Üye değil misiniz?
Aktivasyonunuzu tamamlamadınız!
Zaten bir hesabınız var mı?
Derviş Zaim, Tabutta Röveşata ile başladığı uzun metraj yolculuğuna Cenneti Beklerkenfilmi ile devam ediyor. Çekimleri Türkiye ve Macaristan'da gerçekleştirilen film, gişede umduğu başarıyı bulacak mı bilemeyiz; ama her haliyle ortaya iyi bir "seyirlik" konulmuş diyebiliriz.
Minyatür sanatı ile modern anlamdaki resim sanatının karşılaştırılması üzerinden doğu-batı sorunsalına bir yaklaşım denemesi niteliği taşıyor film. Filmin başoyuncusu minyatürü (halk tabiriyle, nakışı. Film boyunca nakış, minyatür, resim kelimeleri birbirinin eşanlamlısı kelimler olarak kullanılmaktadır.) şöyle tarifi ediyor: Nakış, donmuş bir hayalin resmidir. Gazel Efendi de ustasının bu tarifini kulağına küpe eylemek suretiyle devam ediyor nakış işlemeye.
Film 17. Yüzyıl'da geçiyor. Bir minyatür ustası olan Eflatun, aslında yas tutmaktadır. Yakın zaman önce karısını ve oğlunu kaybetmiştir ki yönetmen ölüm sebeplerinden bahis açmaz. İşte bu ahval üzerine, nakışhanede sabahı akşam eden, aynı zamanda yitirdiği ailesinin acısıyla hayaller gören Eflatun, tıpkı bir Frenk ressamı gibi -unutmamak, hatırlamak amacıyla- ölen karısının ve oğlunun suretlerini resmetmiştir. Son minyatürünü bitirdikten sonra da bir daha nakış yapmamaya karar verir. Uzun sürmez, vezirin askerleri Gazel ile Eflatun efendiyi alır götürür. Eflatun'un görevi isyancıların lideri sahte Şehzade Dalyan'ın suretini resmetmektir. Böylelikle saray gerçekten infaz edilen kişinin Dalyan olduğundan emin olacaktır. Eflatun bu işe "mecbur ve memur" olduğu için istemese de kabul eder.
Dalyan'ın infaz edileceği kervansaraya doğru yapılan yolculuk Eflatun'da bir takım fikri değişimler yaşamasına sebep olacaktır. Aslında bir Türk bile olmayan hatta Müslümanlığı sonradan kabul etmiş bir karakterdir Eflatun. Yani devşirme yönetimi içinde Osmanlının yetiştirdiği "makam" verdiği bir Hırvat. Eflatun isyancıların elinden saklanarak kurtulan Leyla'ya kendini ifade ederken hayat hikâyesini de anlatıverir bir çırpıda.
Askerlerin isyancı olarak niteledikleri ve saraya "kellesini" götürmek istedikleri Dalyan eski padişahın oğludur gerçekten. Dalyan'ın hikâyesini eflatun'a yanlarındaki asker anlatır gizlice: Dalyan'ın annesi sarayda cariye ve hamiledir. Ancak vefat eden padişahın yerine yenisi geçince padişahın on hamile cariyesi denize atılır ölmeleri için. İşte Dalyan ölmeyip de kurtulan cariyelerden bu on cariyeden birinin oğludur. İspanya'da yetişmiştir ve şimdi Osmanlı topraklarına gelerek hak iddia etmektedir.
Doğunun minyatür sanatını ile Batının resim sanatı arasındaki kimi ayrılıklar üzerinden karakterlerinin iç dünyasına yönelen Derviş Zaim, minyatürün sinema diline yansımasını başarılı bir şekilde düşürmüş. Eşsiz minyatürler eşliğinde devam edilen yolculuk da bir minyatürdür aslında. Canlanan atlar, minyatür çizgileri ile stilize edilmiş bir bozkırda ilerler. Bir nevi animasyonun tekniğinin kullanıldığı sahneler gerçekten ustaca kurgulanmış. Kadraj içerisinden başlayan ve gerçekliğe karışan rüyaların anlatımı da filmin dikkate değer başka bir noktası... Yalın bir anlatım taptaze görüntüler... Dönem dekorasyonu ve sahne tasarımında yapaylık nerdeyse hiç yok. Bunlar mesafe kat etmiş Türk sinemasının ve artık anlatımı kıvamını bulmuş Derviş Zaim filminin göstergeleri.
Eflatun'un çırağı Gazel'in, katıksız bir Müslüman duyarlılığı ile söylediği "keşke Frenk resminde de bize Allah'ın âlemini hissettirecek hava olsaydı" sözü Osmanlı'nın insana bakışına, dahası İslam'ın insanı ele alışına yerinde bir göndermedir. Çoğu zaman dar kalıplar ve oryantalist yanılgılar içerisinde dillendirilen ham, kaba, sevgisiz, acımasız Osmanlı anlayışı burada yok. Zaim, resmi tarihten azade, belgelere dayalı 'sahih' tarihten referanslarla örmüş filmini. Örneğin Eflatun'a suret çizme görevini verdikten sonra askerini yanına çeviren vezir, şunları fısıldar kulağına: "Eflatun'a zarar gelmesin. Zira cihana hem adalet hem güzellik lazımdır". İstanbul'a dönerek görevini tamamladığını gösteren Eflatun, yolculuk esnasında âşık olduğu ve İstanbul'a dönünce de evlendiği Leyla?nın "İstanbul'a gitmeyelim, vezir bizi öldürür" şeklindeki başka bir memlekete kaçma teklifini rehin tutulan çırağı Gazel için reddeder.
Eflatun'un yolculuk sonunda evine vardığında doğunun minyatür sanatı ile batının resim sanatını harmanlayarak yeni bir form oluşturma düşüncesi, bugünkü doğu-batı sorunsalına da pratik bir çözüm önerisi sunma görevi taşıyor. Keşke böyle pratik bir çözüm ile sonlanabilse bu "çatışma". Eflatun'un minyatürü tarif ederken söylediği "donmuş hayal" tamlaması da doğunun resim sanatına bakışını yansıtıyor zaten. Doğunun derinliksiz, renk oyunlarına prim vermeyen, ışık ve gölge oyunlarının olmadığı minyatürü tercih sebebi neyse batınında resim sanatını tercih sebepleri odur. (Doğunun nakış dediği bu sanata batılılar minyatür demiştir, daha sonra yaygınlığı artan bu kelime doğuda da tercih edilir olmuştur.) Bu bağlamda filmin final sahnesinde "yönetmenin sözü" de diyebileceğimiz harmanlama teklifi yeni olmadığı gibi sadra şifa da değildir.