Üye değil misiniz?
Aktivasyonunuzu tamamlamadınız!
Zaten bir hesabınız var mı?
En büyük bütçeli Alman yapımı olan Koku, tutkularının peşine giden olağanüstü yetenekli bir insanın hikayesini anlatıyor. Jean-Baptiste, ilahi bir kokuya ulaşmak ve onu muhafaza etmek konusunda o kadar büyük bir hırsa ve tutkuya sahiptir ki, yeteneği ve yapmak istekleri onu uzun bir yolculuğa çıkarır. Bu yolda cinayet işlemesi gerekiyorsa eğer, gözünü kırpmadan işler. Peki, bu uğurda cinayet işlemek onu gerçekten eli kanlı bir katil yapar mı?
Öncelikle Jean-Baptiste'nin sinema tarihinin en masum hatta "sempatik" katili olduğunu söylemenin çok iddialı bir yorum olmadığını düşünüyorum. Onu yola çıkaran motivasyonlar çok aşikardır; olağanüstü bir yetenek, fark edilme arzusu, sevgisiz büyümüş -hatta yanlışlıkla büyümüş olduğunu da söyleyebileceğimiz- bir yetim ve mükemeliyetçilik. Bu kadar bileşen bir araya geldiğinde ve içinizdeki nehirler tüm şiddetiyle aktığında, Paris'de bir parfümcüde çalışıp zengin olmak sizin için yeterli olmayacaktır. Jean-Baptiste'nin gitmesi gerekiyordu ve gitmişti. Bu kadar basit. Eğer aksini yapsaydı, rengini kabul etmeyen bir kelebekten farksız olacaktı.
Bana mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin?
Bana kokunun tasvirini yapabilir misin Patrick? Yazar Patrick Süskind'e bunu soran kimse olmuş mudur bilemiyoruz fakat Süskind gerçekten kokunun tasvirini yapıyor. Bir romancı olarak akıllara durgunluk veren bir hayal gücünün etkisiyle tasviri mümkün olmadığı düşünülen bir şeyin tasvirini yapıyor Süskind. Kokuyu duyuyorsunuz. Bu durumda yazar Süskind ve başroldeki Jean Baptiste'nin birbirlerine çok benzediklerini fark etmemek olanaksız. Süskind, daha önce hiç bir sanatçının ulaşamadığı bir yere gitmek isteyen Jean-Baptista'nın hikayesini anlatmak suretiyle kendisinin ne kadar eşsiz bir sanatçı olduğunu da kanıtlıyor. 1985'de yayımlanmış romanı sinemaya uyarlamak isteyen çok ünlü yönetmenler de olmuştu. Kübrick ve Ridley Scott projeye ilgi göstermiş fakat çeşitli sebeplerle vaz geçmişlerdi (açıkcası tırsmışlardı) ve sonunda projeyi Alman sinemasını yükselteceği iyice belli olan, Koş Lola Koş'un da yönetmeni olan Tom Tykwer sahiplendi. Ben bir sinema sever olarak yönetmenin bu kadar kuvvetli bir eseri sinemaya uyarlamak isteyerek çok büyük bir risk aldığını fakat bu riskin altından da fazlasıyla kaltığını düşünüyorum.
Son olarak, sinema tarihinin belki de en etkileyici bir kaç finalinden birisini ise kesinlikle kaçırmamak gerek. Her ne kadar filmin orjinal ismi "Koku, bir katilin öyküsü" olsa da, yönetmenin Jean-Baptista'nın bir katil mi yoksa bir mesih mi olduğu konusunda izleyiciyi düşürdüğü açmaz çok başarılıydı.