Bu hafta değerli yönetmen ve oyuncu, sinemamızın emektarlarından sayın Yıldırım Yanılmaz'ı konuk ediyoruz. İsmail Dümbüllü'nün kavuğuna da sahip olan değerli sanatçıyla, Yakup Sancı sinemamızın sorunları üzerine sizler için söyleşti...
31 Temmuz 2012

Yakup Sancı: 18 Ocak 1946 yılında Zonguldak'ta doğdu. Konservatuar yıllarında müzikle tanıştı. Nefesli sazlar dışında bütün enstrümanları çalabilmektedir. Sinemamızda çocuklukla başlayan sinema serüveninde yönetmen, senarist ve oyuncu olarak önemli hizmetlerde bulundu. Ankara Devlet Opera ve balesinde "Alabanda" gibi önemli operetlere imza attı. Sinema ve Tiyatroyu aynı zamanda birlikte yürüttü. Çeşitli Üniversitelerde, Özel okullarda Tiyatro oyunculuğu ve Sinema dersleri verdi. Ayrıca, Geleneksel Tiyatromuzu, yanında çalışarak İsmail Dümbüllü'den öğrendi ve uygulayıcısı oldu. Geleneksel Türk Tiyatromuzun (Ortaoyunu-Karagöz, Hacivat- Tuluat oyun – Meddah ) kaynak kişilerindendir. Ülkemizde konuşulan Yöresel konuşma ( Şive ) çeşitliliğini belli bir metoda indirgeyerek (Karadeniz- Doğu ve Güneydoğu- Trakya-Orta Anadolu-Ermeni-Rum-Yahudi- Arnavut gibi) çok kısa zamanda öğrenilmesine olanak sağlamıştır. 

Çocukça başlayan bir oyun, bir gün onun mesleği olacaktı... Yıldırım Yanılmaz serüvenine hoş geldiniz.

Yıldırım Yanılmaz: Nereden başlayım bilmiyorum. Babam Demiryolcuydu. Kırıkkale'de gar müdürüydü. 5 yaşında mahallenin çocuklarına Karagöz-Hacivat oynatırdım. Çocuklarda para olmadığı için o zamanlar, Zerdali (Kayısı) kilosu 5 kuruşa satılırdı; Çekirdeğinin kilosu ise 10 kuruş; Acıbadem kurabiyesi yapımında kullanılırdı. İşte ben, 20 adet zerdali çekirdeğine Karagöz-Hacivat'ı oynatır, çekirdekleri satarak para kazanırdım. Aynı dönemde küçük bir çocuk olarak oldukça zor kavramama rağmen annemin ud'una sarılır onu çalardım. Çok kısa zamanda çalmayı öğrendim. Büyük halamlar İstanbul Mecidiyeköy' de otururlardı. Bir film stüdyosu vardı ve bahçesinin çöplüğüne filmler atarlardı. Onları sezdirmeden oradan alır, rulo yapar evde kare kare resimlerini izlerdim. Büyük keyif verirdi bana. Halamın ressam olan oğlu bunlarla ilgilendiğimi görünce, bana bir sürpriz yaptı. Bir Kartonu film karesi kadar kesti. Sonrasında filmimden de bir kare keserek o çerçeveye yapıştırdı. Pencere kenarına koyduğu aynadan, dışarıdan içeri azda olsa girmiş güneş ışığını duvara yansıttı. Elindeki halamın yakın gözlüğünü ileri geri hareket ettirerek duvara film fotoğrafının yansımasını sağladı. Müthiş heyecanlanmıştım. O duvara koştum hızla, görüntüye atladım. Olağanüstü bir şeydi. Duvarda film oynuyordu sanki.

Bu oyuncağı çok sevmiştim, artık evde tüm işim, karelerden oluşturduğum filmleri duvarda görmek olmuştu. Yetmiyordu tabii. Filmleri aldığım çöplük ziyaret ettiğim yerdi artık. Fazla sürmedi yakalandım. Yakalayan kişi o filmlerin kirli filmler olduğunu ve bana daha temiz filmler vereceğini söyledi. 6,5 yaşındaydım. Kısım kısım "şut" denilen kullanılmayacak görüntülerden oluşmuş filmler verdi bana. Arkadaş olmuştuk artık. İçeriye de girip odalarda bulunan kurgu masalarında, filmlerin nasıl kurgulandığını da gördüm. Filmleri bir jilet yardımıyla kazıyorlar ve Aseton denilen bir sıvı sürerek filmin yapışmasını sağlıyorlardı. Oje kapağı fırçalı olduğu için filme sürülüp yapıştırılması kolay oluyordu. İstedim, bana bir oje şişesi verdiler. Şişesinin içine doldurarak filmleri yapıştırmıştım.

Yakup Sancı: Çocukça bir oyun oynarken, farkında olmadan da olsa amatör sinemacı olarak sektöre ilk adımlarınızı attınız.

Yıldırım Yanılmaz: Evet, tabi bu da yetmedi. Masada filmler geçmeye başladım. Kolları oynatmak zor da olsa iki elimi kullanarak hareket ettirebiliyordum. Filmleri yapıştırabiliyor ve masada eklediklerimi görebiliyordum. Gözlem altında olduğumu fark etmiyordum ama... Kurgu görevlisi, bir gün bana, rafta sıralı duran parça filmleri gösterip, "bunları kafana göre sıraya diz bakalım" dedi. Ben de öyle yaptım. Önce filmleri elimle geçerek oynattım. Fark ettiğim bir şey vardı. Bir erkek vardı bir de kadın. Bunlar birçok film rulosunda görülüyorlardı. Onların başrol olduklarını anladım. İzlediğim parçalardan kendime göre kurgu yaptım ve kurgu görevlisi geldiğinde filmi baştan sona masada geçti. Beklememi söyleyip gitti, az sonra da geldi yanında saçları olmayan bir adamla. Birlikte izlediler. Adam "çok iyi olmuş, bunu basın" dedi. Sonradan anladığımda ben bilmeden de olsa o adamın çektiği filmin fragmanını (gelecek program filmi) kurgulamışım meğer. Sonrasında 70. in üzerinde fragman kurguladım. Bu arada okula gitmeden okuma ve yazmayı çözdüm. İlkokula başladığımda sıkıntı yaşadım. Arkadaşlarım hecelerle uğraşırken ben hiçbir şey yapmadan oturuyordum. Öğretmen fark etti ve kızarak niye heceleri yapmadığımı sordu. Ben de "ben okuyorum" deyince bir bölüm okuttu, çok şaşırdı. Ben, dönem bitinceye kadar okula öylesine gidip geldim.

Yakup Sancı: Profesyonel sinema hayatınız nasıl başladı?

Yıldırım Yanılmaz: Babamın demiryolu memuru olması nedeniyle bir kentte fazla kalmazdık, iki yıl üç yıl kadar işte. Ben 1946 yılının ocak ayında Zonguldak'ta doğdum. Kız kardeşim Çankırı'da, erkek kardeşim Ankara'da. Nerelisin diye soranlara; "Türkiyeliyim" yanıtını veriyorum. Daha sonrasında konservatuar yılları başlar. Büyük usta İsmail Dümbüllü ile karşılaşıp bir yaz sezonu boyunca çalışmamız bu döneme rastlar. Sinema ve Tiyatro oyunculuğu artık birbirleriyle at başı gitmeye başlar yaşamımda.

1969 yılına gelindiğinde, bir taraftan Tiyatro oyunculuğunu önemli tiyatrolarda sürdürürken ustam ve hocam Halit Refiğ' in isteği üzerine "Bir Türk'e Gönül Verdim" filmi ile onun asistanlığını yapıp, ayrıca filmde de oynayarak profesyonel anlamda sinemada da var oldum.

Yakup Sancı: Sinemamızın dünü, bugünü dediğimizde teknik ve kalite bakımından ne gibi farklar var?

Yıldırım Yanılmaz: Sinema, insanı insana, insanca, insanla anlatan görsel bir sanattır. Evrenselliği insan oluşundan kaynaklanır. Türk dünya insanlarının ortak sorunları vardır ve hemen hemen aynıdır. Sadece ülkelere, bölgelere, yörelere göre farklılıklar gösterirse de, insan yine insandır. Acısıyla, üzüntüsüyle, aşkıyla, kiniyle, savaşıyla, cinayetiyle, sevgisiyle...

Şu an sinemamızda öncelikli, kuşak sorunu var. Eski ve yeniler olarak sanki psikolojik savaş veriliyor. Bunu doğru bulmuyorum. Ayrıca "Yeşilçam" adının yeni sinemacılar tarafından küçümsenmesi ve "tü kaka" olarak algılanması, bir bakıma da aşağılanması,  beni oldukça üzüyor. Ben yıllardır sinema ve Sinema-Tiyatro oyunculuğu öğreticisi olarak okullarda görev yaptım. Okullu yönetmenlerden biri de benim. Biz Gerçek sinema eğitimi ve alaylı, usta-çırak ilişkisini de birlikte yaşarak sinema yaptık. Yapıtlarımız da ortadadır.

Televizyonun girmediği dönemlerde Film işletmecileri kanalıyla, onların istekleri doğrultusunda filmler yapılırdı. 7 bölgede varlıklarını sürdürürler, bölgelerinin sinema izleyicilerinin isteklerini alır istek olarak yapımcılara sunarlardı. Yapımcı buna uymak durumundaydı çünkü Filme başlamaları için avanslar onlardan alınır, bölgeler fiyatları senetlendirir, yine bölge işletmecilerinin isteği doğrultusunda, oyuncularla ve yönetmenle anlaşmalar yapılırdı.

Sermaye o zaman da yoktu. Sermaye, bölge işletmecilerinin isteklerinden elde edilirdi. Her bölge için ortalama iki kopya basılır, onlar bu kopyaları 5 yıl süre ile ellerinde tutarlardı. Sponsorluk bilinmezdi. Zaman içinde sponsorluk girişimleri de hep sonuçsuz kalmıştır. Bu gün belli işletmeler bir kalemde 100-150 kopya ile sinemalara bir kez giriyorlar, o hafta içinde filmin beğenilmesine göre ikinci ya da üçüncü haftaya giriyorlar ama istenilen parayı ne yazık ki toplayamıyorlar. Bazı kişilerin filmleri istisna olarak göze çarpsa da diğer filmler fazla seyirciye ulaşamamaktadır.

Şimdi gelişen teknolojinin de devreye girmesi ile teknik anlamda sinemamızda bir yenilik olduğu kesin. Sinemacılık anlamında kimsenin bir yenilik getirdiği yok. Ayrıca acemilik o kadar göze batıyor ki bu üzücü bir durumdur. Sinemamızın bir tarzı yok. İzleyenin "bu bir Türk filmidir" diyebileceği hangi filmi gösterebiliriz? Bir Fransız, bir İngiliz, bir İtalyan sinemasının varlığın biliriz, biz kendi sinemasal varlığımız olmadığı için, bir şeyleri bildiğimizi zannederiz, bilemeyiz nedense.

Yakup Sancı: Sinemacılarımızın sorunları nelerdir?

Yıldırım Yanılmaz: O kadar çok ki. Öncelikle telif hakları sorunumuz var. Nedendir bilinmez, Telif hakları konusunda bütün hükümetler sinemaya olumsuz baktılar. Zaman içinde bazı yasalar çıktı ama yürürlüğe sokulmadı. O zamanlar "Film-Yön" de yapılan Sinema Platformu toplantılarının da sonuç elde etmeye gücü yetmedi.

Sinemanın Türkiye'de başladığından bu yana belediyelere toplattırılan "rüsum" adı altındaki paralar aslında, sinemaya yatırım olarak dönmesi gerekli paralardı. Ne yazık ki zaman içinde belediyeler, sonrasında Maliye bakanlığı bu paralara el koydular. Bu öylesine yüksek meblağdı ki, bakanlık bu paraları, kendine göre birimlerde kullandı. Sinemaya dönmüş olsaydı şu anda sektörümüz dünya sinemasının en önde gelen sektörü olacaktı.

Ne yazık ki sinemacılar büyük baş hayvan olarak görüldü ve öyle takdir edildi

Bunun yanı sıra Eğitim eksikliğimiz oldukça acı biçimde göze çarpmaktadır. Üniversitelerde okutulan sinema ne yazık ki sadece, anlatıma dayanmaktadır. Oyunculuk da böyledir. Oğlum Erman Yanılmaz, Kanada' da Sinema Okulunu bitirmiştir. Burada zaman içinde sinema ve Tiyatro eğitimi verdiğimden Dünya sinemasının bu günkü şartları doğrultusunda oradan istettiğim müfredat ile burada eğitim vermeye çalışıyorum. Sinema sektörünün içinde olmam dolayısıyla da bilgilerimi uygulamalı anlatıyorum. Bu sorunlarla ilgili birkaç anlatım benimkisi sadece...

Sinema.. insan olma eğitimidir

Sorunları başlık altında da toplayamayız... Sinema mesleği eğitimin ötesinde en önemli eğitim, insan olma eğitimidir ki bu,  şu dönemde en olmayan ve en acı bir şeydir. Aile içi eğitimi de kalmamıştır artık. Siz saygı ve sevginin olmadığı bir ortamda iş yapıyorsanız o işin anlamı ve yararı olmaz. Olmuyor da. Ayrıca Ülke olarak belirgin bir yapımızın olması gerekirken, siyasal görüşler dışında, etnik görüşlerin hâkim olduğu ve ısrarla böyle olması için çabalar gösterilmesi sürerken Türk sineması olarak nasıl vasıflanacağız? İnsanlar kendilerini etnik kimlikle açıklamaya çaba gösterirken nasıl bir ülke olarak sinemamızı oluşturacağız?

Amerika'da o kadar çok etnik gruplar olmasına karşın tümünün birleşip Amerikan filmi yapmaları Amerika'ya kazanç olmuştur. Ulusal sinema politikaları vardır ve bunu uygularlar. Ben Dış ülkeleri örnek alalım diye söylemedim sözlerimi. Bu coğrafyada çok kültürlülüğün Türk Sineması adına büyük işler ortaya koyacağını anlatmak istiyorum. Türkiye sınırları içinde tüm etnik kimliği olanlarla bütün bir, Türkiye Sinemasını ve dilini oluşturmamız gerek.

Yakup Sancı: Kültür Bakanlığı, meslek birlikleri sinemaya gereken desteği gereken alakayı gösteriyor mu?

Yıldırım Yanılmaz: Kesinlikle Hayır! Gelmiş geçmiş bütün politikacılar sinemamızı ve sinema çalışanlarını anlamamakta birbirleriyle yarış yaptılar. Ulu önder Atatürk' ün  "beyler, sizler, mebus, vekil hatta Reisicumhur bile olabilirsiniz ama asla sanatçı olamazsınız", sonrasında önemle "sinemaya gereken ehemmiyeti (önemi) veriniz", demesine rağmen nedense bu sözün inceliğini ve gelecek için taşıdığı olağanüstü önemi fark etmediler.

Yıllarca toplanan rüsumların hesabını, hiçbir maliyecinin çıkarabileceğini sanmıyorum

Önceleri sansürle sinemacıların ve sinemaseverlerin canına ot tıkadılar. Görselliğin nasıl bir reklam aracı olduğunun farkına bile varmadılar. Ülke tanıtımı için bundan daha güzel fırsat olamazdı eğer Atatürk' ü anlasalardı. Ne anladılar?  (bizde sinema yapılmaz, biz sinemayı yapamayız. Sinemadakiler sadece para kazanırlar. Onda da hayırlarını görmezler. Sinema salonları para getiriyor. Alırız üzerinden rüsum adında sinemacıya destek olacağız diye haraç, olur biter), dediler. Yıllarca toplanan rüsumların hesabını, hiçbir maliyecinin çıkarabileceğini sanmıyorum. Belediyeler tarafından toplattırıldı. Sonra Bakanlar el attı onlara göre bu havadan gelen paraya.  Kültür Bakanlığı kendi bünyesinde,  Maliye Bakanlığı da kendi bünyesinde paraların kavgasını yaptı. Şimdi, bu paralar hala toplanıyor ve Maliye Bakanlığı bu paraları harcıyor. Arada bir de Kültür Bakanlığına üç beş kuruş veriyor. Aralarında kardeş kardeş paylaşımlarını sürdürüyorlar. Oh ne ala!..

Meslek birlikleri ise kendi çaplarında Sinemamız ve özellikle Sinema çalışanları için ellerinden gelen çabayı göstermelerine rağmen, yetkililerce engellemeler nedeniyle bir adım bile ilerleyemiyorlar. Rüsumlardan ve telif haklarından elde edilecek paralarla hiçbir sinema çalışanı mağdur durumda kalmaz. Sinemamız tüm dünya sinemalarının devi bile olur. Bu beyne ve güce sahiptir.

Yakup Sancı: Festivallerde ödül almış filmler gişe yapamıyor. Festivallere iyi film gelmediği için mi jüri üyeleri bu filmleri iyi film seçmek zorunda kalıyor. Yoksa daha iyi filmler var da yanlış filmler mi ödül alıyor?

Yıldırım Yanılmaz: Festivaller sinemacıları kaynaştıran ve birleştiren unsurlar olmalıdır. Sanatsal boyutta meydana getirilmiş filmler, onun çalışanlarının ve uygulayıcılarının yarıştıkları bir ortamdır aslında. Şu görülmektedir ki Ülkemizde belli guruplar vardır sinema içinde. Bu gurupların elde ettiği olaylarda, elbette ki seçimler kendi düşünce ve görüşleri doğrultusunda yapılacaktır. Jüri ön seçimi ve ana jüri seçimi bu görüşün içindeki kişilerce yapılacaktır. Zaman içinde, Festival Uygulayıcıları ile birlikte görev yaptığımda yaşadım bunları. Bu durum Ülkemiz geneli içinde söz konusu. Siyasal partilerde ki gibi, spor alanında, futbol, basketbol vs. alanında ki gibi... Sürekli bir insan kayırma ve çıkar beklentisi. Ne yazık ki bu böyle...

Filmlere gelince, Festival için yapılmışsa onun gişe getirisi olmamaktadır. Genellikle entelektüel ağırlıklı, sanatsal adındaki filmlere verilen ödüller Genel izleyici tarafından anlaşılamadıkları nedeniyle iş yapmazlar. Sinema izleyicisi, anlayabileceği konuları izler ve bu biçimdeki filmleri, hâsılat katkısıyla ödüllendirir. İzleyici, kendi olmasını istediği ya da olacağını sandığı öykü akışı içinde kendini bulmak ister. Bunu sağlayabilen sinema insanları, gişe başarısını bulabilirler.

Yakup Sancı: Oyunculara ve oyuncu olmak isteyen arkadaşlara önerileriniz nelerdir?

Yıldırım Yanılmaz: Önce eğitim. Onunda ötesinde insanca eğitim. Saygın ve sevgi dolu hoşgörülü bir yaşam benimseyişi... Kültürlü olmak. Hiç bıkmadan öğrenmek ve öğretmek... Çok iyi bir gözlemci olmak, sürekli gözlem yapmak... Bir de konservatuarda bizlere öğretilen şu üç cümleyi yaşamlarına almak... Birincisi, oyuncu asla yalan söylemez. İkincisi, oyuncu kesinlikle verdiği sözde durur. Üçüncüsü, kendisine verilen bir emanete asla ihanet etmez.

Yakup Sancı: İsmail Dümbüllü'nün kavuğunun sizde olduğu söylenir. Anlatır mısınız?

Yıldırım Yanılmaz: İsmail Dümbüllü'nün bir kavuğu var bende. Yıllardır saklarım ve de kimseye göstermem. Özeldir çünkü. Yaz sezonunun bir gününde, Florya'daki bir yazlık sinemada oynamış eve dönüyorduk. O zaman Kocamustafapaşa'da anneannemlerin yanında kalıyordum. İsmail Ağabey bana çıkınını verdi. Ertesi günü Yeşilköy'de oynayacaktık. Taşımak istemiyordu. Ben de aldım eve geldim. Büyük heyecanla açtım, onun kostümlerini giydim, kavuğunu taktım. Aynada saatlerce kendime baktım. Onu taklit ettim. Ertesi günü de alıp çıkını (bohça) oynayacağımız bahçeye geldim. Hazırlanırken İsmail ağabey, kavuğunun olmadığını gördü. Nasıl olduysa unutmuşum kavuğu çıkına koymayı. O andan itibaren ben de kaldı. Ama tedarikliydi usta. Oyun yine devam etti. Her zamanki gibi...

Yakup Sancı: Ortaoyunu, Meddah, Karagöz- Hacivat gibi oyunlarımızın "demode oyunlar" olduğu söylenir. Bu oyunlar pek oynanmıyor. Bu oyunları oynayacak oyuncular da yetişmiyor. Bu konuda neler söylemek istersiniz?

Yıldırım Yanılmaz: Yeni nesil geleneksel oyunlarımız konusunda bilgilendirilmediği için, insanlarımız onların eskilerde kaldığına inandırılmış. Gelenekselimiz eskimez. Çünkü Dünya tiyatrolarına örnek ve kaynak olmuştur. Ortaoyunu, Meddah, Tuluat oyunu, Karagöz- Hacivat oyunu gibi tiyatro oyunlarımız dünya tiyatrolarına da başka bir örneği olmayan özel bir tiyatrodur.  Bizdendir, bizi bize anlatır, güldürür, düşündürür ve tarzı vardır. Bu bizdenliğimiz, okullarımızda da gerektiği gibi anlatılmadığı için ne acıdır ki yok olmak üzeredir. Usta çırak ilişkileri de modernlik adına insanların o yöne kaymalarından dolayı gerçekleşememiş, uzun süredir de bir ekip oluşturulamadığından oyunlar sergilenememiştir. Elbette bunun "demode" olduğu söylentilerinin de rolü vardır hiç kuşkusuz. Bu Küçümsenme olayı 1970'li yıllarda en ileri boyuta ulaşmıştır.

Geleneksel türlerimizin hiç biri demode değildir

Zaman içinde Ramazan aylarında sergilenmeye çalışılan Ortaoyunu, bilgisiz insanların kulaktan dolma bilgileri doğrultusunda oynanmaya çalışılmakta,  kısa yoldan gösterilerle, Ramazan ayı öylesine geçiştirilmektedir. Oysa gelenekselimiz, her zaman sergilenecek biçimde bir değer oyun tarzıdır. Onun zamanı "her andır". Bu konuda da anlatacak çok şeyim var. Artık insanlar acemi ve yeteneksiz insanların kendilerine göre uyguladıkları, sözde gelenekseli izlemek istememektedirler.

Yıllardır çırpınışlarım ve öğretme çabalarım hep boş olmuştur. 2010 Avrupa Kültür Başkenti için başvuruda bulunduğum  "Ortaoyunu " ne yazık ki benden daha geniş kapsamlı yapacaklarını beyan eden "Red" yazısıyla sanki tarihe gömülmüştür. Ben de kesin bir karar alarak benim, geleneksel adına, bende ne varsa; belge, oyun, tasvirler, afişler, notalar, kostümler ve o kutsal kavuk benimle birlikte mezara gidecekler. Ne acıdır ki gelenekseli gereği gibi bilen 4 kişi varız şu an Ülke genelinde. Nejat Uygur, Erol Günaydın, Halit Akçatepe ve ben. Biz de bu gün varız yarın yokuz. Bizim yokluğumuz, kültürümüzün öldürüldüğü an olacaktır. Türk Tiyatrosu yok olacaktır. Tüm sorumsuzlara ilan olunur.

Yakup Sancı: Siz aynı zamanda sitemizin de üyesisiniz. Sinematürk dostlarına bir mesajınız var mı?

Yıldırım Yanılmaz: Evet var. Sinematürk, sinema ile birlikte tüm sanat dallarını da içinde barındırmaktadır. Bilgilendirme ve geleceğe Sinemasal-sanatsal bütün dallarda hizmet vermeye çalışmaktadır. Bilgiler doğru olduğunda değer kazanır. Herkesin her şeyi bilmesi mümkün değildir. Sinema ve diğer sanat dalları içinde eksik görülen ne olursa olsun bilgilendirildiğinde bu hizmet layığı ile gerçekleşmiş olacaktır.

Sinematürk, Türk sineması için önemli bir site, önemli bir arşivdir. Doğru bildiklerinizi yollayınız. Bir kültür hizmeti de sizler yapınız, gönüllü olarak. Yücelirsiniz... Saygı ve sevgilerimle...

Yakup Sancı: Geçmişten geleceğe uzanan köprüde buluştuklarımızla söyleşilerimiz devam ediyor. Anlatılanlar ışığında sinemamızın ve sinemacılarımızın sorunlarına çözümler arıyoruz.

Yıldırım Yanılmaz'a Teşekkürler.

Kaynak
Yakup Sancı
 YORUMLAR  ({{commentsCount}})
{{countDown || 2000}} karakter kaldı
{{comment.username}}
{{moment(comment.date).fromNow()}}
Uyarı:  Yorumunuz, yönetici tarafından onaylandıktan sonra tüm ziyaretçilerimiz tarafından görüntülenebilecektir. (Bu mesajı sadece siz görüyorsunuz)
{{reply.username}}
{{moment(reply.date).fromNow()}}
Uyarı:  Yorumunuz, yönetici tarafından onaylandıktan sonra tüm ziyaretçilerimiz tarafından görüntülenebilecektir. (Bu mesajı sadece siz görüyorsunuz)