Bu hafta sinemaya kamera asistanı olarak başlayıp, hem görüntü yönetmeni hem yönetmen olarak bir çok ödüllü filme imza atmış değerli yönetmen Orhan Oğuz'u konuk ediyoruz. Yakup Sancı kendisiyle, sinema serüveninden dizilere uzanan kapsamlı bir söyleşi gerçekleştirdi.
31 Temmuz 2012

Makedonya’dan göç eden bir ailenin oğlu olarak Kırklareli’nde doğdu. Çocuk yaşlarda fotoğraf ve resim sanatına ilgi duydu. 16 yaşında kamera asistanı olarak başladığı sinema serüveninde arkadaş grupları ile dört kısa film gerçekleştirdi. Fotoğraf ve resim sergileri açtı. 1979 yılında görüntü yönetmeni olarak birçok ünlü yönetmenle çalıştı ve onların yönlendirmeleri ile 1987 yılında "Herşeye Rağmen" filmini sinemaya aktardı. Filmlerinde toplumun her kesiminden yalnız, suskun, kenara itilmiş insanların hayatlarını anlatmayı seçti.

Görüntü Yönetmeni olarak,
"Tomruk" 1983 Antalya Altın Portakal Film Festivali- En İyi Görüntü Yönetmeni.
"Dul Bir Kadın" 1985 Antalya Altın Portakal Film Festivali- En İyi Görüntü Yönetmeni.
"Amansız Yol" 1987 Sinema Yazarları- En İyi Görüntü Yönetmeni.
"Zıkkımın Kökü" 1994 Adana Altın Koza Film Festivali- En İyi Görüntü Yönetmeni.
"Anayurt Oteli" En İyi Görüntü Yönetmeni...

Yönetmen olarak, Her Şeye Rağmen, Üçüncü Göz, İki Başlı Dev, Dönersen Islık Çal, Manisa Tarzanı, Şovalye, Pamuk Prenses Ve Hain, Kara Kentin Çocukları, Büyü, Aura ve Hayde Bre filmlerini çekti. İlk filmi "Herşeye Rağmen" ile... 1987 Ankara Film Şenliği- En İyi Yönetmen, Cannes Film Festivali Jury Jeunes Cannes 7 Ema Prix Dela Junesse, Bari Film Festivali (İtalya) Avrupa’nın En İyi Filmi. 38. Mannheim Uluslararası Film Festivali Büyük Ödül (Almanya). Akdeniz Kültür Festivali Bari Film Festivali Büyük Ödülü, T.C. Kültür Ve Turizm Bakanlığı Ödülü ve TÜTAV Ödülü aldı.

1989 yapımı "Üçüncü Göz" ile II. Ankara Film Şenliği, En İyi Üçüncü Film/ En İyi Görüntü Yönetmeni... AFSAD En iyi Görüntü Yönetmeni ve Uluslararası İstanbul Film Festivali Üstün Başarı Ödülü aldı. "İki Başlı Dev" ile İstanbul Film Festivali En İyi Yönetmen Ve Yunus Nadi Ödülleri- En iyi Film ödülünü kazanırken, "Dönersen Islık Çal" ile 15. Montepellier Film Festivali’nden En İyi Film ödülüyle döndü. Son filmi olan "Hayde Bre"ile de 14. Uluslararası Shanghai Film Festivali- En İyi Film Büyük Ödülü kazandı.

Orhan Oğuz: Cahit Engin’in yanında yaklaşık 10 yıl kamera asistanlığı yaptım. 10 yıl sonra yine Cahit Engin’in yanında kameraman olarak çalışmaya başladım. O zamanlar negatif çekildiği için riskler çok fazlaydı. Negatif çok pahalıydı. Buna rağmen kamera kullanmaya başlamıştım. Bir de şöyle bir yeteneğim vardı. Kameranın her yerini söküp, temizleyip takabiliyordum. Ustam Cahit Engin kamerayı çok iyi biliyordu, ben de onun asistanı olarak bilmeliydim. Çünkü Anadolu’nun ücra yerlerinde, dağlarda tepelerde çalıştığımız oluyordu. Kameranın arıza yapması nedeniyle çoğu zaman bazı setler işi paydos eder, İstanbul’a ya tamir için kamera gönderilir ya da yeni kamera istenirdi. Anadolu da çalışırken kamera arıza yaptı diye iş paydos etme ihtimali yoktu benim çalıştığım sette böyle bir nedenle işi paydos etme söz konusu değildi.

Kameramanlık yapmaya başlamıştım evet ama görüntü yönetmeni değildi bu yaptığım işin adı. Kameramanlıktı. Uzun sahneler çekiyordum. Çektiğim sahneler ustam Cahit Engin’in denetiminden geçiyordu. Sinemada çektiğim sahneleri izlerken çok heyecanlanır mutlu olurdum.

Yakup Sancı: Sizin uzun bir dönem kamera asistanlığınız var. Pek çok filmde asistan olarak çalıştınız. Görüntü yönetmenliğine geçişiniz biraz geç olmadı mı?

Orhan Oğuz: Uzun yıllar asistanlık yaptım, evet görüntü yönetmenliğine geçişim biraz da geç oldu değdiniz gibi. Yeşilçam’ın kötü döneminde üretim hemen hemen durmuş, sinemalar kapanmıştı. Daha sonra askere gittim. O dönemlerde bir de ihtilal oldu. Askerliğim bitti döndüğümde Memduh Ün çağırdı beni. "Bütün kameraları teslim al görüntü yönetmeni olarak filme başlıyorsun" dedi. 1979 yılında Kemal Sunal’ın "Umudumuz Şaban" filminde görüntü yönetmenliği yapmaya başladım. Çektiğim sahneler kimsenin denetiminden geçmeden profesyonel anlamda ilk görüntü yönetmeni olduğum film oldu bu film.

Görüntü yönetmeni oldum ama ilk filmimde usta görüntü yönetmenleri setimi bastı. O yıllar günümüzde olduğu gibi eline kamerayı alan görüntü yönetmeni olamazdı. Benim asistan olarak, kameraman olarak 10-12 yıl bir geçmişim olmasına rağmen yine de görüntü yönetmeni olmamı bazı ustalar istememişti. Tabii çok iyi olduğumu biliyorlardı bilmesine ama işin içinde başka bir şey vardı. Dönemin "Görüntü Yönetmenleri Derneği"nin başkanı hatırladığım kadarıyla Gani Turanlı’ydı. Mesleği bu kadar ciddiye almışlardı. "Bizim denetimimizden geçeceksin olur alacaksın, biz görüntü yönetmeni oldun diyeceğiz sonra görüntü yönetmenliği yapacaksın, olur almadan görüntü yönetmenliği yapamazsın" diyorlardı. Aslında şimdi düşünüyorum da haklılardı.

Yakup Sancı: Bu tepki pastanın küçüleceğinden, alternatif görüntü yönetmenlerinin olmasının kendi işlerini azaltacağını düşündükleri için miydi yoksa size karşı bir tutum muydu?

Orhan Oğuz: Bana karşı değildi genel bir durum. Ustaların o dönem asistanların görüntü yönetmeni olmasını onaylaması, izin vermesi, müsaade etmesi, tamam görüntü yönetmeni oldun demesi gerekiyormuş. Bölüm bölüm, sahne sahne çektiğimiz ustalar için yeterli değildi. Görüntü yönetmenliğimin onaylanması için bir şey çekmem gerekiyor. İyi de bir şeyler çekmeden nasıl onaylayacaksınız ki? O dönem belli ustalar bu işi yapıyordu, onların dışında görüntü yönetmeni olacak kişi onların izniyle kamera arkasına geçiyor, onların izniyle vizöre göz dayıyordu.

Bu tepki beni şaşırtmıştı aslında, çünkü ustalar beni tanıyordu, çoğuna asistanlık yapmıştım. Mehduh Ün araya girdi "Orhan yıllardır bu işi yapıyor görüntü yönetmenliğini de yapar, ona güveniyorum" dedi. Başkaları da girdi araya. İcazeti aldım bir şekilde, filmi çektim. Daha sonra "Tomruk" filmini çektim. Böylece görüntü yönetmenliği hayatım da başlamış oldu.

Yakup Sancı: "Tomruk" zor koşullarda çekilen bir film diye biliyorum. Tüm bu zorluklara rağmen aynı zamanda güzel bir film... Görüntü yönetmeni olarak da size 20. Antalya Film Şenliği’nde ödül kazandırdı. Bu ödülü kazanmak pek kolay olmadı sanırım?

Orhan Oğuz: Bu film benim hayatımda önemli bir film oldu. Tomruk görüntü yönetmeni için zor bir iş... Dalaman çayında o günün kısıtlı, zorlu koşullarında oyuncuların sallarla tomrukları suda güder gibi resimlerin oluşması gereken bir filmdi. 45 gün sudan çıkmadım. Macera daha ilk gün başladı. Şerif Gören, Set amiri Halil Dede ve ben üçümüz bir sala bindik mekan bakmaya gidiyoruz. Salımızın altında şişme lastik, küreklerimiz bildiğimiz inşaat küreği. Akıntıyla birlikte Dalaman çayında kaybolup gittik. Öyle yerlerden geçtik ki bir sonra karşımıza neyin çıkacağından haberimiz yoktu. Kaç metre yükseklikten düşeceğimizi hesaplayamıyorduk. Salın altındaki tekerler şişme lastikti bunların biri patladı, küreğimiz elimizden düştü, biz çok defa düştük tekrar sala tutunduk. Dalaman çayı bizi bilmediğimiz yerlere aldı götürdü. Biz mekan bakmayı unutup kendi canımızın derdine düştük. Ardan saatler geçti, bir kıyıya kendimizi atabildik. Üçümüzde bitmiştik, yığılıp kaldık ayak bastığımız yere. Şimdi orada rafting yapılıyor.

İlk başlarda macera gibi geliyordu bu salla sürükleniş daha sonra yerini korkuya bırakmıştı. Önümüzde refleler oluşuyor biz hesaplamalar yapıyorduk. Burada bir şelale olabilir, kaç metre yüksekliği acaba? Nerden uçacağız, nereye düşeceğiz, düştüğümüzde yaşıyor olacak mıyız? Bir yandan macera yaşıyor, bir yandan hesaplamalar yapıyor, bir yandan da korkuyorduk. Sonraki gün tatil verdik kendimiz için. Çalışacak gücümüz kalmamıştı.

Tamamen insan gücüyle, ilkel koşullarla tomrukları dağdan aşağıya döktükten sonra tutmak mümkün değildi. Ancak ileride suyun içine kurduğumuz kazıklı ağ ile akıntıyla gelen tomrukları durdurabiliyorduk. Sonra kameraların yerlerini değiştirip tomrukları tekrar akıntıya bırakıyorduk. Akıntı tomruklardan birini götürürse bunun parasını ödemek gerekiyordu. Bir de böyle bir durum vardı. Akıntıya tomruk kaptırmak yoktu. Suda tomruk güttük tam anlamıyla. Ben, Bodrum da villada film çekemedim. Görüntü yönetmeni olarak en zor işler bana geldi. Hep böyle yol filmleri, maceralı işler, sert işler beni buldu.

Yakup Sancı: Fotoğrafçılıkla başlayan sinema serüveniniz görüntü yönetmenliğine kadar geldi, daha sonra da yönetmen oldunuz. Sinemamızın çok önemli yönetmenleriyle çalıştınız. Bu ustalarla çalışmak size ciddi anlamda katkı sağladı sanırım.

Orhan Oğuz: Tabii ki sağladı. "Umudumuz Şaban" filmiyle başlayan görüntü yönetmenliğim daha sonra ki yıllarda hiç boş kalmadan devam etti. Her sene en az 3 film geliyordu bana. Bu filmler iyi filmlerdi. Bir süre sonra daha seçici olmaya, bana bir şeyler daha katacak filmlere evet demeye başladım..

Türk sinemasının gerek ışık gerekse teknoloji anlamında eksikleri o yıllarda çoktu. Araba farlarıyla filmler çektim. Işığı bilmek, emisyonu bilmek, bir ışığın emisyona girme süresini bilmek önemliydi ve ben bunları çıplak gözle anlayabiliyordum artık. Yönetmenlerle olan ilişkim de gerçekten çok iyiydi. Hepsi bana çok güveniyordu. Benim çektiğim filmlerin görüntüleri halen konuşulur.

Bir yönetmen kadar filme dahil oluyordum. Onların içinde büyüdüm, onlarla olan ilişkilerim çok iyiydi. Memduh Ün, Orhan Aksoy, Atıf Yılmaz, Zeki Ökten, Şerif Gören, Ömer Kavur ve diğer pek çok yönetmenle iyi ilişkiler içindeydim. İşimi de severek yapıyor, temiz yapıyordum. Bu isimler beni yönetmenliğe doğru iten isimler oldu aynı zamanda. Tamamen iyi niyetleriyle "senin artık yönetmen olman gerekiyor" dediler.

Ömer Kavur ile "Anayurt Oteli"ni çektim. Otele bir atmosfer kurmam gerekliydi. 5 tane büyük ayna yaptırdım ve otelin etrafındaki yüksek binalara başında birer adamla koydurdum. Bu aynalar gün ışığını otelin içine yansıtıyorlardı. Başındaki adamlarla ışığı istediğimiz gibi yönlendiriyorduk. Günümüzde kullanılan 12lik ark bile bir aynanın verdiği güç kadar değil. Bu film de bildiğiniz gibi pek çok ödül aldı.

Yakup Sancı: Filmin içine girme ne kadar oluyordu, yani yönetmenin işine karışmıyorsunuz sanırım ama sınırlarını zorlamaya kadar varıyor muydu?

Orhan Oğuz: Ben ustalarımdan, yönetmenlerden tamamen kolektif bir iş yaptığımızı anladım. Sinema birey sanatı değil kolektiftir. Filmin bir yönetmeni vardır, görüntü yönetmeni filmin içine girer, girmeli de ama haddini bilerek girmeli, Yönetmenin işine karışarak değil. Her yönetmenin bir üslubu bir çalışma metodu vardır. Önce yönetmenin üslubunu anlayacaksınız. Sınırlarını ve sınırlarınızı bileceksiniz. Çekilecek sahne üzerinde konuşulur, görüşünüzü almak istiyorsa ne düşündüğünüzü söylersiniz o kadar. İşi kolaylaştırmak adına, daha güzel bir açı daha güzel bir fotoğraf bulma adına paylaşımlar oluyor, bu da normaldir. Bu yönetmenler sinemayı, ışığı iyi bilen yönetmenlerdi. Atıf Yılmaz bir ressamdı, görüntü yönetmenine verdiği açı en doğru açıydı.

Sinemada bu kolektif çalışma o dönem çok başarılı filmlerin çekilmesine etkendir. Yönetmenle görüntü yönetmeni uyumsuzluğa girerse o filmin başarılı olma olasılığı yok gibi... Bir yönetmene bu sahneyi şuradan çekelim açı böyle olsun dediğiniz zaman bu haddini bilmemek olur ama mekanın ışığa en uygun konusunu tartışabiliriz. Ya da atmosferi onlara saygı ölçüleri içinde öneririz, kabul eder. Çünkü o yönetmenlerde sinemada iyi eğitilmiş insanlardı. Objektifleri, açıları iyi biliyorlardı. Işık bilgileri yüksekti. Zaten sinemada kolektif olmak böyle bir şey, zeki olmayan bu işi yapamaz.

Yakup Sancı: Sinemaya itiliş anlamında bazı isimlerden söz ettiniz. Siz bir itilişle mi yönetmenliğe başladınız yoksa hedefinizde var mıydı?

Orhan Oğuz: Sete ilk gittiğim gün, kamera asistanı, kameraman, görüntü yönetmeni sonra da yönetmen olacağım diye yol haritamı belirlemiştim. Hedefimi en başında koymuştum, hedefime de ulaştım. Hedefime ulaşmam uzun sürdü ama diğer yönetmen arkadaşlarımdan avantajlıydım. Çünkü görüntüyü iyi biliyordum.

Yakup Sancı: Peki usta yönetmenler "Orhan sen yönetmenliğe başla, sen oldun artık" demeden önce de siz kendi kendinize yönetmenlik yapabileceğinize, yeteri kadar piştiğinize inanmış mıydınız?

Orhan Oğuz: Tabii, oldum artık diye bir duygu yaşıyordum. Çalışırken bazı önerilerde bulunuyordum yönetmenlere, bana şöyle bir bakıyorlardı. Ömer abi, Zeki abi, Atıf abi zaten farkındaydı. 35 sayfalık bir senaryom vardı Kadri Yurdatap’a götürdüm, baktı. "sen bunu çek"dedi. O zamanlar amortisman filmleri vardı. Yani vergi vereceğine bir film daha yapıyordu yapımcılar.  Bu amortisman filmleri çekerken de yeni yönetmenlere destek oluyorlar, onlara çektiriyorlardı. Bu sinema için, yeni yönetmenler için çok yararlıydı. Kadri Yurdatap’a "Orhan’a film çektiriyormuşsun dediklerinde o da "evet çektiriyorum, çünkü biliyorum görüntüleri iyi olacak, garantisi var" dermiş. Bunları sonradan duyuyorum tabii.

Kendi prodüksiyonunla film çekebilirsin ama bir şirkete film çekiyorsan garantin olması lazım ki sana film çektirsinler. Benim iyi bir görüntü yönetmeni olduğumu zaten biliyorlardı. Bu da bir garanti oluyor işte. İlk filmimi çektiğimde de önce yukarıda söylediğim usta ağabeylerime izlettim. Bir film çektim bakın dedim... Filmimin kurgusu bitmişti. Zeki Ökten Ömer Kavur ve Atıf abiye seyrettirdim, çok önemli bir film yaptığımı söyleyip tebrik ettiler. Film bildiğiniz gibi Avrupa ve Türkiye’den birçok ödülle döndü.

Yakup Sancı: Televizyon dizileriyle canlanmaya başladı sinemamız, artık herkese iş alanı açılmış oldu,  yeni bir olgu oldu televizyon dizileri, sizin dizilerle ilişkiniz ne zaman başladı?

Orhan Oğuz: İlk çektiğim dizi Süper Baba’ydı. Bu dizi çok reyting alan bir diziydi. Sonra İkinci Bahar’ı çektim bunun da reytingleri çok iyiydi. Şimdi 6 yıldır çektiğim Arka Sokaklar da çok izlenen bir dizi. Aralarda çektiğim bazı dizilere daha sonradan dahil oldum. Yolunda gitmeyen bir şeyler oluyor beni arıyorlar bende peki diyor başlıyorum.

Çoğu diziye yarıdan sonra başladım. Benim için fark etmiyor, konuşur anlaşır sonraki gün gider sete işe başlarım. Yarım aldığım dizilerin reytingleri muhakkak yükselerek devam etmiştir. Diziler benim için sadece ekonomik anlamda getirisi olan iştir. Bu bir süreçtir. Dizinin sanatsal anlamda hiçbir değeri yoktur. Ben dizileri refleks olarak çeker ekonomik karşılığını alırım. Bu karşılık da yüksek bir karşılıktır. Piyasada en yüksek yönetmen bütçesidir. Kötü giden bir dizi sonunda bana gelir. Bir dizi kötü gitsin benim için önemli değil, ben sonradan dahil olur o diziyi belli bir izleyici kitlesiyle buluştururum.

Yakup Sancı: Yapımcılar, sizde diğer yönetmenlerden farklı olan ne vardır da sonunda size gelirler?

Orhan Oğuz: Sürat vardır, ekonomiktir, çabuk çekerim, oyuncular rahat eder, set rahat eder, herkese yaşama hakkı sağlarım. Günde eğer 12 saat çalışıyorsak 12 saat paydos veririm. Genellikle 8-9 saatten fazla ekibimi çalıştırmam. Dizilerde sosyal yapı çok önemlidir. Ekrana arkadan vurmayı severim, insanları ekran baktırmayı severim. Sahnelere muhakkak bir efekt, bir ses, bir nida koyarım. Sonuç olarak o diziyi izleyiciye seyrettiririm. Benim için dizi eşittir Orhan Oğuz’un ekonomik kazancı. Dizilerin sinemasal anlamda benim için hiçbir değeri yoktur. Binlerce bölüm dizi çektim. Örneğin Arka Sokaklar, 6 yılda 23 bin sayfa çekmişim. Bunun içinde 833 hikaye var.

Yakup Sancı: Arka Sokaklar zaman zaman reel hayatta "polisler böyle değil" diye eleştiriliyor. Siz dizinin yönetmeni olarak bu eleştiriye katılıyor musunuz?

Orhan Oğuz: Katılırım, çok doğrudur. Biz polis böyle olmalıyı çekiyoruz. Böyle de olmaya başladı polis. Polis dürüst olmalı, yardımcı olmalı, halkını sevmeli, bizim çektiğimiz polis bu.

Yakup Sancı: Yani polisin nasıl olduğunu anlatmıyor, nasıl olması gerektiğini anlatıyorsunuz?

Orhan Oğuz: Evet, aynen bu... Polisin nasıl olduğunu değil, nasıl olması gerektiği bizim anlattığımız. Bunun için eleştiriler doğrudur katılırım fakat işe bu açıdan bakıldığında olumsuz eleştiriden çok olumlu yöne doğru bir eleştiri olmalı.

Bol yıldızlı polislerden ödüller aldık. Gerçekten polis böyle olmalı. Polislerimizin içinde Rıza Babaların da olduğunu, olması gerektiğini anlatıyoruz. Biz kötü polisi de iyi polisi de işliyoruz. Öz olarak yaptığımız şey polis böyle olmalı. Bunu da zevkle yapıyoruz.

6 yıldır bu diziyi çekiyorum. 250 bölüme gelmişiz. Sanırım 5-6 bin kadar oyuncu geldi çalıştı. Bazen "hocam ben şunu oynamıştım" gibi kendini hatırlatmaya çalışanlar oluyor. Ya anımsıyorum ya hiç anımsayamıyorum yüzünü.  Her bölümde 3 hikaye çekiyoruz, onca oyuncu gelip gidiyor tanımam da mümkün olmuyor doğal olarak. Zaten o kadar hızlı çalışıyorum ki bazen bir önceki bölümde neler olduğunu bile unutuyorum.

Yakup Sancı: Pek çok Yeşilçam emekçisi yeni yapımcıların, yönetmenlerin kendilerine iş vermediğinden yakınır. Siz Yeşilçam ekolünden gelmiş bir yönetmensiniz. Siz neden iş vermiyorsunuz?

Orhan Oğuz: Uyum ve uyumsuzluk gibi bazı gerçekler var. Dizi çekmek, dizi yönetmeni olmak başka bir şey... Burada aranılan zeki olmak, çevik olmak, ekonomik olmak... Aynı şey oyuncular için de geçerli. Oyuncular da zeki olacak, çevik olacak. Sinema yapacak kişilerin "İQ" zeka katsayılarının yüksek olması gerekli. Dizileri sinema gibi algılayıp çekmeye kalkarsanız yarı yolda kalırsınız. Sinemada herkesi bir karanlık odaya kapatıyor bir film izlettiriyorsun. Onlar beğense de beğenmese de oraya gelmiş bir defa o filme bakıyorlar. Çünkü karanlık odada bakacak başka bir yer yok, başka bir şey de yok. Ama dizi öyle değil. İzleyici diziyi sevmezse, onu ilgilendirmezse hemen başka kanala geçer. Orada kendi özgürlüğü var, ister seyreder ister seyretmez. Dizi ile sinema arasında böyle de bir farklılık var.

Dizideki ışığın sinemayla alakası yok, diziye yeni bir ışık yeni bir heyecan getirmen gerekiyor. Arka Sokaklara başladığımda bu bir polis dizisi, bunu polis kamerası mantığıyla çekiyim fikri oluştu bende. Bazen televizyonlarda izleriz polis kamera görüntülerini. Nefes sesleri vardır, kamera aşağılarda sallanır. Orada bir heyecan vardır. Polisler bir yeri basmaya gidiyorlar ve arkalarında bir polis kamerası var. Polis dizisinin de bu üsluba bu heyecana uygun olması gerekiyor. Çünkü baskın oluyor her şey çok hızla gelişiyor. Reel bir zaman dilimi içinde baskın yapıyorlar. Arka Sokaklarda da baskınlar hep reel zaman diliminde bitmiştir. Hiçbir zaman operasyonun içinde yakın plan, duran, oturan polis göremezsiniz. Oyuncu kamera her şey hareketlidir. 3-4 kamera ile çekiyorum bu tür sahneleri. Reel zaman dilimi içinde her şey olup bitiyor. Bu heyecanı izleyiciye geçirdiğinde, ekrana vurduğunda, izleyici yemeğini yerken döner ekrana bakar yemeğine bir daha da zor döner o sahne bitene kadar. Diziyi bu psikolojiyle çekiyorum, biraz da çizgi roman mantığı, senarist arkadaşlarım Ahmet, Ozan, Sinan Yurdakul bu konuda çok iyiler çok iyi yazıyorlar birbirimizi iyi tanıyoruz başarı buradadır.

Yakup Sancı: Yani emekçilerin yaşları ilerledi, bu heyecana ayak uyduramaz, sete uyum sağlayamaz, ezber yapamaz, sesli çekim yapamaz mı demek istiyorsunuz?

Orhan Oğuz: Bazen benim setimde bu arkadaşları oynatıyoruz. Bu arkadaşlar sinemaya aşkla yaklaşmış, aşkla sevmiş tamam ama kendilerini geliştirme adına, eğitim alma adına hiçbir şey yapmamışlar. Ben onların hepsini seviyorum ama kendilerinde hiçbir gelişim yok. Terk edilmişlikleri üzücü bir durum... Kahvelerde oturarak iş bekleme dönemi değil bu dönem.  Bunları da koruyan kollayan bir sinemamız olmalı, bunları da emekli yapan bir sistemimiz olmalı, dernekler bu insanlara el uzatmalı. Okullar ha bire yeni ve iyi oyuncu yetiştiriyor. Doğal olarak da yapımcılar bu oyuncularla çalışmayı tercih ediyor.

Yakup Sancı: Çoğu dizinin yönetmeni sizin asistanınız, asistanlarınızın yaptığı işleri beğeniyor musunuz?

Orhan Oğuz: Görüntü yönetmeni ve yönetmen olan asistanlarım çok başarılılar onlarla gurur duyuyorum.

Yakup Sancı: Dizi çeken popüler bir yönetmensiniz. Sizden rol isteyen oyuncular da çok sayıdadır sanırım. Oyuncuların yönetmene baskı yapması onlara rol kazandırıyor mu?

Orhan Oğuz: Bu baskılar hiçbir zaman işe yaramaz, yaramıyor. Bu arkadaşları iyi biliyorum. Sinema, dizi çok büyülü bir iş dalı... Bunun altında bir oyuncu için ünlü olmak, para kazanmak, gazetelerde fotoğraflarının yayınlanması, magazinde görünmek. Böyle hayalleri olan arkadaşlar çok sayıda var. Bunların bazıları bir şekilde mesleğin içine giriyor hüsrana uğruyor, bazıları da pastadan birazcık olsun yiyor.

Bu tür hayalleri olan arkadaşların olası kötü sonu da görmesi gerek. Düşlediği yerde olamayışın getirdiği olumsuz psikoloji kendilerinde ağır tahribatlar bırakıyor.  Kötü sona kendini hazırlamıyorlar. Etrafındaki arkadaşları yok olmaya başlıyor. Bu bilince çok daha baştan varmak gerekiyor. Oyuncular bunların hepsine hazırlıklı olması, sonucu önceden görmesi gerekiyor.

Ben şahsen dünyaya bir daha gelsem yine oyunculuk yapmam. Oyunculuk bana göre değil. Sinemanın tekniğini bilen bir yönetmen olarak oyuncuların bu sendromlarını hiçbir zaman anlayamadım. Kendilerine niye bu kadar eziyet çektirirler bilmiyorum. Çoğu kişi için oyunculuk yapmasın da diyebilirim. Bunun getirdiği hazlar var ama bir o kadar acıları da var. Şu an hiç iş yapmayan binlerce karakter oyuncusu var,  ruh halleri perişan, üzülüyorlar, acı çekiyorlar bunları tahmin edebiliyorum.

Yakup Sancı: İmkanı olup film çekmek isteyen herkes film çekmeli mi?

Orhan Oğuz: Kimsenin özgürlüğünü kısıtlayamazsınız çekmek isteyen çeker. Bana göre çekmemeli. Bir film çekmek için önce kendini yeterli bulması gerekiyor, haddini bilmesi gerekiyor. Hayatında hiç set görmeden film çekmeye kalkanlar var.

Sinema okullarından çıkan öğrencilerin tek amacı yönetmenlik yapmak... Sete geldiğinde ise okullarda öğrendikleriyle film çekilemeyeceklerini görüyorlar. Sinema bir bilim dalı... Önce bileceksin sonra kendi meseleni perdeye aktarmaya başlayacaksın. Bir şeyin oluşması için pek çok elementin bir araya gelmesi gerekiyor, kolektif çalışma derken de bunu söylüyoruz. Kamerayı alıp film çekmekle film olmaz, objektiflerin dilini bilmesi gerek, hangi objektifle neyi anlatacağını bilmesi gerek. Ben senelerdir bu işin içindeyim hala bir planın önemi üzerinde kafa yoruyoruz. Hangi objektifle çekersem perdeye daha güzel yansır diye o resmin anlatacağı duygu üstünde kafa patlatıyoruz.

Yakup Sancı: Dizi çekmeye devam mı edeceksiniz yoksa sinema da çekecek misiniz?

Orhan Oğuz: Tek yaptığım şey diziden kazandığımı sinemaya aktarmak. "Hayde Bre"yi de böyle çektim. Yine televizyondan kazandığımla bir sinema çekeceğim, sonra bir tane daha. Atardamarım sinema, kazandığım yer dizi. Diziden alır sinemaya veririm. Benimde yaşam biçimim bu.

Yakup Sancı: Sevdiğiniz işi yapıyorsunuz, kendinizi bu anlamda şanslı buluyor musunuz?

Orhan Oğuz: Ben başka bir işten anlamam, ticareti bilmem, benim bildiğim anladığım iş bu. Bu işi de severek yapıyorum. Ne kadar şanslı olduğumu sizler söylüyorsunuz ben şanslı olduğumun farkında değilim. Bu benim için yaşam biçimi olmuş. Zaman zaman çok sıkıldığım da olmuyor değil. Sürekli hareket ediyoruz, adeta yürüyen bir fabrika gibiyiz. Her hafta yeni bir bölüm üretiyoruz.

Yakup Sancı: Dizilerin size getirdiği ekonomik katkı dışında başka ne gibi katkısı oluyor?

Orhan Oğuz: Bu dizilerin bana ekonomik getirisinin dışında bir başka katkısı ise olayları daha kolay çözmemi sağlıyor olması. Pratiğimi daha da hızlandırmış olması. Böyle de bir yararı var. Ama bu üslubu sinemaya geçtiğimde unutmaya çalışıyorum. Bu tempo, bu akış sinemada olmuyor. Sinemada daha başka bir çalışma gerekli. Çok önceden üzerinde çalışılmış, planlama yapılmış, titizlikle işlenmiş bir çalışma gerektiriyor. Dizide olduğu gibi anında düşünüp karar vermen sinema için geçerli değil. Sinema sevgi ister, aşk’a verilen emek ister, özen ister!

Orhan Oğuz'a Teşekkürler.
Her hakkı saklıdır. Yazarının ve www.sinematürk.com'un izni olmaksızın alıntı yapılamaz, kullanılamaz.
Yakup Sancı İletişim: [email protected]

Kaynak
Yakup Sancı
 YORUMLAR  ({{commentsCount}})
{{countDown || 2000}} karakter kaldı
{{comment.username}}
{{moment(comment.date).fromNow()}}
Uyarı:  Yorumunuz, yönetici tarafından onaylandıktan sonra tüm ziyaretçilerimiz tarafından görüntülenebilecektir. (Bu mesajı sadece siz görüyorsunuz)
{{reply.username}}
{{moment(reply.date).fromNow()}}
Uyarı:  Yorumunuz, yönetici tarafından onaylandıktan sonra tüm ziyaretçilerimiz tarafından görüntülenebilecektir. (Bu mesajı sadece siz görüyorsunuz)