Üye değil misiniz?
Aktivasyonunuzu tamamlamadınız!
Zaten bir hesabınız var mı?
Burada çok daha öncelere, on on beş yıl kadar önceye gitmem gerekir: Henüz öğrenciydim; kısa filmlerimiz, yurtiçi ve yurtdışı (Nürnberg, İran, Çekoslovakya, Romanya, Amerika vb) birçok film festivalinde gösterilmişti. Film dilinin olanakları sonsuzdu ve birçok anlatımı deniyorduk.
Ankara'ya bir Ömer Kavur filmi gelmişti. Yönetmeninin, Orhan Pamuk uyarlaması Gizli Yüz adlı filmini izlemiş (hiçbir şey anlamamakla beraber) çok şaşırmıştık. Biz anlamamıştık, ama bunun hiçbir şeyin ölçütü olmadığını bilecek (anlamadığımız filmleri tümden reddetmeyecek ya da ona tapınmayacak) kadar bilinçli çocuklardık. Anlamamıştık, ama Gizli Yüz adlı filmde bir şey vardı; şiirsel, rüya gerçekliğine ait, düşsel, insana dayatılan ye-iç-yat-kalk-tüket dünyasına ait olmayan büyülü bir şey... Sonraki seansa yeniden bilet aldım. Film bittiğinde darmadağınıktım; yine bir şey anladığım söylenemezdi, ama bu kez müthiş keyif almıştım filmden. Suareye de bilet aldım Gizli Yüz'ü aynı gün üçüncü kez izledim; bu kez tamam dedim. Evet, tamamdı...
Şimdi başa dönebilirim; Nilgin Sağyaşar'ın edebiyat bilgime duyduğu güvenle bana seçtirdiği Aziz Nesin öykülerinden üçünü Ömer Kavur TRT için çekecekti. Bu fırsatı kaçıramazdım. Çünkü böyle fırsatlar insanın karşısına hayatta bir kez çıkar. Kendilerinden çok şeyler öğrendiğim Tomris Giritlioğlu, Tülay Eratalay, Cafer Özgül gibi çok değerli ve yetenekli yönetmenlerin yanında; kendisine çekilmesi armağan(!) edilen bir projeyi çekmek (ya da iyi bir kameramana çektirip yönetmen(!) olmak)üzere sete çıkmadan önce bir söyleşisinde, "İlk kez bir filmin kurgusu film çekilmeden önce tasarlandı(!)" diyebilecek ya da "Film dili" dendiğinde garip bir biçimde "repliklerin ya da konuşmaların" kastedildiğini sanacak kadar sinemadan bihaber yönetmenler(!) arasında boğulmuştum. Tüm bu nedenlerle Ömer Kavur'la çalışmanın ne büyük bir şans olduğunu düşündüm ve hayatımda ilk kez bir işi ben talep ettim. Daha öncesinde hep bana iş teklif edilmişti; Ankara Üniversitesinde hocalık, tamam. Gazi Ün. derslere girer misin, tamam. Yabancı Diller Bölümünde çalışır mısın tamam. TRT'de yeni bir yapılanma içindeyiz gelir misin, atamam...
Cafer Özgül, Sinan Yaka, Mustafa Şen ile görüşüp Ömer Kavur ile çalışma isteğimi belirttim. Onlar konuştu ve çalışmaya başladım. Ömer Bey son derece zarif bir yönetmendi. Her şeyden önce "insan"dı... Set aralarında sinema ve sinemaya ilişkin akademik çalışmalar üzerine kısa öz sohbetler ediyorduk. Beş Kollu Avize ve Patroniçe'yi çekmiştik. Koltuk filminin de artık son sahnelerini çekiyorduk. Bir sonraki günün çekimleriyle ilgili sette plan ve düzenleme yapılıyordu. O sahnenin mantıken yanlış kurulduğu düşüncesi, senaryoyu okuduğum günden beri kafamı meşgul ediyordu. Ömer Bey, Sabri Savcı'ya kameranın yerini, oyuncu konumlarını, Recep Biçer ve Mustafa Ziya Ülkenciler'e istediği atmosferi anlatıyordu. O sahnenin "yanlış" olduğu konusunda öyle yoğun düşünceler içindeydim ki; içimden hep, "Bu sahne yanlış" diye geçiyordu. Bu düşüncem (bazen böyle olur da dilimizi tutamayız ya...) kendiliğinden dışsallaştı. Bir an bana baktı, "Bu sahneyi yeniden yazıp yarın getir" dedi. Donup kaldım. Ben kovulduğumu, beni bu işe teklif eden Mustafa şen, Sinan Yaka ve Cafer Özgül'e bu durumu nasıl açıklayamayacağımı ve çok mahcup olacağımı düşünürken Zafer Par yanıma gelip kolunu omuzuma attı ve fısıltıyla, "Bu, senin için büyük bir fırsat, yarın bu sahneyi yazıp getir" dedi. Kovulmamıştım yani...
O gece Grand Star otelindeki odamda kaç fincan kahve ve kaç tane sigara içtiğimi anımsamıyorum, ama saat 04.00'a kadar tek satır yazamadığımı çok iyi anımsıyorum. İlham milham gelmez zaten insana; yazan kişi bunu bilmeli, matematiksel ve mantıksal hesaplar yapmalı. Saat 04.00'dan sonra sakince yazmaya başladım. Sabah bir sayfalık o sahne yerine iki sayfalık bir sahne yazmıştım ve yazdığım sahne, daha önce çektiğimiz Beş Kollu Avize filmine güçlü göndergeler taşıyordu. Bağıntılar oluşmuştu. Böylece o filmle Koltuk filmi benim yazdığım sahne aracılığıyla iç-içe geçiyordu. Ömer Bey sabah saat 10.00 gibi sete gelir gelmez, "Cengis nerede" dedi. Zafer Bey bana işaret etti. O anda kendimi, Zafer Bey'in yetiştirmek için emek harcadığı yönetmen adayı gibi hissettim. Ömer Bey, "Yazdığın sahneyi oku" dedi. Okumaya başladım. İki film arasında bağ kurduğumu fark etti anda, "Yeterli Cengis, tamam oyunculara bu sahneyi çalıştır" dedi. Senaryodaki sahne atıldı ve onun yerine benim yadığım sahne çekildi...