Üye değil misiniz?
Aktivasyonunuzu tamamlamadınız!
Zaten bir hesabınız var mı?
Yakup Sancı: 1945 yılında Rizenin Pazar ilçesine bağlı Başköyünde dünyaya gelen Yunus Yılmazın asıl Adı, Yunus Hiçyılmazdır. Lise yılların da gazeteciliğe başlar. Muhtelif gazete ve mecmualar da magazin yazıları, sinema ile ilgili röportajlar yapar. "Sonsaat Gazetesi"nde dört yıl polis muhabiri olarak çalışır. Aynı gazetede, hafta da bir gün tam sayfa sinema ile ilgili magazinsel yazılar yazar. Saklambaç Gazetesi, Günaydın ve Pazar Mecmuaları'nda parça başı magazin haberleri... Ekspres Gazetesinde sinema ile ilgili haber ve sanatçı röportajları... "Abc" haftalık magazin gazetesinde, muhabirlik ve istihbarat şefliği yapar. Gazeteciliğinin yanı sıra, "Yeşilçam"da çekilen siyah beyaz filmlerde küçük rollerde oynar.
Yunus Yılmaz: Magazin haberleri yaparken sanatçılara özendim. İçime sinema sevdası düştü. Gazete de bir ilan gördüm "Mektupla artistlik okulu" İlgimi çekti tabii. Hemen bu ilanın altındaki adrese artist olmak için mektup gönderdim. Mektubuma kısa süre sonra cevap geldi. Mektup da 50 lira para göndermem yazıyordu. Parayı da gönderdim. Bir takım evraklar, broşürler geldi. Fazla geçmeden bir mektup daha geldi. Açtım mektubu, "Tebrik ederiz artistliği kazandınız" yazıyordu. Bir de sertifika göndermişler, belgeli artist oldum. Sevindim tabii artistliği kazandım, bende artist oldum diye. Rahmetli Niyazi Vanlı vardı. Niyazi Vanlının da o zamanlar bir film şirketi vardı, filmlere figüran gönderirdi. Benim amcaoğlu Vanlıya "Yunus gazeteden bir ilanla müracaat etmiş, mektupla artist okulunu kazanmış. Artist oldum diye seviniyor." diyor , Vanli da "Onu kandırmışlar, mektupla artist olunmaz. Sen onu bana gönder ben onu artist yaparım" diyor amcaogluma.
"Evladım biz okul yüzü görmedik ama artistlik yapıyoruz işte..."
Niyazi Vanlının yanına gittim. Sene 1961. Orhan Günşiray, Fatma Girik, Leyla Sayar, Ahmet Tarık Tekçe Kasımpaşa da "Mahalleye gelen gelin" diye Kemal film adına bir film çekiyorlardı, beni bu filme figüran olarak götürdü. Beni Ahmet Tarık Tekçeye bu yeni artistimiz diye tanıştırdı. "Mektupla artist okulunu bitirmiş artist olmuş" dedi. Güldüler tabii benim durumuma. Ahmet Tarık Tekçe, "Evladım biz okul yüzü görmedik ama artistlik yapıyoruz işte, seni dolandırmışlar. Senin içinde varsa günün birinde olursun. Yavaş yavaş başla bir yerden. Şansın varsa tabii" dedi.
Haber yap, filmlerde oyna
Gazetede çalışıyordum o arada, gazete şefine Bana bir sayfa verin, sinema sayfası hazırlamak istiyorum. dedim. Verdiler bana bir sayfa. Bu sayfayı doldurmak için sinemacılarla daha içli dışlı olmaya başladım. Rahmetli Cevat Okçugil vardı. Bunun kardeşinin de Yıldız film diye bir film şirketi vardı. Şimdiki gibi televizyon falan yok tabii. Bu şirketin filmlerini, kendilerini haber yapıyorumdum. Onlarda bu gazeteci haberimizi yapıyor filmlerde de oynamaya hevesli biri diye bana roller veriyorlardi. O zamanlar 18-19 yaşlarındaydim bana polis rolü veriyorlardi. Polis rolü iyi bir roldür. Dikkat ederseniz eski filmlerdeki polisler hep yaşlı adamlardır. Ama bana da polis rolü veriyorlardı. Başka bir filmde komiser muavini oynatıyorlardı. Ben devamlı onların haberlerini yapıyorum onlar da beni terfi ediyorlardı.
Benim oyunculukla alakam yok
Filmler çekildi Vizyona girdi. Sinemaya gittim filmi izlemek için, benden kötü oynayan yok. Benim oyunculukla alakam yok. Gazeteciyim film hakkında haber yapmam lazım. Filmin aleyhinde yazsam adamlara ayıp olacak, kötü oynayan benim. Filmin lehinde yazsam diyecekler ki yağcılık yapıyor. Oynadığı rolden haberi yok, yazdığı yazıya bak.
Aynaya baktım kendimi gördüm. Benden oyuncu olmayacağına karar verdim. Sinemada tek idealim kaldı o da yönetmenlik.
1965 senesinde yine Yönetmen Cevat Okçugil iki film çekiyordu. Biri "Dalgacı Mahmut" Eşref Kolçak, Ajda Pekkan. Diğer film de "Pişkin Delikanlı", Fikret Hakan, Nebahat Çehre oynuyordu. Bana güzel bir rol ayarlamışlardi bu filmlerde. Şirkete çağırdılar. "Sana baba bir rol ayarladık" dediler. Bende Abi ben oynamaktan vaz geçtim. Çünkü filmi seyrediyorum benden kötü oynayan yok. Evde aynanın karşısına geçtim kendime baktım. Benden oyuncu olmayacağına karar verdim. Sinemada bir tek idealim kaldı. Eğer bana rejisör asistanı olarak bir görev verirseniz ben gazeteden izin alır bu görevi yaparım, çünkü ben ileride yönetmen olmak istiyorum dedim. "hay hay tabii" dediler.
Yakup Sancı: "Sinemada pek şanslı değilim" diyorsunuz ama şans hep sizden yana.
Yunus Yılmaz: Çetin İzzet Özkaya rahmetli oldu şimdi. O da Cevat hocanın birinci asistanıydi. Sete gittim İzzete asistanlık yapmaya başladım. Filmin adı: Dalgacı Mahmut... Hiç bir şeyden anladığım yoktu. İzzet, "diyalog şöyle verilir, kalabalık sahnelerde arka planı idare et, Ajda Pekkan sahneye çıkınca alkış yaptır" diyor bende "Peki hocam, tamam hocam" diyorum. Bu iki filmde asistanlık yaptım. Aradan 5-6 ay kadar bir zaman geçti. Bir gün kahvede oturuyorum rahmetli Natuk Baytan geldi. Tanışıyoruz, ama o beni gazeteci olarak biliyordu. Asistanı başka bir işe başlamışti. Rahmetli Adnan Kırana "Ben yeni bir filme başlayacağım asistanım yok. Bana bir asistan bulun" dedi. Adnan Kıran da "Bak burada Yunus var, onu asistan olarak al" deyince Natuk Baytan da, "Yunus gazeteci ben asistan istiyorum", Adnan Kiran "Yunus asistanlık yaptı" dedi. Şaşıran Natuk Baytan bana döndü "sahi asistanlık yaptın mı?" diye sordu. Olanı biteni anlattım. Diyalog veririm ama diğer işlere yabancıyım deyince "Diyalog verirsen yeter evladım, diğerlerini zamanla öğrenirsin" dedi. Cüneyt Arkınlı "Gökbayrak" diye bir filme başladık birlikte.
Yakup Sancı: Ne kadar sürdü bu asistanlık?
Yunus Yılmaz: 1965 -1972 yılları arasında asistan olarak çalıştım. Bu zaman içinde yaklaşık 60 kadar film çektik. 30 kadar da yönetmenle çalıştım. Her yönetmenden bir teknik kaptım. 1972 yılında Ferudun Ketenin film şirketi vardı. Bana "Benim 5 filmim var bunları sen çek, aldığın paranın daha fazlasını vereceğim." dedi. Filmleri çekerim ama yönetmen olarak imzamı atmam dedim. "Tamam, yönetmen olarak imzayı ben atacağım" dedi. "Peki" dedim anlaştık. Bu 5 filmi çektim yönetmen olarak o imza attı.
Yakup Sancı: Siz niye çektiğiniz filme imzanızı atmıyorsunuz?
Yunus Yılmaz: Yönetmenliğe hazır değildim henüz. Biraz daha asistan olarak çalışmak istiyordum. İyi bir film, iyi bir kadro ile yönetmenliğe başlamak istiyordum. Aynı sette Selahattin Hiçdurmaz diye bir kameraman arkadaş vardı. "Yunus abi, Ferudun Keteye yaptığın gibi bir filmde bana çekelim" deyince "iyi çekelim. Bak ben imza atmam, imzayı kendin mi atacaksın?" dedim. "Hayır, ben atmayacağım, buluruz birini abi kafana takma" dedi. Filmi çektik, montajını yaptım. Filmin afişi çıktı,baktım afişe yönetmen Yunus Yılmaz yazıyor. Yapımcı matbaacıya attı suçu, matbaacı başkasına derken afişte benim adım yönetmen olarak kaldı. Filmi çekerken hiç para almamıştım. Filmi teslim ettim yine para vermedi. Yalnız bana bir paket birinci sigarası almıştı. Yönetmen olarak ilk filmimi bir paket sigaraya çekmiş oldum.
Afişe adım yönetmen olarak yazıldı, ustalarım bana asistanlık vermediler
Natuk Baytan yeni bir filme başlıyordu. Asistanlik istedim ondan. Ne kadar cok "baba ben rejisörlüğe başlamadım. Yanlışlıkla yazılmış benim ismim afişe" dediysem de, "Yok evladım sen yönetmen oldun artık, senin asistanlığın bitti" dedi. Ben ilk filmimi çektiğimde iki yıl ban kimse iş vermedi. Beyoğlundan Fatihe her gün yürüyerek gidip gelmek zorunda kaldım. Sabrettim bugünkü duruma geldim, sen de sabret bir gün sende bu duruma geleceksin" dedi ve iş vermedi.
"Çekimde bir hatamı görmüştün, sen ustasın artık"
Mehmet Dinlere gittim. Mehmet Dinlere asistanlık yaparken bir planı yanlış çektiğini görerek, hocam yanlış çekiyorsunuz. Bu plan böyle çekilmez demiştim. Mehmet hoca da "Yunus senin asistanlığın bitti, rejisörlük bulursan başla" demişti. Buna rağmen gittim asistanlık işi istedim, iş vermedi. Çalıştığım ustam olan hangi yönetmene gittiysem sen yönetmen oldun artık afişe adın yazıldı diye kimse asistanlık vermedi. Natuk Baytan, Mehmet Dinler, Orhan Elmas, Safa Önal, Tunç Başaran, Yılmaz Atadeniz, Mehmet Arslan, Nuri Ergun, Nişan Hançer, Fikret Uçak, Mehmet Bozkuş, Yavuz Figenli, Nejat Okçugil gibi birçok ustayla çalışmıştım o güne kadar.
Mecburen yönetmenliğe başladım
1972 yılına kadar yönetmen yardımcısı olarak çalıştım.O zamana kadar gazeteciliği de devam ettirdim. Aynı yıl Müthiş Darbe filmi ile yönetmenliğe başladım. Erkan Abacı diye bir arkadaş geldi. Ali Avazlı film yapacakmış, "filmlerimi çeker misin" dedi. Peki dedim. Bunları başka filmler takip etti yaklaşık 50 filmim oldu. Bunların 32 tanesi 35mm sinema filmi. 14 adet 16mm diğerleri de Betacam dijital formatlı. İyi iş yapan filmlerim de oldu. Avantür, dram, dini, dönem, komedi gibi çok çeşitli filmlere imzamı attım. Halen de çekiyoruz.
Yakup Sancı: Yönetmen stüdyoya girmeli mi? Çektiği filmin montajını yapmak zorunda mı? Yönetmenin işi nerde başlar nerde biter?
Yunus Yılmaz: Eskiden montajı bilmeyen asistana asistanlık vermezdi yönetmenlerimiz. Çünkü Film bittikten sonra kaba montajı asistan yapardı. Yönetmenlerimizin hepsi montajı iyi bilirlerdi. Yönetmen de stüdyoya gelir revizyon yapardı. Şimdiki asistanlar montajı bilmiyor. Sadece asistan mı? Çok yönetmen de montajı bilmiyor. Bir yönetmen montajı bilmiyorsa çekimlerde eksik planlar çeker. Eksik çekilen planlarla o sahnenin montajını yapmak çok zordur.
Şimdiki yönetmenler işin kolayına kaçıyorlar
Montajı bilmeyen yönetmenler de işin kolayını bulmuşlar. Bir sahneyi bütün olarak birkaç açıdan çekip montajcılara gönderiyorlar. Montajda hangi açı doğru ise onu kullanıyorlar. İşin kolayına kaçıyorlar. Koyuyorlar kamerayı, bir sahne bir plan, sonra başka açıdan bir sahne bir plan, beğendiği yerlere iki yakın çekip gönderiyor montaja. Bu şekilde yapılan bir film montajı montaj değildir. Son zamanlarda çekilen filmlerin iş yapmama nedenlerinden biri bu konudur. Seyirci seyrediyor ama doğrusu bu değildir.
Bunları bilmeyen yönetmen sahneyi parçalayıp planlara bölemez
Montajı bilen yönetmen sahneyi muhtelif parçalara bölerek planlar çıkartır. Bu parçalanan sahnenin planlarının karşılıklarını da bilir. Resimlerin büyüklüklerinin aynı olması gerekir bunu bilir, ona göre çeker. Tüm bunları bilmeyen yönetmen sahneyi parçalayıp planlara bölemez. Eksik plan, eksik detay çeker bu montaja gittiğinde o sahneyi bağlamada zorluk yaşatır.
Bir yönetmenin uzun yıllar asistanlık yapması lazım
Yönetmen filmin her şeyinden sorumludur. Çekimlerin başlamasından başlayıp, senaryo denetimi, dublajı, senkronu yapılıp da sinemada vizyona girene kadar. Bu kadar sorumluluk üstlenebilmesi için bir yönetmenin uzun yıllar asistanlık yapması lazım.
Yakup Sancı: Dizi yönetmenlerimizi nasıl buluyorsunuz? Sizce başarılılar mı?
Yunus Yılmaz: Dizi çeken yönetmenlerin içinde başarılı olan birkaç kişi var. Bunlarda Yeşilçamdan gitme zaten. Bizim piyasada asistanlık yapan yönetmenler. Alt yapıları sağlam olduğu için başarılılar. Bir Yeşilçamlı dizi setinde olduğu zaman acemilikleri ortaya çıkacak diye korkuyorlar.
Diğerleri kendi başarısızlıklarını, kendi hatalarını kamuflaj yapmak için Yeşilçamdan Aktör almıyorlar. Set elemanı, ışıkçı almıyorlar. Yardımcı yönetmen hiç almıyorlar. Acemilikleri ortaya çıkacak Yeşilçamdan biri sette olduğu zaman. Bir Yeşilçam oyuncusuna mizansen verdiği zaman acaba doğru mizansen mi verdik? Bir yerde hata yaparsak diye korkuyorlar. Yeni gençler var acemiler ama istekliler. Ustam, hocam diye dört elle sarılıyorlar işlerine. Ama ustaları usta değil ki.
Yakup Sancı: Dizi çeken yönetmenler 35mm negatif çekemez deniliyor. Siz buna katılıyor musunuz?
Yunus Yılmaz: Dizi çeken yönetmenler bizim piyasadan gitme değilse negatif olarak 35 mm sinema filmi çekemezler. Objektifleri bilmiyorlar. Hangi sahne, hangi plan ne ölçekle çekilir bundan haberleri yok. Kullandıkları kameralarda bir zoom vardır. Zoomla yaklaşıyor, zoomla geliyor, gider. Çerçevesini ona göre yapıyorlar. Ama 35mm kamerada 18, 28, 35, 40, 50, 75 objektif var. Bu objektifleri nerelerde nasıl kullanacaklarını bilmezler. Kaç metrede hangi objektif kullanılır bilmezler. Digital kamera çıktıktan sonra da kameramanın bir fonksiyonu kalmadı zaten. Teknik eleman kuruyor kamerayı, kamera otomatik çekiyor. Diafram sorunu yok, oturup monitörün başına seyrediyorlar. Adamın burnu kadırdan çıktı, eli kolu çıktı, saçı gözünün önüne düştü sorun değil yeniden çekiyorlar. 35 mm de böyle bir hata yapma lüksünüz yok.
Eski oyuncularımız sorarlardı kameramana "Kaç objektifle çekiyorsun?" Diye. Oyuncu kullanılan objektife göre oyun verirdi. Çünkü 28 objektifle çalışıyorsan, bu geniş bir alandır. Oyuncu elini kolunu sallarsa görünür. Ama 40, 50, 75 objektifle çalışıyorsan oyuncu geniş hareket yaptığı zaman kadro dışı olur. Bunları eski oyuncular bilir oyunlarını ona göre verirler.
Yönetmen doğaldır diyor ama sinema bu değil
Şimdi bunun da kolayı var. Zoomla dolduruyor yakın alıyor, açıyor geniş alıyor. Oyuncu istediği gibi oynasın. Televizyonda bazen görüyorum. Oyuncunun kafasının yarısı dışarıda, el kol hareketleri yapıyor ama dışarıda tüm bu hatalar objektifi bilmediklerinden. Yönetmen de doğalı budur diyor. Olabilir, ama sinema bu değil.
13 bölüm, 26 bölüm çektiklerinde bir şeyler de öğreniyorlar ama sadece kendi hatalarını düzeltmeyi öğreniyorlar. Bir daha böyle yapmayalım, şöyle çekelim diye hata düzeltiyorlar. Sanat öğrenemiyor.
Yakup Sancı: Çektiğiniz birçok filmin senaryosu da size ait. Peki başka senaristlerin yazdığı senaryolara bir yönetmen ne kadar müdahale edebilir?
Yunus Yılmaz: Evet, çektiğim filmlerin %80ini kendim yazdım. 17 yaşında yazdığım bir senaryom vardı, Karakedi Bu film oldu. Ahmet Mekin ile Neriman Ateş oynamış, rejisörlüğünü de Orhan Ateş yapmıştı.
Yönetmen filmin her şeyidir
Yönetmen filmin her şeyidir. Senarist yapımcıya yönetmen bu senaryoda değişiklik yapamaz derse zaten yapımcı o senaryoyu almaz. Peki niye almıyor biliyor musunuz? Çünkü senarist oturduğu yerde hayal üretiyor. Senaryoda köşkün merdivenlerinden çıkar, şuradan şuraya geçer, bilmem ne yapar diye yazmış. Peki orada yazan köşkü nereden bulacağız? Yapımcı bir köşk buluyor. Yönetmen gelir köşke senaryoda yazan mizansen uymuyor. Yönetmen senaryoda yazan mizanseni köşke uyduruyor.
Yönetmenle uyum içinde olmayan senarist başarılı olamaz
Amerika da bir film çekileceği zaman adamlar tüm dünyayı dolaşıp senaryoda yazan köşkü buluyor. Bizim senaryolarımız hayal senaryo. Oturduğun yerden yazdığın mekan sette uymuyor. Senaristin hayal gücü kuvvetli adam yazıyor. Havaalanına gelir, bilmem ne yapar. İyi güzel ama seni havaalanına almıyorlar. Sende havaalanını uzaktan alıyor otogarda havaalanı çekiyorsun. Türkiye de senaristin yazdığı şekilde çekmemiz mümkün değil. Oturduğun yerde sıcak odada yazmayla kışın Allahın dağında karın ayazın altında film çekmek aynı şey değildir. Yönetmen senaryoya da müdahale eder, oyuncuya da, kameramanın kamerasına da. Yönetmenle uyum içinde olmayan senarist başarılı olamaz.
Yakup Sancı: 70li yıllarda negatif filmler çekiyordunuz. Negatif pahalı ve karaborsaydı üstelik. Bu nedenle 30, 35 kutudan fazla harcayamıyordunuz. Peki siz yönetmenler hiç hata yapmaz mıydınız? Oyuncular hiç tekrar yapmazlar mıydı? Bu kıskaç da filmi nasıl tamamlıyordunuz?
Yunus Yılmaz: 70li yılların başında siyah beyaz film dönemi kapandı. Renkli filmlerde çok pahalı yurtdışından geliyor. Birde döviz sıkıntısı var üstelik. Bu dönem yapımcılar negatif pahalı diye bize 30 en fazla 35 kutu verirlerdi. Türk sinemasında en fazla negatif harcayarak film çeken benim ustam rahmetli Natuk Baytandı. Bir filmde (Zaloğlu Rüstem) 60 kutu negatif kullandı. Yapımcı, "beni batırdın Natuk" diye isyan etti. Ben en çok 34 kutu harcadım. İyi planlama yapardık. Oyuncularımız kaliteliydi ve bol prova yaparlardı. Tek kamerayla çalışır, plan plan çekerdik. Bunun bir kuralı var sinemada. Diyelim ki, 3.600 metre film çektiniz. Bunun 2.400 metresini film olarak kullanabilirsin, 1.200 metresi çöpe atılır. Yani çektiğin metrenin 3/1 çöp. Bu niye çöpe atılır? Plan başı, plan sonu, klaket, taktığın filmin başı ve sonudur. Bu 2.400 metre film de net 90 dakika film demektir. Saniyede 24 kare, dakikada 27 metre geçer. Tüm bunların hesabı vardır. Yönetmen bu hesabı bildikten sonra kalan sahnelerini ona göre hesaplar filmini tamamlardı.
Bu 400 kutuya ne gerek var? Tüm bunlar acemilik ve savurganlık
Yeni yönetmenler ben 300-400 kutu ile film çektim diyorlar. Nereye harcıyorsa bu kadar filmi? Yapacağın film 90-100 dakika. Bu 400 kutuya ne gerek var? Tüm bunlar acemilik ve savurganlık. Başka bir şey değil. Para bol. Bir planı 10 defa alırlar stüdyoya girdiklerinde ararlar da ararlar. Nerde bu plan diye. En güzelini seçer diğerleri çöpe. Yazık.
Yakup Sancı: Yeşilçam neden oturuyor?
Yunus Yılmaz: Patronlarımız sinemayı bıraktı. Yeşilçamın bu hale düşmesinin tek sorumlusu patronlar. Televizyon kanalları çoğalınca ellerindeki tüm filmleri kanallara sattılar. Demediler ki
Bakın biz filmlerimizi size veriyoruz, sizde dizilerinizi bize verin, biz yapalım. Bu bizim işimiz demediler. Televizyona sattıkları filmlerin paralarını da sinemaya getirmeyip başka yerlere yatırdılar. Kimi daire aldı, kimi otomotiv sektörüne girdi, kimi inşaat, kimi turizm. Büyük firma olsun küçük olsun hepsi paraları kaçırdılar. Yeni yönetmenler, yapımcılar yetişti. Onlar da imkanları olmasa bile bakanlıktan destek alıyor, sponsor buluyor, kendi yazıyor, kendi çekiyor. Bunları biz yapamadığımız için oturuyoruz.
Yakup Sancı: Festivallerde ödül alan filmler sinemalarda pek gişe yapmıyor. Bunun nedeni sizce ne olabilir?
Yunus Yılmaz: Eskiden alıcı bölge işletmecileri vardı. Bu işletmeler film siparişi verir yapımcılarda bu siparişe göre oyuncuları oynatırlardı. Yapımcı, Yönetmeni çağırır bana şu filmi çek derdi. Yapımcı hesabını yapar bu film kaça mal ederim diye. Diyelim ki 400 bin liraya mal oluyor. Bölge işletmelerine fiyatı buna göre verirdi. Senetleri alır işletmelerden tefecilere kırdırır filmi çeker teslim ederdi. Cebinden para harcamadan film yapar para da kazanırdı.
Şimdi işler böyle değil. Filmi diyelim ki bir milyon liraya mal ediyor. Ama bu filmin gişede bir milyon toplayacağını bilmiyor. Dağıtıcıya filmi getirdiğinde bu film aynı gün çıkacak vizyona her yerde oynayacak yap bakalım 300 kopya. Bir kopya 3-4 bin lira. Bir milyon lira da kopya için harcıyor, etti 2 milyon. Sinemalarda gösterildiğinde birde iş yapmazsa yandı yapımcı. Kopya parasını bile çıkartamayan çok oldu, battılar. Bu yıl 40 film çekildiyse bunların 5 tanesi kazanacak, 10 tanesi kendini kurtaracak, diğerleri zarar edecek. Gazeteci bir arkadaş da film çekti. Kopya parasını bile toplayamadığı için zarar etti. Bir daha da film çekemedi.
Yakup Sancı: Sinemamızın kanayan yarasına gelin bir de sizinle neşter atalım. Telif hakları kanunu... Bu sorunu nasıl aşabilir, nasıl bu kanunu hayata geçirebiliriz?
Yunus Yılmaz: Türkiye de birçok şey Avrupa insan hakları sözleşmesine aykırı olarak devam ediyor. Telif hakları da öyle... 1995 öncesi çektiğimiz filmlerin eser sahibi yapımcılar gösterilmiş. Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir şey yok! Amerika da prim sistemi Avrupa da telif sistemi uygulanıyor. Bizim yasa Avrupa telif sistemine göre, telif hakları kanunu adıyla çıktı. Ancak Tv sahipleri ve hatırı sayılır birkaç Prodüktörün baskısı ile bu yasada tanınan haklar bir ek madde ile geri alınmış Ve bu telif kanunu sinema filmleri için 1995den sonra çekilen filmlere uygulanır denmiştir.
Oysaki bu madde Avrupa uyum yasalarına aykırıdır. Bu madde eşitlik ilkelerine aykırıdır. Aynı kanunla müzikçiler 1995 öncesi haklarını alabiliyor. Ben ve benim gibi diğer meslektaşlarım çektiğimiz filmlerden telif hakkımızı alamıyoruz. Anti demokratik bu madde Anayasa Mahkemesine götürülse iptal edilir. Ama bunu yapacak muhalefet bile yok! Mecliste grubu bulunan siyasilerimizi konu ile ilgilenmeliler. Biz sinemacılar kişisel ve ya dernekler olarak bir şey yapamıyoruz.
Yakup Sancı: Yeşilçamın ekmeğini yemiş jönlerimiz de milletvekili oldular. Konu ile ilgilenmediler mi?
Yunus Yılmaz: 110 Milletvekilinin imzası ile bu kanunun ek maddesinin iptali için Anayasa mahkemesine dava açılması gerekiyor. Yeşilçam jönlerinden Ediz Hun, Berhan Şimşek milletvekili olduklarında bakarız demişler ama ilgilenmemiş, bakmamışlardır. Çünkü hatırı sayılır yapımcılarla Tv kanalları ile aralarının açılmasını istememişlerdir. 1995 öncesi için hiçbir çalışma yok. Bize verilen bütün sözler havada kalıyor, yerine getirilmiyor. Tv kanalları ilk kuruluşlarını Avrupa ülkelerinden yapmış, bizim filmlerimizi Avrupa ülkelerinde oynatmışlardır. Bu ülkelerin telif hakları var olduğu için bizim filmlerin telifleri de oradaki kuruma ödenmiştir. Bugün trilyonları bulan bu elde ettiğimiz telif haklarımız orada yatıyor, Türkiye ye getirilip hak sahiplerine dağıtılamıyor.
Yakup Sancı: Neden getirilemiyor?
Yunus Yılmaz: Nedeni şu: Onların da Türkiye de oynayan 1950lerden beri filmleri vardı. Türk telif hakları kanunu onlara herhangi bir ödeme yapmadığı için Avrupadan telif haklarımızı alamıyoruz.
Yakup Sancı: Bildiğim kadarıyla 8 tane telif hakları birliği kurulmuş bu kuruluşlar sizin haklarınızla ilgilenmiyor mu?
Yunus Yılmaz: Türkiye de böl yönet taktiği uygulanıyor. Bu kadar telif hakkı birliği bakanlık onayı ile kuruluyor. Bu kurumlar ayakta kalabilmek için bakanlıktan dolaylı isimler altında yardım alıyor. Ama üyelerine faydalı hiçbir iş yapmıyor. Kültür bakanlığı denetimine tabii olmalarına ramen, doğru dürüst denetlenmiyorlar. Bu son genel kurulda istifa ettiğim telif hakları birliğinin genel kurulunda divan başkanlığı yaptım. Birliğin genel sekreteri faaliyet raporunu, mali gelir gider denetleme raporunu kurula şifayen anlattı. Birliğin geliri örneğin: 50 bin lira. Birlik giderlerini 50 bin lira denk bütçe gösteriyor. İyi de bu paraları nereye harcadınız? Kimlere ne için ödendi? Bunların bir dökümü, bir tutanağı var mı? Yok. Belli ki bu telif hakları birliğinin yolsuzlukları mevcut... Ama resmi makamlara teslim ettikleri tutanaklar kitabına göre uyduruluyor. Oysaki genel kurul tutanak ve belgelerinin her sayfasında başkan ve katiplerin bakanlık temsilcilerinin imzaları olması gerekir. Son genel kurulda usulsüzlük oldubittiye getirildi. Bakanlık temsilcisinin de olmadığını görerek ertesi gün iadeli taahhütlü bir mektupla istifamı verdim ve ayrıldım. Bu birliklerin hepsinin bakanlık üst düzey yöneticilerini görevlendirerek denetimleri yapılmalı. Gelir gider ve tüm evraklarının denetlenmesi gerekir. Birlik üyeleri için değil, kendileri için varlar. Böyle devam ederse biz sanatçılar olarak hiçbir zaman telif haklarımızı alamayacağız.
Yakup Sancı: Sinemacıya bir dokun bin ah işit. Diğer sorunları da kısaca sıralayalım mı?
Yunus Yılmaz: Sizin sahsınızda Sinematürke çok teşekkür ederim. Siz çok önemli bir görevi yerine getirmektesiniz. Yayına başladığınız ilk röportajdan itibaren bütün meslektaşlarımla yaptığınız görüşmeleri takip ettim. Çok başarılısınız, çalışmalarınızı taktir ediyorum ve sinemamızın sorunlarını dile getiren yayınlarınızı dikkatle okuyorum. Arkadaşlarımız Yeşilçamın, sinemamızın sorunlarını dile getiriyorlar. Sorunların çareleri için yol gösteriyorlar. Kültür ve Turizm bakanlığı yetkilileri sizin bu röportajlarınızın tamamını defalarca okumalı. Dertlerinize, sorunlarımıza çareler bulmalı. Yeni yasalar, yeni yönetmelikler çıkarmalı biz sinemacılar için. Kendi imkanlarıyla ve ilkel şartlarda 6.000 film yaptı bu Yeşilçam. Ülke tanıtımına en büyük silah olan, ülkenin tanınmasına, örf ve adetlerinizin yaşatılmasına katkıyı yine sinemamız yaptı. Sinemamızı yetim bırakmayalım. Çalışanların sosyal hakları verilmeli, vermeyenler kontrol altına alınmalı. Yaşları geçtiği halde emekli olamayan arkadaşlarımız var bunların bir an evvel emekliliği sağlanmalı. Ayrıca bu da yeterli değil. Sinemadan emekli olan arkadaşlarımız 630 bin lira maaş alıyor sanatçıların aylıkları iyileştirilmeli. Tabandan ödenen maaşlar tavana çıkarılmalı. Devlet sanatçısına 630 bin lira maaş verme ayıbından kurtulmalıdır.
Yakup Sancı: Ustanız Natuk Baytanın belgeselini yaptınız. Bu ustanıza bir vefa borcu muydu?
Yunus Yılmaz: Ustamın ölümünden 22 yıl sonra, vefa borcumu ödemek için "Yönetmen Natuk Baytan Belgeseli"ni, Kültür ve Turizm Bakanlığının katkılarıyla çektim. Mutluyum, huzurluyum.
Yakup Sancı: Sizin de, onun bana yaptığı fedakarlıkları ödemem zor dediğiniz biri varsa
Sürekli beyninizi tırmalamasına izin vermeyin
Kendinize bir iyilik yapın
Yarından tezi yok ilk taksitini ödeyin
Kim bilir belki yarın da yoktur
Acele edin
Yunus Yılmaza TEŞEKKÜRLER