Üye değil misiniz?
Aktivasyonunuzu tamamlamadınız!
Zaten bir hesabınız var mı?
03.08.1946 yılında İstanbul da dünyaya gelir. İlkokulu farklı semtlerde farklı okullarda okur, Robert Koleji'nin imtihanlarına girer üçüncülükle kazanır. Baba Sabahattin Bey'in İtalyanlarla çalışması nedeniyle İtalyanca öğrensin diye oğlunu İtalyan lisesinde okutur. Liseden sonra İtalya'ya gider ve Tecnostampa Film Stüdyosu'nda kurgu asistanının asistanı olarak çalışmaya başlar. Hızla kendini geliştirir birinci kurgucuya kadar yükselir.
1963 yılında babası Sabahattin Tulgar, "Milli Film Stüdyosu"nu kurar ve oğlunu Türkiye'ye çağırır. Babasının şirketinde kendi deyişiyle patronun oğlu olarak değil. Herhangi biri gibi 4 sene "vasıfsız işçi" olarak çalışır. Bu şirkette film yıkama, kurgu, montaj, senkron, eşleme, negatif montaj, ses montajı, ses mühendisi gibi bir filmin stüdyoda neye ihtiyacı varsa o alanlarda "Vasıfsız işçiliği" geride bırakarak ustalığını kanıtlar, bu alanlarda söz sahibi olur.
Yönetmen olarak, 1973 de "Tarzan Korkusuz Adam" 1979 da "Süpermen Dönüyor" isimli filmleri çeker. Kamera karşısına ise, 1952 yılında henüz alti yaşındayken babasının filmi "Tarzan İstanbul da" adlı filmde Tarzan'ın küçüklüğünü oynayarak geçer.
Yakup Sancı: Stüdyoyu neden kapattınız?
Kunt Tulgar: Furyanın başladığı yıllarda sinemanın adeta durduğu yıllardı. Bir takım filmler çekiliyordu ama buna ne kadar film denilir bilinmez. Bu yıllarda bana da yönetmen olarak teklifler geldi. Ben olmaz dedim. Israr ettiler "ne olacak ki, bir kadını bir erkeği yatağa sokacaksın üç günde filmi bitirirsin" olmaz dedim çekmedim. Bana ters gelen işlerdi bunlar.
Bu filmleri çekmedim ama çoğu elimden geçti. Bu filmler bizim stüdyoya geliyordu. Başlarda erotik olarak çekilen filmler daha sonraları yurtdışından getirilen filmlerden alınan parçalarla pornoya döndü. Furya ailelerinde sinemalardan kaçışına neden oldu.
1985 yılında babamla birlikte karar aldık ve stüdyoyu binayla birlikte sattık. 1986 yılında Antakya ya gidip 3 film daha çektim. 1993 yılında TGTR televizyonuna 3 film bir de dizi çektim. İtalyanlarla ortak çalışmalar yaptım yine aynı yıllarda. Şimdi ise film ithal edip televizyonlara satıyorum.
Yakup Sancı: Sizin döneminizle günümüz sineması arasında ne gibi farklar var?
Kunt Tulgar: Sinemamızda felsefe olarak gelişme yok fakat teknolojik olarak var. İmkanlar oldukça fazlalaştı. Bizim o sıkıntılı dönemlerimiz geride kaldı. Stüdyoda her imkanı bulmak mümkün. Bunun dışında sinemasal bir gelişme yok. Hikayeler desen keza, günümüzde çekilen filmlere baktığımızda hikayelere yerlerde sürünüyor.
O zamanlar teknik yoktu, para yoktu ama çok iyi sinemacılar vardı, yaratıcı sinemacılar vardı. Hüseyin Peyda sete gelirdi. "Kunt saat 2 de Orhan Elmas'ın setinde olacağım" der giderdi. Orada işini bitirir Semih Evin'in setine giderdi. Oyuncular böyle set set dolanırdı. Bu oyuncular işlerine çok sadıktılar. Söz vermişlerse mutlaka o gün o saate sete gelirlerdi. Örneğin Ayhan Işık'a saat 8 de Kurtuluş da ol derdin saat 7 de sete gelirdi. Cüney Arkın, Eşref Kolçak, İzzet Günay, Ekrem Bora, Kenan Pars nur içinde yatsın. Bunların hepsi işlerine sadıktı. Şimdikiler de sadıktır belki bunu bilemem.
Yakup Sancı: Siz o dönemler pek çok filmin stüdyo işlerini yaptınız. Dolaysıyla yönetmen hatalarını da örtmeye çalışan biriydiniz. Stüdyoda sizi çok uğraştıran yönetmenler kimlerdi. Eksik plan çeken, açı hataları olup terse düşenler olur muydu?
Kunt Tulgar: Rejideki arkadaşların çok hataları olurdu. Pan yaparken arkadan spotlar görünen sahneler olurdu. Bu kameramanların hatalarıydı. Açı hataları da olurdu. Bunlarda da yapılacak tek şey resmi terse çevirmekti. Montajcı kameramanı, yönetmeni dolaysıyla filmi kurtarırdı ama montajcıyı kimse kurtaramazdı. Film masada başlar masada biter. Bu ne demektir? Filmin başladığı yer senaryo kısmı, oturur masada senaryonuzu yazarsınız. Bittiği yer yine masadır. Bu masa da montaj masası... Filmin bittiği masada olmak o kadar kolay bir iş değildir. Tabii ki pek çok yönetmenin de hatalarını düzeltmek bize düşerdi.
Yakup Sancı: Bazı Yeşilçam filmlerinde parçalar var. Bu parçalar oradan buradan alınmış filme montajlanmış parçalar. Neden sahneyi çekmiyor ya da iptal etmiyor da başka filmlere ait parçaları kullanırdınız?
Kunt Tulgar: Abdulkerim Uzun'un Yusuf Sezgin'i oynattığı "Yarını olmayanlar"diye bir filmi vardı. Bu filmin iş kopyasını bir çuvalın içinde stüdyoya getirdi. Ne olacak dedim. "Ben bittim mahvoldum." Dedi. Hallederiz dedim işe başladım. Senaryo yok, yönetmen kaçmış film yarım kalmış. Klaket tutulmamış, adamın kravatı çiçekli, haa bu bunun devamı diye diye filmi bağlayıp oturup seyrettim. Ama film kısa kaldı. 7 kısım film çıktı. Başka filmden Amerikan polis arabaları koydum içine, gece karanlığında kavga sahneleri koydum. Bir de fragman yaptım aldı filmi gitti. Film tuttu, büyük iş yaptı.
Kovboy Ahmet vardı, Ahmet Sert. Bir film çekti, biraz para bulup gidip birkaç sahne çeke çeke filmi bir buçuk sene içinde bitirdi. Aldı geldi stüdyoya. "Tüm film bu başka bir şey istemeyin. Bir kare film çekecek param yok, bundan bir film çıkartın" dedi. Filmin montajını yaptım. Salon çekmiş, kovboy salonda gitarla şarkı söylüyor ama ne söylediği belli değil. Bir plaktan kovboy şarkısı koydum. Senkronunu tutturabildiğimiz kadar tutturduk ama film kısa kaldı. Babamın bir filmi vardı bu filmden beyaz tenteli kafile arabaları olan sahneyi aldım. Ahmet Sert bir tane araba koymuş ben babamın filminden 30 tane araba koydum. Kızıldereli falan koydum. Filmi 9 kısım yaptım. Bu tür sahneleri çekmek maliyetli olduğu için böyle bir yol bulmuştuk. Kısa kalan filmlere başka filmlerden parça koyduğumuz çok oldu.
Yakup Sancı: Günümüzde bazı yapımcılar filmlerinin stüdyo giderlerini karşılayamadığı için ya hiç stüdyoya giremiyor, filmi elinde kalıyor ya da stüdyolar alacaklarını gişeden alıyor. O dönemler parası olmayan yapımcılar stüdyo işlerini nasıl yaptırıyordu?
Kunt Tulgar: Gişeden para alma ya da filme el koyma, rehin alma gibi bir şey olmuyordu. Parası olmayan bölgelerden senet alır getirirdi. Bir kısmını verirdi bir kısmı için de "şu bölgeye satacağım oradan aldığım senedi getiririm" der filmini çıkartırdı. Senet verenlerin bazılarının senetleri ödenmez, karşılığı olmazdı. Ama stüdyo olarak mala el koymazdık. Adamı serbest bırakırdık, satsın ki paramızı getirsin diye.
O zamanlar filmleri 10 kopya 20 fragman yapıyorduk. Şimdi 200 kopya basıyorlar. Kopyalar bin dolar olsa 200 bin dolar eder. Kafadan 200 bin dolar içeride başlıyorsun. Eskiden olsa kopyaları satardın, gümüşünü alırlardı. Şimdiki filmler renkli bu da yok. 200 kopya basıyor vizyondan sonra 197 sini çöpe atıyorsun. Hal böyle olunca para bulamıyor stüdyoları ortak ediyorlar. Stüdyolar da kopyaları basıyor filme ortak oluyor. Kimi kazanıyor kimi batıyor.
Yakup Sancı: Siz çekirdekten sinemacısınız, stüdyonuz da vardı, yapımcılık yönetmenlik de yaptınız. Yeşilçam sinemacıları neden televizyon kanallarına dizi çekmiyor, çekemiyor?
Kunt Tulgar: Kanala hikayeyi verdim "okuyacağız" diyorlar. Okusunlar. Okusunlar da kanallar çekecekleri tüm dizilerin senaryolarını oturup okuyorlar mı? 4-5 televizyon kanalı yine 4-5 yapım şirketi var. Döngü bunlar arasında dönüyor. Biz kanala proje onaylatamıyorsak bunda bir iş var. Bana niye iş vermiyorsun? Denedin mi beni? Dizi çekmeyi 30 yaşındaki çocuklar biliyor da sinemaya yıllarını vermiş, stüdyonun her alanında çalışmış ben mi bilmiyorum? Ben bu işi yaparken dizi çekenlerin çoğu dünyada yoktu. En az bin tane yerli filmin stüdyo işlemlerini yaptım. Bu ne demek? Bin tane yönetmenin en hatalı yerlerini ben ve benim gibi bu işi yapanlar kurtardı demek. İsim vermeye gerek var mı bilmem ama en tanıdık yönetmenlerin bile pek çok hatasını stüdyoda ben kurtardım, pisliklerini kapattım. Bana iş vereceksin. Benim gibi işi bilen herkese iş vereceksin.
Neden bu 4-5 firmaya veriyorsunuz işleri? Neden? Başka adam kalmadı mı bu ülkede, dizi çekmeyi başka kimse bilmiyor mu? Tezgahı kurmuşlar işi götürüyorlar. Herkes "sakalını"alıyor demek ki. Para mı istiyorsun? Haraç mı istiyorsun? O zaman bana yekten de ki "kardeşim projeni onaylarım ama şu kadar paranı alırım. Faturayı bu kadar keseceksin, şu kadarı benim" de. De kardeşim onlar veriyorsa, çark böyle dönüyorsa ben de veriyim. Bana niye iş vermiyorsun, benim gibiler niye bir kanala dizi çekemiyor?
Televizyon yöneticilerine dikkat edin 2 senede 3 senede bir adam değişiyor. Peki neden? Ben söyleyeyim "artık sen zengin oldun, sen git başkası gelsin" ben açık açık söylüyorum, hiç kimseden de korkum yok.
Bir zamanlar Kültür Bakanlığından da ödenek geldi sinema için. SESAM da bulunan beyler bu parayı aralarında paylaştı. Bu para gariban Ahmet'in, gariban Mehmet'in parası niye vermiyorsun? Ver onlar çeksin filmini. İş mi şimdi bu? Bir koltuğa oturduğun zaman "burası benim, buradan kalkmam" demeyeceksin. Herkes gelip gidecek.
Televizyonda zap yapıyorum. Kanalın birinde oynayan diğer kanal da da oynuyor. Bize gelince "Türk sinemasındaki aktörlerin yüzleri eskidi" deniyor. Bu ne peki? Türk sinemasının filmleri olmasaydı televizyonların hepsi batmıştı. Dikkat edin bir film 70 defa oynuyor. Kemal Sunal'ın her filmi 100 defa oynadı. Kemal Sunal'ın yüzü eskidi, adam öldü niye oynuyorsun? Şener Şen, Cüney Arkın'ın yüzleri eskidi niye oynuyorsun? Yılmaz Güney öldü niye oynuyorsun? Oynama kardeşim. Maden Türk sinemasının aktörlerinin yüzü eskidi. Dizinin birinden çıkıp diğerinde çalışmaya başlıyor 8-10 kişi bunların yüzü eskimiyor mu? Yüz eskimiş, bırakın bu işleri. Her şey menfaat üzerine dönüyor.
Hikayeler desen keza. "Fatmağül'ün Suçu Ne?" 90 dakikalık film 70 bölüm oldu. Olacak iş mi? "aman şunu sok içeri, aman buna rol yaz. İki kötü adam çıkartalım on bölüm gitsin, ölsün. Böyle dizi çekiliyorsa bu diziyi bana versinler ömrüm bitene kadar çekerim yine de bitmez. Ama iş bu değil.
Başka bir dizi de efendim" bizim dizi avantür"diyor. Nesi avantür? Yumruk atacak adamın yok, yumruk alacak adamın yok, almışsın eline tabancayı tak, tak, tak. Geç kardeşim. Bunun nesi avantür? Konuştuğun zaman da acı konuşuyorsun diyorlar. Doğruları konuşuyorum. Tabii işine gelmeyenlere acı geliyor.
"500 bin dolara savaş çektim" diyorsun. Savaşa çıktılar kararttılar ekranı. Bizim tabirle fondi yaptın. Açtın karattın sahneyi ne oldu? Savaş bitti. Niye çekseydin ya savası. Niye çekemedin? Para gidecek, bırak para gitmesini çekemeyecek. Gözü kesmiyor, bilmiyor nasıl çekeceğini. İşine geliyor ekranı karartmak.
1952 yılında babam Yılmaz Atadeniz ile birlikte "Tarzan İstanbul da" filmini çekti. Maymun, timsah, aslan, kaplan Amerikan'ın. Bir fil vardı onu da sirkten almışlardı. Bu hayvanlar yoktu ama stüdyoya girmiş, montajda yedirmişler çektiklerini. Yedirirsen yurtdışına da satabilirsin filmini. Çektiklerini yediremeyeceklerini biliyorlar, bunun için de işlerine geliyor ekranı karartıp "savaş bitti" demek.
Gariban Mehmet'e de iş ver o da dizi çeksin. Reyting mi? Nerden biliyorsun onun hikayesinin kötü olduğunu, iş yapmayacağını, reyting almayacağını, nerden biliyorsun, hikayesini okudun mu?
Kültür Bakanlığına proje gönderdim "Bize Türk Derler" İstiklal savaşını konu ediyor. Bana gelen cevaba bakın. "Türk sinema kriterlerine uygun değildir." İstiklal savaşının kriteri mi olur? Komisyonda olan birine abi bu istiklal savaşı, Atatürk Türkiye'yi kurtarmış bunun nesi kriter? Cevap bile veremedi. Orada da üç kağıtlar dönüyor. Seni tanıyor, seviyorsa geçiyor projen. Çarkın içinde değilsen ne projen geçiyor ne iş yapabiliyorsun.
Ankara da kunduracılık yapan sinema çekeceğim diye destek alıyor. Ona güvenip para veriyorsun. Sinema yapacağım diyen muhallebiciye destek veriyorsun. Komisyondaki arkadaşlar, beyler kendileri de bir şekilde yolunu bulup alıyor krediyi. İşi bilen ben alamıyorum. Benim gibi bu işi bilen Ahmet Efendi, Mehmet Efendi alamıyor.
Bu kadar dizi çekiliyor, bu dizilerin senaryolarını okuyor musunuz? Mümkün değil, o zaman ortada bir "fırıldak"dönüyor. Bakanlığa destek için giden projeler de okunmuyor. Orada 11 kişi var bunların hakikaten iki kişisi okuyor. Rapor veriyor. Ne diyorsun"yaramaz" herkes"yaramaz" diyor. Okuduğundan değil. Bin tane hikayeyi okumaya ömrün yetmez nasıl okuyacaksın. Burada da böyle bir "fırıldak"dönüyor. Adam emek vermiş dikkatli okuyacaksın. Hiçbir şey yapmamışsa senaryo yazmış, senariste para vermiş. Okumadan "yaramaz" deme hakkın yok. Doğruları söylüyorum, birileri artık doğruları söylemeli. Eğer yalan konuşuyorsam biri kalkıp "Kunt sen yalancısın"desin. Benim yalan söylediğimi söylesin. Bekliyorum çıksın biri beni yalanlasın. Sizden de, bunları hiç kesmeden budamadan aynen yazmanı rica ediyorum.
Bana niye iş vermiyorsun? "efendim senin senaryon iyi değil" peki hangisinin senaryosu iyi? 3 bölüm çekiyorsun dördüncü yok, başka bir dizi başlıyor iki bölüm sonra yok. Bir polisiye çekiyorsun. Telsiz konuşmasına bak "kartal Mehmet'i arıyor" biz film çekerken emniyetten bir komiser olurdu yanımızda. Böyle bir laf ettiğimiz zaman "beyefendi güldürmeyin adamı, böyle bir laf yok" derdi. Balistikden silah raporunu alırdık. Eroinman ne yapar doktor raporu alırdık. Biz bunları yaptık, böyle iş yapıyoruz. Sen kafana göre yaz, nasıl olsa çekeceğin garanti, okuyan yok. Tutmadı mı yenisini yaz, çek. Bana niye iş vermiyorsun? O fırıldağın içine beni de sok ben de çekiyim, ben de veriyim haracını.
Böyle konuşuyorum diye birilerinin canı yanacak biliyorum, yansın. Benim kimseden korkum yok, televizyona çıkar kafa plan yapar insanın gözüne baka baka konuşurum. Bu güne kadar onlar bakmadı bana. Palavrayla değil hakkaniyetle yapacaksınız işinizi. Nasıl ki kunduracı, muhallebici, oduncu, kömürcü, inşaatçı film çekiyorsa bu işi bilen gariban Ahmet, Mehmet de filmini, dizisini çekecek. Belli kanallar belli yapım firmaları, bu çarkın içine bunları da alacaksınız.
İsmi lazım değil bir yere dizi çektim, iş bittikten sonra çeklerimi aldım çıktım ofisime geldim. Muhasebe müdürüm baktı hesaba "Kunt 154 milyon lirası eksik" (154 bin lira) dedi. Çekleri aldım tekrar gittim. Hoca bu hesapta bir yanlışlık var 154 milyon eksik dedim. Baktı muhasebeye seslendi "Kunt Bey'in burada çeki kaldı mı?" dedi. İçeriden kalan hesabım da geldi. Kalan hesabım geldi ama ben bir daha o kapıdan içeri giremedim. Niye? Avanta vermedim çünkü. Bu hesabı bıraksaydım orada şimdi hala film çekiyor olurdum.
Hakkımı istemeyecekmişim bunu sonra öğrendim. Düzen buymuş. Rüşvet vermezsen bir şey çekemiyormuşsun. Şimdi anladım. Adam 500 e mi çekiyor ben 300 e çekerim kardeşim al 200ü senin olsun. Bana da iş vereceksin. Birkaç sene kanalda genel müdürlük yapıyor sonra kanaldan ayrılıp bir şirket kuruyor, diziyi de belgeseli de kendi çekip kanala satıyor. Sana bana bir kare film çektirmiyor. Faturayı yüksek kesiyor, KDV almıyor. Bir şekilde avanta lavanta işini götürüyor.
Sokakta bir sürü prodüktör var bana vermiyorsan onlara ver "efendim çekemezler" neyi çekemiyor. Seni bile oynatırlar. Sen onlardan daha mı iyi biliyorsun bu işi. Sen dünyada yokken onlar filmin kralını çekti. Sen kimsin? Nereden geldin? Hangi okuldan mezun oldun?" onlar çekemezmiş" hadi oradan.
Yakup Sancı: Sözünü ettiğiniz belli yapımcıların arasına giremiyorsanız, kanallara projenizi onaylatamıyorsanız ne yapacaksınız peki, havlu mu attınız. Pes mi ediyorsunuz?
Kunt Tulgar: Pes etmek yok, elbet bizim de bir şeyler yapacağımız günler gelecek. Yeni bir projem var. "Öyle Bir Düş ki" diye bir proje var. Bunu TRT'ye sunduk bakalım. Bu proje İstanbul'un fethi ile ilgili 13 bölüm bir dizi olacak. Ama 13 bölüm şimdilerde "nasıl olsa tuttu, çek babam çek" değil. 14 değil, 13 bölüm. Bizans tarafını mümkün olduğunca Hıristiyanları oynatacağım. Hıristiyanlar kendi hayatını, Müslümanlar da kendi hayatını oynayacak. Akşemsettin'i Cüneyt Arkın, ikinci Murat'ı Serdar Gökhan, Çandarlı Halil'i Yılmaz Köksal gibi imsileri oynatmayı düşünüyorum. Bu projede doğumu, 5 yaş, 14 yaş ve daha sonrası gibi 5 tane fatih var. Bunları seçerken de dikkatli olmamız gerekiyor. Savaş sahnelerini internetten indirip sonra da meydana çıkıp"biz 500 bin dolar verip savaş sahnesi çektik" diyenler gibi değil, tüm savaş sahnelerini çekeceğiz. Savaş sahnelerini Amerika da "Troy" gibi filmlerin sahnelerini yapan arkadaşla biz de stüdyoda yapabiliriz. Buna da hayır demem, oluyorsa bizde de olur. Olmuyorsa çekeriz. Bu projede iş çok... Surlar yapılacak, kabe yapılacak.
Yakup Sancı: Benzer konuları ya da tekrarı çekilen filmler için neler söylemek istersiniz?
Kunt Tulgar: Dünyayı kurtaran adamın oğlunun oğlu, torununun torunu... Niye çekiyorsunuz kardeşim başka hikaye mi kalmadı? Film dünyanın en berbat filmi seçilmiş, en berbat film ödülü almış."Son Hudut" diye bir dizi vardı TRT de oynamıştı. Bu diziyi de "Gurbet Kadını" yaptılar Fatma Girik oynadı. Diyalogları duyar duymaz "Son Hudut"olduğunu anladım.
Şimdi bunu sen biliyorsun başkası bilmiyor ki diyeceksin. Bir kişinin bilmesi de yeterli. Ben hayatımda 20 bin film izledim. Hangi film hangi filmden "araklanmış" biliyorum.
Yakup Sancı: Sinemadan anlamayan ama parası olan herkes film çekmeli mi?
Kunt Tulgar: Şimdi sen bana gel Kunt pastane açalım de ben anlamam, ben ne anlarım pasta yapmaktan, kremadan, kakaodan. Benim işim sinema. Sinema çekelim de tamam çekelim derim. Pastaneci de gelip film çekemez, çekmesin işini yapsın. Herkes işini yapsın. Yönetmen dediğin adam montajı bilecek. Masaya oturup montaj yapacak.
Yakup Sancı: Döneminizdeki bazı filmlerde senkron tutmuyor, bu hataları çalışırken fark etmiyor musunuz?
Kunt Tulgar: Bu eşleme yapan arkadaştan kaynaklanıyor. Lafın başını tutturur sonu tutmaz. Sonunu tutturur başı kayar. Uğraşsa olur ama uğraşmıyor "şişirme"iş yapıyor.
Yakup Sancı: Neden "şişirme"iş yapıyorlar?
Kunt Tulgar: Seyirci bu şişirme işi yiyor ama tabi ki işten anlayan olarak ne yapan kişi yiyor ne de bana yedirebiliyor. Sinemaya gidip film izlemeyi pek tercih etmiyorum. Daha çok evimde izliyorum. Sinemada film izlerken hataları görünce canım sıkılıyor. En çok sevdiğim James Bond filmleridir. Bu filmleri izlerken her kareden para akıyor. Adam harcamış.
Amerika da oğlum var. Onun yanına gittim. Beni sinemaya götürdü. Mel Gibson oynuyor. Film harika. Filmin temeli çok güzel ama bir savaş sahnesi var. Hücum ederlerken Mel Gibson'ın elinde kılıç var. Uzak planda elinde hiçbir şey yok. Yakın planda elinde balta var. Karıştırmışlar. Film akıp gidiyor. Bunu kendileri de fark etmiştir sonra ama "yer" demişler demek ki. Al işte bir Amerikan filmi de yer diye şişirme iş yapmış. Bu hatayı gördüm salondan çıktım. Benim için film bu hatayı görünce bitti. Seyirci yer diye çekiyorsun ama ben yemiyorum. Filmin yönetmeni sensin, oyuncusu sensin. Elinde ne tuttuğunu bilmiyor musun?
Taksim meydanına biri Amerikan biri Türk iki pislik koy, üstüne de bayraklarını dik. Bizim insanımız gider Amerikan pisliğini alır. Her şey Amerikan, Amerikan da yapıyor bu hatayı ama alıyoruz. Yiyoruz.
Kunt Tulgar'a Teşekkürler.
Her hakkı saklıdır. Yazarının ve www.sinematürk.com'un izni olmaksızın alıntı yapılamaz, kullanılamaz.
Yakup Sancı İletişim: [email protected]