“Yukarıda Allah; Ankara’da Devlet, hem de Hükümet; Burada da ben!” Bekçi Murtaza, romanda 16 kez söylüyor bunları. Ancak filmde, nedense, hiç yok.
07 Kasım 2015

"Yukarıda Allah; Ankara'da Devlet, hem de Hükümet; Burada da ben!" Bekçi Murtaza, romanda 16 kez söylüyor bunları. Ancak filmde, nedense, hiç yok.

'Yazarının kahramanını, kahramanın da yazarını ölümsüzleştirdiği' Murtaza'nın (1952/69) (Orhan Kemal) (14. basım-2000-Tekin Yayınevi) ilk Yeşilçam uyarlaması. Çekimler Temmuz-Ağustos ayında. Gösterime girişi ise 15 Ağustos 1966, Pazartesi günü (Kadıköy) Atlantik Sineması'nda. Film için önce Öztürk Serengil ve Münir Özkul düşünülmüş.  İlk sanatçıyla 'bıyığın sarkık kısımlarının kesilmesi', ikincisiyle 'ücret' meselesinde ihtilaf çıkınca rol, Müşfik Kenter'in olur. 27 Kasım 1965 tarihli Pazar dergisinde (iki sayfa 8 resimlik) fotoroman olarak yayınlanmış. Atilla Ergün ve laborant Hilmi Başcan'ın soyadları, jenerikte 'Ergun' ve 'Başçan'. Karakolda 'iki sahici Bekçi' var. Ulvi Uraz Topluluğu tarafından tiyatroda sahnelenişi 19 Eylül 1969'da.

'Türk Don Kişot'u Murtaza, 1925'deki mübadele sırasında Yunanistan'ın Alasonya kasabasından annesi ve erkek kardeşi Recep Atak ile yurda gelmiş. O sıralar 20'sinde. Çukurova'da, kendilerine verilen birkaç dönüm tarlayı ekip biçmişler. Anne zehirli sıtmadan ölünce kardeşi bir hemşerilerinin yanında çalışmaya başlamış. Murtaza ise Adana'da önce bir fabrikada kantarcılık, sonra mahalle bekçiliği (filmde İstanbul'da bekçilik ve fabrikada iş) bulmuş kendine.

Filmde 4 (Selma, Hülya, Firdevs ve adı söylenmeyen bebek), kitapta 6 (Emine, Hasan, Firdevs, Cemile, Zehra, Hasan) çocuğu var. Hepsi de 'aslan yavrusu'. Romandaki erkek çocukların 'Hasan' olması çok önemli. Dayısı Kolağası Hasan Bey, Balkan Harbi'nde şehit düşmüş. 335 sayfalık eserde 57 kez kendisinden hayranlıkla söz ediyor. Zümrüt ile evlendiğinde bir oğlu olsun ve dayısına benzesin istiyordu. İlk çocuğu kız olunca 'pek sevinemez'. İkincisi oğlan çıkınca 'aklını oynatacaktı sevinçten'. Adını, elbette, Hasan koyar. 'Subay olacak ve kimbilir hangi cephede, hangi düşmana karşı dövüşürken şahadet şerbetini içecekti'. Ama beklediği gibi olmaz. Oğlu 'futbol diyor başka bir şey demiyor'muş. Bu nedenle ikinci oğlunun adı da 'Hasan'. Ama bakkaldan 'çeyrek ekmek çalarken' yakalanacaktır' (sf. 334). 'Dayısına benzeyeni doğuramadı diye karısına pek kızıyor'. 'Şehit dayı' filmde pek işlenmemiş.

Evleri bir gecekondu. Yoksulluk diz boyu. Avluda bir kuyu, iki çift takunya. Çamaşır için bir leğen. Misafire bir iskemlecikleri bile yok. Selma, enstitüye gidiyor. Ortancalar Hülya ve Firdevs, dokuma fabrikasında işçi. Hasan ise daha kundaklık bebek. Komşuları Âkile Hala da bir göçmen. Akraba gibi olmuşlar bunca yıl.

Filmin başında Alemdar Bucağı'nın yoksul bir sokağındayız. Yan yatmış, yıkıldım yıkılacak evler. 'Fırr, fırr, fırr' bekçi düdüğü.  Başka mahallelerdeki sarhoş naraları yok burada. Gece yarısından sonra kim nara atabilir ki Bekçi Murtaza'nın bölgesinde! Ceketinde 4 parlak düğme ve sekiz köşeli yıldız, başında yanpiri şapka, belinde tabanca. Paramparça çoraplı ayaklarında 45 numara postallar. Karın içeri, göğüs dışarı. Gözleri ta karşıda, değişmez bir noktada. Kalçadan atılan kaz adımlarıyla rap, rap, rap! Askerliğini onbaşı olarak yapmış. Ne evsafta biri olduğu aşikâr. (Dubara-Yılmaz Köksal, ilerde "Elin anaları ne aslanlar doğuruyor. Bizim analar da bizim gibi çakalları doğurunca 'oğlan doğurduk' diye babalarımıza naz yaptılar zahir" diyecektir)! Sadece hırlıya hırsıza değil mahallelinin geç yatmasına da karışıyor. "Söndürün lambanızı ve yatın. Çalışacaksınız gündüzleri, uyuyacaksınız geceleri de deliksiz." Böylelikle gözlerinden mertlik, hem de civanmertlik fışkıracakmış! Çöp tenekesini deviren kedilere bile disiplin vermeye kalkıyor. Ecnebiler, kirli sokakları görünce bize kötü not düşerlermiş!

Komiser Mehmet Ilıman, Murtaza'nın 'vazifeşinaslığından' çok memnun. Bunca yıllık meslek hayatında yığınla bekçi görmüş tanımış, böylesine rastlamamış! Ancak millet şikâyetçi. "Bu vazifeşinas bekçiden memleketin başka semtleri de faydalansın biraz" diyorlar! Murtaza mıdır nedir bıkmışlar bu adamdan! "Mahallede bir örfi idare etmediği kaldı. Bekçi değil sanki mahallenin valisi. Zart zurt edip duruyor." Amiri 'dehleyecek, dehleyecek ama zavallının 4 çocuğu var' diye acıyor. Sonunda dokuma fabrikasında bir kontrol memurluğu ayarlar bizimkine. Yerlere atılan iplik, masura, üstüpü varsa toplatacak. Helâ aralığında sigara içip çene yapanlara engel olacak. Disiplinsiz ustaları hemen Fen Amiri Kamuran Bey'e bildirecek. Yani 'ispiyonlayacak'! "Sen çekme kaygu vazifeden yana Beyim. Ol sen bana arka, iste benden vazife. Bir vazife, yüksektir namustan. Var bende 4 evlat. İkisi çalışır bu fabrikada. Doyur bizi, olalım senin kapında köpek."

Koluna 'KONTUROL' bandını takınca zebunluğu artar. Sağına 'hart', soluna 'zart'. Kimseye gevşek muamele yok. 'Vazife bir sırasında' düşünmezmiş 'çişini' bile. "Gelmez aklıma evladım. Demem ciğerparem." Laubalilik de yok! "Bir memur, bir amir karşısında bozmayacak arzı tanzimatını. Düğmesi ilikli olacak."

Nuh adında 11 yıllık bir kontrol memuru daha vardı. Fen Amiri'nin hemşerisi, memlekette kapı komşusuymuş. Çocukluğunda omzunda taşırmış falan! Elde tespih, ayaklarında spor pabuçlar. Hep bıyık altından gülüyor, küçümsüyor Murtaza'yı. "Neresinden bakarsan bir mahalle bekçisi mesela." 'Disiplin, fabrikayı ileri götürmek' laflarına da kulak asmaz. Fabrikanın yeri iyiymiş! "Hem ben sana bir şey diyeyim mi, bu tatavacılığa boş ver. Daha dün bir bugün iki, ne üstüne vazife oğlum! Al maaşını, Allahına şükret bre herif. Deli misin, nesin" diyor. Ama kazın ayağı öyle değil. Bizimki 'gördüm kurs, aldım çok sıkı terbiye büyüklerimden' havasında hep.

'Höttürülü'; 'Muhacir oğlu'; 'Fabrikanın maskarası, soytarısı'; 'Dümbük, hemi de bayraklı dümbük' diye makaraya alıyorlar farkında bile değil.

Recep Atak, sırım sırım gelir bir gün. "Var bir güzel havadisim sizlere. Çıkmıştır bir talip İzmir'den" Selma'ya. 'Uğlan' ayakkabıcı. Babasının 'varimiş zeytinlikleri, çiftliği, mandırası'. Manisa'da evleri. İsterlermiş 'namuslu bir kızcağız'. "Olsun fakir, velâkin namuslu" derlermiş. "Sormamışlar demek iskemlemizi. Aramışlar namus" diye koskoslanıyor Murtaza.

Oysa Selma, aynı mahalleden oto tamircisi Parlak Ahmet'e sevdalıydı. Ahlaklı, temiz biri. Asla başkasının olmayacak. Kaçsa kaçacak ama yaşı 16 olduğu için hapislerde sürünürmüş delikanlı. Tek çare babasından istemek. Ustası ile geldiğinde mesleğini beğenmez Murtaza. "Ya demek kâtip! Gördü mü kurs? Aldı mı amirlerinden çok sıkı terbiye? Veremem kızımı oğlunuza" diyor. Sonrasında kaçacaktır Selma. Ama 'bir zarar görmesin' diye Ahmet'e değil amcasının evine. Hamileymiş üstelik!

Bu günlerde fabrikada uyuyan Firdevs'i, 'başkasının gözündeki çöpçağızı görmek marifet değil' sözleriyle babasına gammazlıyorlar. Kendi belinden düşen biri iş başında uyusun! İşitsin böyle iğneli sözler. 'Sıksalar bir kurşun çıkmayacaktı bir damla kanı'. "Kahır oldum, yedim dişlerimi hırsımdan." Bir tokatta yere çarpar kızını, bayıltır!

Âkile Hala, 'nazardır' demiş, kurşun bile dökmüştü! Ama 'an be an' kötüleşiyor Firdevs. Doktor'a göre 'beyin kanaması'! Kurtaramazlar.

30 saattir uykusuzdu Murtaza. Görev başında uyur! Kamuran Bey, anlayışlı adammış. Zor durumdaki kahramanımıza para veriyor. Üç gün de izin.

"Haçan büyüyecen, asker olcan, kurşun mu atcan düşmanlara" diyerek büyüttüğü küçük oğlu, romanda, hiç ummadığı bir şey yapar. Çeyrek ekmek çalar. Bakkal şikâyetçi olmamış, Hâkim de tam affedecekken Murtaza atılır. "Edesiniz mahkûm, atasınız hapislere!" Rap rap rap, çıkıp gidiyor.

Bekçi Murtaza'daki melodiler.

Sir Adrian Boult yönetimindeki The London Philharmonic Orchestra'dan (Piyanist Mindru Katz) 'Piano Concerto in D-Flat Major, Op. 38'deki (1930) (Aram Khachaturian) 'I. Allegro ma non troppo e maestoso' 9 sahnede [Selma, tamirhanenin önünden geçiyor. Ahmet, arkadaşına "İdare ediver, ben şimdi gelirim" derken (10.06-10.26 arası); Asker Murtaza'nın yürüyüş talimi sırasında (7.50-8.50 arası); Yerde, tüfekle talimde (9.30 sonrası); Hırsızı kovalarken (7.50-8.45 arası); Selma ve Ahmet birbirlerinin olurken (10.07-11.35 arası); Selma "Yeter, yeter baba! Milletin maskarası olduk. Herkes seninle alay ediyor" dedikten sonra sokakta koşarken (2.01-2.10 arası); Ablasının eve getirdiği Firdevs bayılırken (8.50-9.01 arası); Murtaza, eczaneden aldığı ilaçlarla eve koşarken (1.15-1.45 arası); Eve gelip Firdevs'in öldüğünü anladığında (1.10-2.50)]. 'III. Allegro brilante' Fabrikadaki hırsızlık sırasında (1.48-2.20 arası).

'Italien Capriccio, Op. 45' (1880) (Pyotr Ilyich Tchaikovsky) 5 sahnede [Hırsızlığı haber verdiği Kamuran Bey tarafından "Bunun için mi gecenin bu saatinde uyandırdın. Sabahı yok muydu bunun" sözleriyle terslenirken (1.05-1.45 arası); Tuvalette Azgın'la dalaşırken (1.00-1.30 arası); Hülya ve Firdevs, rüyalarını birbirlerine anlatırken; Nuh, Murtaza'nın tokatladığı Firdevs'i kucağında taşırken; Kamuran Bey, para ve üç gün izin verirken].

'Scheherazade, Op. 35'deki (1888) (Andrei Rimsky-Korsakov) 'II. The Kalender Prince' Hülya, Firdevs'i eve götürürken (3.20-3.33 arası). "I. The Sea and Simbad's Ship" Murtaza, iş başında uyurken (3.50-4.10 arası).

Fon müziği için, ayrıca, bekçi düdüğü ve fabrikadaki makineler kullanılmış!

Filmdeki şarkı.

'Yalnız Benim Ol El Yüzüne Bakma Sakın Sen' (1963) (Rast) (Selahattin Pınar / Mustafa Nafiz Irmak) (1 dakika 15 saniye). Selma, bahçede çalışırken söylüyor. "Yalnız benim ol el yüzüne bakma sakın sen//Kıskan beni göğsünde uyut, yan ateşimden//Aşkın o zehir hasreti ruhumda (kalbimde) kanarken//Kıskan beni göğsünde uyut, yan ateşimden."

"Usta işi bir romanın, yürekler acısı bir sinema adaptasyonu" olarak eleştirilmişti 'Murtaza'. İyi bir konunun, işini bilmez bir sinemacı elinde ne hallere düşeceğinin ibret verici bir sonucuymuş!

Kahramanımız  'vazifesinin aslanı'. Kurs görmüş olması, büyüklerinden çok sıkı terbiye ve takdirname alması filmde 18, romanda 29 kez dile getiriliyor. Ayrıca 'herkesin kurstan geçirilmesi lazım'mış.

Vazife 'her bir şeyden mukaddes'. Hatalı bir şey gördü mü 'kendi belinden düşmüş, nefs-i evladına bile acımaz'. Kahveci Ahmet Koç'tan bardağı, fincanı, cezveyi iyice sabunlamasını ister; "Çünkü yenmez ellerinizden kabuklu ceviz bile." Fabrikada işe başladığında Yassı Bekir (filmde 'Dubara') "Hey kurban olduğum Allahım! Biz istedik 'şaşı', sen gönderdin 'badem gözlü'sünü" diyor. 'Zehirli Hayat'ın (1967) yoğurtçusu Ömer Sağlam burada odacı.

Eli bavullu vatandaşı tutukladığında söyledikleri o zamanki karakollar hakkında bilgi veriyor. "Seni, beni bilmez seni. Alırım aşağı soydurturum tabanlarını lastik kırbaçla. Saydırırım yıldızları!"

Bir müddet de disiplini bozulan 'umumhanede' bekçilik yapmış! 24 saat içinde nizama intizama sokmuş!

Disiplinsizliğe tahammülü yok. Kapıcı Ferhat'ın 'su dökmeye gitmesi' dahi 'çok içli, hem de dokunaklı sözler söylemesine neden olur'! "Geldi suyun, dökeceksin elbet. Lakin dökmeden evvel bulacaksın beni. Diyeceksin 'geldi suyum amirim, dökeceğim'. O zaman ben düşüneceğim, diyeceğim 'geldi suyu Ferhat'ın dökmesi lazım'. Diyeceğim ki 'dök sucağızını'." Yerinde olmaması nedeniyle Ferhat'a verilen ceza romanda çelişkili. 176. sayfada 'dört', 271. sayfada 'üç' yevmiyesinin kesildiği yazılı. Filmde '3 yevmiye'.

Dayısı Balkan Savaşı'nda 'şahadet şerbeti' içen bir şehit. Bazıları buna 'dangalaklık şerbeti' diyor! Emirsiz, kumandasız saldırmış düşmana çünkü! Bazılarına göre ise adı 'kakavan Hasan' olmalı.

Selma için "Murtaza'nın şıllığı... Fındıkçı kız... Şark Ekspresi" diyorlar. Hamileliği ve Ahmet, romanda yok. Genç kız, sevgilisini Kirk Douglas'a benzetir. Tony Curtis daha doğru olurdu. Tunç Oral da bu sanatçıya benzetilirdi.

Âkile Hala, çocukların şımartılmasına karşı. "Yarın büyüyünce ne anayı tanırlar ne babayı, ne de Allahı" diyor. 'Dersin 40 gün iyi, olur iyi; Dersin fena, olur fena'! Ama bir kere bile besmelesiz meme vermediği oğlu Recep, şimdi 'kapatmış o İzmir orospusunu, anayı da unutmuş, babayı da'.

Aşçı Kenan Usta bir âlem! Fasulye ayıklarken (romanda 'patates soyarken') Mussolini, Hitler, Churchil için anlattıklarını 'masal gibi dinlemek lazım'. Abarttığını anlayınca "Kaynım Muhafız Bölüğü'nde asker. Ben O'nun yalancısıyım" diyor. Erkek tuvalet bekçisi Azgın'ın anlattıklarında ise 'Zaloğlu Rüstem, Hızır Aleyhisselam, gürz, kalkan, eski harpler' var.

Murtaza-Müşfik Kenter; Zümrüt-Ayfet Feray; Selma-Mine Sun; Parlak Ahmet-Tunç Oral; Dubara-Yılmaz Köksal; Kontrol Nuh-Mümtaz Ener; Atilla Ergün; Askılı pantolonuyla Bahçıvan-Faik Coşkun; Bakkal Şevket-Asım Nipton; Fen Müdürü Kamuran-Altan Günbay; Aşçı-Ahmet Turgutlu; Ensiz Veyis-Hayri Caner; Azgın Ağa-Osman Türkoğlu; Amca Recep Atak-Hakkı Haktan; Doktor-Tevfik Soyurgal; Komiser-Muammer Gözalan; Kapıcı Boşnak Ferhat (filmin Set Amiri)-Naci Saraç; Ahmet'in çalıştığı tamirhanedeki '34 FA 357' plakalı taksi; Mahalledeki '34 AP 107' plakalı kamyonet; Eminönü İlçesi'ne bağlı Alemdar Bucağı Emniyet Baş Komiserliği çok güzeldi.

Murtaza'yı Müşfik Kenter; Zümrüt'ü Alev Koral; Dubara'yı Pekcan Koşar; Nuh'u Mümtaz Ener; Kamuran'ı Erdoğan Esenboğa; Komiser'i Cahit Irgat; Tamirhane sahibini Zafer Önen; Âkile Hala'yı Sacide Keskin; Fikri Çöze 3 kişiyi (Faik Coşkun, "Niçin kırarsın evin kapısını" diyen Bekçi, "Nedir bu Murtaza'dan çektiğimiz, canım! Hırsızı yakalamak O'nun işi mi yoksa bizim işimiz mi" diyen mahalleli) seslendirmiş.

Filmde mahalle sakinleri çok masum. Romandakiler ise evlere şenlik; Sübyancı Zinnur, çaptan düşmüş dul karı tavcısı Hamdi Çavuş, evli erkeklere askıntı Lale, erkeğe doyamayan Dul Zühre ve Hırsız Recep gibi Murtaza'nın varlığı ile çıkarları bozulan kişiler (sf. 44)!

Yeni işe atandığını duyunca ilk sözü "A be, maaş kaç" olur Zümrüt'ün. Bizimki bu kadar büyük bir vazife almış, bir de maaş mı soracaktı! Karısının aklı ermez, "Tabii sorcan! Var sende 4 evlat. Madem aldın büyük vazife, versin büyük maaş" diye işmar eder. Murtaza hâlâ "Verecekler muşamba, potin, elektrik feneri" laflarında. Selma da konuşur cahil cahil; "Baba, elektrik fenerinden, potinden, muşambadan bize ne! Annem haklı!"

Geldi çattı ihtiyarlık. Büyüdü çocuklar, ahvalleri ne olacak belli değil. Yoktur kenarda beş paraları. Kalmadı yataklarda yüz, yorganlarda kılıf. Çeker akıntıya kürek Murtaza. Der "Allah kerim". Hâlbuki bilmez ki derindir Kerim'in kuyusu.

Kamuran Bey, fabrikaya '34 FK 688' plakalı taksi ile geliyor. Bu plakalı bir Anadol, 02 Haziran 1979, Cumartesi günü, Caddebostan'daki et tanzim satış mağazasının soygununda kullanılmış.

Selma'nın '1ekmek, 100 gram helva ve yoğurt (oysa babası 'ekmek, yoğurt, biraz da helva' demişti)' aldığı bakkalda 03 Ağustos 1965, Salı günkü Hürriyet var. Duvara mandallarla tutturulmuş. Manşet haberi; "Türkeş'in İlk Emri: 'Kravat Takınız'." Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi Genel Yönetim Kurulu'nun ilk toplantısında, kravatsız gelen Numan Esin ve Mustafa Kaplan'ı böyle uyarmış Alpaslan Türkeş. Bu ikaz üzerine üyeler, evlerine gidip kravatlı olarak gelmişler.

 

Zümrüt; "İyi değildir hasta başında ağlamak."

 YORUMLAR  ({{commentsCount}})
{{countDown || 2000}} karakter kaldı
{{comment.username}}
{{moment(comment.date).fromNow()}}
Uyarı:  Yorumunuz, yönetici tarafından onaylandıktan sonra tüm ziyaretçilerimiz tarafından görüntülenebilecektir. (Bu mesajı sadece siz görüyorsunuz)
{{reply.username}}
{{moment(reply.date).fromNow()}}
Uyarı:  Yorumunuz, yönetici tarafından onaylandıktan sonra tüm ziyaretçilerimiz tarafından görüntülenebilecektir. (Bu mesajı sadece siz görüyorsunuz)