Üye değil misiniz?
Aktivasyonunuzu tamamlamadınız!
Zaten bir hesabınız var mı?
Yakup Sancı: 1941 yılında tuna nehri kıyılarında dünyaya geldi Ferhat Bakır. 1950 yılında Bulgaristandan Türkiye ye göçmen olarak geldi. Bir marangozda çıraklık yapıyordu. Marangoz çıraklığı bana göre bir iş değil dedi ve dükkandan kaçtı. Kendini Beyoğlunda buldu. Galatasaray Lisesi'nin önünde oturup başını iki elinin arasına alıp kara kara düşünürken kısa boylu bir adam yanına geldi. Şu çuvalı Ağa Camii'ye kadar taşı sana 2.5 lira veriyim dedi. Cebinde 2.5 kuruş bile olmayan Ferhat için 2.5 lira büyük para. Hiç düşünmeden kabul etti. Doğrulup yerinden çuvalı yükledi sırtına.
Ferhat Bakır: Ağa camiinin yanında bir yazıhaneye geldik. Geldiğimiz yazıhanenin sahibi Agop Fındıkyan adında biriymiş. Yıl 1957 merdivenlerden çıkarken ilk defa bir sinema sanatçısını görüyordum. Eşref Kolçak, yanında bir de bayan oyuncu vardı. O da Nilüfer Aydan. Bu Nilüfer Aydanın ilk filmiymiş. Niyazi Er dedi ki Biz Şile de bir film çekmeye gideceğiz. Bizimle çalışır mısın? Korktum. Kimseyi tanımıyorum. Bilmiyorum eve sormalıyım. Annem babam var onlardan izin almalıyım dedim. Sen orasını merak etme biz alırız izini seni de evden alır, eve teslim ederiz dedi. Aynen de öyle yaptılar. Yönetmeni Muharren Görses olan ilk film olarak Şile de bu filmi çektik. Setlerle bu filmle tanıştım. Bu filmin çocuk oyuncusu şimdi ki Atilla Arcan dediğimiz Atilla Gürses di. Atilla Gürsesin tehlikeli sahnelerde dublörlüğünü de ben yapmıştım bu filmde. Tabi yönetmen oğlu olduğu için kıymetli oluyor babasına göre. Atlama, zıplama sahnelerini bana yaptırdılar dublör olarak.
Daha sonra Muhterem Nur ile çalışırken kameraman rahmetli Turgut Ören Sen bu set işini bırak, bizim stüdyoya git. Ben akşam geleceğim. Bundan sonra benim yanımda çalışacaksın. Seni ışıkçı yapacağım, asistan olacaksın. Sonra kameraman olacaksındedi. 1960 yılında İzmire 3 film çekmeye gittik. Her filmin ayrı oyuncuları vardı. Birinin yönetmeni Kemal Kan, ikinci filmin yönetmeni Sami Ayanoğlu, üçüncü filmde yine İzmirli kısa boylu bir yönetmen vardı. Adını hatırlayamıyorum. Türkan Şorayın ilk filmlerinden biri. Küçük bir deli kız rolü oynuyordu. Bu 3 filmde çevrem de gelişti. Sonra askere gittim.
Yakup Sancı: Bu zamana kadar kamera asistanı olarak çalıştınız. Hocalarınız kimlerdi?
Ferhat Bakır: Askerdeyken ustalarım bana negatif gönderiyorlardı. Bende bu negatiflerle fotoğraflar çekiyordum. Subayların, askerlerin fotolarını çekip para kazanıyordum. Askerliği böyle foto çekerek bitirdim. Terhis olduktan sonra 3 ay boş kaldım. Rahmetli ustam Cahit Engin ile çalışmaya başladım. Rafet Şiriner ile çalıştım. Rahmetli benim ustalarımdan bir tanesi. Yine Gani Turanlı ile çalıştım. Muzaffer Turan, Gibi O yılların en iyi kameramanları ile çalıştım. Her ustadan bir şey kaptım. Hocam Memduh Hügman sanırım 1967-68 yıllarıydı. Bu yıllarda film çekmeye başlarsan kameraman olursun. Eğer başlayamazsan çok geç kalmış olursun dedi. Bu arada Saklambaça fotoroman fotoğrafları çekmek için bir teklif aldım. Fotoromana başladım. 4 yıl devam etti bu iş. O yıllarda saklambaç ta her gün iki fotoroman yayınlanıyordu. Ferhat Bakır ismini oradan aldım. İnsanlar merak ediyordu Ferhat Bakır kim diye. Ferhat Bakır kendi ismim aslında Sonuna bir de ilave yaptılar. Ferhat Bakır Diyarbakır oldu adımız. Her ne kadar okumamış olsam da okumayı seviyorum. Edebiyatı seviyorum. Tiyatroyu çok seviyorum. Güzel Türkçe konuşabilmek için tiyatro dersleri aldım.
Yakup Sancı: Bazı kamera asistanları, yönetmen asistanları film çekseler de ustalarının adı yazdı jeneriklerde. Sizin de böyle çalışmalarınız oldu mu?
Ferhat Bakır: Ustaya saygı diyelim bana da çok oldu. O dönemler bazı çekmiş olduğumuz filmlere her ne kadar biz çeksek de ustalarımızın adı yazılırdı kameraman olarak. Bu şekilde çok film çektik ama kendi adımız yer almadı jeneriklerde. Ustalara saygı gösterdik sesimiz çıkmadı.
Yakup Sancı: Ustalarınız asistanlarına bildiklerini öğretir miydi? Yoksa sadece asistan mı olarak çalışırdınız?
Ferhat Bakır: Türk sinemasında en çok kamera asistanlığı yapmış kişilerden biriyim. Bir Abimiz vardı. Hüseyin Karındoyuran hayatı boyunca asistanlık yaptı. Rekor ondaydı. Bende çok asistanlık yaptım. Benim ustalarım dünya çapında ustalardı. O ustalarla çalışmaktan zevk duyuyordum. Çok şeyler öğrettiler bana. Bu ustalarımız çok güzel resimler yapıyor, çok güzel kadrajlar yapıyorlardı. Kıskanmak diye bir duyguları yoktu. Bildiklerini aktardılar bana.
Yakup Sancı: Kimileri kameraman diyor kimileri görüntü yönetmeni. Sizin yaptığınız işin asıl adı nedir?
Ferhat Bakır: Görüntü yönetmeni benim anladığım manada çeken adama denir. Şimdi ki görüntü yönetmeni dediğimiz genç arkadaşlar aslında monitörden sadece televizyon izler gibi bakıyorlar. Bu görüntü yönetmeni değil bir televizyon izlemedir. Asıl görüntü yönetmeni kamerayı kullanan kişidir. Kağıt kalem üzerinde öğrenilenlerle, monitörden izlemeyle görüntü yönetmeni olmaz. Kamerayı omzuna alacaksın pratik yapacaksın. Güzel resimler yapacak, güzel kadrajlar yapacaksın. Bir belgesel çekerken galata kulesinin çanak dediğimiz kısmına çıktım. İki kişi beni ip ile bağladılar. Oraya çıkmazsam o resimi alamazdım. Görüntü yönetmeni demek sözle olmaz. Güzel resmi alacağın yeri bulmak ve oradan çekmekle olur. Eskiden bizim mesleği yapan kişilere operatör derlerdi. Sonra kamera dediler. Sonra kameraman oldu. En son da görüntü yönetmeni dediler. Hangisi doğrudur bilemiyorum. Ama bence en doğru isim kameraman demek.
Yakup Sancı: Tahta şaryo üstünde kamerayı titretmeden nasıl kullanıyordunuz? Tahta şaryolar sağlıklı mıydı?
Ferhat Bakır: Şimdi ki imkanlar çok fazla. Eskiden olduğu gibi sıkıntılar yaşanmıyor. Dolly yoktu. Şaryo yapardık masalardan. Kamera bu şaryo yapılmış masanın üstünde titrediği zaman yönetmenle kameraman birbirine girerdi. Zamanla dolly geldi. Şaryo geldi. İşler daha basite indi. Çok sağlıklı değildi ama imkanlar o kadardı. Zamanla projektör geldi. Bizim kullandıklarımız camlıydı, kremer dediklerimizden. Fotoğrafta ışığı daha güzel kontrol edebiliyorduk. Şimdi kullanılan ışıklar pek sağlıklı bir ışık değil. Şimdi çekilen dizilere bakıyorum 4-5 tane ark kullanıyorlar. Bizde nerde böyle ark kullanmalar. Yıllar önce UĞUR Film ilk arkı getirmişti. O da kömürlüydü. 3 tane kömürü vardı, sinema makinesi gibi bir şeydi. 6-7 kişi kaldırabiliyordu anca. Hatta bir tanesi daha büyüktü bunu tavana asmak için vinç kullanılıyordu. O yıllarda imkanlar kısıtlıydı ve çok zordu. Düşünebiliyor musunuz? Plastik şişelerden objektif yapmaya çalışırdık.
Yakup Sancı: Furya başladığında kameraman olarak çalıştınız mı?
Ferhat Bakır: 1976 yılında batı Berline fotoroman çekmeye gönderildim. Bu dönem seks furyası vardı. Çekeceğim fotoromanın konusu orada yaşayan Türk isçileri. İşçilerle 45 gün beraber kaldık. Aynı yerde yemeğimizi yedik. Aynı yerlerde yattık. Toplandığı kahvelere gittim.
Yakup Sancı: Kameraman olarak yönetmenlerle aranız nasıldı? Yönetmenlerin size kızdığı olur muydu?
Ferhat Bakır: Bir film çekiyorduk. Cüneyt arkın oynuyordu. Kemal film platosunda çalışıyoruz. Savaş filmi, kılıçlı bir sahne çekiyoruz. Yönetmen Motor dedi. Kamera çalışmaya başladı. Cüneyt Arkınla birçok kişi kılıçla kavga ederlerken oyunculardan birinin kılıcı kırıldı. Kılıçlar tahtadandı. Ben kamerayı durdurdum. Ustam enseme bir tokat patlattı. Niye stop ettin?dedi. Kılıç kırıldı ustam dedim. Gerçek savaşlarda hiç kılıç kırılmaz mı? Kırılır elbette dedi. Enseme tokatı yedim. Kameraman olarak hiç unutamadığım bir anımdır.
Yakup Sancı: Şimdi araba sahnelerini vantuz ile alıyorlar. Siz o dönemler araba içi sahneleri nasıl alırdınız?
Ferhat Bakır: Araba sahneleri çekerken şimdi ki gibi vantuz yoktu. Arabanın önüne kamerayı bağlayamazdık. Öyle bir aletimiz yoktu. Bunun için kamera yerine kameramanı bağlardık arabanın önüne. Simdi böyle yorucu çalışmıyor kameramanlar. Vantuzları var arabanın ön kaputuna tutturuyorlar, kamerayı da üstüne monte ediyorlar kameraman olmadan düğmeye basıyor sahneyi çekiyorlar. Şimdi ki kameramanların işleri kolay... Bizim zamanımızda kameraman hamaldı.
Yakup Sancı: O yıllarda monitör yoktu sinemada. 35 mm film çekiyordunuz. Filmi de ilk seyreden kameraman olurdu bu durumda. Ne çekildiğini ilk gören kameraman, hataları da ilk gören kameramandı.
Yakup Sancı: Hatayı tespit edip yönetmene bildirmek gibi böyle de bir sorumluluğunuz var mıydı?
Ferhat Bakır: Yine eskiden 35mm çalıştığımız dönemlerde monitör yoktu. Monitör olmayınca ne yönetmen, ne oyuncular, ne de film sahibi olan yapımcıların çekileni görme şansları yoktu. Çekilen her neyse bunu yalnız kameraman görürdü. Ta ki film çekilip negatif stüdyoya gidip yıkanır, kopyası basılır montajı yapılır ondan sonra patronlar ne çekildiğini görürdü. Bu süreç öncesi ne çekildiğini kimse bilmez, görmezdi. Şansa, kapalı kutu çekiyorduk. Negatifi kapalı kutudan alıyorduk, üzerinde bir emisyon vardı. Işık gördüğünde bu emisyon yanardı. Stüdyoya gidip yıkanana kadar yapımcının korkulu rüyası olurdu. Bazı yapımcılarımız vardı ki. Evini, tarlasını, varını yokunu satıp o filme yatırmıştı. Yetmemiş borçlar almıştır. Bütün bunları tekrar paraya dönüştürebilmesi için o kutularım özenle korunup muhafaza edilmesi lazımdı. Film yandığı zaman yapımcı yanardı. Hatta biz o kutular mutfağa bile koymazdık yemek kokusundan film bozulmasın diye. Gerek teknik gerekse oyuncu hatalarını tespit edip yakalayabildiğimiz kadarını bildirirdik tabi.
Yakup Sancı: 35 mm filmleri kutudan kasete aktarmayı nasıl yapardınız?
Ferhat Bakır: Kutudan kasete aktarmayı siyah bir torba içinde yapardık. Bu torbanın önünde fermuarı, kameraman tarafında da iki kol girebilecek kadar bir yer vardı. Elimizi bu deliklerden sokarak aktarma yapardık. Yine siyah kağıtlara sararak stüdyoya gönderirdik bu negatifleri. Bu kasetler 60lık, 120lik, en son teknoloji ile beraber 150lik kasetler geldi. İleri geri dediğimiz kasetler geldi. Çekilmiş bir görüntünün üzerine yeniden kayıt yapabilme imkanı oldu. Süper Poze dediğimiz konu. Bir sahne biterken, diğer sahnenin başlaması... Şimdi bilgisayar var. Ne çekerseniz çekin. Renkleri düzeltebiliyorsunuz, geçmeler yapabiliyorsunuz. Biz bu geçmeler eskiden siyanürle yapardık. Siyanür tehlikeli bir madde... Kokusu bile insanı öldürebiliyordu. O siyanürün içinde geçmeler yapardık, bir sahne biterken diğer sahnenin başlamasını siyanür kullanarak yapardık.
Yakup Sancı: Kısıtlı imkanlarla filmler çektiniz. Hiç hata yapmaz mıydınız ki bu kadar kısıtlı imkanlarla bu filmleri çektiniz?
Ferhat Bakır: 35mm bir filmi 30 kutu ile bitirmek zorunda kalırdık. Yapımcının parası azdır, negatif pahalı. Yönetmene der 30 kutunuz var ona göre çalışın, filmi bitirin. Yönetmen de kameramana söyler. Kameraman kendi gurubunda çalışan arkadaşlarına söyler. Bir kare israf lüksümüz yoktu. Bu nedenle oyuncular bol prova yaparlardı ki kayıt dediğimizde bir hata olmasın, tekrar çekmeyelim. Her tekrar bir zarardı o firmaya. Bu durum bir yönetmen için zor bir olaydı. Keza kameraman için de öyle. Çünkü kameraman küçük yanlışlar da yapabiliyor ister istemez. Örneğin görüntünün titremesi olur. Bunu tekrar çekmek gerekiyor. Kameraman titretirse kamerayı, yönetmen kardeşim bunun içinden tuvalet kağıdı geçmiyor, negatif geçiyor. Bu yurt dışından geliyor. Bunun fabrikası yok. Niye titretiyorsun kamerayı? diye fırça atardı. Negatif fazla israf edilince yönetmene de yapımcı kızıyor. Bu nedenle çok dikkatli olmak zorundaydık.
Bu sıkıntılar günümüzde yok. Kameramanlık yapan kardeşlerimiz alıyorlar 20-30 kaset olmadı mı? Sorun değil. İster geri alır çeker, ister yeniden çeker. Kaset de ucuz. Bizde nerde böyle lüks içinde iş yapma. Yokluklar içinde çalıştık. Negatif, pozitif sıkıntısı vardı bir de. Karaborsa oldu bir dönem. Yönetmen Motor, stopdediğinde 8-10 kare atardı. Bunun üstüne çıktığınızda yönetmen kızar, yapımcı kızardı. Kızmakla kalmaz piyasada sana kimse iş vermezdi. Çok negatif harcıyor bu kameraman diye.
Yakup Sancı: Tv dizilerinde kameramanlar görüntü yönetmeni yazıyor jenerikte. Doğrusu kameraman mıdır, görüntü yönetmeni mi?
Ferhat Bakır: 35mm görüntü yönetmeni kameramandır. Bugün video çekilen yani dizi çekilen aletlerle görüntü yönetmenliği yapan arkadaşlarımız gelsinler 35mm dediğimiz negatif çekiminde bize görüntü yönetmenliği yapsınlar. Bakalım yapabiliyorlar mı?
Yakup Sancı: Araç patlama ve diğer patlama sahnelerinde birden fazla kamera kullanılıyor. Kamera kullanan görüntü yönetmeniyse burada görüntü yönetmeni kimdir?
Ferhat Bakır: Eğer 35mm ise bu kameramanların içine en usta olan bir numaralı kameranın başındadır. Kontrol ondadır. Direktifi o verir. Kamerayı kullanan görüntü yönetmenidir demiştik. Çoklu kamera çekimlerinde bu direktif veren usta kameraman görüntü yönetmenidir. Fazla kamera kullanılmasının amacı sahne zordur, tekrarı olmayacak bir sahnedir. İşi garantiye almak için. Biri yakalamazsa diğer kamera yakalar. Farklı açılardan yakalar bu nedenle çoklu kamera kullanılır. Şimdi kameramanlık yapan birçok arkadaşımız 35mm kamerayı kullanamazlar. Hatta negatif takmayı bile bilmezler.
Yakup Sancı: Kırsal bölgelerde çok çalıştınız. Kameranız arıza yaptığında tamirini kameranlar mı yapmak zorundaydı? Kameraman kamera tamiratını bilmek zorunda mıydı?
Ferhat Bakır: Eski kameramanlar kamera tamiratını da bilmek zorundaydı. Kırsal yerlerde çalışılırdı. Kameramız arıza yaptığında servis bulmak mümkün değildi. Bu nedenle tamiratını da yapabilmeli, arızayı giderebilmeliydi. Rahmetli Muzaffer Turanlı ile bir film çekiyoruz. Filmin ismi Meyro kameranın objektifine bir sinek girmiş, sineği çıkarabilmek için kamerayı param parça yaptık. Sineği çıkarıp tekrar monte ettik. Kamera tamiratında bir bilginiz olmazsa kamerayı açamazsınız. Açsanız da toplayamazsınız tekrar.
Yakup Sancı: Bir kameraman için günün hangi saati daha iyi resim almak için uygun bir saattir?
Ferhat Bakır: Poza metre, diyaframı yani güneşin derecesini ölçmek için kullanılırdı. Bazen de poza metre yerine renkli cam ile güneşe bakıyoruz. Güneş eğilimi ve güneş dikeyi vardır. Güneş eğik iken fotoğraf daha güzel çıkar. Güneş dik olduğunda gölgeler yapar oyuncunun gözaltlarında, çene altlarında, kulak altlarında. Onun için hiçbir kameraman öğle güneşini tercih etmez. Daima sabah ve akşam güneşini tercih ederler.
Yakup Sancı: Bunca yıldır sinemaya hizmet veriyorsunuz. Hiç ödül aldınız mı? Hiç festivale davet edildiniz mi?
Ferhat Bakır: 53 yıldır sinema sektöründeyim. Hayatımda bir defa festivale katılmadım. Davet edilmedim. Festivallere kimlerin katılacağı iki yıl öncesinden tespit ediliyor. Üst üste giden arkadaşlarımız var. Bu arkadaşların her zaman festivallerde koltukları vardır, yerleri hazırdır. Belki ünlü bir kameraman olmadığım için davet edilmedim. Her hangi bir festivalden ödülüm yok. Bazı yerlerden verilen birkaç plaket dışında bir şey almadım, vermediler.
Yakup Sancı: Belli ki sizin için usta çırak ilişkisi önemliydi. Peki şimdi sizin çalıştığınız kameramanlar usta- çıraklar ilişkisinde gerekli hassasiyeti gösteriyorlar mı?
Ferhat Bakır: Usta çırak ilişkisi benim için çok önemliydi. Yeşilçam da usta çırak ilişkisi hep vardı. Yeni jenerasyon bu konuda hassas değil. Hiçbir zaman hocayı unutmamak lazım Şahsım olarak hocalarım yemeğe oturmadan, oturmazdım. Ustam arabaya binmeden ben binmezdim. Bunun gibi birçok şeye dikkat ederdim. Çünkü onlar verdi benim tüm bildiklerimi. Eğer bugün kazanmışsam, bugün bir şeyler yapabilmişsem ustalarımın sayesinde yaptım.
Yakup Sancı: Son olarak söylemek istediğiniz bir şey var mı?
Ferhat Bakır: 1965-70 yıllarında herkes birbirine silah çekiyordu. Birbirini öldürüyorlardı. Bize de o dönemler sataşanlar oldu. Sen sağcısın, sen solcusun. Bizde sinemacı, filmci olarak dedik ki Biz ne sağcıyız ne solcu. Biz ne hancıyız ne yolcu. Biz ne ilimciyiz ne kilimci. Biz filmciyiz, filmci. Ferhat Bakır Diyarbakır.
Ferhat Bakıra TEŞEKKÜRLER