Üye değil misiniz?
Aktivasyonunuzu tamamlamadınız!
Zaten bir hesabınız var mı?
Semih Evin sinemaya başlamadan evvel bir dönem gazetecilik yapar. 1946 yılında yönetmen Şakir Sırmalı’nın çektiği "Domaniç Yaylası" adlı filmde ilk asistanlığını yaparak sinemaya adımını atar. Yaklaşık 4 yıl Yönetmen asistanı olarak çalışır. 1950 yılında Sihirli Define filmiyle yönetmenlige başlar. 1952 yılında Senaka, 1958 yılında da Roket isimli film şirketlerini kurar.
Sinema yaşamını o yıllar benzerine pek rastlanmayan bir şekilde sürdürür, akıl almaz çalışma metodları gerçekleştirirdi. "Semih Evin sarı bir paketi olan harman sigarası içerdi. O paketin arkasına yazdığı yazıdan 3 tane film çıkarttık biz. Harman sonu, dönüşü olmayan yol, bir tane daha vardı şimdi hatırlayamadım. Bir pakete yazılan senaryodan 3 film çıkarttık. Çekimlere başladık. Semih abi biz ne konuşacağız?" "Soygun yaptınız lan. Ona göre heyecanlı heyecanlı konuşun". "Tamam abi. Şimdi ne konuşacağız abi?" "Süheyl senin karı öldü. Üzgünsün, matemlisin ona göre konuş" derdi, Süheyl Eğriboz.
Bu kadar mı? Diyebilirsiniz… Hayır, bu kadar değil. Dahası bu üç senaryoyu aynı anda aynı mekan da iç içe çekmek gibi şıra dışı bir çalışma sistemi kurar. Bu nedenle Yeşilçam’da yükselişi hızlı olur. Vurdulu kırdılı avantür filmlerini iç içe çekerek filmin maliyetini düşürür bu filmleri çok ucuza mal eder. Bir yönetmen için 3 filmi iç içe çekmek takdir edersiniz ki pek kolay bir marifet değildir günümüzde dizi filmlerinde iki bölümü iç içe çekmekte zorluk yaşanırken. Peki nasıl oluyor da Semih Evim 2-3 filmi yüzlerce sahneyi devamlılıkları karıştırmadan, bağlantıları atlamadan ,bir planı eksik çekmeden iç içe çekebiliyordu? Nasıl oluyor da ülkede negatif sıkıntısı yaşanırken, bir kare negatif harcamadan iç içe çekebiliyordu? Nasıl oluyor da 3 filmi iç içe çekerken klaket bile kullanmıyordu? Şimdi ki yönetmenler 3-4 asistanla çalışırken Semih Evin nasıl oluyor da 1 asistanla tüm bunları başarabiliyordu? Peki ama nasıl? Bu nasılın yanıtını bulmak pek mümkün görünmüyor ancak taktir etmekle yetiniyoruz.
Semih Evin Beyoğlu’nda bulunan tarihi cumhuriyet meyhanesindeki köşesinde her akşam oturur, rakısını içer, yemeğini yer, çekeceği filmin senaryosunu kafasında yazar. Eski adı Ahududu, yeni adı Sadri Alışık olan sokakta bulunan film şirketi Roket filmde çalışan maaşlı 8-10 elemanı ile çalışmalara devam eder, dönemin en ünlü jönlerinden Eşref Kolçak’la en çok film çeken yönetmen olur.
Seri çalışıyor zamandan kazanıyordu. Dağlara, tepelere şaryo kurmak gibi bir zamanı yoktu. Şaryo yerine zoom kullanır ve ya kameramanın omzunda şaryo yaptırırdı. Çok iyi montajcı olduğu için sahne aralarında klaket bile kullanmaya gerek duymayan bir yönetmendi.
Çoğunlukla avantür, polisiye filmler çeken yönetmen bu filmlerin sanatsal yönüyle pek ilgilenmez, film sinemalar da iş yapar mı? O kısmına kafa yorardı. Bu nedenle çektiği filmlerle festivallere katılmazdı. Kendi firmasına çektiği gibi birçok film şirketine de filmler çeker. Bu film şirketleri genelde yeni kurulmuş küçük firmalar olmasına karşın Semih Evin’in çektiği filmlerle kısa sürede güçlü firmalar haline gelir.
Semih Evin sette önce bir asker gibi “dikkat” çeken, sette bulunanlardan ses çıkmadığında da "motor" diyen bir yönetmendi. Sahne bittiğinde "stop" sözünü duyan kameraman bir kare bile atlamadan kamerayı durdurmak zorundaydı. Çünkü negatif pahalı, bütçe dar, imkanlar sınırlıydı.
Sette disiplinli bir yönetmen olan Evin, "Namus Kurşunu" isimli filmin setinde sette kanyak içtiği için filmin jönü Tugay Toksöz’ü setten kovar. Aynı filmin setinde çok tekrar yaparak negatif harcadığı için Necdet Çağlar’ı da setten kovar. Jön’ün bağlantısı varmış, film yarım kalacakmış diye endişe yaşamaz. "Uğurlar olsun" der. Filmin kalan sahnelerini karakter oyuncuları ile tamamlar. Gelibolu da "Don Kişot"isimli filmi çekerken, Sanço panço rolünü oynayan rahmetli Sami Hazinses’i rol gereği, eşeği dereden geçirme sahnesinde çok tekrar yaparak negatif’i çok harcıyorsun diye kızar, eşekle beraber Sami Hazinses’i dereye atar.
Görünüşü sert olmasına ramen ruhunda bir incelik her zaman vardı. Kızdığı birinin gönlünü kısa süre sonra almasını da bilirdi. Birçok yönetmen kendi çektiği filmde oynarken o, çektiği hiçbir filmde kendi oynamıyordu. Bazı aşk sahneleri çekilmek gerektiğinde kendi çekmez, asistanına çektirir. Nedense bu tür sahneleri kendi çekmezdi.
Maddiyata pek değer vermeyen bir yönetmen olan Semih Evin iş yapmadığı dönemlerde de şirketinde çalışan elemanların maaşlarını öder, ihtiyacı olana yardım eden bir yapıya sahipti. Bir dönem maliyeye borcu olduğu için hapis yatar, işler bir zaman sonra yürümez olur. Kısa süre sonra şirketi iflas eder.
İflas ettikten sonra da yönetmenlik yapmaya devam eder, yeni firmalara filmler çeker. Sıkıntılı bir süreç yaşamasına ramen bu sıkıntıyı etrafına yansıtmamaya özen gösterirdi. İşi olsun olmasın her sabah Reşit’in kahvesine gelir, kahvesini söyler sonra bir deste iskambil kağıdı alır, iskambil falına bakarak vakit geçirirdi.
Asker kökenli olmasından dolayı olsa gerek pek etrafındaki kişilerle önemli konuları konuşmaz sır vermezdi. Asker olduğu dönemlerde bir evliliği var mıydı bilinmez. Sinemaya başladıktan sonra oyuncu Nilgün Ok ile kısa bir süre evlilik yaşar. Bu evlilikten çocuğunun olmadığı bilinir.
Ayrıldıktan sonra ev temizliği, çamaşır vs. gibi işleri eziyetli bulan yönetmen tepebaşında orta halli bir otele yerleşir. Hayatının kalan kısmını bu otelde devam ettirir. Yaklaşık 150 kadar film çekerek bir döneme damgasını vuran yönetmen Semih Evin, son yıllarda büyük bir yalnızlık yaşar. Bir gece rahatsızlanır ve aynı otel odasında hayatı son bulur. Cenazesine Beyoğlu Belediyesinin tahsis ettiği bir minibüsle yaklaşık on kişi kadar emekçi arkadaşlarının eşliğinde Feriköy mezarlığına defnedilir.
Arkadaşları defnettikten sonra mezarlıktan ayrılırken Semih Evin’in mezarına kapanıp ağlayan bir kadın görülür...