Daha filminin yönetmeni Onur Saylak ve uyarlandığı romanın yazarı Hakan Günday ile filmi konuştuk.
12 Ocak 2018

Dünya galasını 52. Karlovy Vary Film Festivali ana yarışma bölümünde yapan Onur Saylak'ın ilk uzun metraj sinema filmi Daha (More)hakkında merak edilenleri Saylak ve uyarlandığı romanın başarılı yazarı Hakan Günday'a sorduk. 
Daha vizyonda.
İyi okumalar!

Onur Saylak ve Hakan Günday nasıl bir araya geldi?

HG: Biz bir kısa filmle başladık öncelikle (The Jungle, 2015)  İlk ortak çalışmamız bu şekilde gerçekleşti. Bizim için bu büyük deneyim, bitmeyecek bir öğretici süreç. Sanatın bütün disiplinleri böyle. O, öğretici sürecin başlangıcıydı benim için. Karşılıklı fikir alışverişlerimizin ve karşılıklı ilham alışverişlerimizin başlangıcıydı. Sonrasında da dedik ki: Bir uyarlama nasıl olabilir? Bir romandan yola çıkarak ne yapabiliriz? Karşımıza Daha çıktı. Evet bunu işleyebiliriz, dedik. Aslında Onur’un çok güzel bir sözü var onunla ilgili. “Bir sinema filminin bir dakikası ile yüz dakikası arasında çok fark yok” diyor çünkü mesele her şeyi bir araya getirip o bir dakikayı zaten somutlaştırabilmek. Sadece onun daha uzun bir koşusunu yapıyorsun uzun metrajda. Bu şekilde devam ettik çalışmaya.

Yönetmen olmak, film çekmek fikirleriniz ne zaman oluştu?

OS: İçgüdüsel olarak bir şey üretme hissi, ihtiyacı artık durdurulamaz bir hale geldi. Sinemanın her alanında olmak da çok keyifli, üretmek çok keyifli. Artık durduramadığım bir anda Hakan’ı bir gün aradım. :) “Hadi bir şeyler yapalım” diye. Öyle başladı.

Bütün ekip çok iyi iş çıkardı. Bunun sebebi nedir sizce? Sizin oyunculuk deneyimleriniz bu süreçte katkıları oldu mu?

OS: Benim mottom şu: İyi insanla iyi iş yapılır. O yüzden ekibimiz çok tatlı, birbirini tamamlayan bir ekip.
Sonuçta ben pek çok ilk filmde bulundum bir oyuncu olarak. O yüzden de o işleyişin iyi ya da kötü pek çok noktasında var oldum. Hataları gözlemleyebildim. O yüzden de bizim sürecimizde bunların olmaması için uğraştım kendimce. Her anlamda. İlk senaryo aşamasından çekim sürecine, oyuncu seçimlerine, post, kurgu vs... Tabii ki biraz sezgilerle ilerlemiş oldum ama şu an için bir ilk film olarak çıkan üründen memnunuz.

Sizin ilk defa bir eseriniz beyaz perdeye uyarlandı. Kendi yarattığınız karakterlerin perdedeki görsel karşılığı sizi tatmin etti mi?

HG: Kesinlikle evet. Özellikle Onur bir hikaye anlatıcısı olduğu için ve sinema da bunun çok etkili araçlarından biri olduğu için. Doğru oyuncuları, doğru çevreyi oluşturmakta Onur çok mahir. Benim bir şansım da oldu, çekimlere de katılabildim. Bu benim için büyük bir deneyimdi. O andan itibaren zaten “Evet, bu benim hayal ettiğim varyasyonlardan biriydi” diyebildim. Bu çok etkileyici bir şey. 

Bir de şöyle bir şey var, siz romanın araçları gereği belli sorular sorabilirsiniz, belli açılardan bakabilirsiniz temel meselenize. Disiplin değişince başka açılardan da görme fırsatı doğar. Bu müziğe dönüşseydi başka açılarını görürdük, sinemaya dönüştü başka açılarını gördük. Onun için benim için aynı zamanda ilham verici olmasının sebebi bu.

OS: Bir de şunu ekleyebiliriz belki, sonuçta bir yeniden üretim alanı doğmuş oldu. Hakan’ın inanılmaz bir yaratısı var beş yüz sayfa kadar. Bunu 2013’te gerçeklemiş. Sonuçta öyle bir zamandayız ki devinim durmuyor, konuyla ilgili pek çok şey duyuyorsun, görüyorsun, izliyorsun, yaşıyorsun... O yüzden de tekrar bir üretim şansı oldu hepimiz için.

HG: Tabii ki. Çünkü ne yazık ki insanlık trajedisi hakkında bir şey yazıyorsan, daima günceldir. İnsanın insanı bir araç olarak kullanması üzerine bir şey yazıyorsan, ne yazık ki daima günceldir. Bu da demektir ki daima kendini yeniler ve yeni açılar geliştirir. Sen de onları her seferinde görmeye çalışırsın. Kendini daima yeniler, gizlenir, saklanır... Aslında kendini normal hayatmış gibi gösterir ama senin yapmaya çalıştığın da onun kendini gizlemeye çalıştığı tarafları çekip alıp ifşa etmeye çalışmak.

OS: Mesela bununla ilgili Hakan’ın güzel bir sözü var. Bence çok kıymetli. “Umutsuz insanlara umut satan bu insan kaçakçılarının yapabileceklerinin üzerine düşünürken 2012’de, aklıma hiçbir insanın imitasyon can yeleği yapıp da satabileceği aklıma gelmemişti” diyor. Ya da “Bir haber spikerinin sınırdan geçe birine çelme takacağı aklıma gelmezdi” diyor. İşte bunlar bu devinimin örnekleri.

HG: Kesinlikle öyle.

Senaryo yazma süreciniz nasıl geçti? Bir romanı senaryoya dönüştürmek sıfırdan yazmaktan çok farklıdır. Pek çok kısmı çıkarmak zorunda kalmışsınızdır. Bu noktada ikinizin iletişimi nasıldı?

OS: Biz sonuçta 500 sayfalık bir eserde önce neyi anlatacağımıza odaklandık. Bizim meselemiz ne? Bu film ne demeye çalışıyor olmalı? Odağımızı bulmaya çalıştı ve bu da çok kolay olmadı. Pek çok seçenek vardı çünkü. Gaza karakteri sonuçta 9 yaşında başlayıp 24’e kadar bir süreci olan bir karakter kitapta. Biz hangi bölümü alıp ne anlatmak istediğimizi çok düşündük. Kitabın bazı ana unsurlarını tutmaya çalışıp görsel dile nasıl çevireceğimizi çok konuştuk. Orada bulduğumuz keşfettiğimiz imajlar, imgeler... Çünkü elli sayfalık bir yazıyı bir dakikada bir kareyle anlatmak gibi bir lüksünüz var. Lüks veya challenge diyelim. İkisi de olabilir. Uzun uzun konuştuk. Sete çıkmaya iki gün kalana kadar biz Antalya’da oturup sabahlara kadar her anını, her cümlesini, her sahnesini tartışa tartışa geldik. Tabii ki bir yandan keşif. İlk kez yapıyoruz. Bir yandan da inandığımız, bildiğimiz, sezdiğimiz bir takım şeyler var. Şimdi izlediğimizde de işleyen taraflarını görmek çok onur verici. Sadece onu değil, neleri beceremediğimizi de konuşuyoruz. Tabii ki bir insan yaratıya aşık olup hayatı boyunca ona bakıp durabilir ama durmayacağımız için sürekli, hala ve hala, her izleyişimizde bir daha tartışıyoruz.

Çok ağır bir konuyu ele aldınız. Çok da sert bir film izledik. +18 aldı film. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

HG: Bu konudaki fikrimi söyleyebilirim. Gerçek hayatta, gündelik hayatta olan bir takım gerçekleri sırf kağıt üzerinde güzel görünmüyor diye ve kendinize yakıştıramıyorsunuz diye onları yok saymak ancak ileride yaşayacağınız şoku geciktirir. Siz yaşamazsınız torununuz yaşar. Elbet biri bir gün duvara çarpar. O ya siz olursunuz ya torununuz olur. Ya da torununuzun torunu olur, eğer torununuz da sizin gibi her şeyi ertelemeye meraklıysa. Eğer hastalıkların semptomlarını yok etmekten başka hiçbir şey yapmıyorsanız, sürekli ağrı kesici alıyorsanız hastalığınız büyür ve ilerler. Bunu saklamak mümkün. Bunu 16 yaşında bir çocuğa izletmemek mümkün. Halbuki o çocuk bunun çok daha şiddetlisini gazetede zaten okuyor.

Bu benim 8. romanım. Hayli şiddet içeren hikayeler anlattım çünkü şiddetin bir iletişim aracı olarak kullanılması beni çok rahatsız ediyor. Bununla ilgili sorular sormaya çalışıyorum. Ama asla ben akşam haberleri kadar şiddetli bir şey yazamadım. Onun için bunu 16 yaşında bir çocuğa izletmemek ona sadece şimdilik gözlerini kapat demektir. Halbuki o sadece gözlerini kapatamaz. Yeniden açmak durumunda çünkü o gerçek hayatın içinde ve her şeyin farkında. O yüzden çok yanlış bir uygulama olduğunu düşünüyorum. Çünkü ben esas şiddetin, pornografinin, çocukların uzak tutulması gereken şeyin gerçek hayatta olduğunu düşünüyorum. Sanat eserlerinde değil.
İnsan hayatının değerini kaybetmesi kadar +18 bir şey olamaz. İnsan hayatı değerini kaybettiyse siz bunu kitaplarda, sinemada saklamayı çok denersiniz ama bu yağmur varken ıslanmamak için gözlerinizi kapatmaya benzer. Travmatik olan gerçek hayat, sinema değil.

İzleyenlerin merak ettiği bir soruyu soralım. Başrol oyuncu Hayat Van Eck nereden çıktı? Nasıl birlikte çalışmaya başladınız?

OS: Gaza karakteri çok ana direklerden biri olduğu için filmde, çok uzun bir
arama süreci vardı. Çok yetenekli genç arkadaşlarla çalışmalar yaptık fakat bir türlü istediğimiz performansı yakalayamadık. Bunun üzerine Ankara, Bursa, Eskişehir, İzmir gibi yerlerden, oralardaki ajanslardan fotoğraflar ve videolar istedik. Bayağı uzun bir liste geldi ve gerçekten şöyle oldu, şaka gibi: Bilgisayarın başındayız, pek çok fotoğraf var ve tek tek bakarken bir anda Hayat’ın yüzüyle karşılaştık. Bu bir Çarşamba günüydü. Cuma günü Hayat bizim ofise girdi ve Gaza oldu. Çok şanslıydık çünkü Hayat gerçekten çok iyi bir insan ve aynı zamanda çok yetenekli. Müthiş derecede çalışkan, algıları açık, set disiplini olan, biri. 14 yaşındaydı o zaman ve ilk kez böyle bir şey yapıyordu. Umarım o da ileride çok daha iyi filmlerde, çok daha iyi rollerde oynayacaktır.

Yazarken kafanızda karakterlerin bir fiziksel portresini çiziyor musunuz?

HG: Bazen.

Bu filmdeki kişiler veya mekanlar sizin kafanızdakilerle örtüşüyor muydu?

HG: Bence çok güzel bir denk düşme oldu. Bu sadece bir iyi oyuncu, iyi bir mekan değil koca bir dünya. Oradaki coğrafi konum da araçlar da makineler da açılar da öyle. Bu dünya da benim tam olarak anlatmak istediğim baba-oğulun yalnızlığına sahne olabilecek bir yer.

İlk binayı gördüm sonrasında Hayat ile tanıştım. Ahmet’i (Ahmet Mümtaz Taylan) zaten tanıyordum. Onları bir arada görmek beni çok etkiledi. Evet yani aynı hissi duyduk Onur ile. Ben de Hayat’ı görünce “Tamam” dedim.

Hakan Günday ve Onur Saylak birlikteliği devam edecek mi?

HG: Eder, düşünüyoruz. En nihayetinde bir duvar var önünde. Duvarda bir takım delikler açıyorsun arkasını görebilmek için. Onur oyunculukla görüyor, ben roman yazarak görüyorum. Şimdi sinema yoluyla başka delikler açılıyor ve duvarın arkasını görmeye çalışıyoruz. Kendini anlamak için, insanı anlamak için eğer böyle bir yol keşfettiysen ve böyle bir yol açıldıysa, o yoldan gitmemek mümkün değil. Çünkü ne kadar çok açıdan bakabilirsen kendine ve insana, o kadar az kazıklanmış gibi ölme ihtimalin var.

Daha’nın yolu hangi festivallerden geçti ve geçecek?

OS: Biz filmimizi Karlovy Vary ana yarışmada açtık Temmuz ayında. Kanada’da Calgary, Hollanda’da Film by the Sea Festivali’ndeydi. Edebiyat uyarlamaları festivaliydi ve çok keyifliydi. Batum’da Art House Film Festivali’ne katıldık. Norveç’te Bergen Uluslararası Film Festivali'nde, Belçika’da Ghent’te, Hindistan’da Mumbai Film Festivali’nde, Güney Kore’de Busan Film Festivali’nde, Polonyo’da Tofifest’de, İsveç’te Stockholm Film Festival’inde, Norveç’te Films from the South’da, Litvanya’da, İspanya’da, Estonya’da, Brezilya’da... şimdilik bunlar görünüyor yurt dışında. :)


Vizyon tarihi: 12 Ocak 2018
Yönetmen: Onur Saylak
Senaryo: Hakan Günday, Onur Saylak, Doğu Yaşar Akal
Oyuncular: Ahmet Mümtaz Taylan, Hayat Van Eck, Turgut Tunçal, Tankut Yıldız, Tuba Büyüküstün, Kağan Uluca, Ahmet Melih Yılmaz, Uğur Aslan, Lara Aysal, Pervin Bağdat
Yapımcı Ay Yapım, Kerem Çatay, Ziya Cemre Kutluay
Tür: Dram, Polisiye
Süre: 1s 57dk
Fragman: https://www.youtube.com/watch?v=lzLsEw1pc2Y

 YORUMLAR  ({{commentsCount}})
{{countDown || 2000}} karakter kaldı
{{comment.username}}
{{moment(comment.date).fromNow()}}
Uyarı:  Yorumunuz, yönetici tarafından onaylandıktan sonra tüm ziyaretçilerimiz tarafından görüntülenebilecektir. (Bu mesajı sadece siz görüyorsunuz)
{{reply.username}}
{{moment(reply.date).fromNow()}}
Uyarı:  Yorumunuz, yönetici tarafından onaylandıktan sonra tüm ziyaretçilerimiz tarafından görüntülenebilecektir. (Bu mesajı sadece siz görüyorsunuz)