'The Hobbit' filminin tarihsel ve dinsel anlamda ele alınışlarını inceleyen, ve yeni bakış açıları ile değerlendiren farklı bir film kritiği.
12 Mayıs 2013

Çok eskiden, şu anda bulunduğumuz yerin çok çok uzaklarında, orta dünyanın bilinmeyen çok gizli noktalarında var olan bambaşka dünyalarda geçiyordu öyküler. Öyle dünyalar ki anlayabilmek için bir yığın isim ezberlemek zorunda kaldığımız ve bir çok sihirli obje ve hayvana aşina olmak zorunda kaldığımız garip kültürler vardı orada. Ve işte tam da bu dünyalarda öyle filmler çekiyorlardı ki, baş rol hariç herkesin baş rol konumunda olduğu masallar vardı bu filmlerde. Oturuyoruz, izliyoruz belki bize benzeyen bir şey buluruz hayaliyle. Ve öyle bir 'kartpostal tadında' sunuluyor ki bu filmler, içinde bize ait ya da benzer bir şey bulamasak da uydurmak istiyoruz haliyle.

J.R.R Tolkin, kitabın meşhur yazarı, her ne kadar eserlerinde yer alan olayların ve kişilerin herhangi bir alegorik içerik taşımadığını resmi olarak belirtmiş olsa da, görünüşe göre pek kimseyi buna ikna edemiyor. Çünkü kalemi eline alan, bir ucundan başlıyor eseri çekiştirmeye. Kimi birinci dünya savaşına bağlıyor, kimi ikinci dünya savaşına. Kimi, dini hikayelere dokundururken kimi de komplo teorilerine kurban ediyor kitabı. Yazılan çizilen her şeyi biraz dikkatli incelediğinizde gerçekten de Tolkin, herhangi bir metafor kullanmadığına dair olan sözlerindeki inandırıcılığını büyük ölçüde kaybediyor. Çünkü eserde, yalnızca birkaç küçük masum tesadüften daha da fazlası olduğu aşikar.

EagleBir çoğunluk, Hobbit ve Yüzüklerin Efendisi hikayelerinin İkinci Dünya Savaşı ile bağlantılı olduğuna inanıyor. Mordor doğuda ve kötülük sembolü, Gondor ve Shire ise batıdaki 'iyi' toplumlar. Hobbitler düzenli yaşamlarıyla, gerçek bir İngiltere sembolü iken, filmde Bilbo ve diğer cüceleri en zor anlarında kurtaran kartallarsa İkinci Dünya Savaşı'nda son anda yetişip İngilitereyi kurtaran Amerika'dan başkası değildir. Orklar ve onların faşist yaklaşımları ise Hitler Almanyası'nı ve Nazileri temsil etmektedir diyor bu tip düşünürler. Bütün bu benzetmeler karşısında pes eden Tolkin gönülsüzce, ikinci değilse bile Birinci Dünya Savaşını biraz andırdığından bahsetmeye başlıyor bu defa. Birinci Dünya Savaşı'nda orduda görev almış olan yazarın, ister istemez içinde bulunduğu durumlardan ilham almış olması gayet normal karşılanabilir, ancak benim fikrimce özellikle Hobbit eserinde bahsedilen olaylar çok daha eskiye dayanan bir davanın sembolikleştirilmiş hali. Daha dini bir hesaplaşma yatıyor olabilir hikayenin ardında.

Cücelerin ülkelerinden sürülmesi ve kendi ülkeleri dışında ufak bir bölük olarak yaşamaya devam etmeleri, yetmiş yılında Yahudilerin Roma ile yaptıkları savaşın ardından güçlerini yitip, Yahudiye'den kovulmaları üzerine oluşan 'Yahudi Diasporası' meselesini andırıyor. Bu basit benzerlik, on üç cücenin kendi vatanlarına dönmek için bir 'hırsız' araması meselesiyle de dinsel bir boyut kazanıyor. Musevilik dininin bir uzantısı olan ve günümüzde de oldukça meşhur hale gelmiş 'Kabala' dininin hikayelerinden biri ile oldukça Tolkinörtüşüyor bu hırsız hikayesi. Kısaca özetlersek, bir baba oğlunu iyileştirmek için bir ermişe gider, fakat ermiş oğlu için cennetin kapılarının kapalı olduğunu söyleyerek hasta çocuk için bir şey yapamayacağını söyler. Yardım dilemekten vazgeçmeyen babanın ısrarlarına dayanamayan ermiş, adamdan bir hırsız bulmasını ister. Hırsız bulunduktan sonra hasta çocuk aniden iyileşir ve ermişe nasıl yaptığı sorulduğunda, hırsız sayesinde cennet kapısının anahtarını çalabildiğini ve kapıyı açarak dualarını gereken yere ulaştırabildiğini söyler. Dinsel olarak pek çok anlam taşıyan bu sembolik hikaye, çok benzer bir şekilde Hobbit hikayesinde de yer almıştır. Hikayede de bir kapıyı açmak için bir hırsız aranmaktadır.

Bu Yahudi sempatizanlığı göz önüne alındığında akla gelen ilk soru Tolkin'in dini görüşleridir. Kendisi, koyu bir katolik olarak büyümüş olsa da, pek çok lafı arasında Museviliğe ne kadar büyük bir hayranlık beslediğini dile getirmiştir.

PeterBütün bunların ışığında film ele alınırken, bu hırsız sembolünün kritik bir nokta olduğu kanısındayım. Gerçekten ilginç ve anlaşılması bu gün için zor bir metafor olsa da üzerinde düşünmemiz için bize sinema aracılığı ile getirilmiş olması aslında takdire şayan. Bir kısım hırsızın bizim içimizdeki kötü yanımızı sembolize ettiğini söyleyerek ancak kendimizi bütün kötü yanlarımızla kabul edersek cennete ulaşırız gibi bir yorumla geliyor. Ancak her felsefik ve dini tartışmada olduğu gibi bu soruya da verilecek cevaplar hep kişiden kişiye ve zamana göre değişecektir. Yine de bu tip ilginç felsefi yaklaşımların bize eğlence sektörü tarafından 'ballandırarak' sunuluyor olması, hikayenin değil ama bizzat Hobbit filminin en önemli yanı diyebiliriz. Hem hırsızın görevi hem de sinemanın insanlığa azandırabileceği noktalar, oturup üzerine düşünmeye değer yargılar bence...

 YORUMLAR  ({{commentsCount}})
{{countDown || 2000}} karakter kaldı
{{comment.username}}
{{moment(comment.date).fromNow()}}
Uyarı:  Yorumunuz, yönetici tarafından onaylandıktan sonra tüm ziyaretçilerimiz tarafından görüntülenebilecektir. (Bu mesajı sadece siz görüyorsunuz)
{{reply.username}}
{{moment(reply.date).fromNow()}}
Uyarı:  Yorumunuz, yönetici tarafından onaylandıktan sonra tüm ziyaretçilerimiz tarafından görüntülenebilecektir. (Bu mesajı sadece siz görüyorsunuz)