Binlerce yıllık bir uzak doğu sorusudur; "ormanda kimse yoksa, devrilen bir ağaç ses çıkarar mı?" Kestirip atan basit bir cevabı var bu sorunun, "duyacak kimse yoksa sesin varlığından emin olamıyız". Peki, ev sahiplerinin evde olmadığını fark edip evlere sinsice girip orada bir iki gün kalıp hiç bir şey almadan ve hatta evdeki kirli çamaşırları yıkayıp bozuk eşyaları onarıp oradan çıkan Sun-hwa'nın gerçek dünyadaki varlığından söz edebilir miyiz? O gerçekten var mıdır, yoksa yalnız ve çaresiz bir genç kadının kafasında yarattığı bir hayal kahramanı mıdır?
31 Temmuz 2012

Binlerce yıllık bir uzak doğu sorusudur; "ormanda kimse yoksa, devrilen bir ağaç ses çıkarar mı?" Kestirip atan basit bir cevabı var bu sorunun, "duyacak kimse yoksa sesin varlığından emin olamıyız". Peki, ev sahiplerinin evde olmadığını fark edip evlere sinsice girip orada bir iki gün kalıp hiç bir şey almadan ve hatta evdeki kirli çamaşırları yıkayıp bozuk eşyaları onarıp oradan çıkan Sun-hwa’nın gerçek dünyadaki varlığından söz edebilir miyiz? O gerçekten var mıdır, yoksa yalnız ve çaresiz bir genç kadının kafasında yarattığı bir hayal kahramanı mıdır?

Rüştünü çoktan ispat etmiş Kore’li yönetmen "Kim Ku Duk" baş karakterin tek kelime bile konuşmadığı ve ilk yarım saat boyunca neredeyse hiç diyalog olmayan ve hatta toplam diyalogların 12 fontla yazıldığında bir A4’ü doldurmayacağı filminde, nasıl yapıyorsa izleyiciyi hiç sıkmıyor ve mükemmel bir hikaye anlatmayı başarıyor. Uzak doğu sinemasının genel karaktersitik özelliklerini -az laf çok iş- bu filmde de bulmak fazlasıyla mümkün. Uzak doğulu yönetmenler Holywood ve ana akım sineması ekseninde yeşeren sinema izleyicisine sadece sanatsal anlamda değil "kişisel gelişim" anlamında da çok şey katıyor; "iletişim kurmak için konuşmak zorunda değiliz" Bu minimalist anlatım Avrupa sinemasında nedense çok sıkıcı olabilirken, kültürün gerçek temsilceleri tarafından icra edildiğinde sessiz sedasız ama duyguların sel olduğu, gürül gürül çağladığı bir esere dönüşüyor.

Kore sinemasının ardı ardına çıkardığı iyi yönetmen ve filmlerin de bir tesadüf olmadığını belirtmek gerekiyor. Ülkede yabancı film kotası var ve vizyona giren her filmin belli bir kısmı (sanırım yarısından çoğu) yerli olmak zorunda. Liberal ekonomiler devrinde nereden çıktı bu kotalar demek lazım. Eğer "amerikancı" bir bakış açısına sahipsek. Neyseki bu tarz bir görüşümüz yok hatta daha doğrusu Kore devletinin ve kültür bakanlığının da yok ki böylesine değerli insanların çalışabileceği bir endüstri kurmuşlar. Yabancı filmlere uygulanan kota çok kalitesiz ve sürümden kazan Amerikan filmlerini pazar dışı bırakıp yerli filmlerin nispeten daha iyi filmlerle rekabete girmesine neden oluyor. Darısı bizim de başımıza. Yerli sinema sektörüne senede 3 milyon avrocuk ayırabilen kültür bakanlığının başına taş düşmeden hallolsa bu işler...

Tekrar filme dönecek olursa, Boş ev’iizledikten sonra insan ruhunda tuhaf bir dinginlik oluyor. Çok güzel bir şiir okumuş gibi ya da engin ve uçsuz bucaksız bir manzarayı izlemişsiniz gibi. Sessizlik içinize doluyor ve orada büyük bir gümbürtü koparıyor. Adeta tekrar tekrar izleme hissi uyandırıyor.

Filmin kapanış cümlesini de yazıp yazıyı da kapatmak gerek artık.

"Yaşadığımız dünyanın gerçek mi yoksa hayal alemi mi olduğu hakkında görüş belirtmek gerçekten de çok zor..."

    

Kaynak
Kerem Oğuz
 YORUMLAR  ({{commentsCount}})
{{countDown || 2000}} karakter kaldı
{{comment.username}}
{{moment(comment.date).fromNow()}}
Uyarı:  Yorumunuz, yönetici tarafından onaylandıktan sonra tüm ziyaretçilerimiz tarafından görüntülenebilecektir. (Bu mesajı sadece siz görüyorsunuz)
{{reply.username}}
{{moment(reply.date).fromNow()}}
Uyarı:  Yorumunuz, yönetici tarafından onaylandıktan sonra tüm ziyaretçilerimiz tarafından görüntülenebilecektir. (Bu mesajı sadece siz görüyorsunuz)