Üye değil misiniz?
Aktivasyonunuzu tamamlamadınız!
Zaten bir hesabınız var mı?
"Mankenler oyunculuk yapmalı mı?", "Aynı anda hem şarkı söyleyip hem de dans edebilir misiniz?", "Eski çamlar bardak olur mu?" gibi lüzumsuz magazin açmazlarına bulaşmadan, sorumuzu soralım: "Şair film çekebilir mi?"
"Kim bu şair?" diye düşünebilirsiniz, hemen açıklayalım. Geçtiğimiz aylarda Polisadlı filme imza atan, çoğu kimsenin ilk olarak yönetmen sıfatıyla tanış olduğu ancak özünde ve öncesinde şairliğiyle gönlümüzde yer etmiş olan Onur Ünlü'den bahsediyorum. Reklâmcılık okumuş, sinema ve televizyon için bazı senaryo çalışmalarında bulunmuş ve hatta oyunculuk yapmış olsa da, şiire meftun olanlar onu "Ah Muhsin Ünlü" mahlasıyla tanıdı. Kendi gayretleriyle çoğaltıp yakın çevresine ve okurlarına dağıttığı "Gidiyorum Bu" adlı şiir kitabı, nihayet 2005 yılı Temmuz ayında Sel Yayıncılık tarafından basılmıştı.
Söze, Ünlü'nün şiirine değinerek başladım, çünkü bu iki uğraşı arasında belli akrabalıklar olduğunu düşünüyorum. Zira onun şiirinde rastlanabilecek absürtlüğün, muzipliğin, bilgeliğin bıçkınlığın, farklı tadın, "ezber bozan" söylemin, sinemasında da bir nüve olarak görülmesi mümkün. Bu sayede, yeni ve yenilikçi olarak adlandırılan Polis'in, klasikten yana olan izleyici tarafından sarsıcı bulunacağı, anlaşılamayacağı ve yadırganacağı endişelerine karşın, şimdiden kendine has bir kitle edindiği söylenebilir.
"İNSAN ACİZDİR, ARTİSTLİK YAPMAMALIDIR."
Kurt Vonnegut'un, "İnsanların gerçeklerle yetinmesine şaşıyorum." sözleriyle açılan film, gerçeğin sınırlarına hapsolmayacağının işaretini daha ilk dakikalarda veriyor. En umulmadık ve abesle iştigal eden sahnenin bile doğallık içinde verilmesi filmin öne çıkan başarılarından. Ünlü'nün çok bildik bir hikâyeyi bilinmedik bir üslupla anlatıyor olması, ortaya çok farklı ve keyifli bir çalışma çıkarmış. Film, derin olmaya çabalarken bunalımında boğulan, eğlenceli olmaya çalışırken fazlasıyla sulandırılan, iptidai yapımlara savaş açıyor. Mevcut filmlerden ve sinemamızdaki suya sabuna dokunmayan kalıplardan iyice sıkılmış "bir seyirci"nin, yönetmen koltuğuna oturup kendi zevkine göre dillendirdiği oyunbaz bir masal, Polis.
Kazandığı başarılar, yakaladığı şebekeler sayesinde efsanevi bir kahramana dönüşen cinayet masası polislerinden Musa Rami'nin öyküsü bu. Kansere yakalanan Rami'nin, yalnızca iki ay ömrü kaldığını öğrenmesiyle yaşadığı değişimi merkeze alan film, insanın acziyetinin, noksanlığının, kimi zaman ne kadar güçsüz olabileceğinin ve kendini matah sanmaması gerektiğinin belgesi. Kahramanımız sürekli "sınanıyor", zamanla sahip olduğu her şey elinden alınıyor. Önce yaşamının sonuna geldiğini öğreniyor, sonra çocukları ve torunlarını kaybediyor, sevdiği genç kızdan aldığı olumsuz cevap da bunlara eklenince yaşamasının hiçbir anlamı kalmadığını düşünüyor.
Bu noktada kendisine, âyetlerle verilen -ve tercümesi film içerisinde altyazı olarak geçilen- cevap, Türk Sineması'nda kimi zaman kullanılmış olan camii, dua ve inanç olgusuna yeni bir boyut kazandırıyor. Tanrı'yla ilgili açmazları, soruları, teslimiyetleri ve beklentileri olan, bununla beraber günahkârlığının, eksik taraflarının, insanın günahla ilişkisindeki normalitenin- farkına varan bir karakter var karşımızda. Filmin genel olarak yapmaya çalıştığı da bu: Uçlarda gezinmeye, keskin ve "öteki"ni reddeden cevaplara ihtiyaç duymaksızın, hayatı her yönüyle ele almak. Siyahla beyazın, günahla sevabın, ölümle yaşamın, tüm zıtlıkların birbirine kenetlenmiş olduğunu, yan yana/baş başa/dip dibe at koşturabileceğini göstermek.
Ayrıca, abartılı bir biçimde ciddiye alınan ve çoğu kimse tarafından kurtarıcı olarak addedilen sinema anlayışını feshediyor Ünlü. Kayırdıkça çorak bıraktığımız, ulaşılmaz gösterdiğimiz, sınırlar yüzünden sakil hâle getirdiğimiz sinema sanatının, o kadar da önemsenmemesi gerektiğini, iki saatlik bir seyir esnasında kâinatın sırrının öğrenilemeyeceğini ispat ediyor.
MİLLÎ CİNAYET KOLEKSİYONU
Film, kamera açıları ve geçişleriyle, ilginç sahneleriyle (piknik, intihar, kafede yenen yemek, üç kez ve farklı diyaloglarla tekrarlanan park sahnesi gibi) ışığı ve müziği kullanım biçimiyle, oluşturduğu atmosferle akıllara kazınıyor. Elbette belli boşluklar ve hatalar da göze çarpıyor, ama bu durum, Polis'in Türk Sineması'na getirdiği taze soluğu gölgeleyebilecek bir doza sahip değil. Film, umutsuzca sona erse de, arayış içerisinde olmanın kıymetine dair göndermeler içeriyor. Bunun dışında farklı etkilenimleri barındıran bir havası var, özellikle Türk Sineması'na selam durulan sahneler/trükler hünerle kotarılmış.
Filmin Takeshi Kitano'ya adanması, alışılmadık temaları gayet olağan biçimde yansıtarak şaşırtan gerçeküstü akıma bir saygı duruşu olarak göze çarpıyor. Haluk Bilginer'in performansı ise, Musa Rami rolüne bir başkasının bu kadar yakışmayacağını kanıtlar nitelikte.
Polis, Eflatun Film adı altında bir araya gelen çoğu Anadolu Üniversitesi kökenli bir grup sinemacının, suç olgusunu ele alındığı 'Milli Cinayet Koleksiyonu' projesinin ilk yapımı. Bu projenin, insanın suça bulaşıp hayatını berbat etmesi üzerine 10 filmden oluşması planlanıyor. Onur Ünlü, bir sonraki filminin senaryosunu yazmaya şimdiden başlamış. Duvarların arkasını görebilen bir yan hakem, konuşan bir kedi, görünmez imam ve ölümsüz muhasebeci arasında geçen bir intikam öyküsü bu.
Görülen o ki, Onur Ünlü ve ekibinin çalışmaları bizi şaşırtmaya devam edecek. Ancak, her ne kadar sinemasını ilginç, orijinal ve keyifli bulsak da, şiirine duyduğumuz sevginin yerini hiçbir şeyin alamayacağını da bu vesileyle belirtelim.