Üye değil misiniz?
Aktivasyonunuzu tamamlamadınız!
Zaten bir hesabınız var mı?
1951 yılında Afganistan'ın Maymana kentinde dünyaya gelir. İlkokulu Maymana'da, ortaokul ve liseyi Afganistan'ın kuzeyinde bulunan Kunduz kentinde okur. Oyunculuğa herhangi bir akademik eğitim almadan, kendi deyisiyle "Yaramazlıktan" başlar. 1978 yılında ülkesi Afganistan'da çekilen 5-6 sinema filminde oynayarak profesyonel oyunculuk hayatı başlar... Bir süre ülkesinde ana dili Farsça diksiyon dersleri verir.
Afganistan'da yaşadığı yıllarda bir arkadaşı 45lik bir plak hediye eder. Bu plaktaki sese ve şarkıya hayran kalır. Şarkının bir yerinde "Adaletin bu mu dünya" der. Onu da en çok etkileyen bu söz ve söyleyen ses, Selda Bağcan olur. Dünyaya gelen kızına Afganistan'da pek değil, hatta hiç bilinmeyen bu ismi verir. İşte, Türkiye aşkı da o yıllarda başlar...
1979 yılında eşini kaybeder. Aynı yıl Sovyetler Birliğinin Ülkesi Afganistan'ı işgal etmesi nedeniyle, Türkiye'ye sığınan yaklaşık 4.000 civarındaki Afgan mülteci arasında kendisi, oğlu Faruk ve biricik kızı Selda'da vardır. Gaziantep'e yerleştirilirler. Türkiye vatandaşı olarak yeni kimliğini alır...
Bir süre Gaziantep de bulunan otellerde temizlik görevlisi, komi gibi farklı işlerde çalışır. Aynı bölgede çocuk tiyatrosu yaparak asıl mesleğini yapıyor olmanın mutluluğunu yaşar. Çok geçmez televizyon dizilerinde oynama şansı bulur. Oynadığı karakterlerle kısa sürede izleyicinin zihninde yer edinir. Kısa sürede Türkiye'ye uyum sağlar. Pek çok kişi tarafından Afgan değil, Güneydoğulu olarak bilinir.
"Kara Kahya" olarak ünlenen Muhammed Cangören röportajına hoş geldiniz...
Muhammed Cangören: İyi ki Türkiye'deyim. Fransa da olsam yine oyunculuk yapardım, ama bu ülkede olduğum gibi mutlu olamazdım. Özgüvenim var dünyanın her yerinde oyunculuk yapabilirim ama Türkiye'de olduğu gibi mutlu olacağımı sanmıyorum.
Yakup Sancı: Ülkenizi terk etmenizin tek nedeni işgal edilmiş olması mıydı?
Muhammed Cangören: Bu işgal bizim kitaplarda okuduğumuz sosyalizm değildi. Dünya lideri iki güç, dünyayı insanları öldürme pahasına paylaşmaya çalışıyordu. Ülkemi terk etme nedenlerimden bir de işsizlikti. Sanatçının iş yapma şansı kalmamıştı. Yurtsever pek çok arkadaşımız topraklarını terk etmemenin bedelini canlarıyla ödedi.
Başka bir ülkeye de gidebilirdim ama ben Türkiye'yi seçtim. Bizim örf ve adetlerimiz çok benziyordu. İnsanımız birbirine çok benziyordu. Ten renklerimiz birbirine çok benziyordu. Başka arkadaşlarım genelde batı ülkelerini seçmişlerdi. Ben bu yöreden uzaklaşmak istemiyorum dedim ve Türkiye de kaldım. Seviyorum bu ülkeyi. Sevdiğim için buradayım. Ayrıca sevdiğim işi yapıyorum. Bu ülkenin insanlarına benzediğim için çok mutluyum. Bu ülkede yaşamaktan onur duyuyorum.
Yakup Sancı: Duygusal birisiniz. Sizi bir sanatçı olarak çevrenizde etkileyenler nelerdir?
Muhammed Cangören: Ben icracı değilim, göstericiyim. Bizim gibi toplumlarda sağlık problemi var, eğitim problemi var. Bu konulardaki yetersizlik beni etkiliyor.
Doğu da "Sıla" diye bir dizide çalıştım. Orada çöplüklerden ekmek toplayan çocuklar vardı. Okulu olmayan köyler vardı. Sıla dizisi olarak ekiple birlikte köyün birine okul yapma kararı aldık, okulun temelini kazdık, yapım aşamasında Sıla ekibi olarak hep beraber çalıştık. Bu okula "Sıla" adını verdik. Çok mutlu oldum. İnanılmaz bir mutluluktu bu benim için. Bir sanatçı olarak bu benim görevimdi, severek yaptım.
Yakup Sancı: Siz Gaziantep de yaşarken dizilerde oyunculuk yaptınız. Bu şansı nasıl yakaladınız?
Muhammed Cangören: Gaziantep'e geldiğimde gazeteler "Afganistan'dan bir mülteci aktör geldi" diye yazmıştı. Özbekçe bildiğim için Türkçeye pek yabancılık çekmedim. Köy köy kasaba kasaba gezerek çocuk tiyatrosu yaptım. İnsanlar benden biriydi. Adeta doğup büyüdüğüm yerlerde geziyormuş gibi hissetti. Onun için bu ülkeyi, Türkiye'yi seçtim ya zaten.
Bir gün bir arkadaşım "İstanbul'dan bir ekip gelmiş Urfa da film çekecekler git katıl. Belki seni de oynatırlar" dediğinde benim Türkçem kötü beni seçmezler dedim ama yine de gidip katıldım ve o role beni seçtiler. Televizyon ve sinema filmlerinde çalışma imkanını bu diziyle buldum. Çocuklarım büyüdü okullarını bitirdi. Artık benim Gaziantep den çıkıp İstanbul'a gelmem gerektiğine karar vererek Gaziantep'den ayrıldım.
İstanbul'a geldiğimde ilk tanıştığım nur içinde yatsın Ömer Kavur ve Atıf Yılmaz oldu.
Hiç para düşünmüyor sadece çalışma imkanı bulmak istiyordum. İlk sinema filmim Ömer Kavur'un 2000 yılında çektiği "Melekler Evi" oldu. Bu güzel insandan çok güzel şeyler öğrendim. Daha sonra Berivan dizisine girdim 5 bölüm için, 55 bölüm oynadım. Bu dizi benim çıkışım oldu. Bu diziyle tanınmaya başladım...
Daha sonra "Haziran Gecesi" diye bir dizide oynadım. Bu dizideki karakterim de iyiydi. Sonra, Şöhret, Sıla, Kış Masalı gibi farklı dizilerde farklı karakterler oynadım. Kurtlar Vadisi'nin ilk bölümlerinde oynadım. Bu diziye de 3 bölüm için girdim 30-35 bölüm devam etti. Bu arada yabancılarla sinema filmlerinde oynadım.
Yakup Sancı: Hedeflediğiniz yere ulaşabildiniz mi?
Muhammed Cangören: Hedefe doğru bir çizgi var ama ben yürüdükçe hedefim de uzaklaşıyor benden. Hedefe ulaşmak mümkün olmuyor. Çünkü her vardığın hedefle birlikte yeni bir hedef belirliyorsunuz.
Yakup Sancı: Siz çok farklı karakterler oynadınız. Oynadığınız roller sizi etkiliyor mu?
Muhammed Cangören: Oyuncular oynadığı karakterlerden ne kadar etkileniyor bilmiyorum ama evet, benim oynadığım farklı karakterler var. Çok etkilendiğim ise "Sakarya Fırat" dizisindeki Sıtkı dede karakteridir. Bu karakter dinci falan değil yaşayan bir ziyaret gibi, bir derviş. Bu karakteri çok sevdim.
Yakup Sancı: Pek çok oyuncu işsizlikten yakınırken siz gördüğüm kadarıyla işsiz kalmıyorsunuz. Bunu nasıl başarıyorsunuz. Tek neden iyi ya da kötü oyuncu olmak mı? Bunun sırrı nedir?
Muhammed Cangören: İnsanlarla iletişim çok önemli. Ben ilk gördüğüm insana sanki 30 yıldır tanıyor gibi yaklaşıyorum. Türk insanı benim. Ben Türk insanıyım. İçinizde yeter ki sevgi olsun. Sokakta yürürken size sevgi ile bakan bir çift göz görüyor ve mutlu oluyorsunuz. İnsanlara para vereceğim bana sevgiyle bak deseniz bile o bakışı tutturamazlar. Bunu parayla yaptıramazsınız. İşte sır burada. Sevgiyle bakan gözler çoğaldıkça işsiz kalmak mümkün değil.
Yakup Sancı: Emeğinizin karşılığını alabiliyor musunuz?
Muhammed Cangören: Manevi olarak hedefime vardıkça yeni hedeflerim oluyor. Maddi olarak bir evim oldu. Çocuklarımı okuttum evlendirdim.
Oğlum Faruk laborant olarak Bilecik de bir hastanede çalışıyor ve orada yaşıyor. Kızım Selda ise yurtdışında yaşıyor. Her ikisi de evlendi, kendi düzenlerini kurdular.
Gerek benim kategorindekiler olsun gerekse diğer yaş gurubunda olanlar olsun buna teknik ekip de dahil emeğinin karşılığını maddi olarak alamıyor. Bu iş gönül vermiş insanların işidir. Ben çok meşhur olmak için değil, sevdam olduğu için, aşkım olduğu için yapıyorum.
Bana bir senaryo geldiğinde karaktere ısınıyorum, bu benim diyorum. Parayı pulu unutuyorum. Biz sanatçılar olarak duygusal insanlarız para çoğu zaman ikinci planda kalıyor.
Teknik ekip sahneyi bir oyuncu olarak benim için hazırlıyor, ışığı benim için hazırlıyor. Kendisi kamera arkasında kalıyor, izleyici onu değil beni izliyor. Ama o benden daha çok çalışıyor. Daha çok emek veriyor, emeğini alamıyor. İşte buna da benim içim yanıyor.
Bu diziler en azından 60 dakikaya inmeli. Çok uzun olunca çok emek istiyor. Bu daha çok teknik ekibi zorluyor. Günde 2-3 saat uykuyla çalışan teknik ekip arkadaşlarımız var. Geçen yıl Ürgüp de yabancı bir film çekildi, bende o sette çalışıyordum. Akşam saat 7 oldu seti durdurdular. Ben yalvarıyorum adeta. Bu sahneyi çekin de benim işim bitsin diye ama çekmiyorlar. Bizde de bu olmalı. Hem oyuncu hem de teknik ekip çalışanlarının emekleri yenmemeli. Biz, sabahın 4-5'ine kadar çalışılıyoruz. Reji ekibi sufle veriyor ne dediğini kendisi de anlamıyor siz de anlamıyorsunuz. Bünye olarak bitmişsiniz. Bitmiş bir oyuncudan bir teknik elemandan ne alabilirsiniz ki?
Muhammed Cangören'e Teşekkürler.
Her hakkı saklıdır. Yazarının ve www.sinematürk.com 'un izni olmaksızın alıntı yapılamaz, kullanılamaz.
Yakup Sancı İletişim: [email protected]