Üye değil misiniz?
Aktivasyonunuzu tamamlamadınız!
Zaten bir hesabınız var mı?
Yakup Sancı: Çetin Başaran 1940 Mudanya doğumludur. İlkokulu bitirdikten sonra İstanbula gelir, Eminönü semtinde 1957 yılına kadar işportacılık yapar. Bir çok Yeşilçam emekçisi gibi o da tesadüfen Yeşilçam da bulur kendini.
Sinemaya nasıl başladınız? Diye sorduğumda çok ilginç bir anı anlattı.
Çetin Başaran: İşporta tezgahımı Galata Köprüsü'nün üstüne açıyordum her zaman. Polisler rahat bırakmıyordu bizi. Benimle beraber çok arkadaş tezgah açıyordu. Geldiklerinde kaçıyorduk oraya buraya. O zamanlar spor da yapıyordum. İyi koşardım kimse beni yakalayamazdı.
Bir emniyet amiri vardı köprüden geçerken beni tezgahın başında görür, adamlarına kızarmış "herkesi yakalayıp getiriyorsunuz bu çocuğu niye yakalayamıyorsun? Ne zaman köprüden geçsem orada tezgahının başında duruyor. Onu yakalayıp getirin" demiş. Polisler bu emirle birlikte harekete geçmişler. O zamanlar belediye değil polisler bakıyordu seyyar satıcılara. Tabi polisleri sürekli sağa sola bakarak kontrol ediyordum, ama benim için özel bir yakalama emri aldıklarından haberim yoktu. Sürekli etrafımı gözlüyordum. Bir baktım sağımdan solumdan polisler geliyor, kaçacak yerim yoktu. Sıkıştım kaldım köprünün üstünde. O gün gömlek satıyordum. Tezgahta 5-6 gömlek vardı, ne olursa olsun vermeyeceğim bu gömlekleri dedim. Polisler iyice yaklaştıklarında baktım olacak gibi değil, galata köprüsünden aşağıya attım kendimi. Bir anda köprünün üstü ana baba günü oldu. O anda köprünün altından da buğday yüklü bir motor geçiyormuş ben suya düşmeyi düşünürken buğdayların içine düştüm. Polisler motorcuya bağırıyordu "motorcu, motorcu döndür motoru" diye. Motorcu "sen bu gömlekleri çaldın mı?" dedi. Nerden aklıma geldi bilmiyorum. Yok abi film çekiyoruz sen devam et yola dedim. "Haa öyle mi?" dedi. Motorcuyu öyle kandırdım yoksa beni polislere teslim edecekti.
Kemal filmin sahibi Osman F. Seden tesadüfen oradan geçerken olaya tanık oluyor. Ne oluyor burada oğlum. Adam mı boğuluyor diye tam da benim arkadaşa soruyor. Arkadaşımda "abi biz esnafız böyle böyle oldu, arkadaşta hiç düşünmeden kendini tehlikeye attı" deyince "Nasıl bir çocuk bu yav" diye soruyor. Arkadaşım, Zıpkın gibi biri Sportmen, canavar gibi bir arkadaş diyor Oda kartını çıkartıp arkadaşıma veriyor. Motor devam ediyor yoluna tabi bu arada. Kaptana rica ettim Sarayburnunda beni kıyıya bıraktı. Arkadaşların yanına geldim. Bana bir kart uzattılar nedir bu? Ne yapacağım bu kartı? Arkadaşlar oğlum sen meşhur oldun dediler. Yaklaşık 3-4 ay sonra bu kartvizitte yazan adrese gittim. Konuştum anlaştık. Denize atlıyorum diye buğday ambarının içine düştüm, Motorcuya kendimi kurtarmak için film çekiyoruz diye yalan söyledim. Sonra gerçek filmler çekmeye başladık. Sinemaya girişim böyle oldu.
Yakup Sancı: Galata köprüsünden atladıktan sonra kaç film çektiniz?
Çetin Başaran: Sanırın 800-900 kadar oldu. Bunların 400 tanesi siyah beyaz. Ben sinemaya girdiğimde Ayhan Işık, Eşref Kolçak, Yılmaz Güney, Ekrem Bora, Fikret Hakan ile çok çalıştım.
Yakup Sancı: Çok filmde rol aldınız, ama bu roller hep aynı rollerdi. Karakter oyuncuları sanki yazgılarıymış gibi hep aynı rolleri oynadılar. Sizde aynı rolleri oynadınız. Sizin gibi karakter oyuncularını başka rollerde neden oynatmadılar?
Çetin Başaran: Maalesef, Eskiden sabit bir fikir vardı. Örneğin kravatsız mafya olunmuyordu. İllaki kravat takacaksın. Yapımcılar, yönetmenler sürekli aynı rollerde oynattı. Bizleri değerlendiremediler. Oysaki birçok rolü rahatlıkla oynayabilirdik. Avrupa da böyle bir şey yok. Bizim rollerimizi oynayanlar başka rollerde oynadılar. Daha sonra başrol oynadılar. Bizde böyle olmadı. Nasıl başladıysak öyle devam ettik. Örneğin bir arkadaşımız polis olarak başladı. Hep polis rolleri oynadı. Kavgacı oynamışsanız sonra gelen iş de kavgacı... Böyle garip işler oldu. Roller hep aynı rol oldu, üzerimize yapıştı.
Yakup Sancı: Sinemada bir çok kişiye isim takıldığı gibi size de "Tarzan Çetin" denildi. Tarzan sizin sinema hayatınızda ilk ve tek başrol oyunculuğunuz. Bu filmde fil, maymun vardı. Bu hayvanları o yıllar da nereden buldunuz?
Çetin Başaran: Tarzan filminde başrol oynadım. Onu da bin bir güçlüklerle çektik. O zamanlar yokluk içindeydik. Bizim çalıştığımız firmalar ikinci, üçüncü sınıf firmalardı. Firma sirke para verip fili kiralayamadı. Ben gittim sirke bakıcı ile güzel bir diyalog kurdum adam sağ olsun bana filleri, maymunları verdi. Bunu yapmakla da üzerine büyük bir risk aldı. Eğer ki çekimlerde bu hayvanlara bir şey olsaydı yanmıştı bu arkadaş. Buna benzer türlü imkansızlıklarla Tarzan filmini çektik. Bu filmin devamını getiremedik. Fil yok, maymun yok, para yok. Şimdi stüdyoda da bu hayvanları ayarlayabiliyorsunuz.
Yakup Sancı: Yeşilçam filmlerinde jön, çok kurşun yiyor ama ölmüyor, karakterler de bir yumrukla bayılıyor diye eleştiriliyor. Bu sahneler için neler söylemek istersiniz?
Çetin Başaran: Öyle filmler çok çekildi. Doğru diyorlar ama şimdi de buna benzer çok filmler çekiliyor. Şimdi de var. Kurtlar vadisi diye bir dizi çekiyorlar adamlara bin tane kurşun geliyor ölmüyorlar. Biz eskiden bu kadar saçmalık yapmıyorduk.
Yakup Sancı: Avantür sahneleri çekmek pek kolay bir iş değil. Siz bu tür sahnelerde çok çalıştınız. Şimdi çekilen avantür sahnelerini beğeniyor musunuz?
Çetin Başaran: Biz o zamanlar bir iki prova yapardık, bu da trafik provası. Motor denildiğinde herkes adam gibi çıkar oyununu oynardı. Artistlik bu. Olmadı bir daha, olmadı bir daha diye bir lüksümüz yoktu. Şimdi oyuncu rolünü yapamadığı zaman gülüyor. Biz gülemezdik. Yönetmen ağabeyciğim bunun içinden tuvalet kağıdı geçmiyor, negatif geçiyor. Bunun metresi şu kadar. Adam gibi oyna derdi. Oyunculuk, artistlik o zamanlardı. Avantür bizim kuşaktan sonra gelişmedi. Biz ne yaptıysak onunla kaldı. Şimdiki bazı oyuncular o zamanlar olsaydı hiçbir yönetmen bunları oynatmaz, setten kovardı. Ben halkın içindeyim. İnsanlarla konuşuyorum. İzleyici bu kavga sahnelerinden hiç memnun değil. Yokluklar içinde çektiğiniz filmlerin kıymetini şimdi daha iyi anlıyoruz diyorlar.
Eskiden avantür filmleri çok güzel çekerdik. Avrupa ayarında avantür sahneler çekerdik. Şimdiki filmlerde bu güzelim sahneleri çekemiyor, berbat ediyorlar. Şimdi oyunculuk yapan gençler sıkıntıya gelemiyor herhalde. Geçenlerde bu genç arkadaşlar bir sette kavga sahnesi çekilirken kavga etmeye başlamışlar sonra da seti terk etmişler. Avantür çekiyorsan yumruk da isabet edebilir. Bu iş kazası normaldir. Ama en normali yumruğu atarken temas olmadan atabiliyor, alabiliyorsan, izleyiciye bunu gerçek gibi hissettirebiliyorsan avantür budur. Sinema fedakarlık ister, aşk ister. Herkes ünlü olmak ister ama bir oyuncu olmak o kadar kolay değil
Yakup Sancı: Siz seks furyasının içinde oldunuz. Onlarca film de çalıştınız. Bu filmlerin bazıları erotik bazıları pornografik filmlerdi. Bu filmlerde çalışma nedeniniz neydi?
Çetin Başaran: Bizler az para kazanan oyuncularız. O yıllarda başka film çekilmiyordu ki çalışalım. Bu filmler çekiliyordu bunlarda çalıştım.
Yakup Sancı: Erotik furyanın içinde olan oyuncuların çok para kazandığı söylenir, bilinir. Siz bu filmlerden kazandınız mı?
Çetin Başaran: Bir işte çalışıyor oldum, öyle aman aman paralar kazanmadım.
Yakup Sancı: Bu filmlerde çalıştığınıza hiç pişman olduğunuz oldu mu?
Çetin Başaran: Pişman olmadım. Yaptığım işten niye pişmanlık duyayım ki?
Yakup Sancı: Sinemadan kazandınız mı?
Çetin Başaran: Sinemadan para kazanamadım. Nasıl ki şarkıcıların Unkapanı/ Kurtkapanı olmuşsa bizim Yeşilçam da öyle oldu. Gruplaşma vardı şirketlerde. Her şirketin kendi oyuncu listesi vardı. Bir film çekeceği zaman bu listeye göre belirlerdiler. Yılda 250-300 film çekiliyor bizde bu filmlerim çoğunda oynuyorduk. Cebimiz para görüyordu ama bu büyük para değildi. Parasız kalmıyorduk sadece, sürekli iş vardı, çalışıyorduk.
Ben kazancımla iki çocuk büyüttüm. Şimdi ikisi de evlendi, yuvalarını kurdular. Kiramızı ödedik, geçimimizi sağladık. Sinemadan emekli oldum. Kazandığım bu. Sinemaya verdiğimiz emeği başka bir sektörde vermiş olsaydık çok daha iyi durumlarda olurduk. Tabii her şey de para değildir. Sinemayı aşkla yaptık. Dünyaya yeniden gelsem yine sinemacı olurum. Sinemacı olduğuma hiç pişmanlık duymadım.
En zor işleri biz, karakter oyuncuları yaptık. Bizimle beraber oynayan jönler kendilerini kurtardılar. Karakter oyuncusu olmadan bir film olmaz. Biz de karakter oyuncular olarak bu filmlerde olduk ama kazanan jönler oldu. Öyle jönler vardı ki. Şimdi buradan isimlerini vermeyelim. Kavga etmesini bilmiyor, yumruk atmasını bilmiyordu. Biz hem filmde oynuyor hem de jöne ders veriyor onu oynatıyorduk. Bizi nasıl döveceğini öğrettik, bizi dövdüler. Parayı kazandılar. Hayatlarını kurtardılar. Biz olduğumuz yerde kaldık. Yeşilçam karakter oyuncuların önünü açmadı. Bizi mahkum etti aynı rolleri oynamaya. Biz de mecbur olduk aynı rolleri oynamaya.
Yakup Sancı: Uzun yıllar Beyoğlunda yaşadınız. Beyoğlu o yıllar nasıldı anlatır mısınız?
Çetin Başaran: Eskiden aile filmleri çekilirdi. Köy filmleri, dram filmleri... Her aile haftada bir defa olsun sinemaya giderdi. Beyoğlu o zamanlar Beyoğluydu. Sefil kıyafetle istiklal caddesinde utancından yürüyemezdin. Tertemizdi sokaklar. Tarlabaşında o zamanlar Rum aileler yaşardı. Tarlabaşı çok güzel ve temiz bir semtti o yıllar. Şimdi bataklık oldu. Ne kadar pis işler varsa bu güzelim semte çöreklendi. Beyoğlu eski Beyoğlu değil.
Yakup Sancı: Dikkat çeken, güzel bir vücudunuz var. Bunu nasıl başardınız?
Çetin Başaran: 1955 yılında kadırga cinci meydanında rahmetli Hamiyet İncesesin abisi Halit İnceses boksördü, burada çalışırdık. Adamın bir buçuk metre boyu vardı. Ben o zamanlar 14-15 yaşlarındayım. Antrenman yaparken rakibime bir direk vurdum, rakibim bayıldı. Ben de korkudan adam öldü diye ringi bırakıp kaçtım. Fatih güreş kulübüne gittim. Bu kulüpte 1975e kadar hem güreş yaptım, hem de halter çalıştım. 1965 yılında da Türkiye vücut güzeli oldum. Vücut geliştirmek için şimdi bazı ilaçlar, haplar kullanıyorlar. Ben bunların hiç birini kullanmadım, zaten o zamanlar böyle hap ilaç yoktu. Ben 70 yaşındayım vücudum hala eskisi gibi. Tamamen doğal gıdalarla beslendim. İğne kullanmadım. Fakirin yemeğiydi kuru fasulye, ben vücudumu kuru fasulyeye borçluyum. Tabi şimdi kuru fasulye de pahalı bir yemek oldu.
Yakup Sancı: Genelde kötü adamı oynadınız. Filmde oynadığınız rol nedeniyle sokakta ne gibi olaylarla karşılaştınız? Bize birkaç anı anlatır mısınız?
Çetin Başaran: Rahmetli Yılmaz Güney ile "Yabancı düşman" ( Kayıp filmlerden olduğu söylenir) diye bir filmde oynuyoruz. Filmde Yılmaz Güneyin annesi Aliye Rona. Ben de bu filmde kötü adamı oynuyorum. Annesine tarlada tecavüz edip öldürüyorum. Filmin galasını yapmaya gittik Adana'ya. Film başladı benim sahne geldi. Sinemanın içinde küfürlerin bini bir para... Yılmaz güney, Erol Taş, ben locada oturuyoruz. Sinemanın içinde peş peşe 4-5 el silah sesleri duyuldu. Makinist ışıkları yaktı filmi durdurdu. Beyaz perde de 5 tane kurşun deliği. Adam beyaz perdedeki beni vurmuş. Yılmaz Güney rahmetli. Adana şivesi ile konuşurdu "Ağam şöyle geri gel bu seni görmesin buraya da ateş eder" dedi, beni geri çekti. Beni orada görseydi hiç yaşama şansım yoktu. Adam gözümüzün önünde beyaz perdeden beni vurdu. Bu olayı gazeteler bile yazdı. - Türk sinemasının kötü adamı Tarzan Çetini dün akşam beyaz perdede vurdular- diye başlık atmıştı.
Mersinin bir kazasında çalışıyoruz. Benim işim bitti arabanın içinde müzik dinliyorum. Bu arada sokaktan bir ses yükseldi. "Durun, yapmayın. Ben kötü adam değilim". Sesi tanıdım fırladım arabadan. 20-25 kişi ellerinde koca koca odunlarla Erol Taşı aralarına almış dövüyorlar. Vay kalleş, demek öyle yaparsın hee Ana avrat küfür ediyorlar. Erol ağabeyin kafa göz patlamış kanlar içinde her yeri. Var gücümle nasıl bağırdığımı inanın hatırlamıyorum. O kalabalık içinde 8-10 kişi sese döndü beni gördüler. Aha buda kalleş adam diye Erol ağabeyi bırakıp bana doğru yöneldiler. Neyse ki içlerinde biri çıktı "Durun lan bu az kalleş, esas kalleş aha bu" diye Erol ağabeyi gösteriyor. Konuşan adamı biraz laftan sözden anlar buldum dedim ki Yav kardeşim ne yapıyorsunuz? Bu adam bir melek... Adam oyuncu filmlerde rol yapıyor Siz deli misiniz? Bu arada jandarmalar geldi. Kaçan kaçtı yakalananları karakola götürdüler. Erol ağabeyin her yeri kan içinde. Jandarma komutanı sordu Erol Abi'ye "Şikayetçi misin?" Diye. Erol abi "Hayır komutanım şikayetçi değilim onlar beni seviyorlar, benim hayranlarım" dedi.
Adana'da bir film çekiyoruz. Ekip karayollarına ait bir araziden izin almadan içeri girip çalışmaya başlamış. Rahmetli Erol Taş ile ben de ağacın altında yattığımız yerden sıramızın gelmesini bekliyoruz. Birkaç saat zaman geçti bir gürültü oldu. "Erol abi bir şeyler oluyor herhalde gidelim" dedim. "Yav boş ver bir şey olmaz. Uykum var benim, istiyorsan sen git bak" dedi. Yattı. Müdür gelmiş arkadaşlara kızıyor haklı olarak. Kimden izin aldınız da bu araziye girdiniz? diyor. Yanlarına vardım müdürün omzuna dokundum, müdür döndü bana Vaaay kötü adam, sende mi buradaydın? dedi. Müdür bey dedim, burada 15 kişi var bunların her birinin 2-3 çocuğu var. Bu arkadaşlar ekmek parası kazanmak için buraya gelmişler. İzin almaları gerekirdi ama almamışlar, sizin affetmenizi rica ediyorum dedim. Müdür hah işte bak, ne güzel konuşuyor kötü adam. Böyle konuşun işte. Yav kötü adam seni kötü adam olarak biliyoruz ama sen hiçte kötü adama benzemiyorsun dedi. Cebinden bir sigara çıkardı bana uzattı. Çok teşekkür ederim ben sigara kullanmıyorum, hayatımda hiç sigara içmedim dedim. Şöyle yüzüme ters ters baktı. "Hemen buradan çıkın, hemen, hemen" diye bağırmaya başladı. Eyvah adam deli galiba dedim. "Tabi bizim sigaramıza tenezzül etmiyorsun ama filmlerde fosur fosur sigara içiyorsun, iki parmağının arasına alıp karşıdaki adamın suratına atıyorsun izmariti". Abi ben rol icabı sigara içiyorum sen müdürsün senin daha iyi bilmen lazım bu işleri. Ben vallahi billahi içmedim dedim. Tamam sana inanıyorum dedi. Beni aldı odaya götürdü. Dolabı bir açtı amerikan bar çıktı ortaya. Çeşit çeşit içkiler. Hadi bakalım bunu da içme de görüyüm. Bunu da mı rol icabı içiyordun? dedi. Tamam abi bunu içelim sen kızma yeter ki dedim. Bir güzel içtik müdürle. Ekipte işini yaptı.
Yakup Sancı: Nasıl ki dün'e gitmemiz imkansızsa 40 yıl öncesine de gitmemiz ve onların çektiği sıkıntıları bilmemiz imkansız. Bulunduğumuz sıcak odada ya da bir sinema salonunda yayılıp koltuğumuza onları keyifle izledik. Bir süre sonra hayran olduğumuz filmleri, sanatçıları, emekçileri hor görmeye, o, onu yaptı, bu bunu yapmadı diye insafsızca yargılamaya başladık. Bu kadar değişken olmak zorunda mıyız? Sinema adına amatör bir çalışma içinde dahi olmayan bizler eleştiride profesyonel bir yorumcu oluverdik. Hadi bu defa da kendimizi düşünelim
Geçmişten geleceğe uzanan köprüde buluştuklarımızla söyleşilerimiz devam ediyor, anlatılanlar ışığında sinemamızın sorunlarına çözümler arıyoruz.
Çetin Başarana Teşekkürler.