Üye değil misiniz?
Aktivasyonunuzu tamamlamadınız!
Zaten bir hesabınız var mı?
Yakup Sancı: Ziya Özanlar 25 Haziran 1941 yılında Adana da doğdu. İlk, orta ve lise tahsilini memleketi Adana da yaptı. Yüksek tahsili için İstanbula geldi. İstanbul Atatürk Eğitim Ensitüsü Türkçe Bölümünü bitirdi. 1960-62 yıllarında Adana Şehir Tiyatrosunda çalıştı. Kamera karşısına ilk defa 1962 yılında başrollerini Tanju Gürsu, Filiz Akının oynadığı Şehvet uçurumları Filmi ile geçti. Bu filmin yönetmeni Aydın Arakonun daha sonra çektiği pek çok filminde irili ufaklı roller alır. Ziya Özanlar sinemanın krize girdiği ve ekonomik koşulların ağır bastığı yıllarda sinemadaki iktidarsızlığı da göz önüne alarak pek çok sinemacı arkadaşının yaptığı gibi o da bir süre sinemadan uzaklaşır. 1966 yılında askerliğini Urfa de yedek subay öğretmen olarak yapar, aynı yıl Ses Mecmuası, 1968 yılında da Kelebek Gazetesinin düzenlediği Artist yarışmasında ilk elemeyi kazanır.
Milli Eğitim Bakanlığının çeşitli kademelerinde Öğretmen, Müdür, Şube Müdürü ve müfettişlik görevlerinde bulunur. Milli Eğitimde başarılı çalışmaları nedeniyle 30a yakın takdir ve üstün başarı belgesi alır. 24 Kasım 1988 yılında İstanbul ilinde Yılın Öğretmeniseçilir. Başarısından, basında övgüyle bahsedilir.
1994 yılında 5 Haziran Dünya Çevre Günü nedeniyle dönemin çevre bakanı Rıza Akçalıdan Çevre beraatı ve Çevre Madalyonualdı. Ziya Özanlar, şiir denemeleri, kısa öyküler gibi edebi çalışmaların yanı sıra senaryo çalışmaları da yaptı. "Türk Sinema Sanatçıları" arşivi olan Özanlar, Okul Eğitimi ve şiirlerini topladığı Menekşe Gözler adlı ilk kitabını yazdı. Eğitimci, Yazar, ve sinema sanatçısı Ziya Özanlar 1992 yılının temmuz ayında Yılmaz Durunun yönettiği Acı Zafer ve Dünya Kadınla Güzeldir Filmleri ile sinemaya tekrar döndü. 1999-2002 yılları arasında Beyoğlu Belediyesi tarafından organize edilen 14 Kasım Türk Sineması Kutlamalarında üç yıl seçici kurulda yer alarak, sanatçı arkadaşlarının ödül almasında hizmet etti. Çalışmaları Dönemin Beyoğlu Belediye Başkanı Kadir Topbaş tarafından takdirle karşılandı. Evli ve iki çocuk babası olan Ziya Özanlar, FİLM-SAN ve SO-DER üyesi. Aynı zamanda Sinema oyuncuları derneği (SO-DER)in genel sekreteri.
Ziya Özanlar: Sinema yıllar önce bir istikrarsızlığa kavuştu. Tabi o yıllarda evlere televizyonun girmesi ve yeni jenarasyonun başlamasıyla da Türk sineması bu sektörde çalışan yüzlerce teknik elemanından oyuncusuna kadar farklı sektörlerde hayatlarını idame ettirmek zorunda kaldılar. Yeni jenarasyon yeni diziler çekmeye başladılar. Yeşilçam oyuncuları bu dizilerde pek iş yapamaz oldu. Ya da davet edilmediler. Farklı sektörlerde çalışarak bu günlere kadar geldik.
Şöhretten daha çok istikbal kaygısı yaşıyorlar
Yeni jenerasyonun büyük bir kısmı okuldan geliyor. Konservatuar çıkışlı arkadaşlar. Adeta kendi meslekleriymiş gibi kısa dizilerde oynamayı ve kendileri bu işten, şöhretten ziyade iktisadi durumlarıyla beraber bu mesleği meslek olarak gördükleri için Yeşilçama pek rabet edilmedi. Ve ya böyle bir kadro düzenlenmedi. Arada bir oynanmıyor mu? Oynuyoruz ama tatmin edici değil. 100e yakın dizi var. Bu diziler de istenilen amaç doğrultusunda değil. Bunların 5-10 tanesi gündemde kalıyor geçici bir süre, diğerleri 3-5 bölümden sonra kanaldan kaldırılıyor. Böyle bir sektör... İstikbal kaygısı nedeniyle büyük bir kısım, artık gençlerde dahil olmak üzere önce istikballerini düşünmek kaygısı içinde kalıyorlar.
Yakup Sancı: Bu yıl 70e yakın film çekildi. Sizce kaç tanesi başarılı olur?
Ziya Özanlar: Diğer ülkelerde olduğu gibi bizim ülkemizde de kültür bakanlığı var. Toplumun belli bir kesiminin sanatla ilgilenmesi nedeniyle teşfik ödülü diye bir ödül var. Kültür bakanlığı örneğin bu sene 2009 yılında yapılan 70e yakın yerli filmlerin çoğuna bu teşfik ödülünü verdi. Ancak bu 70 filmin nereye kadarı başarılı olur o da ayrı bir konu. Bunlar zaman içerisinde gerek basın kanalı ile gerek toplum olarak pek fazla rabet görmezse sonuç belli. Ve bu 70 filmde Türk sinemasına emek veren 40-50 sene hizmet eden gerek karakter oyuncusu, gerek jön ve jönperme dediğimiz bayan oyuncuların büyük bir kısmı yok. Davet edilmiyorlar.
Yakup Sancı: Sinema kuruluşları, dernekleri, sinemaya ne ölçüde hizmet ediyorlar? Kuruluş amaçları doğrultusunda çalışıyorlar mı?
Ziya Özanlar: Yeşilçam da sinema kuruluşlarımız son 20 seneden beri var. Bunlar dernekler, sinema kuruluşları SESAM, SİNE-SEN. İki tane de dernek var bunların biri Çağdaş Sinema Oyuncuları Derneği (ÇASOT) diğeri de Sinema Oyuncuları Derneği (SO-DER). İlk başlarda beraber olmamıza ramen daha sonra görüş ayrılığı nedeniyle ayrıldılar. Fakat şu an için bunların yaptığı fazla bir şey yok. Her iki dernekte oturdukları yerlerde büyük bir kira veriyorlar. Bu kiralar yıllık 40-50 bin lirayı buluyor. Tabii bu para da derneğe ayda 25-50 lira vermek karşılamıyor. Derneklerde maddi imkansızlıklar içindeler. İstedikleri sonucu elde edemiyorlar. Dernekler bir şekil olarak var desek yerinde bir laf olur. Bununla ilgili başka bir büyük çalışma da yok. Çünkü müteşebbis insanlar ve ya buna benzer kişiler derneğe nasıl yardımcı oluruz diye üzerinde durmuyorlar.
Yakup Sancı: Yeşilçam yaklaşık 6.000 film çekti diyoruz ama bu filmlerin pek çoğu yok. Bir yerlerde olmalı. Bu filmlerin bulunması için ne yapılmalı?
Ziya Özanlar: 1914 yılında başlayan Türk sineması 2009 yılına gelindiği zaman hemen hemen sıfır noktasında. Yeşilçamın sadece bir nostalji olarak kalmasına bakan bir toplum olduk. Eğer bu müddet zarfında 5.500 tane Türk sineması film çektiyse bunların büyük birçoğu yeteri kadar titizlikle muhafaza edilmediği için piyasada yoktur. Eski Türk filmleri zaman zaman kanallarda gösterilmesine rağmen bunların sayıları 500ü geçmemektedir. Bu konuda derneklerin pek bir şey yapabileceğini zannetmiyorum. Kültür bakanlığının büyük özveri ile ilgilenmeli. Ve kültür bakanlığı bu filmlerin takipçisi olmalı. Vefa borcu olarak da Yeşilçam emekçilerine bu tutum ve davranışlarıyla sadece bir festival davet olarak değil, o insanlara da yine yaşları ne olursa olsun film yapmaları ve ya yapılan filmlerde oynama imkanlarını yaratmalı. Bunun için yapımcıları teşfik etmeli.
Yakup Sancı: Emekçiler festivallere davet edilmediklerini, her yıl aynı kişilerin davet edildiğini söyleyerek haklı olarak sitem ediyorlar. Festivallere katılanlar neye göre belirleniyor?
Ziya Özanlar: 1963 yılında Antalya Altın Portakal Film Festivali, arkasından da 1969 yılında Adana Altın Koza Film Festivali. Bu iki festival Türkiyenin en eski festivalleri. Bu festivallerde, filmlerde sadece star olmuş ve ya isim yapmış insanlardan ziyade 30-40 senedir yardım etmiş yardımcı oyunculara da onur olmazsa emek ödülü verilmeli. Emekçilerde bu şekilde davet edilir. Hatta bunların içinde maddi imkansızlık içinde olanlara o festival bütçesinden yardım edilir. Bunların disiplinli bir şekilde organize edilmesi lazım Sadece günü birlik bir ildeki festivalden sonra alkışlar, ellerinde bir iki plaket ile olmaz. Gereği düşünülmesi lazım... Bu insanlara vefa örneği verilmeli. Bunları kendi çapımda gerek basında gerek televizyon kanallarının açık oturumlarında konuşmaya çalıştım. Ama anlarlar, dinlerler, uygularlar o ayrı dava. İçimi bu şekilde döküyorum. Güzel bir sözümüz var ya bir acı kahvenin kırk yıl hatırı var bu insanlar 40 yıl çalışmış, kimi çok perişan olmuş, kimi mağdur olmuş. Cenazeleri kimsesiz kaldırılmış. Bunlara çok üzgünüm. İlle isim yapmış bir insanın mı o gün basında yeri var? Bu kimsesiz emekçi de yıllardır o filmlerde canını dişine takarak oynadı. Hiç birisinin hanı, hamamı yok. Evi yok. Çoğunun sigortası yok. Hala emekli olmayan birçok arkadaşımız var. Bunların kapısını çalan yok. Bütün bunlar kültür bakanlığı tarafından takip edilmeli. İstendiğinde istenilen kişiyi bulabilirsiniz.
Derneklerinde zaman zaman duyuru yapmasına ramen nedense üstünkörü olarak ya günü birlik düşünmüşler ya da hiç dikkate almamıştır. Davetlerde de genellikle bu arkadaşlar davet edilmemiştir. Zamanında bu insanlar alın teri ile çalıştılar. Bizzat evlerinden alınıp, evlerine kadar bırakılmalı.
Giresun, Ankara, Kahraman Maraş, Siirtte festivaller oluyor. Bu festivallerde orayı organize edenler bu arkadaşlarımızı da davet ederek onlara bir vefa örneği, biyografilerinin olduğu bir kitap çıkartarak onları mutlu edebilir. Bunlar yapılmayacak şeyler değil. Yeter ki teşvik edilsin.
Yakup Sancı: Emekçinin kanayan yarası telif hakları yasası Bu yasayı nasıl hayata geçirebilir, sorunu nasıl aşabiliriz?
Ziya Özanlar: Gerek Amerika da gerek Avrupa da 60-70 yıl önce telif hakları kanunlarını kendi ülkelerinde çıkarmışlar. Özellikle Amerika ve Avrupa Bu şu demektir. Eğer bir oyuncu arkadaş yazılan senaryo da kendi rolünü oynadıktan sonra üç ay boş kalıyorsa, boş kalmasın diye bu kanun çıkmış. Ve o filmin gerek kendi ülkelerinde gerek yurtdışında oynandığı zaman havuza bir para gelsin, havuzun içinde biriken bu paradan kendi oynadığı role göre yararlandırılsın. Türkiye bunu 1995 yılında meclisten çıkardı fakat hayata geçiremedi. Aradan 14 yıl geçmesine rağmen hayata geçirilmedi. Hayata geçirilemediği için de pek çok arkadaş hala mağdur. Sokakta ikinci bir iş yapıyor, sokakta kalıyor parklarda yatıyor. Bir çok arkadaş sefaletle boğuşuyor. Yasa çıkarmak yeterli değil. Devlet takipçisi olacak. Biz kanunu çıkardık deyip kenara çekilmekle kanun çıkmış olmaz. Hayata geçirilmedikten sonra 20 tane kanun çıkarın. Hayata geçirilmedikten sonra kıymeti yok. Türkiye de bunu yapan (MESAM) Müzik Eserleri Sahipleri. 20 senedir bu sistemi kurdular.
Bu anlattıklarımızı bir yetkili okuyorsa dikkate alsın
Bu anlattıklarımızı bir yetkili okuyorsa dikkate alsın. Çok önemli bir konu Diyelim bir dizi de oynadınız. Kaçıncı rol? Diyelim yedinci rolde. Bunlar olmaz! Jön ve jön yardımcıları olacak. Böyle bir şey olur mu? Böyle bir telif hakkı çıksa ne olur, çıkmasa ne olur. Dizi ve filmde ki başrol oyuncu bol bol parasını alıyor zaten. Bizim burada anlatmak istediğimiz yan kadro. Hangi rolde oynarsa oynasın. İsterse bir tek sahnesi olsun. Avrupa, Amerika bunu disipline etmiş. Kim ne oynarsa oynasın havuzdan oynadığı role göre parasını alıyor. Bizde de alması gerekir.
Derin kültürümüzün dünya toplumunda yerini alması için sinemaya gerekli önemin gösterilmesi gerekir
Sinema ulusları birbirine yaklaştıran, özellikle kültür yönünden farklı insanları, toplumları birbirine kaynaştıran, insanları birbirine sevdiren, o ülke hakkında bizden sonraki nesillere bilgi, görgü, örf, ananeleri kanıtlayacak belgeler bırakan bir sanat. Derin kültürümüzün dünya toplumunda yerini alması için sinemaya gerekli önemin gösterilmesi gerekir.
Devlet sanatçısına yeterince sahip çıkmıyor. Devlet köklü bir sosyal garanti vermiyor
Devlet sanatçısına yeterince sahip çıkmıyor. Ekranda gülen insanların aslında bir ekmek parçası peşinde koştuklarını öldüklerinde anlıyorsunuz. Devlet köklü bir sosyal garanti vermiyor.
Yakup Sancı: Yıllarını milli eğitime harcamış. Yılın öğretmeni seçilmiş. Hemen hemen her yıl değişik ödüller almış. Ama eğitimden ve eğitim sisteminden muzdarip. Sinemayla gerçekten yakından ilgilenmiş, oyuncu olmuş, senaryo yazmış, beyaz perdenin ilerisinde gerisinde görev almış, ama sinemadan muzdarip. Devletin ortaya koyduğu kıstaslarla, aydın ve örnek bir vatandaş olduğu için kendisine fahri trafik müfettişliği görevi takdim edilmiş. Ama yaklaşık 8 ay önce çalınan arabası bulunamadığı için trafikten muzdarip.
Sinematürk ile röportaj yaptığınız için bir de teşekkürden muzdarip olmayın
TEŞEKKÜRLER Ziya Özanlar