Üye değil misiniz?
Aktivasyonunuzu tamamlamadınız!
Zaten bir hesabınız var mı?
Av Mevsimi ile birlikte şunu çok iyi anladım; Ustalar da yaşlanıyor !! Kimi zaman bu onlara yaramıyor değil hani... Clint Eastwood, Akira Kurosawa, Howard Hawks gibi yönetmenler, olgunluk çağlarında çok parlak filmlerle karşımıza çıkmışlardı.Ama Yavuz Turgul örneğinde de gördüğümüz gibi kimi zaman bu yaşlanma pek olumlu sonuçlar vermiyor.
Av Mevsimi'nde bu yaşlanmayı fazlasıyla hissettim dersem yalan olmaz. Belki de bunun en büyük nedeni, Turgul'u Turgul yapan kendi sinemasının dışına fazlasıyla çıkmış olması diyebilirim. İlla ki yönetmenler, özellikle kendi tarzını yaratmış ustalar da, yeni sulara yelken açacaktır. Ama eski gemiyi terk ederken, yanında bir şeyler götürmeyi de ihmal etmemeliler diye düşünüyorum.İşte Yavuz Turgul bunu ne yazık ki gerçekleştirememiş. Yönetmenin bir zamanlar "Muhsin Bey, Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni, Gölge Oyunu, Eşkıya, Gönül Yarası" gibi filmlerinde dünyayı,tüm çirkinlikleri, haksızlıkları, her zaman kaybetmeye mahkum insanları, acımasızlıkları gözler önüne serdiği trajedi yüklü başyapıtlarından sonra, Av Mevsimi bana illa da "modern" olmak isteyen, kendisini geri plana atıp oyuncularını gösteriş aracı olarak kullanan, soluğu ve heyecanını bir ölçüde tüketmiş eski bir ustanın filmi gibi göründü.
Ne var ki, Turgul aslında az usta ve az zeki değil. Filmi geçmiş filmlerinin gölgesinden sıyırmak ve güncel kılmak için hiçbir fırsatı kaçırmıyor.Şener Şen gibi bir ustanın yanına, yeni neslin belki de en çok sevdiği kişisi olan Cem Yılmaz'ı koyuyor. Bu buluşma Türk sinemasının en büyük buluşmalarından biridir.Birçok kişi de eminim ki benimle aynı şeyi düşünmüştür. Ama bu büyülü buluşma ne yazık ki Turgul' un modernize film yapma çabalarından nasibini fazlasıyla alıyor. Öyle ki Şener Şen gibi bir ustanın belki de en tutuk, en geride kaldığı, hatta "keşke oynamasaydı" dediğimiz filmi oluyor. Kısacası bu filmle "Şener Şen'e gerçekten yazık oldu" demekten kendimi alamıyorum.
Uzakdoğu'nun en büyük yönetmen-oyuncularından olan TakeshiKitano? nun, geçmişte ülkesinin en ünlü stand-upçısı??? olduğunu kaç kişi biliyor bilemiyorum ama onun şimdi ki filmlerine ve çizdiği karakterlere bakarsak buna kimsenin inanamayacağı aşikar. Cem Yılmaz da bu filmle beraber komik adam karakterinden, sert adam karakterine doğru U dönüşü yapıyor ve kırılganlıkla delilik arasında bir yerlerde duran bir kimliği canlandırıyor. Belki de yönetmenin filmle ilgili en büyük artısı bu oluyor. Ama bu artı maalesef düşüncede kalıyor. Çünkü Cem Yılmaz, mevkii dışında oynatılan futbolcu gibi rolünde çok fazla sırıtıyor. En sert olduğu sahnelerde bile her an kameraya dönüp "ceee!!" diye mimik yapacakmış izlenimi veriyor. Hele ki vurulma sahnesindeki akıllara zarar oyunculuğu gerçekten facia.Ben yinede sert rollerin adamı olması konusunda umutluyum.İlk denemede bu kadar aksamış olması normal. Bu tarz rolleri oynadıkça, kendini yeni yeni kimliklere soktukça, iddia ediyorum ki geleceğin Şener Şen'i olacaktır.Uzun lafın kısası benim için Şener Şen'in veliahdı olabilecek tek aktör Cem Yılmaz'dır.
Klasik polisiye filmlerin giriş kısmı nasıldır bilirsiniz.Önce bir ceset bulunur daha sonra katilin peşine birileri düşer... Av Mevsim'de aynı bu çizgide başlıyor. Bu sefer ceset değil, kesik bir el bulunuyor. Ama bu el yabancı filmlerde gördüğümüz, kesik ellerin çok ötesinde bir el.Yıl olmuş 2010... Yabancılar kıyamet filmi çekiyor, yerin altını üstüne getiriyorlar ama biz daha kesik bir eli bile inandırıcı yapamıyoruz. El el değil sanırsınız Roberto Carlos' un baldırı. Sözüm ona bir de kadın eli. İşte bu el, bütün ekibin hayatını sözde değiştiriyor. Bundan sonra olaylar öyle bir gelişiyor ki, ne nedir, kim kimdir daha biz anlamadan perde de akıp gidiyor. Yavuz Turgul, ilk defa bir filminde bu kadar çok yan karaktere yer vermiş diyebilirim.Ama hiçbiri senaryonun kopukluğu nedeniyle dişe dokunur bir katkı sağlayamıyor. Okan Yalabık'ın oynadığı Hasan karakteri hem oyunculuk hem de işleyiş bakımından tam bir felaket. Yalabık'ın "haç kafilesini kaybetmiş hacı gibi" şaşkın şaşkın dolaşması izleyenleri bir yerden sonra sıkıyor. Melisa Sözen, İdris'in eski karısı Asiye rolünde sade bir oyunculuk çıkartıyor.Mahir İpek ve Murat Serezli Amir rollerinde artık bu tarz filmlerin klişeleşmiş karakterlerini (sürekli herkese bağıran polis şefleri) başarıyla canlandırıyorlar. Battal Çolakzade rolü ile Çetin Tekindor, bir kere daha şiveli konuşmasıyla perdeye geliyor. Şivesiz konuşmasını bilmesem, hep şiveli konuştuğunu sanacağım. Neden hep şiveli konuşan karakterleri canlandırıyor anlayamıyorum. Tekindor kısa rolüne rağmen filmin en güzel sahnelerinden birine imza atıyor. Şener Şen ile evin bahçesinde karşı karşıya geldikleri sahne... İki avcının karşılaşması, doğrusu oldukça etkileyici... İki adamın da gerçek anlamda birer dramı ve onları çok iyi tanımamızı, giderek sempati duymamızı gerektiren birer öyküleri var. Ancak Turgul' un senaryosu ne yazık ki buna müsaade etmiyor. Film genelde beklenen yönde, öngörülebilecek gelişmelerle ilerliyor. Böyle olunca Şen ile Tekindor' un ayaklarına pranga vurulmuş gibi oluyor. İkisi de karşılıklı döktürecekleri bir filmde, bir adım bile ileri gidemiyorlar.
Film bu tür filmlerin öngördüğü tuzakların hepsine düşüyor dersek yeridir. Gerçeklik duygusu zedelenmese de, yapay etkiler sağlama kolaycılığına sıkça başvuruyor. İdris' in karısı ile problemleri, Hasan'ın çömezliği ve giderek ruhsal durumunun bozulması, sürekli dırdır eden amirler ve daha 30. dk. da tahmin edebildiğimiz, sözde sürpriz son. Bütün bunların yanına kameranın, müziğin ve kurgunun hikayenin özünü ikinci plana düşürmesini de eklersek elde çok fazla bir şey kalmıyor.
Türk sinemasına doğrusu pek unutulmayacak yenilikler armağan etmeyen bu modernize Yavuz Turgul filminin elbette alkışlanacak öğeleri de var. Bunların başında, usta görüntü yönetmeni Uğur İçbak' ın nefis görüntüleri geliyor. Fotoğraf tadında ki kareleri, solgun renk kullanımı çok başarılı. Özellikle Cem Yılmaz'ın yemekte söylediği Karadeniz türküsü, şimdiden Türk sinemasının en güzel karelerinden birisini oluşturmuştur. Bir diğer unsur, sanat yönetmenliği... Beyoğlu, büyük yüksek tavanlı tarihi evler,gece kulüpleri... Bütün bunlar Turgul' un geçmişini filme yansıtan yegane şeyler. Bütün filmlerinde olduğu gibi sanat yönetmenliği her zamanki gibi çok başarılı. Ve filmin müzikleri... Müzikler yer yer filme klip havası katsa da çok başarılı olmuş diyebilirim.
Uzun lafın kısası Av Mevsimi, sık sık devamlılığı kesilen,anlatımı bütünlenememiş, pek başarılı olmayan bir film denemesi. Türünün en başarılı örneklerini çıkartan Uzakdoğu sinemasından da, Hollywood' un klasikleşmiş polisiyelerinden de çok ama çok uzakta. Filmin sonlarına doğru tek düşüncem "film bitse de kendimi dışarı atsam; ulan bir de bu saatten sonra dolmuş bulabilir miyim?" oldu.
Umarım Yavuz Turgul kendi tarzını değiştirmeden ve bir 5 yıl daha bizleri bekletmeden , tekrar beyaz perdeye döner.