Üye değil misiniz?
Aktivasyonunuzu tamamlamadınız!
Zaten bir hesabınız var mı?
25 Aralık 1952 yılının gecesinde, Ankara ayaz alıp buz satıyordu. Kuru ayaz egemenliğini ilan etmiş, sokağa çıkma yasağını bile koymuştu. İşte böyle soğuk bir kış günü ailenin yeni ferdi dünyaya gelir.
1958 yılında 6 yaşındadır. Baba Mustafa Karcı'nın mutlu bir yüz ifadesi ile "bu akşam sizi açık hava sinemasına götüreceğim" deyip, cebinden çıkardığı bozuklukları Hasan'ın küçük avuçlarına bırakarak, "hadi oğlum. Git bu akşam için Özer sinemasından 3 tane bilet al" demesiyle Küçük Hasan sinema ile tanışır.
Çakıl taşlarının üzerine konulmuş birbirine bağlı tahta sandalyeler... Sandalyelerde oturan kadınların ellerindeki çekirdekleri çıtırdatarak yemeleri... Sandalyelerin karşısında büyükçe beyaza boyanmış bir duvar... Renkli ampullerin aydınlattığı genişçe bir alan... Çocukların içine leblebi doldurarak içtiği Ankara gazozu... Ve çalan müzik... Küçük Hasan'ı büyüler. O büyü, renkli ışıklar sönüp filmin başlaması ile hırçınlaşır. Hasan artık başka bir diyardadır...
İlkokulu Ankara Ulucanlar Cumhuriyet ilkokulunda okur. Okur ama sinemayı hiç aklından çıkartamaz. Her akşam sinemaya gitmek ister. Ama bu pek mümkün olmaz. Baba, devlet memurudur. Her gün oğlu Hasan'ı sinemaya götürecek imkanı yoktur. Küçük Hasan, küçük aklıyla bir çare arar, bulur da...
Sinemada gazoz satmak ve bedava film izlemek, işte çare... İlk iş olarak sinema sahibi ile konuşur. Sinema sahibi "tamam" der demesine ama babası ne diyecek? Küçük aklı onun da bir çaresini bulur ve konuyu annesi Latife Hanım'a açarak, babasını ikna etmesini ister. Latife Hanım eşini ikna etmiş, Hasan'ın sinema serüveni başlamıştır artık...
Hasan, Orta ve lise'yi okurken, Ankara'nın en büyük sinemaları olan İnci ve Cebeci sinemasında makinist yardımcısı olarak çalışmaya devam eder. Sinemalarda makinist yardımcılığı yapmanın ona yetmediğini lise yıllarında ilk defa tanıştığı film setinde anlar. Yavaş yavaş şekillenir yapmak istedikleri. "Bu işin merkezi İstanbul" der Ankara'yı ardında bırakarak İstanbul'a gelir.
Sinemamızda, Taçsız Kral, Altın Çocuk, Karanfilli Jön, Papyonlu Yönetmen oluyordu da Fötr şapkalı yönetmen niye olmasındı? 1979 yılında başına fötr şapkasını takar ve senaryosunu da kendinin yazdığı "Ankara Peşimizde" adlı ilk filmini çeker. Bu filmle birlikte profesyonel sinema hayatı da başlamış olur. Sonraki yıllar, durmaksızın çok sayıda film yönetir, senaryo yazar, yapımcılık yapar. Denemediği oyunculuktur, onu da dener.
Fötr şapkalı yönetmen, Hasan Karcı'yı daha yakından tanımaya hoş geldiniz...
Hasan Karcı: 1974 yılında Ankara sinemasında Hasan Ulucan ağabeyimiz vardı onunla tanıştım, konuştum. Mümtaz Alpaslan ile Hasan Ulucan Ankara'nın ilçesi olan Kızılcahamam'ın dağlarında eşkıyalı bir film çekimlerinin hazırlıklarını yapıyorlardı. Ekibe beni de aldılar. Mümtaz Alpaslan filmin Yönetmeni, Hasan Ulucan da kameramanıydı. Onlara asistanlık yaptım. Daha sonra Hasan Ulucan TRT'ye geçti. Bir süre onların TRT'ye çekilen işlerinde de ekibin içinde yer aldım.
Daha sonra Şahin Filmin sahibi Şahin Koçak'la tanıştım. Şahin Bey Ankara'da Şahin Film yazıhanesini açmıştı. Yazıhanenin açılışına beni de çağırmıştı. Orada İstemi Betil, Enis Fosforoğlu, Nurtekin Odabaşı, Şavaş Başar gibi isimler vardı. Bu isimlerle arkadaş oldum. O yılların ünlü isimleriydi bu kişiler. Şahin Koçak'ın Saklambaç Gazetesi için yaptığı Fotoroman çekimlerinde yer almaya başladım. Bu çalışmalar bana birçok oyuncu ile tanışma ve çalışma imkanı sağladı.
Bu oyunculardan biride Orçun Sonat'tır. Sinemada daha aktif olarak yer almaya karar vererek 1975 yılında Ankara'yı ardımda bırakarak İstanbul'a geldim. 1975 yılında Hayat Film sahibi Şevki Tosunoğlu ile tanıştım. Şevki Tosunoğlu'nun bana manevi anlamda çok yardımı oldu. Onun sayesinde İstanbul'da pek yabancılık çekmedim. Hatta bazı yönetmen ve oyuncularla da tanışma imkanım oldu. Yapacağım filmle ilgili fikirlerini aldım. Onun fikri doğrultusunda ilk filmimi İstanbul değil de Ankara'da çekmemi söyledi. Ben Ankara'yı bırakmıştım ama Ankara peşimi bırakmamıştı. Tekrar Ankara'ya döndüm.
Yakup sancı: Film yapmanın zorluğunu biliyorsunuz. İstanbul'dan Ankara'ya döndüğünüzde "sinema hayatım başlamadan bitti" diye düşündüğünüz oldu mu?
Hasan karcı: Film yapmanın zorluğunu biliyorum tabi. İstanbul Haydarpaşa'dan Anadolu ekspresine bindiğimde, Ankara'ya gelene kadar hep düşündüm. Tanıştığım kişilerin bana yardımcı olacağını da düşünerek cesaretle film yapmanın üzerine gittim. Bu filmin yapımında filme finans sağlayacak kişileri buldum. Senaryo yazımı mekan tespiti, imkanlar, imkansızlıklar, zorluklar derken bu zorlukları aşmak tam tamına 3 yılımı aldı. Gerekli alt zemini hazırladıktan sonra... Süheyl Eğriboz, Sönmez Yıkılmaz, Alpay Ziyal, Kudret Karadağ gibi oyuncuların yanı sıra Ankara'daki tiyatro sanatçılarını da filme katarak, cezaevinden firar eden 4 Mahkumun kaçışlarını konu alan 'Ankara Peşimizde"
İsimli filme başladım. Bu film benim profesyonel olarak sinemaya giriş filmimdir. Daha sonra Tanju Korel, Yılmaz Köksal, Murat Soydan gibi isimlerle çalışma imkanı buldum. Sonrası kendiliğinden geldi.
Yakup Sancı: İlk filminizi çekmeye karar verdiğinizde"evet, ben yönetmen oldum" diye mi düşünmüştünüz yoksa sadece denemek mi istediniz?
Hasan Karcı: Denemeliyim diye düşünerek başladım. Herkes bir yerden başlıyordu, benim de artık bir başlama noktam olmalıydı. Denemeliyim kaybedecek bir şeyim yok diye düşünerek başladım.
Türk sinemasına şimdiye kadar girenler Üniversite okuyarak girmedi. Kimi çekirdek satarak girdi, kimi başka nedenlerle. Sinemamızda önemli işler yapmış isimlerin sinemaya girişlerine baktığımız zaman benzer hikayelerle karşılaşıyoruz. Siz de Sinematürk sitesi için Yeşilçam çalışanları ile yaptığınız röportajlarda, insanların sinemaya giriş hikayelerini işliyorsunuz. Bunları okuyoruz.
İlk filmimi çekmeye karar verdiğimde teknik ekibi de iyi isimlerden kurmuştum. Işık şefim rahmetli Kahraman Kongur, Kameramanım Hüseyin Ererez'di. Bu filmi çektikten sonra en iyi montajcılarla çalıştım. Turgut Ören Stüdyoları vardı, Yeni Lale stüdyoları vardı, bu stüdyolarla çalıştım. İlk filmimin montajcısı Aram Keskinay'dı. Aram ile çalışarak montajı da öğrendim.
Yakup Sancı: Sizin ilk yönetmenlik denemeniz, ama oyuncu ve teknik ekip profesyonel. Çektiğiniz film beğenildi mi?
Hasan Karcı: Film sinemalarda oynadı. Sinemada oynamasını da Şevki Tosunoğlu sağladı. İlk filmimde mutlaka eksiklerim vardı. Ben de eksiklerimi gördüm. Her çektiğim yeni filmde o eksiğimi kapatarak doğruyu buldum. Hatalarımı sonraki filmlerde yapmadım. Kendime göre bir kadro kurdum. Gerek oyuncu gerekse teknik kadro olsun çok fazla bir değişiklik yapmadan sonraki filmlerimi hemen hemen aynı kadroyla çektim.
Yakup Sancı: Neden aynı isimlerle çalışıyorsunuz?
Hasan Karcı: Devamlı çalıştığınız kameramanlar sizin ne yapacağınızı, hangi açıdan çekeceğinizi bilir. Işıkçılar zaviyenizi bilir. Asistanlar sizin ne istediğinizi bilir. Set elemanları da çalışmalarını ona göre yapar. Çalışmanız rahat olur. Mesela benim baş asistanım Nilgün serendi. Nilgün, her filmimde mutlaka olurdu. Yanına alacağı yardımcılarını Nilgün kendisi seçerdi. Ben ona güvenirdim. Rahmetli Nilgün'ün öldüğünü de sizin röportajınızda öğrendim. En son Salih Dikişçinin cenazesinde karşılaşmıştık. Filmlerimde oyuncular da devamlı oynattığım isimler olurdu. Şehnaz Dilan, Yalçın Gülhan, Murat soydan, Özlem Onursal, Cemal Gencer, Süreyya Mertoğlu, İhsan Yüce, Baki Tamer, Süheyl Eğriboz, Engin İnal, Sinan Bengier, Ali Yaylı gibi oyunculardan oluşan kemik kadrom vardı. Bu oyuncuların yanlarına yeni oyunculardan takviye alarak filmlerimi çekerdim.
Yakup Sancı: Siz yönetmenlik, senaristlik, yapımcılık, oyunculuk yaptınız. Sinemanın her alanında kendinize yer açtınız. Sinemanın neresinde olmak istiyordunuz?
Hasan Karcı: Aslında ben kameraman olmak istiyordum. "Zahidem" isimli bir film vardı. Yusuf Koç ile Gülgün Erdem oynamıştı. Bu filmde ben; şimdi "yönetmen yardımcılığı" diyorlar, asistanlık yapmıştım. Yönetmenlik daha çok yapmak istediğim iş olarak bu filmle birlikte belirlendi. Sonraki yıllar içimde kalmasın diye kendi filmlerimin iki tanesinde kameramanlık da yaptım.
Bir film çekiyorsunuz bu filmi insanlar izliyor. Bu filmin seyirci sayısı on bin de olur, yüz bin de olur. Önemli olan sizin yapmış olduğunuz bir filmi başkalarının izlemesi beğenmesi, o film hakkında yorumunu yapması çok önemlidir.
Yakup Sancı: Çektiğiniz pek çok filmin senaryoları da size ait. Senaryo yazılırken hep kurmaca, hayal mi yazılır. Gerçek hayat hikayeleri ne ölçüde bu senaryolarda yer alıyor?
Hasan Karcı: Ben hayatın kendisini yazıyorum. En son çektiğim "İki Koca Adam" filmini Bursa'da çektim. Bursa da sokağa terkedilmiş iki çocuğun hikayesidir. Bu hayatı yaşamış çocukların ağzından dinleyerek yerinde yazdım senaryomu. Sinemalaştırırken tabii görsellik adına bazı ilaveler de yapıyoruz.
Gençliğimde olsun şimdiki zamanımda olsun Hasan Karcı olarak çok renkli bir hayat yaşadım. Araştırmayı seviyorum. Her kesimden insanlarla oturup konuşuyorum, tartışıyorum, gözlemliyorum. O atmosferden ne çıkartacağımı arıyor, buluyorum. Senaryolarımı yazarken bu hayatları yazıyorum.
Yakup Sancı: Yönetmenin kendi yazdığı senaryoyu filme çekmesi o filmi daha mı izlenir kılar?
Hasan Karcı: Yönetmen kendi yazdığı senaryoyu film yaparsa bu film için bir avantajdır. Senaryosunu yazarken kafasında filmi de çekmiş oluyor. Çalışacağın mekanı birebir biliyorsun. Setini kurduğun zaman mekana göre ışığını yapıyorsun, oyuncularını ona göre yerleştiriyorsun. Kamerayı nereye koyacağını biliyorsun. Diyalogları ona göre yazıyorsun. Hal böyle olunca senaryo da fazla deformasyona uğramıyor.
Başka birinin yazdığı senaryoya yönetmen illaki müdahale ediyor. Senaristin senaryosunda yazdığı mekan filmin çekileceği mekana uymadığında, senaryoda da tabi ki değişiklik oluyor. Yönetmenlerimizin çoğu artık senaryolarını kendileri yazmaya başladı. Bu, sinema adına umut verici... Bu umut vericilik senaryo yazarlarını yok saymam anlamına gelmiyor. Onlar hep vardı, olacaklarda.
Yakup Sancı: Yönetmenler bazı sahneleri yorgunluktan mıdır, tembellikten midir bilinmez "Yer yer" diye hatayı gördüğü, bildiği halde tekrar çekmiyor. Bu "Yer yer" nedir? Kim yer bu hatayı, izleyici mi yer? "Yer" dediğini izleyici gerçekten yiyor mu?
Hasan Karcı: İzleyicinin yediği sahneler de var. Tabi ki doğrusunu yapmak lazım... "İzleyici yer nasıl olsa" diye "şişirme" iş yaptığın zaman onu izleyici değil kendisi yer. Eskiden monitör diye bir şey yoktu her şey kameramanın gözüne bağlıydı. Film yıkanıp iş kopyası basıldığı zaman hatalı bir çekimi montajda kurtarma işine gidilirdi. Hatta birine o sahneyi seyrettirirdik, eğer o hatayı o seyreden kişi fark etmez ise ona "yedirdik" denirdi. Seyirci artık çok dikkatli film seyrediyor. Şimdi çekilen filmlerde monitör kullandıkları halde flu çekiliyor. Buna çok defa şahit oldum. Yemiyor ama "montajda şöyle bağladık mı yer" diye çekiyorlar. Bu anlamda iyi yönetmenlerin de "Yer" diye çektiği sahneler olmuştur.
Yakup Sancı: Siz filmlerinizi çekerken, hava gitti, batarya bitti, yorulduk, üşüdük gibi nedenlerle "Yer" diye "şişirme" sahne çektiniz mi?
Hasan Karcı: Hiç öyle bir sahne çekmedim, çekmem de. Sonraki güne bırakır öyle çekerim. Çalıştığım insanlara sorduğunuz zaman onlarda aynı şeyi söyleyeceklerdir. Akşamdan asistanımla birlikte çekeceğim sahneleri programıma alır, ona göre bir çalışma içine girerim. Sabah 8-9 gibi sete çıkmam. 10:30 da işe başlarım. Gece 24:00 den sonra asla çalışmam.
Bazı setlerde görüyorum. Gecenin 3'ü olmuş adam bir köşede uyumuş, kadın bir köşede uyumuş. Oyuncuyu dürtüyorlar"senin sahneyi çekeceğiz" diyorlar. Oyuncu uykusundan uyanıyor, ne yatakta olduğunu biliyor, ne işte olduğunu, nerde olduğunu bilmiyor. Kamera karşısına geçiyor gözleri şişmiş bir halde. Asistan sufle veriyor ne dediğini kendisi de anlamıyor. Vücut olarak ekip bitmiş, enerji yok, böyle çalıştığınız zaman ne oyuncudan ne de teknik ekipten verim alamazsınız. Yönetmen de aynı, bir hata varsa da göremez.
Yakup Sancı: Gece 24:00'den sonra çalışmama nedeniniz ekibinizden iyi performans alamayacağınız için mi, yoksa emekçinizin sağlığını düşündüğünüz, hakkını koruduğunuz için mi?
Hasan Karcı: Ekibin sağlığı zaten çektiğiniz filmin de sağlığıdır. Ekip sağlam çalışıyorsa film de sağlam gidiyor demektir. Hem emekçinin hakkını koruyor hem de filmimin sağlığını düşünüyorum. Bir makineyi sabahtan akşama kadar çalıştırdığınızda bir yerinden arıza verir. Dünyanın en iyi kameramanı da olsa vizörden 18 saat, 24 saat bakamaz. Bir saatten sonra gözleri fonksiyonunu yavaş yavaş kaybeder. Bu da hatayı görememesi demektir.
Yakup Sancı: Negatifle film çektiğiniz dönemler, kısıtlı imkanlar nedeniyle mi "şişirme"sahneler, filmler çekildi?
Hasan Karcı: Sinemamızda iyi yönetmenlerin çektiği pek çok kötü film var. Her çekilen film bazı nedenlerden dolayı iyi çıkmayabiliyor. Benim de böyle çekmiş olduğum filmlerim var. Neden? Zamanın yok, mekanın yok, negatifin yok. En önemlisi de prodüktörün sana kesinti yaparak"idare et" diye gönderdiği para az. Yapımcılar bize 35-40 kutu negatif veriyor, "Al bu filmi çek" diyorlardı. İki prova yapıyorduk üçüncüde motor diyorduk. Oyuncu ne verirse bereket versin diyorduk. Hayatımızda 50 kutu 100 kutu negatif görmedik ki içimize sine sine filmimizi çekelim.
Günümüzde negatif sıkıntısı yok. Yok film yandı, yok negatif ışık aldı diye bir sıkıntı kalmadı. Bu nedenle "Nasıl olsa yer" deme lüksleri de yok. Dijital sinema çıktı. Artık kaset bile yok. Karta çekiyorlar. Sonra kartı silip tekrar çekiyorlar, onun için "Şişirme" iş yapmaya da gerek yok, böyle bir hak da yok.
O zamanlar 1-2-3 diye sınıf vardı. Bu sinema salonu için de, yönetmen için de, oyuncu için de geçerliydi. Parası az yapımcılar birilerine film çektirirdi. Bu filmlerden ben de çektim.
Yakup Sancı: Üçüncü sınıf dediğiniz bir yönetmene, bir oyuncuya birinci sınıf denilen kişilere sunulan senaryolar, paralar, o imkanlar verilseydi bu insanlar da birinci sınıf sinemacı olamaz mıydı?
Hasan Karcı: Hepsi olurdu. Benim nezdimde film yapan tüm arkadaşlar kariyerli insanlar. Öyle veya böyle yaptıkları bir sürü iş var. Bu işlerin hepside kötü değil. İçlerinde iyi olanları da var. Günümüzde de aynı durum var. Ben filmlerimden para kazandım, geleceğime yatırım yaptım. İki sene film çekmesem de kimseye muhtaç olmam. Bu üçüncü sınıf diye nitelendirilmiş arkadaşlar para kazanıyorlardı ama tutamıyorlardı. Yeşilçam'da herkes para kazandı ama o kazandığı parayı hor kullandılar. Sonrada cebinde paraları kalmayınca tabi ki boşlukta kalıyorlar. Sadece oyuncu olarak değil. Bunun içine yönetmenleri, kameramanları da katabiliriz. Paraya ihtiyaçları olduğu için, "Hayır ben bu filmde, bu paraya çalışmam" diyemiyorlardı. Gelen işler üçüncü sınıf firmaların işleriydi, dolaysıyla "Hayır" diyemedikleri için de kendileri de üçüncü sınıf sinemacı kategorisine girmiş oluyorlardı.
Yakup Sancı: Son yıllarda çekilen filmlerde bir artış göze çarpıyor, fakat bu filmlerin pek çoğu izleyici tarafından kabul görmüyor. İyi film çekmek için ne gerekiyor?
Hasan Karcı: Oturduğunuz yerde çok güzel bir müzik yapar dünya literatürüne girebilirsiniz. Oturduğunuz yerde resim yapar, tablo çizer akım değiştirebilirsiniz. Bir roman kitabı yazar Nobel ödülü alabilirsiniz. Ama parasız sinema yapamazsınız. Parasız sinema yaptığınız zaman istediğiniz mekanda çalışamazsınız, görsellik olarak güzel resimler alamazsınız, iyi oyuncularla, iyi ekiple çalışamazsınız. Dolaysıyla iyi film çekemezsiniz.
Yakup Sancı: Siz sinemaya başladığınız günden itibaren hiç ara vermeden sürekli film çektiniz. Çektiğiniz filmler sinemalarda mı oynuyor, televizyon kanallarına mı satıyorsunuz. Ne yapıyorsunuz bu filmleri?
Hasan Karcı: Sinemalarda oynayan da var televizyon kanallarına sattığım filmler de var.
Yakup Sancı: Bazı arkadaşlar film çekiyor, bu filmleri ne sinemada oynatabiliyor ne de televizyon kanallarına satabiliyor. Birkaç film alan firma bu filmleri 3 bin, 5 bin gibi komik rakamlara alıyor. İnsanlar da sürekli film üretip bu paralara satıyor. Bu filmleri kaç paraya mal ederler de bu paraya satarlar? Burada sömürülen kim?
Hasan Karcı: Televizyonlara kaç paraya film satıldığını biliyorum, ne zaman ne satılacağını biliyorum. Niye bu paralara filmimi satayım ki? 3 bin TL. 5 bin TL. vererek film satın alan firmalara sinemada "yamyam firmalar" derler. Hadi diyelim bir film için 10 bin lira versin, bu da yeterli değil ki. 10 bin liraya satın aldığı filmde 10 kişi oynasa en az biner lira versen 10 bin lira eder. Bunun kameramanı var, set ekibi var, ışığı var, yemeği, yolu, konaklaması, müziği, stüdyosu var. Bu adamlar bedava mı çalışıyor. Burada çok ucuza filmi satanda alanda yanlış yapıyor. Gerçek sinema yapan yapımcı ya da yönetmen 5 bin TL'ye 10 bin TL'ye film yapmaz. Sömürülen öyle film yapanlardır. Bu filmlerde çalışanlardır.
Yakup Sancı: Sinema yapmak o kadar zor mudur? Telaffuz edildiği gibi milyon dolarlar mı gerekli. Mütevazi bir bütçeyle sinema filmi olmaz mı? Örneğin, sizin son yıllarda çektiğiniz filmlerin bütçesi ne kadar?
Hasan Karcı: Benim filmlerim mütevazi bütçeyle çektiğim filmler. Son çektiğim filmin bütçesi 125 bin lira. Türkiye'deki çekilen filmlere bakıyorum milyon dolarlık film yok. 5 bilemediniz 10 kişinin oynadığı filmler var. Oyuncunun birine 40 bin diğerine 60 bin, ötekine 80 bin verirsen maliyetin tabi ki ona göre artar.
Yakup Sancı: 125 bin lirası olan biri, bir film çekse, bu filmini nasıl değerlendirir?
Hasan Karcı: Pazarlamanın çok önemi var. Son yıllarda Türk sinemasında 70 ile 100 arası film çekiliyor. Yeni yönetmen arkadaşların çoğu yazdıkları senaryolarını, yapacakları filmlerini Kültür Bakanlığı'ndan destek almak için yolluyor. Her yıl bakanlığa 200'ün üstünde müracaat var. Bunlardan bazıları destek alarak işe başlıyorlar. Sinema işletmecisi salon sahipleri de kendi masraflarını çıktıktan sonra filmi pursantaj anlaşarak gösterime sokuyor. 30 kopya basıldığı zaman taşımalı olarak 60 sinemaya giriyorsun demektir. Bazı filmlerin seyirci sayısı 8 bini geçmiyor. Son yıllarda tek filmlik yönetmenlerimiz oldukça çok. Tek filmden sonra o yönetmenler sinemada yoklar. Ben bu arkadaşlara 6 aylık yönetmenler diyorum. Önemli olan bir filmin 150 bin liraya 500 bin liraya çekilmesi değil, doğru filmin doğru insanlarla çekilmesidir. Bunu başardığınız zaman televizyon kanalları filminize 60 ile 120 bin lira arasında para verir. Türkiye'de 300 televizyon kanalı var, illaki birine satarsın.
Yakup Sancı: Çektiğiniz filmlerin bütçesi kendi öz sermayeniz mi yoksa sponsor mu buluyorsunuz?
Hasan Karcı: Kendi imkanımı çok az kullanıyorum. Daha çok sponsorlarla film çekiyorum. Oyuncuların, teknik ekibin paralarını ben veriyorum. Bunun dışında yemek, konaklama, ulaşım gibi hizmetler için sponsor buluyorum. Bazen maddi sponsor da oluyor.
Yakup Sancı: Sponsorların sağladığı hizmet bedeli ya da nakit, sponsora filmin jeneriğinde firmasının isminin yer almasıyla mı karşılanıyor? Sponsora katkısının dönüşü bu mudur?
Hasan Karcı: Tek dönüşü budur. Nakit verenlere faturasını kesiyoruz, sponsor da bu ödemeyi gider gösteriyor.
Yakup Sancı: Yeşilçam emekçisi "onca sinema filmi çekiliyor, dizi çekiliyor ama bize iş vermiyorlar" diye şikayet ediyor. Bir Yeşilçamlı olarak bu görüşe katılıyor musunuz? Size göre iş verilmeme nedeni nedir?
Hasan Karcı: İş yapan "yeni nesil" dediğimiz yapımcılar, yönetmenler bu arkadaşlarımızı görüyorlar ama Yeşilçam insanı bu kişilere nasıl yaklaşıyor? Yaklaşım çok önemli... Herkes için söylemiyorum ama kendi arkadaşlarımızın çoğunun yaklaşımı hoş değil. İşi alana kadar her şeye "Tamam" diyor, İşe başlayınca "ben şuyum, bene buyum" diyor. Bu kaprisi yeni insanlar, gençler çekemiyor. Birkaç arkadaşımız benzer tutum sergileyince onlarda haklı olarak "en az 100 alternatif var, bunları çağırmayın kardeşim" diyor.
Ben de film çekeceğim zaman Bay veya Bayan oyuncu lazımsa 50 kişi müracaat ediyor. Bir çocuk oyuncu lazımsa 20 çocuk geliyor annesiyle birlikte. Bizim arkadaşlarımız şikayet edeceklerine kendilerinde bir şey aramalı. Onların eskiden çalıştığı firmaların çoğu kapandı, yönetmenleri film çekmiyor. Şimdiki zaman çalışanlarına kendilerini uydurmaları lazım. Yeşilçam tecrübesini pratikliğini göstermeleri lazım... Çok fazla konuşmamaları lazım... Yeşilçamlı olup da yıllardır çalışan insanlar var onlar niye çalışıyor? Çünkü problem çıkartmıyor, ekiple uyum içinde çalışıyor.
Ben Yeşilçam karşıtı biri değil aksine Yeşilçam'ı destekleyen biriyim. Ben de bir film çekeceğim zaman Yeşilçam'dan oyuncu alıyorum. Gidiyoruz sete kaldığımız otelde açık büfe 50 çeşit yemek var. Evinde yiyemiyor o yemeği ama "Bu ne yaa. Böyle yemek mi olur?" diyor. Bunu herkes demese de 3 veya 5 kişinin demesi diğerlerine de zarar veriyor.
Yeni oyuncularda böyle bir şey yok. Ayrıca Yeşilçam'daki kaliteli oyuncular kadar da iyi oyunculukları var. Önüne ne gelirse yiyor, şikayet etmiyor. Yeni oyuncular kendilerini kanıtlamak için daha canla başla çalışıyorlar.
Yakup Sancı: Öz sermayesi ile olsun, sponsor bularak olsun. Bunun hiç önemi yok sanırım. Marifet kimseyi kandırmadan, dolandırmadan film üretmekse, o da bunu yaptı. Yıllardır durmaksızın film üretti, sinema çalışanlarıyla ekmeğini paylaştı. Alkışlarımız fötr şapkalı yönetmen için... Bir başka kalbi aralamak için, tekrar buluşmak dileğiyle...
Hasan Karcı'ya Teşekkürler.
Her hakkı saklıdır. Yazarının ve www.sinematürk.com'un izni olmaksızın alıntı yapılamaz, kullanılamaz.
Yakup Sancı İletişim: [email protected]