Üye değil misiniz?
Aktivasyonunuzu tamamlamadınız!
Zaten bir hesabınız var mı?
Yakup Sancı: Oğuz Oktay, 13.08.1939 yılında bir öğretmen çocuğu olarak Yalova'da dünyaya gelir. Kendi deyimiyle babası "enteresan huyları olan bir adamdır". Öğretmen baba, okulda başka bir öğretmen varsa kendi sınıfına çocuğunu almaz, diğer öğretmenin sınıfında okutur. 8 yaşına geldiğinde okulun yanı sıra, aynı zamanda "enteresan huylu" baba tarafından bir demirciye çırak olarak verilir. Küçük Oğuz, 8 yaşında körük çekmeyi, demir çekiçlemeyi, demire su vermeyi, kısacası demiri çelik haline getirmeyi öğrenir.
İyi koşullarda yaşayan bir aile olmasına karşın babası, küçük Oğuzun, Çingene çocuklarıyla arkadaşlık etmesine, çadırlarda yatmasına izin verir. Çünkü çingeneler demire iyi su veriyor, iyi çelik yapıyordu. "Enteresan huylu baba", oğlunun ileriki hayatında bu yaşam biçiminin faydasını göreceğini biliyordu. Bu tutumuyla oğlu Oğuzun, doğanın içinde yaşayıp, hayatın zorluklarını görmesini sağlıyordu. Ya küçük Oğuz, tüm bunları o yaşında anlayabiliyor muydu? Arkadaşlık ettiği 12-13 yaşlarındaki çocukların çoğu evliydi! Küçük oğuzun arkadaşları gibi bir eşi bile yoktu.
Kabataş Erkek Lisesi Fen bölümünden mezun oldu. Marmara Üniversitesinde İç Mimarlık okudu. 1955 yılında Kabataş Erkek Lisesinde okurken "Captivi" (Esirler) oyunuyla birlikte Yarı profesyonel tiyatro hayatı başladı.
Sonraki yıllar... Istanbul Teknık Üniversitesi Sanat Kulübü, Dormen Cep Tiyatrosu, Fatih Tiyatrosu, Münir Özkul Bulvar Tiyatrosu, Ulvi Uraz Tiyatrosu, Gülriz Sururi Engin Cezzar Tiyatrosu, Hadi Çaman Tiyatrosu, Bahariye Sanat Merkezi gibi çeşitli tiyatrolarla çalıştı. Bu tiyatrolarda sahnelenen pek çok oyunda yer aldı.
Son yıllarda çesitli reklam ve sinema filmlerinde, değişik televizyon dizilerinde roller aldı. Çocukluğundan itibaren sanatın içinde olan yılların tiyatro sanatçısı Oğuz Oktayı daha yakından tanımaya hoş geldiniz...
Oğuz Oktay: Babam, "Atatürkün çocukları" denilen altı öğretmenden biriydi. Atatürk, 1936-37 yılında uluslararası bir folklor festivali düzenlemek ister ve bunu Park Otel de yapar. Şimdi İstanbul Lisesinin olduğu yerde de ki Muallim Mektebine bizzat gelir, Folklor bilen altı öğrenci seçer. Bu altı öğrenciden biri de babam. Atatürk, zeybek üstadıdır. Bu altı öğrenciye bizzat kendisi Zeybek dersi verir ve bu çocukları festivale sokar. Festivalde kendisi de bulunur. Festival günü tesadüf, Muallim Mektebinden mezun olanların gideceği yerlerin kuraları çekilir. Atatürk, babamı yanına çağırır. "Neşet nereyi çektin?" der. Babam "Malatya efendim" diye cevap verince. Atatürk Milli Eğitim Bakanının yanına çağırır "Neşeti Yalovaya tayin edin. Bana lazım." der.
Babam Atatürkün emriyle Yalovaya tayin oluyor. Yalovalı olmamın nedeni de budur. Atatürkün emriyle Yalovada doğdum. Köye bir araba geldiği zaman dingil sesinden hangi ustanın yaptığını bilirdim. Hayatım boyunca pratik hayatın içinde yaşadım. Hep ellerimle bir şeyler yaptım. Çok iyi marangoz oldum, çok iyi demirci oldum. Almanyaya staja gittiğimde "Birinci Sınıf Marangoz Sertifikası" aldım. "Birinci Sınıf İnşaat Kalıpçı Ustası (Maister) Sertifikası" aldım.
Yakup Sancı: Tiyatroya kaç yaşınızda başladınız?
Oğuz Oktay: Tiyatroya başlamam aslında ilkokulda oldu. Babam öğretmendi, okulda oyunlar sahneye koyardı. Çocuk rollerini de bana oynatırdı. 1950li yıllarda sahneye ayak atmış biriyim. Yalova da çok güzel bir Halk Evi vardı. Bu Halk Evinde temsiller oynanırdı. "Gömdüğüm o Cihandı" Cevat Fehminin Paydosu gibi oyunlarını babam oynar, ben de oynardım.
Kabataş Lisesi mezunuyum. Benim şansım lise son sınıfta, sınıf arkadaşım, devre arkadaşım Ergin Orbey vardı. Ergin Kabataş Lisesinde öğrenci, daha konservatuara gitmemişti. Bir gün geldi bana "Ya Oğuz, senin tiyatroya ilgin var. Ben bir şey yapmak istiyorum. Beni destekler misin?" dedi. Tabi desteklerim dedim.
"Devlet konservatuarının müfredat programını aldım. Devlet konservatuarının bütün ders kitaplarını aldım. Yine devlet konservatuarının bazı hocalarıyla da anlaştım. Kabataş Lisesinde bir oyun sahneye koyacağız. Bu müfredat programını aynen uygulayacağız ama 4 yıllık Devlet konservatuarını hızlandırılmış eğitim olarak bir senede vereceğiz. 1500 kişilik okuldan 25 öğrenci seçeceğiz. Bu çocuklarla da bir tiyatro kolu kuracağız. Okulun müdürüyle de konuştum, anlaştım, kabul etti" dedi. Okul müdürü gerçek eğitimci rahmetli Faik Dranas idi Bir hafta sonra Devlet Konservatuarından hocalar geldi. Bize belirli saatlerde ders vermeye başladılar.
İstanbul Belediye Konservatuarı var. Ama o yıllar adı konservatuar değildi. Beşiktaş da şimdiki adliye binasının karşısında bir yerdeydi. Konservatuar eğitimini burada verirlerdi. Hocalarımız; Behzat Butak, Ercüment Behzat Lav, İ.Galip Arcandı. Bu isimler tiyatro için çok önemli isimlerdi. Ergin Orbayla birlikte tiyatro kolunu kurduk. Plautusun "Esirler" isimli oyununda Ergasilus isminde bir rol oynadım.
Yakup Sancı: Profesyonel olarak ilk tiyatro hocanız kimdi?
Oğuz Oktay: Tuncer Necmioğlu, Mehmet Akan ve ben. Teknik Üniversitesi Sanat kulübüne başladık. Aynı dönemde Haldun Dormen Cep Tiyatrosunu kurdu. Bu tiyatroya girdik. Haldun Dormen o yıllarda Amerikadan yeni gelmiş, Muhsin Ertuğruldan sahneyi devralmış, oyunlar koyacak sahneye. Kendi oyuncularını yetiştiriyordu. Öğrencileri; Altan Erbulak, Metin Serezli, Erol Günaydın, Yılmaz Gruda, Erol Keskin, Ayfer Feray, Yıldız Alpar gibi isimler vardı, bende bu isimlerin içindeydim. Profesyonel anlamda ilk hocam Haldun Dormendir.
Yakup Sancı: Siz çok fazla tiyatroda çalıştınız. Haldun Dormen Tiyatrosundan ya da ilk hocanız Haldun Dormenden memnun değil miydiniz?
Oğuz Oktay: Haldun Dormen bir oyuncuda ışık gördüğü zaman o oyuncuyu sahne amiri yapardı. Sahne amiri yaptığı oyuncu, Haldun Dormenin özel tekniğiyle ilgili mizansen defteri tutardı. Bütün oyunun grafiğini o deftere çıkarırdı. Aynı zamanda Haldun Dormene yönetmen yardımcılığı yapardı. Sahnedeki her şeyden sorumlu hamaldı. Bizim dönemimizde tiyatro oyuncusu olabilmek için, tiyatronun her şeyini bilmek zorunluluğu vardı. Işık ve dekor iyi bilmesi gerekiyordu. Turnelere çıkıldığında ışık ve dekoru taşımayan oyuncuya oyuncu denilmezdi. Tüm oyuncu arkadaşlarımız malzemeyi taşır bundan da yüksünmezdi.
Haldun Dormen sahne amirliğini bana verdi. Benden önceki sahne amiri, Asaf Çiğiltepeydi. Ondan sonra İzzet Günay sahne amiri oldu. Daha sonra da ben sahne amiri oldum. 1960 yılında Dormen Tiyatrosu hafif bir sarsıntı geçirdi. Dormen, Erol Keskini kadrodan çıkarttı. Kendi kendime Erol Keskin gibi bir adamı kadrodan çıkartıyorsa beni hayli hayli çıkartır, erkeklik bende kalsın dedim, istifa ettim.
Yakup Sancı: Uzun yıllar tiyatro yaptınız, sinemaya girişiniz ise oldukça geç. Bunun nedeni neydi?
Oğuz Oktay: 1960-61 yılında Münir Özkul Tiyatrosunda, Tuncel Kurtiz, Sadettin Erbil, Münir Özkul ve ben "Yağmurcu" diye bir oyun oynuyoruz. Ertem Eğilmez o zaman daha sinemaya başlamamıştı. Münir Özkulun çok yakın arkadaşıydı ama kimse tanımıyor, bilmiyordu. Kuliste oturduk sohbet ederken sinema projelerinden bahsetti. Münir Özkula "beni destekler misin?" dedi. Münir Özkul da "Tabi desteklerim" diye cevap verdi. Şimdi adını hatırlamıyorum. Ertem Eğilmez bir film çekecekti o günlerde Tuncel ile bana başrol yazmış. Ertesi sabah "saat yedi de sette olun" dedi gitti.
Fakat biz işin ne kadar ciddi olduğunu bilmiyoruz. Aylardır konuşuluyor ama hiç ciddiye alınacak bir durum değildi. Sabah saat yedi de geldi, her zaman konuşulanlar gibi bir konuşma yaptı gitti. Tuncel de ben de hiç ciddiye almadık bu teklifi. Hiç huyumuz olmamasına rağmen o gece tiyatroda Tuncelle sabaha kadar kafayı çektik. Sabah da uyanamadık. Akşam oldu oyun saati geldi. Ertem Eğilmez de bu saatlerde bir hışımla tiyatroya geldi. "Siz sete gelmediniz, benim hayatımı kararttınız. Bundan böyle ikinizin de sinema hayatı bitmiştir" dedi. Böylece bizim sinema hayatımız bitti. Dikkat ederseniz Tuncel Kurtiz de sinemaya çok geç girdi.
Yılmaz Güneyle tanıştıktan sonra sinemada olmaya başladı. O dönemlerde ben tiyatroda başrol oynuyordum, birden fazla oyunumuz vardı. Çok yoğun olduğum dönemlerdi. Zaten sinemaya karşı bir hevesim de yoktu.
Yakup Sancı: Tiyatroyla sinemayı ayrı düşünmenizin nedeni neydi? Sinemaya neden hevesiniz yoktu?
Oğuz Oktay: Hevesimin olmayışı, Ertem Eğilmezin o davranışı. Beni çok incitmişti. Küfürbaz bir adamdı. Bize, ana avrat küfretti. Biz de bu küfür karşısında terbiyemizi bozmadık ama sinemayla olan münasebetimizin kesilmesine neden oldu.
O dönemlerde arka arkaya birkaç terslik daha oldu. Ümit Utku tiyatrocuları çağırdı. "Tiyatro mu sinema mı?" dedi. Ben o yıllarda tiyatroda Starım. Tiyatronun dışında başka bir şey söylemem mümkün değildi. O da bir tuhaf laflar etti. Bu sinemacıların, bu Yeşilçamın semtine uğrarsam Allah kahretsin dedim. Bir daha da sinemanın semtine uğramadım. Asıl işim tiyatro. Tiyatrodan kazandığım parayla mimarlık okudum, mimar oldum. Tiyatrodan o yıllar çok iyi paralar kazandım. Bunu söylediğim zaman herkes şaşırıyor.
Yakup Sancı: Tiyatrodan çok para kazandığınızı söylüyorsunuz. Bu günümüzde pek mümkün görünmüyor. O yıllar tiyatrodan para kazanmanın sırrı neydi?
Oğuz Oktay: 1952- 1969 arası tiyatronun tam bir altın çağıydı. Bütün tiyatroların aylar öncesinden biletleri satılırdı. Hep kapalı gişe oynardık. Haftada 9 oyun oynardık. Bu günümüzde rüya gibi geliyor. Günümüzde haftada bir salonu dolduran izleyici olduğunda tiyatrolar çok mutlu oluyorlar. Haftada 9 oyun oynardık. Bazı günler 3-6-9 matine yapardık. Salon tıklım tıklım dolardı.
Tiyatronun seyircisi İstanbulda genelde gayri Müslüm insanlardır. Türk seyircide vardır ama oransal olarak bu çok azdır. Daha ziyade Ermeni, Yahudi ve Rumlar tiyatro seyircisiydi. Ama Rumlar çok ağırlıktaydı. 1965 ten sonra mübadele gibi bir şey oldu, Rumlar gitti, Tarlabaşı boşaldı, İstanbul boşaldı. Tiyatrolar da yavaş yavaş boşalmaya başladı. Ardından İstanbul varoşları yeni insanlarla doldu ve 1970 de zaten tiyatro falan da kalmadı.
Yakup Sancı: Bu dönem inşaat işiyle mi ilgilendiniz?
Oğuz Oktay: 1969 da askere gittim. Askerden döndüğümde tiyatrolar kapanmıştı. Sıkıyönetim vardı. Sokağa çıkma yasağı vardı. Tiyatroyla ilgilenen herkes boştaydı. Ne yapacağım belliydi. Diğer mesleğimi yapacaktım, yaptım. 1969-1989 arası tiyatroyu bıraktım. Benim fazla tanınmayışımın bir nedeni de bu. Bu 20 yıl içinde İstiklal caddesine bile çıkmadım.
Mimarlık stajımı Almanya da yapmıştım. İnşaat kalıp sistemleri üzerine bir fabrika kurdum, sanayici oldum. Arabistan, Mısır, Libya, Irak, Türkmenistan, Kazakistan, Azerbaycan, gibi dünyanın dört bir yanında çok iyi işler yaptım. Türkmenistan Milli Müzesinin yapım sistemi bana aittir.
Almanyaya staja gittiğimde evrakımda tahrifat yaparak inşaat kalıp sistemleri fabrikasına kendimi attım. İnanılmaz bir teknoloji vardı ve bu işe çok meraklıydım. Ustabaşı oldum. Türkiyeye geldim. Gülriz Sururi, Engin Cezzar Tiyatrosunda tekrar oyuna başladım. Bir taraftan da millete diyorum ki. İnşaat kalıp sistemleri var. Bunları yapalım. O zamanlar Türkiye de inşaatlar çok yavaş, keresteyle kalıp yapıyorlar. Millet "Kerestenin suyu mu çıktı, ne işimiz var senin kalıplarınla?" diyordu. 1980e kadar kalıp sistemleri konusunda Türkiyede hiçbir iş yapamadım.
1980'de Türk Müteahhitleri Arabistana falan açılmaya başlayınca teknolojide aramaya başladılar. Ataköy 5inci kısım inşaatları yapılıyor, bu inşaatın müteahhiti bana güvendi inandı, oraya bir fabrika kurdum. Ataköy 5inci kısmın tüm teknolojik kalıplarını ben yaptım. Emlak Bankası yılda 256 konut üretirken, benim sistemimle bir yılda 2093 konut üretti. Emlak bankası da kurtuldu, müteahhit de kurtuldu.
Yakup Sancı: Peki bu inşaat sistemleri ile birlikte siz de kurtuldunuz mu?
Oğuz Oktay: Çok para kazandım çok. 2001 yılı krizine kadar parasının hesabını bilmeyen bir adamdım. Deprem konutlarına çok kredi açmıştım. Bavullar dolusu çeklerim geri döndü. Müteahhitler sahtekar çıktı, ödeme yapmadılar. Ödeme alamayınca ben de ödemelerimi yapamadım. Bu da benim iflasım oldu.
Bir gün oturdum, içki falan içmiyordum, bir büyük rakı içtim. "Nerde tırak orda bırak" benim bir mesleğim daha var dedim. Her şeyimi sattım. Piyasaya tüm borçlarımı ödedim. İşçilerimin borçlarını ödedim, tazminatlarını ödedim. 40 param kalmadı. Tekrar tiyatroya döndüm.
Yakup Sancı: Siz büyük ustalarla sahne aldınız. Ustalarla çalışmak oyunculuk olarak size neler kattı?
Oğuz Oktay: Sizler Münir Özkulu sinemadan tanıyorsunuz. Münir Özkul dünyada eşine ender rastlanan bir dehadır. Bir rolü ele aldığı zaman hilafsız 20-30 değişik türde oynayıp dener ve birine karar verir. Muhteşem bir oyuncudur. Böyle bir ustayla çalıştım. Münir Özkul Muhsin Ertuğrul tarafından keşfedilen bir isimdir. Muhsin Ertuğrul özel tiyatro kurduğunda 4 erkek 4 kadın oyuncu seçiyor. Erkek oyuncular; Münir Özkul, Kamuran Yüce, Mücap Ofluoğlu, Şükran Güngör. Kadın oyuncular ise; Lale Oraloğlu, Altan Karındaş, Heyecan Başaran, Aysel Gürel.
Burada "Yağmurcu" diye bir oyun oynuyorlar. Bu oyunda Münir Özkul "Jimmy diye bir rol oynuyor. Bu rolle devleşiyor. Kendi tiyatrosunda bu oyunu sahneye koyduğunda"kendi" rolünü bana verdi. Bu benim için çok anlamlı bir şeydi. Bana ne kadar güvendiğini anlıyordum. Beni oya gibi işledi. Ulvi Urazla çalıştım. Gerçekten en büyük ustalardan birisidir. Gülriz Sururi, Engin Cezzar ile çalıştım. Bir ustam da onlardır.
İstanbul Tiyatrosu diye bir tiyatro vardı. Toto Karaca, Muzaffer Hepgüler, Celal Sururi, Ali Sururi. Bunlar çok özel insanlardı ve çok özel bir tiyatroydu. Hem tekstten oynarlardı hem de teksti bir tarafa koyar doğaçlama oynarlardı. Tekst çoğu zaman onların çerçevesi olarak kalırdı. Böyle ustalarla çalıştım.
Yakup Sancı: "Sinemanın sokağına, Yeşilçamın sokağına uğramam" dediniz ama yıllar sonra uğradınız. Kamerayla tanışmanız nasıl oldu?
Oğuz Oktay: Yıllar sonra bir gün Çiçek Bara gittim. O gün Hadi Çaman dedi ki... "Oğuz gel tiyatro yapıyoruz. Yarın başla. "Böylelikle tekrar tiyatroya döndüm. 1989-90 yılları kamerayla ilk tanışma yıllarımdır. Hadinin tiyatrosundayken "Şen olası Nuri Bey" diye bir filmde"uyduruk" bir rol oynadım. Arkasından Hadi, TRTye "Ak Saçlı Delikanlılar" diye bir film yaptı. Daha önce Hadi ile tiyatroda beraber... "Gel Kaçalım" diye bir oyun oynamıştık. Bu oyunu TRTye dizi haline getirerek çekti. Uzun bir süre bu dizide oynadım. Bu da ikinci kamera deneyimim oldu.
Bir gün, Murat Kürüz eve geldi. "Oğuz ağabey Gurbetçiler dizisinde Macit Babayı oynayacaksın. Aykut Orayın babası" dedi. Aykutla benim aramda 3 yaş var. Nasıl olacak? Dedim. "Sen olursun" dedi. Oldum. Sonrasında arka arkaya dizilerde oynamaya başladım.
Yakup Sancı: Siz oyuncu ajanslarıyla çalıştınız. "Ajansların, oyuncuların haklarını korumadığı, fazla komisyon aldığı" söylenir. Bu doğru mudur?
Oğuz Oktay: Çok ajans açıldı, bunların içinde üçkağıtçılar da çok fazla. Ben Tümay ajansla çalıştım. Bu ajansın kuruluşunda da vardım. Tümayın Wep sitesini de ben yaptım. İlk site yapan ajans Tümaydır. Tümayla çalıştığım dönemlerde Tümay Ajans son derece dürüsttü. Para konusunda hiç istismar edilmedim. Bütçe sorar yapımcıya. Yapımcı bütçesini söyler. "Şu roller vardır" der. Ajans arar "Oğuz ağabey, söyle bir rol var, bütçesi de bu" der.
Çok yanlış bilinen bir şey var. "Ajans paraların yarısını alıyor, yarısını oyuncuya veriyor" denilir. Bu başka ajanslarda oluyor mu bilmem ama Tümayda böyle bir şey kesinlikle olmuyor. Benim önüme sözleşme her zaman geldi, ne alınıyor ne veriliyor hepsi şeffaf olarak görülüyor.
Benim adıma fatura kesiyor, benim adıma stopaj ödüyor. Net ücretimi de bana ödüyor. Genel bütçeden de %20 komisyon alıyor. İşi kabul ettiğinde ne kadar kazanacağın belli... Tümay Ajans da olmuyor ama başka ajanslarla çalışan çok arkadaşımın canının yandığını biliyorum.
Ajansımdan benim şikayetim; Benimle yeterince ilgilenemedi. Bölüm oyuncusu olarak kaldım. Senelerce başrol oynamış, o konfora alışmış biri olarak rahatsız oldum. Ana kastına dahi beni sokmadı. Bir sene işsizlik yaşadığım dönemler oldu. Bunun üzerine ajanstan ayrıldım. Ayrıldıktan sonra da bana pek çok iş gelmeye başladı.
Yakup Sancı: Ajansa kayıtlıyken dışarıdan başka bir iş aldığınızda yine bağlı olduğunuz ajansa komisyon ödüyor musunuz?
Oğuz Oktay: Kabul ediyoruz, bağlı olduğumuz ajansa da komisyonunu veriyoruz. Bu onun hakkı. Beni lanse ediyor. Gelen işten onun haberi olmasa dahi sonuçta onun wep sitesinde ben varım. Dışarıdan bana teklif geldiğinde, onun sitesinden bulup çağırıyor. Dolaysıyla bu o ajansın hakkıdır. Kabul ettiğin, aldığın işten haberi olmasa bile götürüp komisyonunu vereceksin.
Yakup Sancı: Beğendiğiniz oyuncular var mı?
Oğuz Oktay: Çok sayıda "abur cubur" okul açıldı. Bu okulların yeterli eğitimi vermesi mümkün değil. Tiyatronun temel kuralı olan dersler "yalapşap" yapılıyor. Diksiyon, fonetik, artikülasyon denilen bir şey vardır. Bunlara fazla önem verilmiyor. Çocuklar Türkçeyi bilmiyorlar. Bu sadece okullarda verilen derslerle ilgili değil, çocuklar daha ilkokuldan başlayarak Türkçeyi öğrenmeden buralara geliyorlar. Temel eğitim sistemimiz bozuk.
Bununla beraber bu çocukların içinden bazıları inanılmaz yetenekli. Çok fazla sayıda insan var ama bunları elediğin zaman müthiş yetenekleri görüyorsunuz. Ekstradan kendileri de ders alıyorlar, kendilerini geliştiriyorlar. Bu işi meslek olarak kabul etmişler. "Oyuncu koçu" diye tabir edilen kişilerden özel dersler alıyorlar. Bunlar farklılaşıyorlar, hayranlıkla izliyoruz. Buna örnek, Kenan İmirzalıoğlu. Kenandaki değişime bakın, muhteşem bir eğrisi var. Kıvanç Tatlıtuğ, son dizisinde bir psikopatı oynuyor. Muhteşem bir rol oynuyor. Çocuklar mankenlikten gelme bilmem ne ama kendilerini, işini ciddiye almışlar.
Bu çocukları yakından izliyorum. Çocuklar "köpek gibi" çalışıyorlar. İş yapmadıkları zaman özel ders alıyorlar, devamlı çalışıyorlar. Bir şansları da Tuncel Kurtiz gibi bir isimle oynuyorlar.
Yakup Sancı: Tuncel Kurtizle yıllardır süregelen bir dostluğunuz var. Bize Tuncel Kurtizi anlatır mısınız?
Oğuz Oktay: Tuncel Kurtiz dev bir oyuncudur. Benim canım arkadaşımdır. Tuncel Kurtizle ben senelerce ikili oyunlar oynadık. 4-5 ay bir turne yaptık Anadoluya. Yıktık geçirdik. Allah vergisi bir sinema yüzü var. Muhteşem bir sesi var. Dünya görüşü farklı... Her şeyiyle müthiş bir insandır.
Tuncel benim kadim dostumdur. O, sahneye ilk olarak Dormen Tiyatrosunda çıktığında (Zafer Madalyası) sahne amiri bendim... Bir oyunda inzibat rolü oynadı. Ondan sonra tabii Tuncel aldı başını gitti. Sinemada çok büyük isim oldu.
Tuncel Kurtiz İstanbul Vali Muavininin oğluydu. Ondan önce Edremit Kaymakamlığı yaptı babası. Vali muavinlerine lojman tahsil edilirdi. Arnavutköyde bir yalı tahsis edildi. Bu yalının çatı katı Tuncele aitti. Evine, bu çatı katına gittiğimde bir kitap piramidiyle karşılaştım. Amerikada bulunduğu için İngilizcesi de mükemmel. İnanılmaz çok okuyan biri. Amerikan ve Rus yazarlarını kaynağından okuyan biri Bir kitap soruyorum o piramidin içine dalıyor, o kitabı buluyor, çalışıyorduk.
Ben çok okuyan biriyim. Çok okuduğumu sanırdım. Meğerse ben okumayı bilmiyor muşum. Tuncel Kurtiz bana okumayı öğreten adamdır. Kitap, nasıl sistematik okunur? Hangi sırayla okunur? Bunları öğretti. Okumanın metodunu öğretti. Ona şükran borçluyum.
İç mimarlık okuyorum. O kitap piramidini görünce sana bir kütüphane yapayım da şunları yerleştirelim güzelce dedim. Çok güzel bir kütüphane yaptım. Kitapları bu kütüphaneye güzelce yerleştirdik. Bir gün bir kitap istedim, kütüphanede araya araya bulamadık. Tekrar yığdık o kitapları yere yine piramit olarak kaldı kitaplar.
Yakup Sancı: Kim bilir kaç kişi adını ilk defa duydu? Kim bilir kaç kişi çalıştığı televizyon dizileri nedeniyle, sadece fotoğrafını tanır gibi oldu. Ama o, yıllardır sanatın içindeydi. Gerçi ünlü olmak gibi bir kaygısı da yoktu. Sadece sevdiği işi yaptı, hepsi bu.
Geçmişten geleceğe uzanan köprüde, tekrar buluşmak dileğiyle...
Oğuz Oktaya Teşekkürler.
Her hakkı saklıdır. Yazarının ve www.sinematürk.com'un izni olmaksızın alıntı yapılamaz, kullanılamaz.
Yakup Sancı İletişim: [email protected]