparken olmamış mı olanlar... Burhaniye'ye gelen bir film ekibi fiziğinden etkilenip o'na bir rol önermişler. "Terzi rol kesmeden ne anlar" diyenler olsa da, anlarmış demek ki...

Fadime'nin düğününe halay çekmeye gidecekler, daha Fadime'yi tanımıyordu bile o "Fadime" filminde oynarken. "Veda" filmlerinde aşçıyı oynarken belki Bolu Mengenli aşçı ustaları gibi güzel yemek yapamıyordu ama Mengenli aşçı ustaları ondan öğrenmişlerdi başındaki kukelatasının püskülünü arkaya atmayı, yan takmayı...

Çoğumuzun babası yeni evlenirken o, Fakir Gencin Romanı'nda "Babamız Evleniyor" filminde oynuyordu. "Sevgili Babam"da darbuka çalıyor," İstanbul Tatili"nde Kahveci Tosun oluyordu. Pek çoğumuzun ilk defa duyduğu kelime olan sosyeteyi o yıllar öncesinden tanıyarak... "Efkarlı Sosyetede"filminde Şemsi'yi, "Bitirimler Sosyetede" filminde Türk usulü mafya babasını oynayarak sosyeteden sosyeteye atlıyor, çalıştığı evde "twist" dinleyen, raks eden gençlerin arasında şaşkınlıkla bakınıyor... Parti sonrası dağılan ortalığı toparlıyordu.

Sosyete partilerinden sıkılan Tosun,"Cambazhane Gülü", "Öksüzler", "Yavrum İçin", "Cilveli Kız", "Yankesici" gibi daha varoş, mahalle filmlerine geçiyordu. Çocuk yıldızların olduğu "Yumurcak", "Yumurcak Küçük Şahit", "Yumurcak" gibi filmlerde tonton amca rollerini oynayarak izleyicinin gönlünde sağlam bir yer ediniyordu. O'nu pek çok farklı hikayelerde, farklı rollerde görmek mümkündü. Zihinlerde kalan ise, ya da benim zihnimde kalan aşçıbaşı, bahçıvan gibi rolleri ve al yanağından kan fışkıracakmış gibi görünen sevecen tonton yüzü...

Necdet Tosun'dur. Ağlarken güldüren, elinde kepçeyle evin küçükhanımını kovalarken boylu boyunca yere düştüğünde seyirciyi kahkahaya bağan. Bakışlarında tertemiz, duru bir ifade vardır her zaman. Hiç kızmaz, hep eziktir. Emir kuludur. Azıcık kılıbıktır aslında. Mürüvet'ten ödü kopar. Yüreği çok yumuşaktır... Gözyaşı henüz o yıllar kullanılmaz. Kolayca doluverirdi gözleri. Ayrılıklara hiç gelemez. Hele "Arka Sokaklar"ın komiseri çocuk İlker'in, sokaklarda sersefil kalmasına içi elvermez. Varını yoğunu koyardı ortaya.

Erler Film'in İran'la ortak çektiği filmlerde kendisi gibi şişman Humayun Tebrizyan ile kamera karşısına geçmişti. Birkaç tarihi kostümiye filmde de rol aldıysa da Necdet Tosun, komedi ve melodram filmlerin vazgeçilmez oyuncusuydu.

Fabrikalar fabrikatörü Hulusi Bey ile zevcesi, Osmanlı Hanedanı'ndan Mürüvet Hanımefendi'nin Kanlıca'daki yalılarında, başında beyaz kukelatası, koskoca bir tencerenin başında yemeğin tadına bakar, bazen Zeki ve Sadri'ye bir geminin mutfağında zorla patataes, soğan soydurturdu. Eski zamanlarda kalmış, iyi kalpli mahalle esnafını simgelerdi. Meraklıydı, ama bu merakı asla taciz niteliğine dönüşmezdi. İyi yürekliydi. Saftı. Sonuna kadar dirense de ya Filiz'in ya Cüneyt'in oyunlarına gelir, onlara yardım etmek için çırpınır dururdu.

Çocuklarla arası hep iyi olmuştu. Sedef, İlker, Ömer, Zeynep, Parla'nın elinden çok çekse de onların tonton aşçı amcalarıydı. Koruyan, gözetendi. Çocukların kırdığı vazo için alacağı cezaya gönlü razı gelmez, "Hanımefendi ben kırdım" der suçu üstlenirdi. Hanımefendinin sözü güzel yüreğine oturur, acı çekerdi. İyilik acı çekmekti aslında ve o, bunu biliyordu.

Necdet Tosun, Erdal ve Gürdal isminde "Tosun" gibi iki tosun babasıydı. Türk sinemasına siyah beyaz dönemlerde koca cüssesiyle, koca yüreğiyle koca bir damga vurdu. Sinema izleyicisine, Necdet Tosun'u izlerken yüzünde gülen bir ifadeyi miras olarak bıraktı. Bu nedenle Necdet Tosun'un sinema izleyicisinin gönlünde ayrı bir yeri vardır.

Tekti sinemamızda ve hep öyle kaldı. Yüzlerce film... Eski dergilerin, gazetelerin arasına sıkışmış fotoğraflar... Sinema hayatının ve kendi hayatının son yılında "Yaşar Ne yaşar Ne Yaşamaz" filminde Belediye reisi oldu ama, sinema izleyicisinin yüreğinde Reisi Cumhur olarak kaldı.

Yanaklarından kan fışkıran bu tombul adamın öleceği kimsenin aklına gelmemişti. Güle oynaya gittiği Almanya'da geçirdiği bir trafik kazası, rol icabı değildi. Ecelin pençesine düşmüş olarak yurda döndü. Açı içinde geçen 13 gün sonra... Güzel gözlerini beyaz perdeye kapadığında, tarihler, 10 Mayıs 1975'i gösteriyordu...  ... Bir yokmuş.

 

 YORUMLAR  ({{commentsCount}})
{{countDown || 2000}} karakter kaldı
{{comment.username}}
{{moment(comment.date).fromNow()}}
Uyarı:  Yorumunuz, yönetici tarafından onaylandıktan sonra tüm ziyaretçilerimiz tarafından görüntülenebilecektir. (Bu mesajı sadece siz görüyorsunuz)
{{reply.username}}
{{moment(reply.date).fromNow()}}
Uyarı:  Yorumunuz, yönetici tarafından onaylandıktan sonra tüm ziyaretçilerimiz tarafından görüntülenebilecektir. (Bu mesajı sadece siz görüyorsunuz)