Üye değil misiniz?
Aktivasyonunuzu tamamlamadınız!
Zaten bir hesabınız var mı?
Yakup Sancı: Aslen İzmirli olan Gürcan Koç, 1971 yılının Mayıs ayında babasının görev yaptığı şehir olan Ardahan'ın Göle ilçesinde kendi deyişiyle bir "Mayıs Danası" olarak dünyaya gelir. Bu nedenle doğduğu şehrin nüfusuna kayıtlıdır. Asker babanın yine görevi nedeniyle küçük yaşlarda Gelibolu'ya gelir. Oradan da İzmit'e tayın olur. Baba, İzmit de askeriyenin taşınılmaz mal varlığının saymanlığını yapar. Babasının asker oluşu onun da çocukluk hayallerini süsler bir zaman ve "Bir gün asker olacağım" der. Der demesine ama babasını erken yaşlarda kaybetmesi hayalini de kaybettirir...
Yıllardır çeşitli oyunlarda rol aldığı tiyatro sahnelerinden çok, bir televizyon dizisiyle tanıdığımız Gürcan Koç'un yüreğine tuttuğunuz aynaya yansıyanlar...
Gürcan Koç: Ortaokula başladığımda okulum babamın görev yaptığı askeriyenin tam karşısındaydı. Ben de biraz yaramaz bir öğrenciydim sanırım. Öğretmenim babamı çağırırdı okula. Ne korkardım o asker üniformasından. Askerliğin vermiş olduğu bir sertlik vardır ya akşam olunca okuldan çıkar çıkmaz koştura koştura eve giderdim.
Aynı yıllarda babamda mide ağrıları başlamıştı. Askeri hastaneye gittiğini hatırlıyorum. Mide ameliyatı olacağını söylüyordu. Tıp o zamanlar bu kadar gelişmemişti. Ülser teşhisiyle ameliyata alındı fakat kanser olduğu ortaya çıktı. Kanserin sadece midesine değil, akciğerlerine, böbreklerine kadar sıçradığı anlaşıldı. Çok genç bir yaşta, 38 yaşında aramızdan ayrıldı. Ben o zamanlar ortaokul birinci sınıftaydım.
Askerlerin içindeydim. Çok güzel bir çocukluk hayatım geçmişti bu zaman kadar. Babamı kaybedince o güzel çocukluk hayatım da son buldu. Annem de o zaman en küçük kardeşimize hamileydi. İzmir kökenli olduğumuz için İzmir'e dönme kararı aldık.
Büyük ağabeyim babam öldükten sonra okumadı su tesisatçısı oldu. Annem "seni meslek lisesine yazdıralım" dedi yazdırdı. İlk tercih olarak tesisat bölümünü tercih ettik. Endüstrisi Meslek Lisesinin tesisat bölümüne girdim...
Yakup Sancı: Meslek olarak tesisat okudunuz ama tiyatrocu oldunuz ve tiyatroya da erken yaşlarda başladınız. Neden mesleğinizi yapmadınız da oyuncu olmak istediniz?
Gürcan Koç: Oyunculukta daha mutlu olduğumu fark ettim... Sahnenin büyüsü beni etkisi altına aldı sanırım...
Yakup Sancı: Profesyonel tiyatro hayatınız nasıl başladı?
Gürcan Koç: İlk profesyonel tiyatro çalışmam, liseden mezun olduğumda dershane parası biriktirmek için, 1989 yılında Ege Bölge Tiyatrosunda "Kaynanam Nasıl Kudurdu" diye bir oyunla başlar. Bu oyunda bir cinci hoca tiplemesi yapmıştım. Ben seyirciyi güldürmek için çeşitli hareketler yaptıkça oyuncu arkadaşların tabir yerindeyse "koptuğunu"gördüm. Bu oyunla birlikte adım da çıktı. Arkadaşlar "Gürcan'ı oyuna alıyorsanız aman dikkatli olun" derlerdi. Benim amacım oradaki oyuncuyu oyundan uzaklaştırmak değil tabii. Oyuna bir şeyler katmaktı. Komiklik yaptıkça oyuncu arkadaşlar kendi rollerini oynayamaz duruma geliyordu. Bu tarihten sonra da halen profesyonel tiyatro hayatım devam ediyor.
Yakup Sancı: Bir dönem şovmenlik de yaptınız. Bu çalışmalarınızda amaç neydi. Para kazanmak mıydı, fark edilmek, ünlü olmak mıydı?
Gürcan Koç: 1994 yılıydı. Eşim hamileydi ve benim çalışmam para kazanmam gerekiyordu. İzmir'in çeşitli gece kulüplerinde zamanın ünlülerinin ve siyasetçilerinin taklidini yapar evime ekmek götürürdüm... Güzel günlerdi... Taklit ayrı bir yetenek ve sanat... Baktım ki benden daha iyi yapanlar var, kendime dedim ki dön tiyatrona. Amaç ünlü olmak değil, hayatı idame ettirmekti yani
Yakup Sancı: Tiyatro tek başına geçiminizi sağlayacak kadar kazanç sağlıyor mu?
Gürcan Koç: 4 yıl Kocaeli bölge tiyatrosunda, İzmir bölge tiyatrosunda tiyatro birikimde, Ankara kültür tiyatrosunda çalıştım. Hiç tiyatrosuz olmadım diyebilirim. Hep tiyatro yaptım, çünkü işim bu. Ama sadece tiyatro yaşamı idame ettirmeye yetmiyor. O yüzden tv oyunculuğu bizim can simidimiz oldu bir süre.
Yakup Sancı: Televizyon oyunculuğuna geçişiniz nasıl oldu?
Gürcan Koç: 2003 yılında Kocaeli Bölge Tiyatrosunda oyuncu ve yönetici olarak görev alırken İstanbul'a yapmış olduğum bir beste için gelmiştim; Daha önceleri de dublaj için gelip giderdim. Tabii bizim mesleğin yan gelirlerinden birisi de dublajdır. O günlerde kamera oyunculuğunu öğrenmek adına birkaç dizide küçük roller oynadım. Daha sonra biraz daha büyük rollerde oynadım. Komedi dizisi "Fıkralarla Türkiye'yi 90 bölüm çektik. Bu iş şu zamana kadar televizyon dizileri içinde benim yaptığım en iyi iş oldu.
Fakat bunların hiç biri tiyatronun yerini tutmuyor. Seyirciye karşı oynamak bambaşka bir duygu... Buna alışık olduğum için televizyon oyunculuğunu pek sevdiğim söylenemez. Ama televizyon oyunculuğu da gerekli tabii... O olmadan da olmuyor.
Tiyatro bir aşk... Bence tiyatro dünyanın en güzel mesleği... Tiyatro yapıyorsunuz ama yanlış insanlarla yapıyorsunuz. Tiyatroyu bilmeden üç beş hasta ruhlu insanların yaptığı tiyatro tiyatro değildir. Kendi kendilerine hocalık vasfı veren insanlar yapıyorlar şimdi tiyatroyu. Bu nasıl bir tiyatro anlayışıysa tartışılır tabii.
Eğer ödenekli bir tiyatroda değilseniz çok zor, yetmez tek başına. Ya devlet tiyatrosunda olacaksınız, ya şehir tiyatrolarında olacaksınız, ya da belediye tiyatrosunda olacaksınız. Karşıyaka Belediye Tiyatrosunda bir ara çalıştım. Belediye tiyatrolarında çalışmanın da en büyük handikapı, belediyeye gelen iktidar sizi alır ya zabıta yapar ya fen işlerine verir. Hiçbir şey bulamazsa maymun olarak çalıştırır. Sizin tiyatrocu olduğunuza, sanatçı olduğunuza bakmaz.
Yakup Sancı: Sizin oyunculuğun yanı sıra müzik çalışmalarınız da var. Müzikle tanışmanız ve çalışmalarınızdan söz eder misiz?
Gürcan Koç: İzmit de ilkokulu okurken çok utangaç bir çocuktum. Kimsenin içinde şarkı söyleyemezdim, kimsenin içinde şiir okuyamazdım. Bunları yapmamı isteyen olduğunda ağlardım. Müzik derslerim hep zayıftı. İlkokul hocamın hiç aklına gelmez, hayal etmezdi herhalde "bu çocuk ileride müzisyen olacak, ozan olacak, beste yapacak, albüm yapacak" diye.
Liseye başladığımda birinci sınıfta okurken seçmeli ders müzikten kaçıp, okulun güreş takımına girdim, güreş yaptım. Bir müzik öğretmenimiz vardı Celal Yücel. Adam fal mı açtı ne yaptı bilmiyorum. Bir gün beni piyanonun başına aldı bana"şu sesi ver" dedi, verdim. "Bu sesi ver" dedi, verdim. "Hadi beraber şarkı söyleyelim" dedi, söyledik. Hiç utangaçlık hissi yaşamadım nedense. Şarkı bitti müzik öğretmeninin şamarı yüzümde patladı. Hayatımda ilk defa bir öğretmenden tokat yedim. "Ulan madem bu kadar güzel sesin var neden şarkı söylemiyorsun, neden müzik derslerinden kaçıyorsun" dedi. Aynı müzik hocası bana bir bağlama aldı ve bağlamayla da böylelikle tanışmış oldum.
Karşıyaka Halk Eğitim Merkezinde başladı müzik eğitimim... İlk enstrümanım ney'di ve sanat müziği dersleri alıyordum... Daha sonra Karşıyaka Belediye Konservatuarı Halk müziği bölümüne devam ettim iki yıl... Hocamız ses sanatçısı Nimet Oğuz'du... Kendisi TRT sanatçısıydı sanırım.
Yakup Sancı: Ne kadar besteniz var, kaç albüm yaptınız, kaç klip çektiniz?
Gürcan Koç: Besteleri hiç saymadım ama sanırım 100 tane olmuştur... Albüm 2008 yılında çıktı... Tamamen kendi eserlerimden oluştu ilk albümüm ve hep öyle olacak sanırım. Bir klip çektik Kral TV için, "Tutuldum Sana" adlı şarkıma... Bir kaç klip daha çektik ama yayınlatmadım onları istediğim gibi olmadı çünkü... Daha sonra plak şirketiyle de anlaşmazlıklar yaşadım... Şimdi ikinci albüm için uğraşıyorum...
Yakup Sancı: Müzik de hedefiniz nedir?
Gürcan Koç: Ulaşabildiğim kadar dinleyiciye ulaşmak ve eserlerimi herkese dinletebilmek... Ülkem müziğine yeni arayışlar, eserler katmak en büyük hedeflerimden biri...
Yakup Sancı: Tiyatro, sinema ve müzik... Bir tarafa yoğunlaşacak mısınız yoksa üçünü bir arada mı götürmeyi düşünüyorsunuz?
Gürcan Koç: Üçünü de yapmak istiyorum, severek yapıyorum bu işleri. Aslında biraz mecburiyetten bu üç alanda yürüyorum. Sadece tiyatro yaparsanız geçinemezsiniz. Kimseyi kınamıyorum ama sanatçıyım diyen biri neden gidip türkü barlarda sabahlara kadar türkü söylesin. Bizde sanatçı enflasyonu söz konusu... Asıl işi oyunculuk olanlar işlerini yapamaz durumda.
Çeşitli gazetelerin üçüncü dördüncü sayfalarında şiirler çıkar. Bakarsınız şiirlere, gülüm, bülbülüm, kanaryam güzel kuşum diye başlar. Bizler şiir okumadan şiir yazan bir milletiz. Adama Nazım'ı okudun mu diyorsun "hayır" Ahmet Arif "hayır "Mehmet Akif "hayır" Necip Fazıl, Orhan Veli, Aziz Nesin, Can Yücel "hayır" bunları okumadan, şiirin ne olduğunu bilmeden, şiirin matematiğini bilmeden nasıl şiir yazacaksın? Ona sorarsan o şair.
Aynı şey sinema için de, tiyatro içinde, müzik için de geçerli. Yani ustalarla çalışmadan usta olunmaz tiyatroda... Halk arasında tiyatroda en büyük ustalardan bahsedildiğinde karşınıza Yılmaz Erdoğan gibi bir isim çıkıyor. Böyle bir olgu var. Yılmaz Erdoğan'a sorsanız hangi tiyatroda çalıştığın hangi oyunlarda oynadığını, "şu tiyatro" diye bir cevap verebileceğini düşünmüyorum. "Kendi tiyatromu kurdum, yürüdüm hoca oldum" O hocalık vasfını kim verir, nerde verir, nasıl verir çözmüş değilim. Yani çırak olunmadan usta olunmaz... Sevgili Yılmaz Erdoğan çok yetenekli olabilir ama tiyatroya hizmet ettiğini düşünmüyorum şu an...
Tiyatro sadece skeçlerden, parodilerden oluşmaz. Ukalalık da etmek istemiyorum ama bu işin teorisini bilmeden hocalık olmaz. Bunun gibi birkaç isim olmuş kişiler var. Bu insanlar başka insanlara cesaret verdiler."Biz de yaparız. Oyunu kendimiz yazarız, yönetiriz" hayır olmaz, yazamazsın yönetemezsin. Yaparsan da bu tiyatro değil başka bir şey olur. Her şeyden önce bu işin bir okulu var. Okulu yoksa ekolü var. Hal böyle olunca ne kadar iyi bilirsen bil iş yapma imkanın elinden alınıyor. İşin hakkını veremeyenler "tiyatro yapıyoruz" diye orayı burayı dolaşıyor, bunları izleyen insanlar da tiyatro izlediklerini sanıyor. Ben bu tür insanlara tiyatronun "Ajdar"ları diyorum... Bazen acaba bu işleri bırakıp da gidip tesisatçılık mı yapsam diye düşünmeden de edemiyorum. Hiç olmazsa tesisatçı Ajdarlar yok.
Ama yılmadım, hala dünyanın en güzel işini yaptığımı düşünüyorum. Bir hocam vardı ona dedim ki bir gün. Hocam, bakıyorum sanatçı arkadaşlarıma ağabeylerime ömürlerinin sonlarında hep çile çekiyorlar ve yaşamları da dramatik sonlanıyor. Bana demişti ki "evladım, tanrı ortakları sevmez." Dediğinden hiçbir şey anlamadım. Birkaç ay geçtikten sonra hocam neden böyle bir şey söyledin?" Oğlum sen kağıt üzerindeki yazıya kan veriyorsun, ruh veriyorsun, can veriyorsun. Tanrı ortakları sevmez" dedi.
Bunu sorgular oldum o günden sonra. Meslektaşlarım gibi öyle bohem bir yaşam içinde olmak istemiyorum. İstanbul'dan ve oyuncu enflasyonunun vermiş olduğu işsizlikten sıkılıp İzmir'e kaçtım. Ama yine İstanbul'a geldim. Kaçacak yer de yok ki kaçalım.
Bir gün biri arayıp "Gürcan çok güzel bir iş var demo çekip kanala vereceğiz sonra dizi çekeceğiz" diye size demo çektirip kanala veriyor. Kanal demoyu onaylayınca sizin yerinize başkasını alıp dizide oynatıyorlar. Hani bu demoyu beraber çekmiştik, hani kanal onaylayınca ben oynayacaktım? Verilen cevaba bak "abi sen bu role fazlasın" mesleğime hiç küsmedim ama mesleğimin içinde bir takım insanlar var ki insanın iş yapma hevesini kırıyor.
En kanlı bıçaklı olduğun adam bir gün kapını çalar "sen tiyatrocusun, bu oyuna çıkacaksın, bu rolü oynayacaksın, başka alternatifin yok. Yarın oyun var oyunu kurtaracaksın" der gider mecbur oynarsın. Bu iş böyledir.
Yakup Sancı: Fıkralarla Türkiye'den sonra insanlar tarafından tanındınız. Şöhret duygusu neler yaşattı size?
Gürcan Koç: Şöhret bir oyuncu için iyi bir şey ama bir o kadar da kötü. Oynadığınız karakter sizin önünüze geçince sıkılmaya başlıyorsunuz doğal olarak. Benim 17 yaşında bir oğlum var, sokakta onunla yürürken arkamızdan insanlar bağırıyor "loo, heey" bir de televizyonda gördükleri adamı hep öyle sanıyorlar. Bu adamın annesi ölmüş, babası ölmüş, eşinden, işinden ayrılmış, kirasını verememiş, faturasını ödeyememiş canı sıkkın diye düşünmüyor, hep televizyonda gördüğü gibi biri sanıyor. Umurunda değil bunlar, seni öyle neşeli gördü ya hep öyle sanıyor. Hiç derdi tasası yok, 24 saat eğlenen, hoplayan, zıplayan, espri yapan bir adam zannediyor seni. Yolda çeviriyor insanlar "abi doğulu adam gibi konuşsana" diyor. Sıkıldım o karakterden bu nedenle saçlarımı bıyığımı kestim.
Bir ameliyat geçirdim. Bu ameliyattan sonra bir süre işsiz kaldım. Bir lokantanın camında ilanı gördün, içeri iş için girdim... Dedim ki iş arıyorum. Adam bana "Abi bizimle eğleniyor musun?" dedi. Yemek yedirdi. Adamlara işsiz ve parasız olduğumu anlatamadım. Garip bir durum yani... Siz ne kadar zor durumda olsanız da halk sizi bir yere koyuyor.
Yakup Sancı: İçimizde bir yerlere koyduğumuz sanatın güzel insanları ile geçmişten geleceğe uzanan köprüde tekrar buluşmak dileğiyle...
Gürcan Koç'a Teşekkürler.
Her hakkı saklıdır. Yazarının ve www.sinematürk.com 'un izni olmaksızın alıntı yapılamaz, kullanılamaz.
Yakup Sancı İletişim: [email protected]