Fantastik öyküler her daim okuyucusunun ve sinema izleyicisinin ilgisini çekmeyi başarmıştır. Bunun sayısız örneği Hollywood ve Avrupa da gerek sinemasal olarak, gerekse yazı olarak okuyucu kitlesinin raflarında yerini almaktadır.
31 Temmuz 2012

Fantastik öyküler her daim okuyucusunun ve sinema izleyicisinin ilgisini çekmeyi başarmıştır. Bunun sayısız örneği Hollywood ve Avrupa da gerek sinemasal olarak, gerekse yazı olarak okuyucu kitlesinin raflarında yerini almaktadır. Fantastik dünyanın içinde bir yer edinmeye çalışmayan ve bu konuya çok aşina olmayan sinemamız ise, yeni bir film ile bu boşluğu doldurma yolunda bir kapı açtı diyebiliriz. Fantastik terimini açacak olursak; gerçek hayatta var olmayan, ‘hayal ürünü’ demektir ki eğer bu bir hikaye içinde harmanlanıyorsa ve başarılı bir şekilde sinema perdesine yansıtılıyorsa o zaman izleyicinin aldığı keyfe değecek bir şey yoktur. Biz bir çok efsaneyi, fantastik öğeleri ve geçmişini içinde barındıran bir toplum olarak bu konuya ilgiyle beraber bir uzaklıkta duyarız. Ama ilk defa bu dünyanın kapılarını aralayan ve risk alan yönetmen Çağan Irmak, belki de bu kadar vizyona giren gişe başarısı hedef alınmış filmin yanında cesurca davranarak kendi fikirlerini oluğu gibi ortaya koydu.

Bahsettiğimiz fantastik dünya, bu hafta vizyona giren Çağan Irmağın ‘Ulak’ filminden başkası değil. ‘Ulak’ Çağan Irmağın uzun bir aradan sonra merakla beklenilen sinema filmi. Peki bu film genel izleyici görüşü ve genel bakış açısı tarafından Babam ve Oğlum gibi gişe başarısının hat safhaya ulaştığı bir filmden sonra, bekleneni ne oranda karşılıyor gelin bir bakalım. Çağan Irmak hayalle gerçek arasındaki git gelleri seviyor bu bir, her filminde aynı oyuncularla çalışmayı adet halinde tekrarlıyor bu iki ve drama tabi ki vazgeçilemezi oluyor bu da üç.! Hemen hemen her filmde kullandığı baba ve oğul ilişkisini de unutmamak lazım ki bu da dördüncü madde olarak sıralanabilir. İlk olarak bir masal anlatılıyor, her ne kadar büyüklerinde ders çıkarması kendinden pay bulması gereken bir hikayede olsa anlatılan, çocuklar baz alınıyor ve film boyunca algılanan tek başrol çocuklardır sonucu çıkıyor. Filmin sonunda da ‘bu filmi hayal gücü olan çocuklara armağan ediyorum’ diye not düşüyor.

Hayal gücünün yozlaşmış olduğu toplumumuzda, bize dayatılan açık ve ‘gerçek’ olan her ne varsa filmde ironik bir şekilde ortaya çıkıyor ve hayal kurmanın aslında ne kadar mucizevi ve ruhani bir durum olduğu gösterilmeye çalışılıyor. Gösterilmeye ‘çalışılıyor’ çünkü konu fantastik dünyanın engin sularında sığ kalıyor ve öyküde ki kopukluklar bir de hayal gücüyle karışınca istenileni tam olarak seyirciye geçiremiyor.Gerçekle hayal arasındaki masalsı anlatımda iyilik ve kötülük her zamanki baskın tavrını ortaya seriyor. İyi olanın kazandığı kötü olanın kaybettiği bir masalda bu sefer hangi tarafın kazandığı aslında tam olarak belli değil. Filmin sonu seyircinin hayal gücüne bırakılmış!

Oyunculuklara diyecek çok bir şey yok aslında. Neden fazla bir söze gerek olmadığı bir Çetin Tekindor’un, Hümeyra’nın yada Yetkin Dikincilerin’in, yönetmenin bir önceki sinema filminde ki (nedense) aynı oyunu sergiliyor olmalarından kaynaklanıyor olabilir. Hümeyra’nın deli-dolu  bir kadını canlandırması, Yetkin Dikinciler’in kötü bir karakter canlandırmasına rağmen konuşma şeklinin, diyalekt olarak aynı vurguları yapması ve Çetin Tekindor’un her zamanki dramatik sahneleri oynuyor olması daha önce ben bu oyunları bir yerden hatırlıyorum izlenimi veriyor. Bu da doğal olarak filmin ana temasından seyirciyi uzaklaştırıyor. Yoksa hepsi birbirinden başarılı bu oyunculara bir sözümüz olmasa gerek.
Filmde ayrıca dramatik sahnelerin çokluğu kimi zaman sıkıcı bir boyuta ulaşabiliyor. Çetin Tekindor’un ve Hümeyra’nın ağlamadığı bir Çağan Irmak filmi çekilecek mi merak konusu. Dramatik deyince Babam ve Oğlum da ki haklı başarı yalın ve dokunaklı bir şekilde izleyiciyi kendine hapsedebiliyor ama buradaki anlatım dili ve rengi bu sadeliği ve karşılıksız beklentiyi seyirciye geçiremiyor. Film de dikkate değer bir başka yönse, filmin içinden daha bir sürü film çıkabileceği hissi. O kadar çok yan hikaye var ki nereye dalsak bir müddet zorunlu nefesimizi tutuyoruz. Yönetmenin  çok sevdiği, baba ve oğul ilişkisine ek olarak kızını satan bir annenin de yan hikayesine tanık oluyoruz. Aslında dramatik olması gereken bir durumu yarı ciddi, yarı ciddi olmaktan uzak bir tavırla takip ediyoruz. Konuya ne tam yaklaşabiliyoruz nede kopabiliyoruz. İlgimiz dağılıyor. Bunun  gibi bir çok örnek daha var filmin içerisinde o yüzden öykünün genel anlatımında kopukluklar olduğunu görebiliriz.

Hikaye içinde hikaye anlatımı var olan film de herkesin kendine düşen bir rolü var. Hayal gücünü, anlattığı masal içerisinde sunan ve dağıtan bir masalcı var. Hiç yaşamadıkları bir deneyimin  tadını alan her çocuk kendi sembolik dünyasını oluşturuyor. Bu filmde çocuk oyuncuların başarısı gerçekten görülmeye değer. Bunun yanı sıra sinema dili ve çekim olarak ta çok bir şey kazandırmıyor ama yine de bana göre bir ‘ilk’ olması itibariyle fantastik dünyanın kapılarını zorlaması filmi sinefiller bakımından görülmeye değer kılabilir. Her ne kadar fantastik evrende bir gezinti yapmaya olanak verse de gişe de ne kadar hayal gücü gerektirir bu tartışılır! Hayal kurmaya bile izin vermeyen zihinlere inat  siz kendi masalınızı yaratın ve hayal gücünüzü kaybetmeyin…

Kaynak
Melis Tataroğlu
 YORUMLAR  ({{commentsCount}})
{{countDown || 2000}} karakter kaldı
{{comment.username}}
{{moment(comment.date).fromNow()}}
Uyarı:  Yorumunuz, yönetici tarafından onaylandıktan sonra tüm ziyaretçilerimiz tarafından görüntülenebilecektir. (Bu mesajı sadece siz görüyorsunuz)
{{reply.username}}
{{moment(reply.date).fromNow()}}
Uyarı:  Yorumunuz, yönetici tarafından onaylandıktan sonra tüm ziyaretçilerimiz tarafından görüntülenebilecektir. (Bu mesajı sadece siz görüyorsunuz)