"Belgin Doruk'un sinemaya intisabını sağlıyan artist yarışmasından bu yana seneler geçmişti. Bu seneler zarfında Bakırköy'ün güzel kızı bütün milyonlarca insan tarafından beğenilen, her ay binlerce hayran mektubu alan yıldızı olmuştu. Ünü Türkiye sınırlanırını dahi aşmıştı."
08 Ekim 2015

"Belgin Doruk'un sinemaya intisabını sağlıyan artist yarışmasından bu yana seneler geçmişti. Bu seneler zarfında Bakırköy'ün güzel kızı bütün milyonlarca insan tarafından beğenilen, her ay binlerce hayran mektubu alan yıldızı olmuştu. Ünü Türkiye sınırlanırını dahi aşmıştı."

ÇİÇEK MERAKI: Değerli yıldızımız çiçekleri çok sever. Evindeki vazolarda her zaman için çiçek görmek mümkündür. Salonun duvarlarını da meşhur ressamların yaptıkları çiçek kompozisyonları süsler…

Ayakta duruyordu. Geniş pencerenin tülünü hafifçe araladı. Karşıdaki apartmanları, caddeyi, caddeden gelip geçenleri, rengarenk otomobilleri seyretti bir süre… Sonra aniden döndü.

“Şu anda Pariste olmak isterdim” dedi. Tabii mevsim kış olduğu için böyle söylüyorum. Yoksa aynı suali, yazın o sıcak günleri için sormuş olsaydınız, cevabım daha değişik olacaktı. Size Nice’de veya Cannes’da bulunmak istediğimi söyliyecektim.

Kenarları kahverengi meşin biyeli bej yün blüz ve gri kareli bir etek giymişti. Sadeydi. Güzeldi… Pencerenin önünden ayrılıp karşımdaki koltuğa oturdu.

Ortadaki küçük masanın çevresinde dört kişiydik… Özdemir Birsel, Belgin Doruk, Sayıl ve ben… Sanat üzerine, sinema üzerine konuşuyorduk. Böyle başlamıştı sohbetimiz… Ama zaman ilerledikçe araya daha başka konular da giriyordu tabii.

Günlerden pazardı. Evet bir Pazar günü idi. Türk filmciliğinin zamanımızdaki en büyük yıldızı Belgin Doruk haftanın diğer günleri hep film çeviriyor, sadece Pazar günü istirahat edebiliyordu. O gününü de bize ayırmıştı. Böyle bir günde klâsik tarzda bir röportajdan ziyade tatlı bir sohbeti tercih etmiştik hepimiz. Böylesi hem daha samimi hem daha az yorucu oluyordu zira…

Belgin Doruk ve eşi Özdemir Birsel’in büyük bir kısmı çalışma ile geçen Avrupa seyahatinden dönmelerinden sonra ilk defa karşı karşıya geliyorduk. Bundan birkaç ay evvel sıcak bir Ağustos günü uğurlamıştık onları.

Film çekmişler, gezmişler, görmüşlerdi. Bu seyehatları sırasında çok hoş ve enteresan olaylarla karşılaşmışlar Avrupaya sinema sanayiini yakından müşahade ve yerli filmciliğimizle mukayese imkanı bulmuşlardı.

Avrupanın imkanlarını, en güneşli havalarda dahi kocaman kocaman ark lambaları ile çalışan ekiplerini hayranlık ve birazda kıskançlık dolu nazarlarla seyretmişler sonra acı acı gülmekten kendilerini alamamışlardı.

Yine gideceklerdi Avrupaya. İlk baharsa Nisan ayı başlarında tekrar gitmek istiyoruz diyordu Belgin… Sonra kocasına dönüyor.

- Öyle değil mi?

- Ama bu sefer çalışmak için değil eğlenmek için gideceğiz. Pariste hayat daima tatlı imiş… Bu hayatı yaşamak için gideceğiz.

Belgin Doruk birden kalkıyor… Bir çekmeceden bir kutu çıkarıyor. Kutunun içinde yüzlerce kartpostal vardı. Hepsi de Avrupaya ve son seyahatlerine aitti.

- Burası Napoli!… Burası Paris!… Burası Cine-Citta'nın giriş kapısı, bizim gittiğimiz gün önünde kocaman bir karpuz sergisi vardı. Bunlar Cine-Citta'nın meşhur dekorları!… Bakıyoruz insan boyunda binalardan yapılmış bir ilk çağ şehri... Babilonya'ya Karşı filmi için hazırlanmış… Bir başka resimde Belgin Doruk bir banka oturmuş üç genç kızla konuşuyor. Arkada Eyfel denilen o çelik yığınının kara siluetinden buranın Paris olduğunu anlamak mümkün…

- Avrupada size gösterilen alakanın derecesi nasıldı?

“Avrupada hiç beklemediğimiz bir ilgi ile karşılandık. Bilhassa İtalyanlar bizimle çok yakından alakadar oldular. Bizi bir an bile yalnız bırakmadılar. Ayrılırken de bu hizmetlerinin (!) karşılığı olarak arriflex'imizi almağı da ihaml etmediler. Hem de bizi ayrıca rahatsız etmemek için, alırken sormağa bile lüzum görmediler. Altdeniz çizmesinin bu sanatkar ruhlu insanları makinenin başında uyuyan adamımızı uyandırmaya dahi kıyamamışlardı.

Fakat bunun dışında beni gerçekten mütehassis eden pek çok olay vardı. Yunanistan gümrüğünden geçerken beni filmlerimden tanıyan Yunanlı gümrükçülerin Belgin Doruk diye birbirlerine göstermeleri ve Atinadan basının ilgisi karşısında duyduğum memnuniyet çok büyüktü.”

Belgin Doruk'un sinemaya intisabını sağlıyan artist yarışmasından bu yana seneler geçmişti. Bu seneler zarfında Bakırköyün güzel kızı bütün milyonlarca insan tarafından beğenilen, her ay binlerce hayran mektubu alan yıldızı olmuştu. Ünü Türkiye sınırlanırını dahi aşmıştı.

Belgin Doruk son yıllarda iki ünvan daha kazanmıştı. Bunlardan biri “Küçük hanımefendi” idi. Çevirdiği bir seri filmden sonra sokakta görenler o geçerken küçükhanım efendi diye fısıldıyorlar, gelen mektuplar ekseriya küçük hanımefendi diye başlıyordu.

Diğeri ise doğrudan doğruya halkın Belgin'e duyduğu hayranlığın bir tezahürüydü. Ondan bahsederken kraliçemiz diyorlardı.

Önümüzdeki günlerde Türk sinema severlerinin kraliçesi ile Elen hanedanının kraliçesi karşı karşıya geleceklerdi. Bu konuda Özdemir Birsel şöyle diyordu.

- “Avrupa seyahati sırasında Atinaya uğradığımız zaman hiç beklemediğimiz bir olayla, tatlı bir sürprizle karşılaşmıştık. 45 kişilik bir gazeteci grupu King Palasta bizi bekliyordu. Onlara en son çevrilen filimlerden göndereceğimizi vaadettik. Netice cidden göğüs kabartıcı idi. Bizim için sürpriz oldu diye mektuplar yazıyorlardı. Filmler vizyona girince gene Yunan basınında lehimize neşriyat başlamıştı. Bu alakaya mukabele etmek için filmin promiyerinin getirdiği hasılatı kraliçenin başkanı olduğu fakir çocukları himaye derneğine bıraktık.

Olay Saraya intikal etti. Kraliçe de Belgini ve henüz kararlaştırılamıyan bir jönümüzü kendisinin de iştirak edeceği bir suareye davet etti. Böylece o gece Belgin, kraliçeye takdim edilecek.

Mesele protokola dahil olmuştur. Türk sefereti ile saray makamları tarafından hazırlanıyor. Gideceğimiz tarih kati olarak belli değil.”

Bu arada Sayıl, Belgin Doruk'un muhtelif pozlarını tesbit ile meşgul olduğu için biz Özdemir Birsel'le Türk sineması hakkında uzun uzadıya konuşuyoruz. Tabii bu konuşulanlar Belgin Doruğun dışında ama çok önemli şeyler.. Bir başka yazımda da o gün konuşulanları aksettirmeye çalışacağım inşallah…

Birsel Filmin son kordelasının ismi. Dağ Çiçekleri daha doğrusu Aşk Herkese Gülümser… Özdemir Birsel bu filmden çok ümitli… Her bakımdan mükemmel bir film olacak diyor.

Küçük hanımefendi gibi bu kordelada halkın hoşuna giderse o zaman film afişlerin de “Aşk Herkese Güler”, “Aşk Herkese Tebessüm Eder”, “Aşk Herkese Sırıtır” gibi isimler görmemiz mümkündür. Malum ya, taklit merakı…

Aşk Herkese Gülümser'in harici sahnelerinin çekimi için geçen hafta Edirneye giden Belgin Doruk, bu şehirden bahsederken:

“Hayatında talebesi bu kadar bol bir şehre rastlamadım” diyordu.

- Halk ile temaslarımızda neler hissediyorsunuz?

“Heyecan, hem de korkunç derecede bir heyecan hissediyorum. Bazı arkadaşlar halkın karşısına gayet rahat çıkıyorlar. Ben ise çok heyecanlanıyorum… Geçenlerde Bursa lehrinde Eylül festivaline iştirak ettim. Bana verecekleri şeref armağanını alırken yüzüm heyecandan sapsarıydı. Bir an için yüzümden bütün kanın çekildiğini hissetmiştim.”

Bu sırada içeriye yeni bir misafir giriyor. Bu Belgin Doruk'un kızı Gül’dür. Gül’ün odaya girmesi ile beraber mevzu da değişiyor.

Sinemadan maarife geçiyoruz. Gül bu sene mektebe başlamış Aydın Okul'a gidiyor. Derslerinde en büyük yardımcısı öğretmeninden sonra annesi…

“Yeniden tahsile başladım” diyor Belgin… Hergün bir iki saat, öğretmenin verdiği dersleri beraber tekrarlıyorlarmış. Baba, at, ata, ana, tut… Bütün gün evin içinde bu kelimeler duyuluyormuş.

Çocukluk gençlik yılları… O mutlu seneler… Hiç bitmiyecekmiş sanıp, kafesin kapısını açık bulan kanarya misali uçup giden tatlı devir… Acaba herkes aynı şeyi mi düşünürdü? Bu konudaki suali Belgin Doruk şöyle cevaplandırıyordu:

“İnsan hayatında en mutlu çağ 15-17 yaşlar arasında çocukluktan genç kızlığa geçiş devridir bence… Hem kendini idrak edip hem hayatın mesuliyetlerinden uzak yaşamak… Ne kadar hoştur…”

Mevzu gençlikten açılmıştı bir kere… Hemen ikinci suali soruyorum.

- Sinemada gençleşme hareketlerini nasıl buluyorsunuz?

“Lazımdı… Sonra yeni intisap edenlerin umumiyetle kültürlü olmaları seviyeyi yükseltiyor. Bizdede bu sayede film artistliği gittikçe daha cazip hale gelecektir.”

- Moda ve giyim hakkında fikirleriniz?

“Modayı takip etmek isterim… Giyim de daha ziyade sadeliği tercih ederim. Fazla frapan renklerden hoşlanmam. En çok sevdiğim renkler yeşil ile siyahtır.”

Belgin Doruğu ilk defa Kaatil ve Öldüren Şehir filmlerinde seyretmiştim. Aradan geçen 8-9 sene zarfında Öldüren Şehir'in genç kızı gerçek bir yıldız olmuştu. Bu başarının, milyonlarca insanın hayranlığını kazanabilmenin sırrı neydi acaba?

Belgin Doruk bu sualin cevabını seyirciye bırakıyordu. Halk bunu daha iyi biliyor diyordu.

- Film çalışmanız olmadığı günleriniz umumiyetle nasıl geçiyor?

“O kadar çok meşgale var ki. Birikmiş ev işleri… Gül'le ders çalışma… Vakit öyle günlerde evde geçiyor. Gece hayatından Özdemir de ben de fazla hoşlanmıyoruz. Ama anlaşmış bir cemiyet içinde gece hayatı da aranıyor tabii.” 

Kaynak
Artist Dergisi, 27 Kasım 1962
 YORUMLAR  ({{commentsCount}})
{{countDown || 2000}} karakter kaldı
{{comment.username}}
{{moment(comment.date).fromNow()}}
Uyarı:  Yorumunuz, yönetici tarafından onaylandıktan sonra tüm ziyaretçilerimiz tarafından görüntülenebilecektir. (Bu mesajı sadece siz görüyorsunuz)
{{reply.username}}
{{moment(reply.date).fromNow()}}
Uyarı:  Yorumunuz, yönetici tarafından onaylandıktan sonra tüm ziyaretçilerimiz tarafından görüntülenebilecektir. (Bu mesajı sadece siz görüyorsunuz)