'Bir Bahar Akşamı' (1961) filmi için edebi bir inceleme yazısı...
16 Eylül 2013

"Sizin de bir zamanlar bizim gibi fakir olduğunuzu söylemişlerdi. Yalanmış meğer... Evet, bu 'şerefi' tatmış olamazsınız." Umdukları anlayışı göstermeyen 'milyoner' Avni Selen'e diyorlar bunları. Şimdi böyle ama Suat'a hatırı sayılır bir miras kalınca "Artık fakirliğe paydos" çığlıkları atacaktır Osman. Bunu kutladıkları meyhanede "Dün neydik bugün ne olduk. Uyanır da rüya olduğunu görürsem kaderimden ölürüm valla" diyerek. 'Fakirlik' ve 'şeref'! Söylemesi kolay, yaşaması zor.

'Basit, fakir bir işçi'yken teyzesinden kalan mirasla fabrikatör olan delikanlı ve 'milyoner kızı'yken iplik fabrikasında çalışmaya başlayan genç kızın öyküsü.

Ekim ayında çevrilen 'Bir Bahar Akşamı' önce 18 Aralık 1961, Pazartesi günü (Beyoğlu) Yeni Atlas; Sonra 20 Aralık 1961, Çarşamba günü (Beyoğlu) Lüks, (Şehzadebaşı) Yeni, (Kocamustafapaşa) İstanbul, (Eyüp) Melek, (Kadıköy) Yurt, Çemberlitaş ve Üsküdar sinemalarında gösterime girmiş. Adı, içeriği ile uyumlu değil. Filme adını veren şarkıdaki 'hüzünlü yaş farkı' senaryoda yok. TRT-İNT'teki gösterimde Aysel'in intihar girişimi ve hastaneye götürülürken bir trafik kazasında ölmesi çıkarılmış. Orhan Elmas filmin yönetmeni, senaryo yazarı ve oyuncusu. Bu haliyle biraz Orson Welles'e benzemiş. Bir de 'I Know What It Is To Be Young' (1985) benzeri bir şarkı söylese tam olacaktı.

Oksijen kaynağı ustası Suat Esin 'yalnız, sabırsız ve hayalci' bir genç. "Patronu olacağım bir fabrika, son model bir araba, içi şahane eşyalarla dolu bir köşk. Sonra beni, benim için sevecek bir kadın" demişti Oya'ya. Günleri fabrika ile küçük bekâr odası arasında 'yitip gidiyor'. Akşama kadar kan ter içinde. "Günün en sevdiğim saati işimin sona erdiği saattir. Herkes bir an önce yemeğini yiyip uyumak için acele eder. Oysa ben ilk önce denizi, sessizliği dinler sonra yatağıma uzanır hayal kurarım." Paydos düdüğünden sonra Kızkulesi'ni gören Salacak kıyıları ve hemen yakındaki parkta görüyoruz kendisini. Hayaller kurarken çok da gerçekçi; "Ama hepsi boş şeyler bunlar. Bugüne kadar hiçbir hayalci kurduğu hayallere sahip olamamıştır. Bir gün rüyalar söner, umutlarım sararmış yapraklar gibi teker teker dökülür." Sözlerini bağlayışı da 'şairane'; "Gene bir başıma sipsivri kalır ölürüm."fdghea45634

Tahsilini tamamlayamamış. Güzel elbiseler giyemez. Parası yok. Türkçeden başka dil bilmez. Ankara'da yaşayan varsıl teyzesi ölüp tüm mal varlığı kendisine kalınca her şey değişir. 'Hiçbir hayalci kurduğu hayallere sahip olamamıştır' sözünün istisnası. Teyze için "Oldum olası sevmemişimdir O'nu" diyordu Suat. 'Rahmetli'nin davranışı "Feelings are mutual" deyişinin bazen geçerli olmadığını düşündürdü.

Kahramanımızın en iyi arkadaşı 'Şipşakçı' Osman. Alelade bir sokak fotoğrafçısı değilmiş. İdealleri var; "Elimde imkân olsa, şöyle kafama göre bir atölye açabilsem birinci sınıf resimler çekerim vallahi." Beraber kalıyorlar. Ev işlerini bölüşmeleri 'demokratik' bir şekilde(!). Yemek, bulaşık, temizlik, çamaşır Osman'a ait! Suat'ın bu sırada neler yaptığını 'Şipşakçı'nın sözlerinden anlıyoruz; "Çamaşırı (leğende ve elle) ben yıkarım, yemeği ben yaparım, beyimiz hep yüzükoyun yatıp hayal kurar."

Bekârlık-sultanlık konusunda ise şunları söylüyor; "Anamdan doğduğumdan beri bekârım ama bu işin sultanlık tarafını bir türlü göremedim."

Suat, başlarda Aysel ile beraberdi. Genç kız '8 numaralı Modern Plise'de işçi olarak çalışıyor. Hep hüzünlü, hep üzgün. 'Kara bahtı' nedeniyle her sahnede gözyaşları içinde. Annesinin ölümünden sonra babası içkiyi arttırmış. "Sen de anan gibi nankörün birisin. Hadi git de bakkaldan rakı al bana" diye azarlanıyor genç kız.

Aynı işyerindeki arkadaşı Suna çok neşeli ve romantik. Kitaplardaki 'bütün servetini sevdiği kız için terk eden' kahramanlara hayran. "Ahh, beni böylesine seven bir erkeği tanımış olsaydım canımı dahi verirdim O'na." Okuduğu romanlar ve seyrettiği filmlerin etkisinde kalıyor, günlerce kendine gelemiyor. Okumamak, sinemaya gitmemek de çözüm değil. Aklını kaçırırmış o zaman. 'Aklı kafasına pamuk ipliğiyle bağlı sanki'. "Sen ne iyisin. Böyle dertlerin yok" diyerek özendiği Aysel'in durumu hiç de iyi değil; "Dışı seni içi beni yakar kardeşim. Benim başımdaki dertler sende olsa çoktan boylamıştın mezarı."

Tek kurtuluşu Suat'la evlenmek. Ama 'evinin hanımı olmak, beyaz elbise, pazar gezileri' gibi şeylerin mümkün olamayacağını içten içe hissetmeye başlamış. "Ne zaman, bunlar ne zaman olacak Suat? Cevap vermiyorsun. Hoş söylesen de yalan. Bunu bilmiyor muyum" demişti sevgilisine. Zaten delikanlı da Osman'a "Evlenmek mi? Aklını mı kaçırdın sen?" karşılığını veriyor. Aysel iyi bir kızmış, acıyormuş O'na. Hepsi bu.ae76w5445

Modern Plise'li sahneler çok başarılı. Eyüp Sabri, dükkân sahibi Remzi Bey rolünde. Müşteri Nezihe Güler'i sonradan nişan töreninde göreceğiz. Çarşıdaki 'acele çorap örülür' ve 'Doktor M. Vasiliadis' levhaları dikkat çekici.

Osman da filme neşe katıyor. Hep beraber plaja gitmişler. Suna birden sinirlenir. Fotoğrafçımız resmini çekmek istemiş. Masum gibi görünen bu istek aslında biraz(!) farklı. "İki gözüm önüme aksın ki fena bir şey demedim. 'Bir gün buluşalım da resmini çekeyim' dedim." Devamı da var; "Şey, çıplak resmini canım! Bunda ayıp bir şey yok ki. Sanat resmi çekecektim." Birkaç sahne sonra, deniz kıyısındaki çayevinde konuşurlarken Osman'ın aklında hâlâ 'sanat resmi'. Suna'ya bir şeyler fısıldadığında yüzünde patlayan tokattan anlaşılıyor bu.

Oya bir milyoner kızı. Kendisini 'gözleri görmeyen ninesinden başka kimsesi olmayan bir öğretmen' olarak tanıtır Suat'a. "Ninem kör olduğu halde çorap örer. Ben de her gün mektepten dönünce O'na yüksek sesle kitap okurum." ('Yüksek sesle' demesine ne gerek vardı? Ninesinin bir de 'işitme sorunu' mu var acaba). Biraz tatsızlık yaratsa da sonuçta tatlıya bağlanıyor bu konu. Eskiden fakirmişler. "Ahşap bir evin iki odasında yaşıyorduk. Annemin hastalığı bütün paramızı tüketmişti. Öldüğünde baba kız ne yapacağımızı şaşırmıştık. Asla kötü günlerimi unutmadım." Şimdi 'lüks' bir hayatları var. Ev çekimleri Muammer Karaca'nın Yeşilköy'deki (merdiveni kuş resimli) villasında yapılmış.

Oya'yı istemeye gitmişler. Yoksulluğu yaşamış Avni Bey'in anlayışlı davranacağını düşünüyorlardı. Oysa yalnızca para konuşulur. Suat'ın 525 lira olan aylığı 'iki pabuç parası'ymış. Genç kızın, ev ve yemek parası hariç, yalnızca 'tenisi, kuaförü, arabası bin 500 liraymış. Kovulmaktan beter olduklarında bile kuyruğu dik tutmaya çalışıyor bizimkiler.

Sonradan işler tersine dönecektir. Aile fakirleşip, Suat varsıllaşır.

Ercüment Onur, Oya'nın 'hayatına giren ilk erkek'. Deniz subayı bir kaptan. 'Gene böyle bir mevsimde, sisli rutubetli bir günün sabahındaki karşılaşmalarını' şöyle anlatıyor genç kız; "Bir boğaz vapurunda birbirimize çarpmıştık. Elimdeki kitapların arasında çok sevdiğim bir plak vardı, kırılmıştı. Benden defalarca özür dilemiş, ne yapacağını şaşırmıştı. Daha fazla konuşmayıp, ayrılıp okula gitmiştim. O günü sonlandırıp öğrencilerime ders veriyordum. Birden içimde tuhaf bir his duydum." (Türkçe hataları, heyecandan olsa gerek). "Beni bekleyecek olursan döndüğümde seni ninenden (demek O'na da aynı 'nine masalı'nı anlatmış genç kız) isterim, evleniriz" diyerek sefere çıkmış delikanlı. Gidiş o gidiş. Aradan bir sene geçmesine rağmen haber yok. Nihayet ('emin bir yerden öğrenildiğine göre') İstanbul'a gelmiş ama aramamış. Filmin bu kısmı pek inandırıcı değil. Ercüment'e verilmek üzere yazdığı bir mektubu verir Suat'a. Sonrasında bunun ne olduğu belli değil. İki âşık tam kaçacakken Ercüment ortaya çıkar ve Oya da O'nunla nişanlanır. Ama mutlu değil. "Seni sevmeyi çok isterdim Ercüment. Yalvarırım affet beni" diyor. Ayrılırlar.

Devamı çok acıklı. Radyo haberinde "İtalya'ya fındık ihracatımızın ilk seferini yapmakta olan armatör Avni Selen'e ait 'Güzel İstanbul' gemisi bugün saat 18'de Rodos açıklarında serseri bir mayına çarpmış ve burnundan aldığı mühim bir yara neticesi batmıştır." Gemi süvarisi Ercüment Onur da ölmüş.adrhe6y56

Oya (Gönül Yazar'a ait) 'İstanbul H. 41 601' plakalı Opel'i; Suat (Göksel Arsoy'a ait) 'İstanbul H. 38 541' plakalı, üstü açılır, 57 model 'Chevrolet'yi kullanıyor. Arabanın 'zenginlik için kıstas' olduğu yıllar. Kahramanlarımızın 'milyonerliklerini' bundan anlıyoruz. 'Üstü açılır' (ama çekim sonbaharda yapıldığı için 'kapalı') 'şevrole'yi 'Yalnızlar İçin' (1962) ve 'Yıldızların Altında' (1965) filmlerinde tekrar göreceğiz.

Bitmesini istemediğimiz park görüntüleri. Burada 'insandaki muammaya' tanık oluyoruz. Suat, Oya'nın bir damla gözyaşı için ne yapacağını şaşırır. Oysa evlilik sözü verdiği Aysel'in film boyunca kurumayan gözleriyle hiç ilgilenmiyor.

İki gazino sahnesinde gencecik Gülten Ceylan var. Belki de ilk rolüdür.

Deniz kenarındaki çayhanede filmin başka bir sürprizi ile karşılaşıyoruz. Yönetmen asistanı Kemal İnci, garson Bekir rolünde.

'Bir Bahar Akşamı'nın sonu 'Love in the Afternoon'dan (1957) alınmış. Suat, (Frank Flannagan-Gary Cooper'ın yaptığı gibi) trenin yanında koşan Oya'yı kucaklayıp içeri alıyor.

Filmdeki melodiler.

Metin Bükey Orkestrası'ndan 'Bir Bahar Akşamı' (Hicaz) (Selahattin Pınar / Fuat Edip Baksı) Enstrümantal olarak 5 sahnede (Jenerikte; Aysel ve Suna, Suat'a el sallarken; Oya (Ercüment için) "Ne kadar merhametsizlik etti. Bir satır bile yazmadı. Cevap verseydi de beni istemediğini, sevmediğini söyleseydi" derken; Tek başına Salacak sahilinde yürürken; Sonlara doğru Suat ile sahilde konuşurken).

'Love Story'deki (1944) (Hubert Charles Bath) 'Cornish Rhapsody' 3 sahnede (Suat, Aysel'i işyerinden almaya geldiğinde; Filmin başında, ağaçlıklı yolda konuşurlarken; Sondaki Haydarpaşa sahnesinde).

'Sol minör Adagio' (Tomaso Albinoni) (Düzenleyen-1958-Remo Giazotto) Osman, Suat'a "Ahh, şöyle kafama göre birini bulsam öyle bir evlenirim ki, bekârlığın sultanlığını da sen sür" derken.

Victor Young Orkestrası'ndan 'Ruby Gentry'deki (1952) 'Ruby' (Heinz Roemheld / Mitchell Parish) 10 sahnede (Suat ve Oya'nın parktaki ikinci buluşmalarında; Suat "Sizin için yüreğim burkuluyor. Kendisini-Ercüment'i-bulsam da konuşsam" derken; Çarşamba buluşmak üzere ayrılırlarken; Osman angarya işleri yaptığından yakınırken; Suat "Belki mektubu almadı. Birkaç gün daha bekleyin" derken; Oya, arabasına doğru yürürken; Suat, Oya'nın evini ve arabasını gördüğünde; Kotrada öpüşürlerken; Oya "Yalvarırım affet sevgilim. Babamın bu kadar kötü olacağını bilmiyordum" derken; Salacak önlerinde öpüşürlerken).

'Tom Dooley' (1800ler) (Thomas C. Land) Oya ve Ercüment ağaçlar arasında yürürken.

'Finlandia' (1899) (Jean Sibelius) Avni Bey, Suat'a, kızını bırakması için para teklif ettiğinde.

'2 Numaralı Do minör Piyano Konçertosu, Op. 18: III. Allegro scherzando' (1900) (Sergei Rachmaninov) Doktor Faik Coşkun "Geçirdiği şok babanızı bir hayli sarsmış. Uzun ve ihtimamlı bir tedaviye ihtiyacı var, Oya Hanım" derken.

'Les Feuilles Mortes (Autumn Leaves)' (1945) (Joseph Kosma) Suat "Teyzem ölünce bütün serveti bana kaldı" derken.

'Bir Bahar Akşamı'nı iki kez Gönül Yazar'ın sesinden dinliyoruz. "Sevinçli bir telaş içindeydiniz" kısmını filmin havasına uygun olarak "Kederli bir telaş içindeydiniz" şeklinde söylüyor.

'My Little One' (1955) (David Gussin / George Howe). Gazinoda bu şarkıyı seslendiriyor. Salim Ağırbaş, bateri; Şevket Uğurluer, piyano.ste4636

'You Mean Everything To Me' (1960) (Neil Sedaka / Howard Greenfield). Oya, odasındayken makaralı teypte bu şarkı var. Solist Neil Sedaka.

Suat'ı Hayri Esen; Oya'yı Jeyan Mahfi Ayral; Osman'ı Münir Özkul; Suna'yı Suna Pekuysal; Avni Bey'i Rıza Tüzün; Sezai'yi Erdoğan Esenboğa; Aysel'in babası ve Faik Coşkun'u Sadettin Erbil; Kadriye Tuna ve radyo spikerini Alev Koral seslendirmiş.

Gemi kazasında ilginç bir şekilde Abdurrahman Palay'ın sesi duyuluyor; "Gemiyi terk edin." Sanat hayatındaki en kısa seslendirmedir herhalde.

Suat'ın çalıştığı atölyedeki işçiler; Salacak kıyıları ve Kız Kulesi; Hemen yakınlardaki park; Aysel-Serpil Gül'ün çalıştığı çarşı; (İçkici yanını görmezden gelirsek) Şoför babası ve evleri; İş arkadaşı Suna-Suna Pekuysal; Plise 8 dükkânının sahibi Remzi Bey-Eyüp Sabri ve nişanda tekrar göreceğimiz müşterisi Nezihe Güler; Cumhuriyetin 38. yılı kutlaması, Ankara ve Ulus Meydanı; 'Şipşakçı' Osman-Münir Özkul ve körüklü fotoğraf makinesi; Sahildeki çayevi; Oya'nın arkadaşı Tülay-Ayşegül Devrim ve babası Emin Bey-Memduh Alpar; Avni Bey-Selahattin Yazgan; Avukat Adil Kozluca-Afif Yesari; Sezai-Sedat Demir; Nişan davetlisi ve Doktor-Faik Coşkun; Dadı-Kadriye Tuna; Nişan davetlileri Cevat Kurtuluş ve (sonradan 'icra memuru') Selahi İçsel; Haydarpaşa; Plaj; Adı olup kendi olmayan 'Güzel İstanbul' gemisi çok güzeldi.

Fuat Edip Baksı, şiirleri en çok bestelenmiş Türk şairi. 'Bir Bahar Akşamı', 'Dile Düştüm', 'Bakışı Çağırır Beni Uzaktan', 'Rüzgâr Kırdı Dalımı', 'Gülüm Benim, Canım Benim', 'Aşkımın İlkbaharı', 'Meyhane...' ve daha niceleri. 49 şiiri [Selahattin Pınar (4), Alâattin Yavaşça (8), Arif Sami Toker (12), Rüştü Şardağ (15), Yusuf Nalkesen (4), Rakım Erkutlu (2), Selahaddin Erköse (3), Nuri Halil Poyraz (1) tarafından] bestelenmiş. 30 yılı aşkın lise edebiyat öğretmenliği. İsmail Sivri "Her şiiri sevilen bir şarkı oluyor" demiş. Filme adını veren 'Bir Bahar Akşamı' plağı satışa çıktığı günlerde (1952) bir mektup gelir. 'Meçhul bir kadın', şaire 'bu şiiri kendisi için yazdığını söylerse hemen adresine miktarı kabarık bir çek göndereceğini' bildiriyormuş. Ancak sanatçı 'hatırasına ihanet etmemiş'.

Oya; "Küçük bir ev, bir bahçe. Renk renk çiçekler. Bu şehrin gürültüsünden uzakta, huzur içinde bir yuva. Hayal değil ya bu?" Kendisi için değil ama aynı şeyleri uman Aysel için 'hayal' bunlar. Dahası, sevdiği terk edip gidince intihar eder. Şimdi 'plise işçisi genç kızı' hatırlıyor mudur Suat. Verdiği ümitleri, tutamadığı sözleri.  

 YORUMLAR  ({{commentsCount}})
{{countDown || 2000}} karakter kaldı
{{comment.username}}
{{moment(comment.date).fromNow()}}
Uyarı:  Yorumunuz, yönetici tarafından onaylandıktan sonra tüm ziyaretçilerimiz tarafından görüntülenebilecektir. (Bu mesajı sadece siz görüyorsunuz)
{{reply.username}}
{{moment(reply.date).fromNow()}}
Uyarı:  Yorumunuz, yönetici tarafından onaylandıktan sonra tüm ziyaretçilerimiz tarafından görüntülenebilecektir. (Bu mesajı sadece siz görüyorsunuz)