Üye değil misiniz?
Aktivasyonunuzu tamamlamadınız!
Zaten bir hesabınız var mı?
Röportajın videosunu izlemek için lütfen tıklayın:
Seda Sualp : Önce mühendislik okumuş,sonra tiyatro eğitimi almışsınız.Tiyatrodan sinemaya geçişiniz nasıl oldu?
Ezel Akay : Şimdi bir kere bunlar 20 yıl önce oldu. Dolayısıyla nasıl olduğunu hatırlamam biraz zor artık. Tiyatro diye bir şey vardı benim için, yani sinema yapmak gibi bir şey hiç olmadı benim için üniversite yıllarında. Boğaziçi Üniversitesi oyuncularının bir kulübü vardı. Çok da ünlü bir kulüptür. Çok ünlü tiyatrocuların yetiştiği yerdir. Çok da sağlam bir geleneği vardır oranın. Aslında ben oradan mezun oldum sayılır, yani makine mühendisliğini hiç yapmadım. Ondan sonra Amerikada devam etmeye karar verdim, master yapmaya gittim tiyatro üzerine. Orda daha çok film seyrettim. Yani oradan aklıma düştü. Ama gelip de ilk reklam filmi için sete çıktığımda, ben kameranın nasıl bir şey olduğunu, önünden mi arkasından mı bakılacağını bilmiyordum. Bir tane ortağım, kameramanım, arkadaşım vardı; Barış Ulus. O Almanyada okumuştu. Onun bilgileri sayesinde biz bu hayata adım attık.
Seda Sualp : Peki tiyatro okumuş olmak, şu anki kariyerinize baktığınız zaman,size ne katmıştır?
Ezel Akay : Bir kere,oyuncuları daha iyi anlama imkanı sunuyor. Biz tiyatro konusunda, dramaturji denen şeye çok önem veren bir gelenekten geliyoruz. Yani bir "mana analizi" diyelim ona, dramaturjiye. Yani bir metni yorumlamak konusunda araştırmak, üstüne fikir üretmek, sahneleri yorumlamak ve orda aynı manayı tekrar etmek,eğitimle olabilen bir şey. Bana tiyatronun,özellikle Boğaziçi Üniversitesindeki tiyatronun en büyük faydası bu oldu. Hatta dramaturjiye çok önem veren bir çalışma yöntemi ile çalışıyorum. Bir de oyuncu yönetmek konusunda bana arka plan yaratmış oldu.
Seda Sualp : Daha rahat müdahale edebiliyorsunuz.
Ezel Akay : Tabii. Müdahale değil de, oyuncu ile daha iyi çalışmak diyelim.
Seda Sualp : Peki reklam filmi yönetmenliği yapmış olmak, sinema filmi yönetmenliğinizi -2 filmden yola çıkarak- nasıl etkilemiştir. Reklam filmi yönetmeni olmanın, sinema filmi çekerken size olumlu ya da olumsuz ne gibi katkıları omuştur?
Ezel Akay : Olumsuz etkisini görmedim. Söylenenlerin aksine önemli olan; o kişinin sinema yönetmeni olup olamayacağı. Onun reklam filmi yönetmeni olmasının bir önemi yok. Bir tek şöyle bir problemi var reklam filmi yönetmenliğinin; insanın çok vaktini alan bir yönetmenlik türü reklam filmi yönetmenliği. Yani insan reklam filmi yönetmenliği yaptığı müddetçe,sinema filmine geçiş yapması zorlaşıyor.Ona özel bir vakit ayırmak gerekiyor. Yani bir sinema filmi üzerine bir yönetmen, hiç bir şey olmadan bir 3 ay çalışabiliyor olmalı. En az bir 3 ay, konsantre bir biçimde o projenin üzerine çalışacak, ondan sonra ekip çalışmaya başlayacak. Mesela bu tür vakitler yaratamıyor reklam filmi yönetmenleri. Ama tabi dünyada çok iyi örnekleri var. Dünyada neredeyse eşit oranda reklam filmi çekmiş çok iyi yönetmenler var. Çok iyi yönetmenler reklam filmi çekmiş, çok başarısız filmlerin yönetmenleri var. Dolayısıyla bu birazcık kişisel, yani o sanatçının kendi durumuyla ilgili bir şey. Buna karşılık,çok fazla şey kattığını düşünüyorum. Bir kere teknik bilgim,reklam filmi çekmemiş bir yönetmenin çok daha üstüne çıktı. Çünkü teknolojik oyuncaklarla oynamak,onlardan yeni görseller yaratmak,reklam yönetmenliğinin ana unsurlarından biri. Dolayısıyla var olan sinematografik teknolojiyi çok iyi öğrenmeme yardımcı oldu. Öğrendikten sonra da artık onun üzerinde fazla düşünmemeye, yani teknik hep bir engel olarak yapımın karşısında duruyor. Ama teknolojisini çok iyi bilen bir ekip,artık işin gerçekten daha artistik,daha ince taraflarıyla uğraşabiliyor. Biraz böyle bir faydası oldu. Onun dışında,bir estetik eğitimi almış oluyorsunuz. Neredeyse bir modern sanat tarihi eğitimi almış oluyorsunuz. Çünkü var olan bütün görsel tarzları, hem fotoğrafta hem filmde analiz etmiş olmanız, hepsini seyrediyor olmanız gerekiyor reklam filmi çekebilmek için. Yeni görsel iletişim araçlarından faydalanmanız,grafik sanatına yakın durmanız gerekiyor. Hepsi kullanılıyor çünkü reklam filmi yönetmenliğinde. Dediğim gibi bu bir estetik eğitimi aslında. Tabiki bir pazarlama estetiğinin eğitimi,bunu unutmamak lazım. Orada popüler kültür ile oynamak var ama içtenlik yasak. İçtenliğin ayrı bir estetiğinin olması gerekiyor aslında. Onu da her yönetmen,her sanatçı kendisi keşfetmek zorunda,ona doğru gitmek zorunda. Aksi taktirde biri diğerine benzeyen filmler ortaya çıkıyor,bütün Amerikan sinemasında olduğu gibi.
Benim bir sanat eğitimim olmadı,yani annemden falan,ev içi sanat konuşmaları dışında. Benim için ve bizim bütün ekibimiz için bir tür okul oldu. Umarım ekol olarak zararlarından kurtuluruz. Çünkü hakikaten kafa karıştırıcı bir eğitim bu. İnsanın kendi içtenliğini ayırması lazım. Onu yapamayanlar eften püften filmler çıkartıyor,reklam filmi yönetmenleri.
Seda Sualp : Türk sinemasında çığ gibi büyüyen,arka arkaya çekilen bir sürü film var. Sizce bu filmlerin sayısının artması niteliği ne derece etkiliyor? Yani bu kadar film var ama,bunların bu kadarı nitelikli şeklinde bir ayrım yapılabilir mi?
Ezel Akay : Aslında o kadar standart bir cevabı var ki bu sorunun, bu tür soruları bütün dünya için, mesela şöyle diyebilirsiniz; computer ile müzik yapmak ortaya çıktı ve müzisyen sayısı acayip arttı. Oraya da sorabiliriz bu soruyu. Bu kadar çok olunca kalite de artıyor mu? Bence artıyor. Neden? Çünkü teknolojinin herkese film çekilebilir hale gelmesi, hem mali açıdan hem teknik açıdan daha kolay üretilebilir bir şey haline gelmesi, bu konuda eğilimi olan bir çok insana cesaret veriyor ve herkes film çekiyor. Şimdi bunların arasında aslında, bu şanslar verilmediği taktirde hiçbir zaman film çekemeyecek, gerçek üstün zekalı yaratıcılar da var. Kaybolabilir, tesadüfen,o işe hırsı yetmez ve içinde ukde olarak kalabilir bu. Böyle insanlara bir fırsat yarattığı için bir kere,çok iyi filmleri çekmeye aday,başka türlü köşede kalacak insanlar ortaya çıkıyor. Dolayısıyla filmlerin kalitesini arttırma yönünde bir adım oluyor. İkincisi teknoloji ve insan eğitimi, teknolojik adam eğitimi artıyor çok film olunca. Dolayısıyla başka iyi filmlerde, daha iyi kadrolarla, daha tecrübeli kadrolarla film çekmek mümkün oluyor. Ama dünyanın her yerinde olduğu gibi sinema sektörü, son derece kötü, ortalama, eh işte, nefis ve harika filmlerden oluşuyor. Harika filmler küçük bir kategori, dünyanın her yerinde böyle. Ama biz yalnızca harika filmlere gitmiyoruz. Çünkü yalnızca sanat izlemek için gitmiyoruz, kendimizi eğitmek için gitmiyoruz. Seyretmek eğlenceli bir şey olduğu için gidiyoruz. Ben çizgi filmlere de oğlumla birlikte gidiyorum. Bazen o gitmiyor, ben "hadi gidelim" diyorum. Yani seyrettiğimiz şeylerin çeşitlenmesi, aslında kültürümüzün çeşitlenmesi. Bazıları çok kolay yutulur ve kolay unutulur filmler. Ama bu ikisi bir arda yaşayabiliyor ancak. Kalitenin artacağından eminim, artıyor da zaten. Esas cevap herhalde bu.
Seda Sualp : Kendi filmlerinizin hem yapımcısı hem de yönetmeni olmanın her hangi bir avantajı ya da dezavantajı var mıdır, nedir bunlar?
Ezel Akay : Bir avantajın görüp görmediğimi, bir başka yapımcı ile çalışınca anlayacağım. Dezavantajları çok fazla. Hem bütçelerin benim planladığımdan daha yüksek çıkmasının nedeni,benim aynı zamanda yapımcılığını yapıyor olmam. Çünkü yönetmenliğe bir kere başladığınızda, artık bütçe ile alakanız, denetiminiz kopuyor, kopmak zorunda kalıyor, başka bir konsantrasyon o. Bu bir zarar veriyor. Yani işin başında olmak dene şeyin ticarette çok önemli bir yeri var. Diğeri; yine organizasyonel karışıklıklara yol açıyor aynı zamanda yönetmen ve yapımcı olmak. Avantajı ise şu olabilir; ben oldukça özgür çalışmış oluyorum. Hem ayağımı yorganıma göre uzatmış oluyorum bir parça,ama ondan sonra, yani benim setimde "zaman" dışında -zaman problemi sektörel bir problem ,filmin çekim süresi, şudur budur, oyuncu takvimleri-,onun dışında, benim setimde, benim o film için gerekli gördüğüm şeylerin hepsi oldu. Ben de çok lüks bir şey talep etmedim ama dramaturjik olarak gerekli olan her şey, benim setimde oldu. Belki yapımcılığın böyle bir avantajı oldu bana.
Seda Sualp : Siz filminize seçtiğiniz oyuncularla, film öncesi nasıl bir çalışma aşaması geçiriyorsunuz, nasıl bir süreç izliyorsunuz?
Ezel Akay : Süreye bağlı ama genelde uzun sürede hazırlanmış oldum filmlere, kendi yönettiğim filmlere. Onun için oyuncuları önceden seçip, neredeyse rolleri onlara göre bir daha yazmak gibi bir süreçle başlıyorum. Rolün yorumlanması için, okuduğum şeyleri onlara da okutmaya çalışıyorum. Mesela ekip,film için bir araştırma yapıyorsa,araştırmanın sonuçlarını mutlaka oyuncularla da paylaşıyorum. Onları o dünyanın içine çekmek,o konuda düşünmelerini sağlamak,hatta o konuda gözlem yapıp kendi rol kişilerini geliştirmelerini sağlamaya çalışıyorum. Oldukça yakın ve dediğim gibi yine dramaturji çizgisi ile yapılan bir çalışmayla çalışıyorum oyuncularla.
Seda Sualp : Mesela ben bunu en çok Hacivat Karagözde, Haluk Bilginerde merak etmiştim. Çünkü doğaçlama gibi çok şık,çok oturmuş tavırlar var filmde. Haluk Bilginer ile ne kadar sürdü çalışmanız?
Ezel Akay : Yine benzer şekilde. Zaten Haluk benim, yönetmenlik yaparken nasıl düşündüğümü çok iyi anlıyor, çok benzer bir çalışma yöntemine sahip,yani tiyatrodan geldiği için ki benim eğitimimin de, oyuncularla ilişkimin de tiyatrodan geldiğini düşünüyorum. Dolayısıyla o konuda anlaşıyoruz. Bu anlaşma, yani frekans tutturma meselesi önemli. Haluk benim için, bugün yarın film çekemeyebilirim ama benim değişmez oyuncularımdan biri. Çalışmaktan hoşlandığım oyunculardan biri Haluk hakikaten. Ama hem Firuzede hem Hacivat Karagözde oyunculuk konusundaki en önemli strateji,doğaçlama stratejisiydi. Doğaçlama oyunculuk, ağza geldiği kadar kolay bir şey değil. Doğaçlama kaosa da dönüşebilir. Yani istemediğiniz şeyler de çıkabilir içinde. Onun için iyi bir çerçeve çizmek,o çerçeveyi oyuncu ve yönetmenin birlikte kontrol etmesi,ondan sonra saldım çayıra yapması gerekiyor. Ama o saldım çayıra içinde bile hafif kontroller, "bir dakika dur", "bir de şuradan gir" gibiye yönlendirmeler yapılabiliyor. Sahneden farklı olduğu için kamera dur-kalk yapabiliyor. Ama çok önem verdiğim bir şey benim bu. Tekstten biraz daha kopup,içerikten kopmadan doğaçlama yapabilmek,benim oyunculardan talep ettiğim en önemli özellik.
Seda Sualp : Türkiye de sezon olarak baktığımız zaman, Eylül ayı gibi sinema filmleri vizyona giriyor,Mayıs sonunda da bitiyor. Yani Haziran ,Temmuz ve Ağustos ta çok fazla sinemaya gidip film izlemiyoruz, vizyona film de girmiyor. Ancak yurtdışında çok da böyle bir uygulama yok, yani yılın belli aylarında sinema filmi vizyona girmemesi gibi. Siz bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ezel Akay : Şimdi bir kere, bütünüyle sinema seyretme alışkanlıkları değişmiş yeni bir nesilden söz ediyoruz. Yani 60lar ve 70lerde böyle değildi. Yaz sezonunun filmleri de vardı. Bütün sezon filmler, bütün sinemalarda dolaşırdı ve satılan bilet sayısı da,bugünün yaklaşık 8 misli idi. Bugün 35 milyon satılıyor,74te 250 milyon bilet satılmış. Sinema salonu sayısı da 3 binlere yakındı. Şimdi 1800 falan olduk daha yeni yeni,son 3 yılda artmıştır bu da. Şimdi bir kere sinema, salon sayısı ile çok ilgili. Sinema salonlarının teknolojisi ile de çok ilgili. Yaz sinemalarında havalandırması, şusu,busu gibi şeyler ki yeni açılan sinemaların çoğunda da var bu,açık hava sineması geleneği vardı. O açık hava sinemaları da, büyük koltuk sayıları olan sinemalardı. İnsanlar tatile gittiklerinde de oralarda bu sefer yaz sinemaları açılıyordu. Yani Yeşilçam endüstrisi kendini çok güzel bir şekilde oturtmuştu. Şimdi sinema seyircisi sayısı çok düşük,onun için insanlar yazın tatildeyken değil, kışın evlerinde sinema seyrediyor. Buna karşılık Amerikan filmleri oynuyor ama. Ve gişe de yapıyorlar yazın, Türkiyede de yapıyorlar. Bu sene sezon, geçen seneye oranla bayağı uzadı, hala oynayan Türk filmleri var şu anda. Uzamak zorunda kaldı, film sayısı da arttığı için. İki sezonumuz var şimdi,ocak öncesi ve ocak sonrası var, bir üçüncü sezonu da tekrar yaratabilmemiz lazım. Ben bunun, sinema salonu sayısının artmasıyla, yazlık sinemaların sayısının artmasıyla olumlu etkileneceğini düşünüyorum. Ama dediğim gibi sinemanın biraz daha vazgeçilmez bir seyirlik haline gelmesiyle de değişecek bu. Şimdi pahalı bir eğlence hala Türkiye için sinema.
Seda Sualp : Türkiyede çekilen reklam filmlerinin ki son dönemde hakikaten çok iyi reklam filmleri de çıkıyor, yurt dışında reklam filmleri için düzenlenen festivallerdeki durumu nedir, bir başarıya ulaşılıyor mu?
Ezel Akay : Ulaşıyor, ödül alıyor. Çeşitli festivallerde Cannesdan tutun işte değişik festivaller var, Epica var, oralarda uzun süredir hep ödül alıyor reklam filmleri. Bizim çektiğimiz filmlerden de ödül alanlar oldu yurt dışında. Buradaki reklam filmleri, uluslararası reklam filmlerinden daha kötü değil, asla. Çok iyileri de var, yani yarışabilecek olanları da var. Amerikada, İngilterede, Fransada çekilen reklam filmlerinin içinden de biz "creme of the top" kremasını seyrediyoruz. Yani bize gelenler onların en iyileri, dünyanın en iyileri. Halbuki altlarında 100 misli daha sayıda, en az 100 misli daha sayıda, daha vasat reklamlar var. Böyle baktığınız zaman, Türkiyedeki reklam filmi yapım kalitesi Avrupa, Amerikadakinden farklı değil. Daha düşük bütçeler var burada. Önceden bütçelerimiz de yarışıyordu. Fakat şimdi reklam filmi yapım bütçeleri çok düştü. Bu biraz prodüksiyona yansıdı ama zaten ödül kazanan film, yapım kalitesi en iyi film değil, reklam fikri en iyi filmdir. Dolayısıyla aslında bizim onlardan eksik bir tarafımız yok. Fakat reklam filmi fikri, kampanya fikri, seyirci ve müşteri, yani seyreden, satın alan ve reklam veren müşterinin kültürüyle ilgili bir şey. Reklam ajansı creativeleri ne kadar kaliteli, ne kadar cin fikirli fikirler bulurlarsa bulsunlar, bunu önce müşterinin,sonra da seyircinin kabul edebiliyor, anlayabiliyor olması lazım. Çok kültürel bir şey, aynı şiir gibi. Dolayısıyla orada bir zayıflık değil, kültürel fark olduğunu görüyoruz aslında. Ama çok gelişti. En hızlı gelişen sinematografik sektörlerden biri reklam filmi yapımcılığı.
Seda Sualp : Sizin "Daha Lüküs Hayat" isimli projeniz ne aşamada, projeden biraz söz eder misiniz?
Ezel Akay : Şimdi bir destekleme aldık. Ama oyuncu takvimleri karışıverdi. Dolayısıyla çekim tarihleri belirsizleşti. Şu sıralarda konuşuluyor. İmaj ile ortak o proje. Cemal Noyanın o konuda bir karar vermesi lazım. Oturacağız önümüzdeki dönem, karar vereceğiz.
Seda Sualp : Sinemaya uyarlamak istediğiniz bir roman var mı?
Ezel Akay : Zaten bir roman yazdık. "Yargu" adlı, Haldun Çubukçu ile ortak yazdığımız bir roman var. O zaten,sinemaya çekilmek üzere düşünülmüş bir hikayeydi. Önce romanını yazmaya karar verdik, roman çıktı. Çok sinematografik bir roman. Hakikaten insanın gözünde bir film canlandıran bir roman, onu yapacağız inşallah. Orta çağda geçen bir hikaye. Bunun dışında Reşat Ekrem Koçun bir hikayesini senaryolaştırmıştık zaten. Bir köçek hikayesi. Yine Osmanlı hikayesi, Lale Devri öncesi İstanbulda geçen bir hikaye,İstanbul ve Şam. Onun dışında Amerikalı ünlü bilim kurgu yazarı Philip Dickin bir hikayesinden bir senaryo yazdım, ben bir uyarlama yaptım.
Seda Sualp : Bunlar için kafanızda oluşmuş bir takvim yok sanırım.
Ezel Akay : Parasını bulduğumuz zaman. "Yargu"yu bu sene yapamam, ona imkan yok. Önümüzdeki 2 yılın projesi Yargu. Daha geç de kalsın istemiyorum.
Seda Sualp : Masalların yeniden yorumlanması ile ilgili bir proje var bildiğim kadarıyla. Bize bundan biraz söz eder misiniz?
Ezel Akay : Bülent Turgut, Medyalabdan,onunla birlikte geliştirdiğimiz bir proje.. Masallardan film yapalım fikriyle geldi Bülent aslında. Benim de o sıralarda düşündüğüm bir konu vardı. Ardından Kadir Has Üniversitesinde bu konuyla ilgili bir atölye çalışması yaptım.Anlatıcılık meselesi benim çok kafama takılmış bir şey. Anlatıcılık ve dinleyicilik. Yani bir hikaye anlatan ve o hikayeyi dinleyenler arasındaki ilişkinin çok özel ve çok arkaik, yani çok eski çağlardan beri devam eden bir ilişki olduğunu düşünüyorum ve o insanlar masal, hikaye dinlemeyi seviyorlar, istiyorlar ve hatta neredeyse yemek içmek gibi buna ihtiyaç duyuyorlar. Çünkü toplu halde, cemaat halinde yaşamanın koşulu; ortak hikayelere sahip olmak. Ortak hikayeniz yoksa, siz cemaat halinde yaşamıyorsunuz, gelip geçiyorsunuz demektir. Onun için onları bir arada tutan şey hikaye, masal. Ki hikaye masal dediğim şeylerin, bugünkü sinematografik filmlerden, romanlardan bir farkı yok. Hepsi anlatıcılı ve dinleyicili ya da okuyuculu hikayeler. Formları farklı ama temel özellikleri aynı. Biz de bu meseleyi bir parçacık kurcalayabilme, dışarıya çıkartabilmek için bir proje geliştirdik aslında Bülent Turgutun verdiği ilhamla. O da Batı masallarını alıp, önce onları Doğu masalı gibi yazmak, bir Doğulunun anlattığı masallar haline dönüştürmek ve bunu filme almak. O zaman bir fark olduğunu görüyorsunuz. Batı masallarını Doğuya çevirince ne oluyor? Mesela "ibret" ekleniyor. İçinde "ibret" ve "kıssadan hisse" olmadan Doğu masalı olmuyor. Batı masallarında iyinin kötünün karıştığı, fantastik diyebileceğimiz bir dünya var, yani tamam hep bir iyilik önermesi ile bitiyor ama Doğu masallarında daha farklı bir ibret, kıssadan hisse mevzuu var. Dolayısıyla böyle bir dönüşmenin temelinde böyle bir şey yatıyor. Daha sonra bu projenin Batılılara, Doğunun Batıya nasıl baktığını göstermek için de iyi bir deneme olacağına karar verdik ve böyle 6 tane masal yazdık. Rapunzel; "Zülfüyar" oldu, Kibritçi Kız; "Yıldız Kız" oldu, Pamuk Prenses ve 7 Cüceler ;"Yünüm Sultan ve 7 İbiş" oldu, Cindirella; "Baharatçı Kız" oldu, Güzel ve Çirkin; "Afitab ile Ucube" oldu. Hikayelerin iskeletlerine dokunmadan karakterlerini ve lokasyonlarını değiştirdik ve bir de kıssadan hissesini geliştirdik içinde. Yani onun da tatlı tatlı yer alması gerekiyor. Bunları da 90ar dakikalık birer sinema senaryosu haline getirdik. Bir de anlatıcısı var bunların. "Tepegöz" diye bir dev. Bunlar "Masal Anlatan Dev Masalları" ya da "Tepegöz Masalları" diye adlandırılacak. O dev de; "Tarih boyunca bana hakaret ettiler, gözümü kör ettiler, taşladılar,Davut bana taş attı, Türkler beni yamyam yaptı,Çinliler beni bilmem ne etti, ama ben yalnızca masal anlatıyordum, masaldan korktukları için bana saldırdılar, size de anlatayım" deyip bu masalları bize anlatıyor. Böyle 6 filmlik bir masal filmi paketi hazırladık. Bu da aslında dediğim gibi bütün bu teorik çalışmanın bir kısmını Kadir Hastaki öğrencilerim yazdı. 2 tanesini profesyonel yazarlar yazdı.
Seda Sualp : Bunların hayata geçirilmesi ne zaman olur?
Ezel Akay : Bunlar dev bütçeli projeler değil. Aşağı yukarı her biri 600 bin dolar civarında bütçesi olan,üstelik de içinde çok tanınmış oyuncuları olan projeler. En büyük özellikleri ortak ve büyük bir sette çekilecek olmaları. Dağ, tepe, şato, bina, kervansaray gibi şeylerin içinde dekor olarak yer aldığı, yani dekor masrafı var ve o ortamda çekilecek filmler. Dolayısıyla bizim diğer bütçelere baktığımızda çok düşük bütçeli 6 tane 600?er bin solarlık bütçesi olan proje bu aslında. Yani yapılmasının önünde dev bir engel yok.
Seda Sualp: Sizin Türk sinemasında en beğendiğiniz yönetmenler kimler?
Ezel Akay : Yeni nesilden Reha Erdemin ben çok değerli ve önemli bir yönetmen olduğunu düşünüyorum. Ufak tefek eleştirilerim olmasına rağmen yine sinema açısından değerli bir yönetmen Zeki Demirkubuz. Bu ikisinin dışında çok beğendiğim yok.Beni hem hayran bırakan hem de benim yapamayacağım bir şeyi yapan bir yönetmen, benim gözümde bir star, ama benim starım, yanlış anlaşılmasın. Onun dışında Metin Erksanı çok ayrı bir yere koymak lazım, çok özel bir adam.
Seda Sualp :Son olarak sinematurk.com web sitesi için söylemek istediğiniz bir şey var mı?
Ezel Akay : Teknolojiye ve pazarlamaya çok daha fazla önem verip, gerçek bir sinema sitesi,yani içinde neredeyse sinema seyredilen bir site olması yolunda desteklerimi esirgemeyeceğim. Sektörel açıdan beklediğim şey; müthiş bir arşivleme problemi var, buna gözlem evi diyelim. Yani sinematografik bir gözlem evine ihtiyaç var. Kaç film çekiliyor, kaç senaryo yazılıyor, kimler ne iş yapıyor, uluslar arası projeler neler, önümüzdeki yıllarda burada çekilebilecek projeler? Tüm bunların arşivlenip gözlemlenmesi, güncellenmesi gerekiyor. Bu, internet ortamında çok mümkün. Onun için böyle sinema sitelerinden birinin bu işi hemen üstlenmesini arzu ediyorum.
Seda Sualp : Çok teşekkür ederiz.
Ezel Akay : Rica ederim.
Bu söyleşi Sinematurk adına Medyalab tarafından yapılmıştır.