Yeşilçam dönemlerinde yapımcılar, filmlerinde karakter oyunculuğu için yeni kişiler seçerken bu kişilerin sinema tiyatro eğitimi almış olmalarını her zaman için beklemiyorlardı.
31 Temmuz 2012

Yeşilçam dönemlerinde yapımcılar, filmlerinde karakter oyunculuğu için yeni kişiler seçerken bu kişilerin sinema tiyatro eğitimi almış olmalarını her zaman için beklemiyorlardı. Hatta çoğu karakter oyuncularımız ya ilkokul ya da orta öğretim bitirmiş sıradan insanlardı öncesinde. Sadece bir tesadüf onları bir hayattan bir hayata sokmuş, sokak veya mahallede belli bir insanların tanıdığı birisi değil tüm Türkiye'nin tanıdığı değerli sanatçılar yapmıştır. İşte bir tesadüfle sinemaya girerek birçoğumuzun sevgisini kazanmış sanatçılardan birisi de Hayati Hamzaoğlu'dur.

1933'te Trabzon'da dünyaya gelen sanatçı 1942'de ailesiyle birlikte İstanbul'a taşınır. İlkokulu bitirdikten sonra kunduracılık, kuyumculuk gibi işlerde çalışır. Sinemaya girişi ilk parağrafta yazdığım gibi tamamen tesadüf sonucu olmuştur. Kuyumculuk yaptığı yıllarda tesadüfen karşılaştığı yapımcı Sadri Karan "Yakında bir film çekiliyor, fiziğin çok uygun, oynamak ister misin?" diye sorar. O ise fazla düşünmeden bu teklifi kabul eder ve birkaç gün sonra yönetmenliğini Suavi Tedü'nün yaptığı Köyün Çocuğu filmi ile sinemaya giriş yapar. İlk deneyimin ona heyecan ve mutluluk getirmesiyle kuyumculuk işine bir süre ara verir. Oyuculuk mesleğini daha iyi tanımak ve tecrübe kazanmak için film setlerinde dolaşır. Kemal Film'in teklifiyle sinemada küçük rollerde yer almaya başlar. Bu rollerle birlikte halk onu daha fazla tanımaya başlamıştır. Artık sinema onun bir parçası olmuş ve hayatının son yıllarına kadar sinemadan kopmamıştır.

Hayati Hamzaoğlu, fiziki görünümünden dolayı genelde kötü rollerde yer almıştır. Sanatçı bu özelliğini iyi kullanmış tam anlamıyla kalıbının adamı olmuştur. Gerek köyde gerekse şehirde kanun dışı, kötü adamı canlandırır. Köyünün eşkıyası olup dağlara çıkar, köyün ağası olup halkına zulmeder, ağanın adamıyken zalimleşir şehre indiğinde ise; İstanbul'un türlü olumsuzlukları içinde gücünü, benzer şekillerde farklı rollerde ayakta tutmaya çalışır. Hayata karşı sürekli direnen karakterlerle, daha çok şehrin arka yüzünde, bazen bir tetikçi ya da mafyacı bazen de çete reisi ya da bir soyguncu olarak çıkar. Sanatçının bu tarz filmlerinden yola çıkarsak melodram salon filmlerinde yer almadığını da kolayca fark etmiş oluruz.

Burada, kendisinin oynadığı filmler hakkında yeterli bilgi olduğu için şu filmde şu karakteri oynamıştır veya şu ödülleri almıştır diye tekrar yazmaya gerek yok sanırım. Ölmeden önce yapmış olduğu röportajdan bir konuşmasını buraya aktarmak istiyorum.

"Bir anne çocuğunu nasıl severse ben de sinamayı öyle sevdim. Anne ve çocuk misalinde olduğu gibi, sinemada bazen çocuk, bazen baba  oldum. Severek oynadım. Gençlik heyecanım kendini usta olmaya çalışan bir oyuncu olmaya terk etti. Sosyal çelişkileri aktarmak zordu bizim dönemimizde. Bunca yıllık çalışmamdan sonra topluma verdiğimiz mesajların yerine ulaştığını görünce mutlu oluyorum. Türk sineması popüler bir tarihe sahip olmasa da, biz bazı güzel eserler bıraktık diye düşünüyorum"


 

 YORUMLAR  ({{commentsCount}})
{{countDown || 2000}} karakter kaldı
{{comment.username}}
{{moment(comment.date).fromNow()}}
Uyarı:  Yorumunuz, yönetici tarafından onaylandıktan sonra tüm ziyaretçilerimiz tarafından görüntülenebilecektir. (Bu mesajı sadece siz görüyorsunuz)
{{reply.username}}
{{moment(reply.date).fromNow()}}
Uyarı:  Yorumunuz, yönetici tarafından onaylandıktan sonra tüm ziyaretçilerimiz tarafından görüntülenebilecektir. (Bu mesajı sadece siz görüyorsunuz)