Üye değil misiniz?
Aktivasyonunuzu tamamlamadınız!
Zaten bir hesabınız var mı?
1980 sonrası dönemi anlatan birçok film yapıldı, kitaplar yazıldı, belgeseller çekildi. Ancak hiçbiri Beynelmilelkadar ironik değildir herhalde. Filmde bir alaya alma mevcut; ancak bu asla tek taraflı olmuyor.
Senaristler beklendiği gibi sadece askeri yönetimi, askeri mantığı ve cuntayı alaya almıyorlar; aynı zamanda kendi halinde yaşamaya çalışan, "işini bilen", yalakalık yapıp kendini kurtarma derdinde olan o dönem halkını ve o zihniyeti alaya alıyorlar. Bir yandan askeri bando üniforması bulunamadığı için "temsili düşman" üniforması giydirilen "Gevendeler", diğer yandan oğlu bandoda çalınca insanların ona para takmaya devam edeceğini düşünen bir baba, öbür taraftan kasabada kalkan bir cenazeye katılmayanları ve duaları eksik okuyanları ihbar eden bir adam. Tabi filmin genel havasını oluşturan ironik iğnelemelerden komünist - sosyalist gençlik de nasibini almış. Bir genç adam düşünün? Davasını o kadar önde tutuyor ki bir kızla duygusal ilişki içine girmeyi dahi zaman kaybı ve burjuva alışkanlığı olarak görüyor. Ona göre ilişkilerin yaşanacağı zaman, devrim sonrası zamandır. O zaman her şey serbesttir. "Dava adamı" olmaya bu kadar özenen ve söylemleri slogandan öteye gidemeyen bir kuşağın serzenişleri, aslında "Haydar Arkadaş"tan çok Gülendam karakterinde vücut buluyor. Üniversitede okuyan devrimci Haydar karakterine hayranlık besleyen Gülendam, ona benzeyebilmek, gözüne girebilmek için onun söylediği her şeyi kanun belleyip, kulaktan dolma içi boş sloganlarını ev halkına satıyor. İşte asıl ironi de bu noktada başlıyor, hem de en trajikomiğinden. Bir tarafta annesi açlıktan ölmüş, zamanında para kazanmak uğruna ailesinin tek geçim kaynağı olan çalgıcılık mesleğini icra ederken aynı zamanda köçeklik yapmış olan baba Abuzer diğer taraftan zaten yıllardır halkın tokadını periyodik olarak yiyen emeklilik yaşı çoktan gelmiş iki uvertür şarkıcı.
Filmin olay örgüsü ve gerilim çizgisi aslında çok da başlarda yükselmiyor. Filmin son 15 dakikasına kadar düz çizgisel bir sekans içine yedirilmiş parodiler dizisi seyrediyormuş hissine kapılmadım desem yalan olur. Ancak son 15 dakika içerisinde filmin bütün havası hüzne dönüşüyor ve güldüğünüz bütün esprileri unutuyorsunuz. O ironik havanın yerini hayatın gerçekleri alıyor. Senaristler son dakikalara kadar sizi ne kadar yukarılara çıkartıyorlarsa, sonlarda o kadar dibe vurduruyorlar ve göz yaşlarınıza hakim olamıyorsunuz.
Teknik olarak bir yenilik barındırmamakla beraber, anlatının diğer unsurlarıyla bu eksiğini örtüyor. Çatışmanın kurulumu ve gelişimi açısından bakıldığında teknik yeniliğin bulunmuyor oluşu, minimalist anlamda bir tercihin göstergesi olabilir, ayrıca temanın güçlü bir şekilde işlenmesi, görsel bir yeniliğin olmasını gereksiz kılıyor.