Üye değil misiniz?
Aktivasyonunuzu tamamlamadınız!
Zaten bir hesabınız var mı?
"Aşk eski bir yalan Adem ve Havva'dan kalan, aşk eski bir yalan hayatıma dolan. Bir ses bir bakış bazen, o kalbime akan. Bir çiçek hatırlanan yılların ardından" melodisini duyunca ya da mırıldandığımda, bu isme dikkat kesilerek beynimde bıraktığı imgelere tutunmaya çalışırım. Dönem itibarı ile siyah beyaz sinemaya malolan filmlerde hep aranan aşkın son demi, kalbi kırık sırça köşk sevdaların hüzünlü rengidir Belgin Doruk. Genç iken daima arzulanan "sevgili", "yar" olarak karşımıza çıkan, yaşı 25'i geçtikten sonra "sevgili" olmaktan çıkarılarak "anne","hala" gibi tanımlara itilişinin de resmidir bir anlamda. Dünyada pek rastlanmayan ancak Yeşilçamda sıklıkla görülen heyecan veren şuh kadın imajının 25 yaş ile sınırlı oluşunun anlamsızlığı ile bütünleşmiş bir isimdir bu asil kadın. 16 yaşında katıldığı yarışma ile Ayhan Işık ve Mahir Özerdem gibi isimlerle sinemaya başlayan Doruk, genç yaşta Gülistan Güzey, Ayfer Feray gibi isimlerin yer aldığı Çakırcalı Mehmet Efe'nin Definesi(1952) adlı Faruk Genç filmi ile başlar bu uzun yolculuğa. Yeşilçam'ın temel yapı taşlarından güzel oyuncu Gülistan Güzey ve sinema öngörümde mutlak kötülük kaynağı olarak çevresine kan kusturan çok güçlü oyuncu Ayfer Feray'ın yanında hiç de yabana atılmayacak bir oyunculuk sergiler. Sinemamızın en başarılı müzikallerinden olan ve yeşilçamın içinde adeta başka bir sinema geleneği yaratan Ö. Lütfi Akad tarafından yönetilen Çalsın Sazlar Oynasın Kızlar(1954) adlı müzikalde ufak da görünür Doruk. Ancak sinema filmi olmak yanında dönemin musiki sanatçılarını biraraya getirmek gibi farklı bir iddiası olan bu filmde Nimet Alp, Mualla Mukadder Atakan, Perihan Altındağ Sözeri, Muazzez Arçay, Kadri Şençalar gibi devlerle oynamak da ayrı bir şanstır. Kerime Nadir romanı uyarlaması Son Beste(1955) ile Belgin Doruk-Zeki Müren birlikteliği uzunca müddet sürecek olan film serüvenine de yol açacaktır. Büyüleyici güzelliği ile 20. yaşına daha adım atmamış Belgin Doruk, gençliğinin baharındaki Zeki Müren'le aşk sarhoşu gibidir bu filmde. Göstermelik yaşayan, rezil olmaktansa vezir olmayı tercih eden, gösteriş budalası saraylı yaşamları ile bu ortamda yeşeren bir aşkın ayakta kalma çabası anlatılır filmde. Zeki Müren ile en fazla film çeviren ayrıca en güzel Zeki Müren filmlerinin de başrol oyuncusu olarak karşımıza çıkan Doruk, bu filmde alımlı iyimser aşık çizgisinden yine ödün vermez. Kaderin bir cilvesi midir bilinmez, Son Beste'de Nermin karakterine can veren Doruk; 4 yıl sonra Zeki Müren ile biraraya geldiği Kırık Plak(1959) adlı filmde en kötü hemcinsi Nermin(Ayfer Feray) ile kıyasıya bir mücadele haline girecektir. Para, çıkar, seks ve samimiyetsizliğin hüküm sürdüğü kurtlar sofrası bir ortamda Zeki(Zeki Müren) ile öğrencisi Leyla yani Belgin Doruk'un çıkarsız aşkının ne derece yaşayabileceği de muammadır. Kocasının suratına onu aldattığını haykıracak kadar cüretkar olan, kaybetmeyi ölümden daha seçilebilir gören totaliter Nermin ile duygusal aşık Leyla'nın fikirlerinin çarpışma anı, Doruk'un fimlerinde aşka teslim olan kadını ne denli güçlü oynadığını gösterir. Son Beste(1955), Kırık Plak(1959), Heo O Şarkı(1961),Bahçevan(1962), İstanbul Kaldırımları(1963), Hayat Bazen Tatlıdır(1964) Doruk'un, Müren'le oynadığı fimlerdir.
Aşk romanları ile tanınan Muazzez Tahsin Berkant, Belgin Doruk'un hayatından dönüm noktası olmuştur. Cumhuriyet döneminin sevilen yazarı Muazzaz Hanımın Kezban(1941), Bülbül Yuvası(1943), Küçük Hanımefendi(1945) ve Sarmaşık Gülleri(1950) adlı romanları filmleşmiş bunların içinde en fazla Küçük Hanımefendi adlı romanın sinema ayağı popüler olmuştur. Başarılı bir roman adaptasyonu olan Küçük Hanımefendi(1961) filmi, romanın gücü ve Ayhan Işık-Belgin Doruk bileşiminin enerjisi ile Yeşilçamda klasik olma yolunda ilerler. Aşk ve gurur üzerine söylemleri olan film, belki de Muazzez Tahsin Berkant'ın güçlü sezileri olan bir kadın oluşundandır ki kadın-erkek ilişkilerine genel olarak kadın perspektifinden bakan bir filmdir. Başlangıçta alay konusu olan kadın kendini yenileyerek, onu hakir gören erkeğe öyle bir sers verir ki, iş iddia konusu ısmarlama bir aşka dönüşür. Kazanan erkek gibi görünse de kazanan kadının fendi bizzat Neriman yani Belgin Doruk'un ta kendisidir. Tehlikeli boyutlara varmayan ve sonu mutlu biten melodram filmlerin yanında aşk temelli güldürü filmlerinin de aranan oyuncusu olan Doruk; Küçük Hanım Efendi adlı sinema filminin çok rağbet görmesi üzerine; Ayhan Işık ile olan yakıştırmadan da güç alarak devam filmlerinde oynama kararı alır. Çünkü bu ikili özellikle Ankara'daki sinemaseverler için paha biçilmez seviyededir. Ankaralı sinemeseverler gerek Ayhan Işık'a gerekse Doruk'a gözü kapalı hayranlık beslemektedirler. Nejat Saydam yönetiminde sinemaya aktarılan Küçük Hanım Efendi(1961)'nin akabinde Küçük Hanımın Şoförü(1962), Küçük Hanımın Kısmeti(1962), Küçük Hanım Avrupada(1962) fimleri gelir peşi sıra. 25 yaşını geçen en iyi oyuncularını Anne ve hala rollerine layık görerek harcayan sinema anlayışı 1966 tarihli Orhan Aksoy filmi Allahaısmarladık Yavrum ile başka bir Belgin Doruk çıkarır ortaya. Artık 30lu yaşlarının başlarında olan Doruk'a, nispeten diğer oyunculara göre daha adil davranılarak bir anne değil de bir abla rolü layık görülmüştür. Gerek uçarı bir kız kardeş rolünü başarı ile canlandıran ve evlilik dışı gebe kalarak bir çocuk dünyaya getiren Fatma Girik, gerekse anne olamadığı için buhranlar yaşayan ve ruhsal kriz geçiren sevgili ablası Belgin Doruk ikili olarak çıkar bu kez karşımıza. Genelde Ayhan Işık ve Zeki Müren ile adı koşut tutulan Belgin Doruk'un yanında bu filmde as erkek oyuncu yerine as erkek oyuncular konulmuştur. Dönemin en iyi babacan erkeği Muzaffer Tema ve dönemin kötülük-nifak sembolü Önder Somer. 60lı yılların başına kadar genel olarak bazen melankolik bazen de uçarı duygusal aşık olarak rol kesen Doruk, bu filmde abla olsa da doğan babasız çocuğa zorla anne yapılarak, kadın oyuncuya anne rolünü bahşetme geleneğinden yine taviz verilmez. Öyle ya da böyle Doruk anne olur. 50lerin sinemasında Belgin Doruk'a kafa tutan mutlak kötülük kaynağı genelde gözünü hırs bürüyen tehlikeli 2. kadın iken, bu filmde tek amacı acı ve gözyaşı yaratmak olan pervasız bir erkektir. Tuna Nehri Akmam Diyor, Oguz Han, Cennet Yolu gibi eserlerle tanınan Oğuz Özdeş romanı uyarlaması Gecekondu Rüzgarı(1972), sanatçının kariyerinde son sinema filmidir. Nispeten aynı dönem arkadaşı sayılabilecek dev oyuncu Muhterem Nur'la birlikte yer aldıkları filmde, seyircinin siyah beyaz sinemadan aşina olduğu oyuncu bu kez renki karelerle ortaya çıkar. Henüz 40'ına varmamış Doruk, oldukça olgun halleri ile dikkat çeker. Zira sinema artık eski sinema değildir. Belgin Doruk'tan da eski Belgin Doruk olması beklenemeyecektir. Kazanan aşk hikayeleri, zengin şehirli yaşamı ve ulaşılamaz kadın gibi kavramların cirit attığı 50li ve 60lı yılların filmlerinin yanına başka haneler eklenmiş, maddi gayelerle yapılan macera ve seks filmleri türemiştir. Fatma Girik, Türkan Şoray, Hülya Koçyiğit ve Filiz Akın dörtlüsünün hükümranlığı altındaki sinemada çekinik gen misali Doruk'un misyonu bitmiş midir tartışılabilir. Ancak dünyaya 10 yıl erken gelişinin bedelini ağır ödemiş, sinemada duygusal aşk ikonu olarak 70lerin başında sinema serüveni çok erken bitmiştir.
Kendi dönemi içinde en güzel kadın, aşka aşık bir duygu mahdumu, hanım efendi olarak rol keserken bu hanımlığı gerçek hayatına da yansıtabilen ender bir kişilik. Adı kötü bir vakıa ile anılamayacak sayılı insanlardan. En son onu "Vita yağı" reklamındaki hali ile siyah beyaz bir TRT ekranında hatırlıyorum. Keşkelere sığınmak ne kadar doğrudur bilemiyorum ancak bir sanatçının daha 40lı yaşlarını göremeden sinemadan elini eteğini çekişine seyirci kalarak onu yalnızzlığa ve mutsuzluğa itenler/teşvik edenlerin acaba Belgin Doruk adı anılınca boğazlarında bir düğümlenme olur mu diye merak ederim.
Doruk'un, doruktaki Felsefesi
Pesimist insanların evrende sadece hacim kapladıkları ve ölünce hiçbir değer teşkil etmeyen bedenlerinin, rahata kavucağına dair yaygın bir kanı vardır; zira onlar sadece dünyada oksijen tüketen canlılardır ve bunun dışında değer atfedilemez. Bu kanıdakilerin dayanak noktası da bizzat kendileri olup, kıyaslamaları kendi beyin güçleri ve olgunluk düzeyi ile yaparlar. Kendi bilgi birikimleri, dünya görüşleri hatta espri anlayışları dışında hiçbir noktayı kabul etmeyen antipesimist yanlılarının aslında yanıldıkları nokta budur. Çevrelerinde mutsuz olarak algılanan ve duyum olarak en alt basamakta görülen pesimist dostlarımız dünyanın batacağı hatta yarın kıyamat kopacağı şeklinde beyanatta bulunup sürekli negatif enerji yaysalar da pratik zeka ve mekanik zeka olarak, onları hasmane gören grupları çoğu zaman bilgi birimleri ile alt edebilirler. Ama bunu yapacak güçleri pek olmadığı için susmayı tercih ederler. Dünyaya hatta nesnelere ve insanlara yönelik bu kötümser bakış bazen onları ilgi merkezi haline getirebilir. Çünkü çok konuşan çok düşünen ve çok üreten bazen çabuk tükenir. Son hatte ulaşan her değerin yok oluşu gibi fazla iyimser olan sözde zeka mümessili bu insanlar pesmistlerin yanında sönmüş bir mum gibi de kalabilir, hatta kalır da. Ne var ki karamsar ya da iyiser olmayı başaramayıp beyin olarak vasati bir alanda sıkışıp kalan düz mantık sahipleri daha şanslı gibi görünse de bu grubun içinde yer alan ve kayıtsız bir reddediş hali içinde olanlar bulunmaktadır. Asıl olarak pesimist ya da iyimser olmayıp, arada kalan ve reddediş hali içinde bulunanlara değinmek gerekir. Sürekli yaptığı şeyleri inkar eden, kötülemekten güç alan ve alternetif üreterek bunun varlığı ile mutlu olandır bu reddediş içindekiler. Muhafazakar görüneni; gece yatağında yalnız kalınca bi anka anarşist kesilip dünyayı kurtarma planları yapar, liberal görüneni evinde eşine despot davranışları ile kan kusturur, Dengesiz olanı arkadaşları ile rock dinler ancak yalnız kalınca rakı masası kurup gizlice Bergen dinler. Ama görünüşte hep olması gereken kişi iken, asıl olan ise gerçekte ne olduğudur. Halihazırdaki halini çevresel tepkilere göre ayarlayan bu ayarlı reddediş yanlıları, kendi benliklerinde ne olduklarını çözemediklerinden yaşadıkları gelgitler ve psişik bunalım temayülleri hat safhadadır. Çünkü kendine karşı ve topluma karşı takınılan bu muvazaalı durum hem beynen hem de fiziken yorucu bir durumdur. Kopma anı ise reddediş halinde olanların reddettikleri konu ya da algıların gerçek baskısı altına girdikleri yerde yaşanır. Çünkü sıkı sıkıya bağlı oldukları şeyleri reddetmek onları içten içe kemirse de o an için kendini ifade etmenin bir yolu olarak içlerindeki gizli bağlılığı satarlar. Fahişelerden nefret eden ve onları toplumun hamam böcekleri olarak addeden bir politikacı bayanın batı ülkelerinde geceleri kılık değiştirerek zevk için bu işi yaptığı sık sık görülen bir durumdur. Ancak sabahın ilk ışıkları kendini göstermeye başlayınca bu politikacı bayan alel acele evine koşarak siyasetçi zırhını yeniden giyerek rütin hayatına geri dönmektedir. Olmak istediği ve aslında olduğu alan arasında sıkışıp kalan bu örnek reddediş içinde olanların en basiti ve zararsızıdır. Çünkü bastırılan cinselliğin bu şekilde giderimi fiziksel sıkıntı dışında beyne yönelik bir taşkınlık ve hezeyan yaratmaz. Asıl olarak beyninde kendini çözemeyip bu geligitler arsında sıkışıp kalanların pek bir vahim halde olduklarının söylenmesi gerekir. Çünkü "hayatımda hiç yalan konuşmadım ve yalancıları defterimden sildim" diyen biri gerçekte senaryolu bir yalan makinasından farksızsa, "arabesk-pop neymiş ben rockerim" diyen biri meyhanelerden ve kulüplerden çıkmıyorsa, "zina günahtır gözünüzü seveyim yapmayınız" diyen biri cinsiyet ayrımı dahi yapmadan birilerini düşürmenin hesabını yapıyorsa; kabul ettikleri gerçekler ile var olan gerçekleri arasına sıkışan birer zavallı olduklarının da söylenmesi gerekir.
Adı geçen iyimser felsefenin, sinemadaki tek temsilcisidir Belgin Doruk. Pozitif, tutarlı ve enerji doludur.
28 Haziran 1936 tarihinde Ankara'da doğan sanatçı, 1953 yılında katıldığı güzellik yarışması ile Türkiye 2. güzeli seçilmiş; yönetmen Faruk Kenç ile evlenmiş; ikinci evliliğini ise Özdemir Birsel ile yapmıştır. Gazeteci yazar Murat Birsel, Belgin Doruk'un oğludur.