Üye değil misiniz?
Aktivasyonunuzu tamamlamadınız!
Zaten bir hesabınız var mı?
Ünlü kişiler hakkında kitaplar yazılır belgeseller çekilir. Yeşilçam'da bir çok yönetmenimize kitaplar yazılmış belgesel'ler çekilmiştir... Ustaların ustası, Seyfi Havaeri'nin kitabı Burçak Evren tarafından yazılmıştır. Sanatçının ölümünden iki ay önce evinde kendisini ziyaret edip belgeselini çekmek istediğimi söylediğim de çok mutlu olmuştu. Bana Burçak Evren'in hazırladığı "-Yeşilçam'ın Gölgesinde Seyfi Havaeri" adlı kendisi için yazılan kitabı gösterdi. "-Burada tüm hayatımı anlattım. Ama belgesel başka bir şey... Görsel kalıcılığı olması bakımından önemsiyorum" dedi... Belgeselin senaryosunu hazırlayabilmem için sanatçının evinde saatlerce konuştuk. Hayat ve sanat yaşamı hikayelerini dinledim, notlar aldım.
Kendisi, zor bir ameliyat dönemi geçirmişti, tam sağlıklı sayılmazdı. Zaman zaman eşi hatıratlarında yardımcı oluyor, bildiklerini anlatıyordu... Ben, böyle bir ünlü usta ile hatta ustaların ustası olan Seyfi Havaeri ile belgesel yapacağım için sevinçliydim. Kendisinden ve eşinden, yazılı muvafakat alarak evlerinden ayrıldım... Kısa zamanda eseri hazırlayıp, formaliteleri yerine getirdikten sonra, Kültür ve Turizm Bakanlığı Telif Hakları ve Sinema Genel Müdürlüğü'ne gönderdim. Bir ay sonra Seyfi Havaeri hakkın rahmetine kavuştu. Daha sonra toplanan Belgesel Senaryoları İnceleme Komisyonu ne yazık ki Seyfi Havaeri belgeseline "Red" kararı verdi ve ben bu belgeseli çekemedim.
Seyfi Havaeri'nin hayat hikayesi, Gazeteci- Yazar Burçak Evren tarafından yazılmıştır. Ben, ölümünden iki ay önce baş başa görüştüğümüzde anlattığı hayat hikayesinin özetini vermek istiyorum. Kitabını bulamayanlar, okuyamayanlar olabilir...
Seyfi Havaeri 1920'de İstanbul Fahih'te dünyaya gelir. Babası Marangozluk yapmaktadır. Doğuştan Gözleri az gören küçük Seyfi, Ailenin ikinci çocuğudur. Babası Halit Efendi, daha ziyade okul yapımlarında, okul tamiratlarında marangozluk yaptığı için sık sık semt değiştirmektedir. Bu yüzden Seyfi, ilkokulu önce Sultan Ahmet İlkokulun da, daha sonra çeşitli okullarda okur. Koca Mustafa Paşa ortaokulunda okurken şiirler, hikayeler yazmaya başlar... Okul gazetesinde yazıları yayınlanır. Bu arada babası bir Okul'da marangozluk işi bulur ve evi İzmir'e taşır. Küçük Seyfi bu kez İzmir Karataş ortaokulunda okumaya başlar. Yine şiir ve hikayeler yazmaya devam eder, Okul Gazetesinde yayınlanır bunlar... En büyük destekçisi Türkçe hocasıdır. Şiir yazmaya, yazı yazmaya teşvik eder. "-Devamlı yaz. İleride iyi bir Edebiyatçı olacaksın" der... Küçük Seyfi'nin ideali Subay olmaktır ancak, doğuştan gözlerinden sorunludur, bu sebeple Subay Okuluna girmesi mümkün değildir.
Türkçe Hocası nasihat eder: "Vatana hizmet sadece askerlik ile olmaz. Edebiyatçı, Tiyatrocu hatta Sinemacı olarak da hizmet edebilirsin" der.
Seyfi, Türkçe hocasının bu sözlerini önemser ve hocasının dediğini yapar. Tamamı amatörlerden oluşan bir tiyatro topluluğu kurar. Kazandığı paraları Erzincan depremi felaketzedelerine gönderir. Okullar tatil olunca aynı etkinliği Balçova da yineler. Burada Atıf Kaptan ile tanışır, onun tiyatrosuna bir iki amatör oyuncu verir, kendiside küçük bir rolde oynar. Böylece küçük Seyfi, Profesyonel Tiyatro ile tanışmış olur.
İzmir Karataş Ortaokulu son sınıf talebesi olan Seyfi, Soyadı Kanunu çıkarılınca(1934.) Babası adına soyadı almak üzere Nüfus Müdürlüğüne gider. İlgili memurun karşısına çıkar. İster ki, askerlikle ilgili bir soyadı olsun. Denizeri'ni bir başkası almıştır. Aklına Havaeri gelir, Ailenin Soyadını Havaeri yazdırarak eve döner...
Hayatı hep marangozluk yaparak geçen Halit Efendi, Soyadını beğenir ama gülmeden edemez. "Biz yerde ne yapabildik ki, havada yapacağız?" der.
Ortaokul biter. Seyfi Havaeri İzmir Atatürk Lisesinde okumaktadır. Yine şiirler, piyesler yazmakta, amatörde olsa tiyatroya devam etmektedir... Babası Halit Havaeri İstanbul da bir inşaat işi alır ve ailesini tekrar'dan İstanbul' a taşır.
Seyfi Havaeri lise son sınıftan ayrılır, tahsiline devam etmez. Profesyonel tiyatrolarda iş aramaya başlar. Dönemin Tiyatro ve eğlence merkezi olan Şehzadebaşı semtine gider... 32 kısım tekmili birden filmlerin oynatıldığı bu semtte bol, bol filmler seyreder... Filmci olmayı aklına koyar. Dönemin filmciliği tiyatrocuların elindedir.
Bu yüzden önce tiyatrocu sonra filmci olunacağını anlar. Bir vesile ile Sadi Tek'in adresini bulur evine gider. Yazdığı tekstleri, şiirleri ve hikayelerini gösterir... Ünlü tiyatrocuyu ikna ederek "Sadi Tek Tiyatro Topluluğu" ile sahneye çıkar. İstanbul'da muhtelif semtlerde çalışır. Daha sonra Vedat Orfi Bengü topluluğu ile kısa süre tiyatro oyunculuğu yapar.
Bu arada Devlet Tiyatroları imtihanlarını kazanır fakat doğuştan göz problemi olduğu için sağlık raporu alamaz.
Bu defa başında Muhsin Ertuğrul'un müdür olarak bulunduğu İstanbul Şehir Tiyatrosuna girmek için müracaat eder, becerilerini anlatır. "Bana rol verin" der...
Kovulmaktan beter cevap alır Muhsin Ertuğrul'dan "-Rol verilmez, alınır. Hadi güle, güle meşgul etme beni."der Muhsin Ertuğrul. Arayış içinde olan Seyfi Havaeri tekrardan Sadi Tek Topluluğu ile Tiyatroya devam eder.
Askerlik çağı gelir, Tiyatroyu bırakır vatani görevini yapmak üzere askere gider. Boş vakitlerinde yine şiirler, hikayeler, piyesler yazar. Dönüşünde yine Sadi Tek Topluluğuna katılır. Bu arada film senaryosu yazmaya ve yönetmen olma fikrine kapılır. 1947 yılında yirmi yedi yaşındadır Seyfi Havaeri. İki yıl emek vererek hazırladığı film senaryosunu Halk Film Sahibi Fuat Rutkay'a götürür. Koyu bir aile dramını anlatan "Yara" adlı eserin filme alınmasını ister. Senaryodan bahseder, "kızı, Cahide Sonku oynasın, Rejisörlüğünü(Yönetmenliğini) Muhsin Ertuğrul yapsın, bende ona rejisör asistanlığı yapayım" der... Şirket sahibine hikayeyi anlatırken içeriye birisi girer, köşeye oturur sessizce dinler.
Seyfi Havaeri finale doğru yapımcıya "Filmin bitmesine iki sahne kaldı" der... Orada sessizce oturup dinleyen kişi film işletmecisidir. Senaryo anlatımını çekilen filmin anlatımı sanır ve cebinden bir tomar para çıkarıp masanın üstüne koyar. "Bu filmi ben alıyorum. Hikayeyi çok beğendim. Kalan Sahneleri biran önce bitirin" deyip gider...
Ertesi gün firma sahibi tarafından, Muhsin Ertuğrul yazıhane'ye çağırılır, durum izah edilir kendisine... Muhsin Ertuğrul dönemin Star oyuncusu ve Star yönetmenidir. Seyfi Havaeri'nin yazdığı "Yara" adlı senaryoyu eline bile almadan Ret eder... İşte tam bu arada "Cahil Cesareti" dedikleri şey ortaya çıkar. "Senaryoyu ben yazdım, ben çekebilirim" der Seyfi Havaeri.
Asistanlık yapmadan rejisörlüğe başlar fakat Cahide Sonku Muhsin Ertuğrul'un engellemesinden ötürü filmde oynamayı kabul etmez. Yerine Şükriye Atav bulunur. 1947 yılında 12 film çekilir Türk sinemasında. Seyfi Havaeri'nin ilk filmi olurken, Halk Filmin o yıl 5'inci filmi olur "Yara" filmi. Bir başka özelliği de çekilmeden satılan o dönemin ilk filmi olmasıdır...
Bir yandan Tiyatro oyuncusu olan Seyfi Havaeri bir yandan da senaryolar yazıp rejisörlük yapmaktadır. Her zaman ilklere imza atan Seyfi Havaeri "Damga" filminde ilk kez Turan Ün isimli genci başrol oynatarak imkan tanımıştır. Bu genç günümüzün ünlü yapımcı-yönetmen'i Memdüh Ün'dür. Erman Film adına çekilen "Damga" filminin çekiminde Havaerinin iki asistanı vardır. Birisi Nişan Hançer diğeri Dr. Arşavir Alyanak'dır. Sonraları her ikisi de ünlü yönetmen olmuştur. Damga filminin bitimine birkaç sahne kala yapımcı ile yönetmenin arası açılır. Provası yapılan planı çekmeden senaryoyu bırakıp gider Seyfi Havaeri. Sezer Sezin ile Turan Ün (Memduh Ün)ün merdivenlerden iniş sahnesidir bu.
Derby Kameranın kara torbasını başına geçirip etrafı görmeden vizör'den bakan kameraman "Birisi motor desin de çekelim. Havasızlıktan öleceğim burada" der. Yaz günü sıcak, bunaltıcı bir havada çekilen Damga Filminin kamerasına kimse "motor" diyemez... "Yönetmen gitti sen çekiver" derler. Dönemin sanatçılarının hepsi mesleğine karşı sonsuz saygılı kimselerdi. Kameraman,(görüntü yönetmeni) "motor" denmeden çekmez. Asistanlar birbirlerine bakar "Ustaya ayıp kaçar biz motor diyemeyiz" derler. Sezer Sezin ile Turan Ün "Biz oyuncuyuz. Motor demek haddimizi aşar" der. Muhasebecisi ile sette bulunan firma sahibi "İçinizde motor diyecek cesareti olan biri yok mu? Bu kamera motor demeden çalışmaz mı?" Der. Başı siyah çuvalın içinde, kameraya "motor" denilmesini bekleyen görüntü yönetmeni "Çalışmaz beyim. Çalışmaz" der.
Arka taraftan "motor" diye bir ses duyulur. Kamera çalışmaya başlar ve önceden provası yapılan merdivenden iniş planı çekilir. Kameraman başını kara torbadan çıkarır "Oh be... Motor diyen kimdi?" diye sorar. Yine arkadan bir ses "Bendim. Motor demek hiç de o kadar zor bir şey değilmiş" der.
Herkes bu genç delikanlı ya bakar, patronun yanında durmaktadır. Şirket muhasebecisi Ö.Lütfü Akad'tır bu genç. Damga Filminin kalan iki üç sahnesi asistanlar tarafından hazırlanıp, Akad'ın sadece kameraya "Motor" demesi ile tamamlanır. Damga filmi Taksim sinemasında vizyona girer iki hafta oynar, çok beğenilir fakat afişinde hiçbir yönetmen adına rastlanılmaz. Damga filmi hangi yönetmen tarafından çekildiği şaibesini korumaktadır. Ama gerçek olan, filmin iki sahnesi hariç Seyfi Havaeri'nin çektiğidir...
Ustaların ustası olarak isminden bahsedilen Seyfi Havaeri çoğunluğu tiyatro kökenli olan Nişan Hançer, Semih Evin, Dr. Arşavir Alyanak, Cahide Sonku, Şinasi Özonuk, Muzaffer Hiçdurmaz, Tekin Akpolat, Hicri Akbaşlı, Asaf Tengiz, Fehmi Tengiz ve daha nice ustalar Havaeri'ne asistanlık yapmış ve sonradan ünlü yönetmen olmuşlardır.
Sinemanın başlangıcı olarak Ayastofanas'ın yıkılışı 1914 kabul edilse de Türkiye'de ilk Uzun metraj sinema filmi 1917 de çekilen "Pençe" filmi'dir. Türk sinemasının ilk yönetmeni "Peçe" filmini çeken Sedat Sımavi'dir. Sıralamada 15'inci sırada yerini alan Seyfi Havaeri daha çok kahramanlık ve aile melodramları türünde filmler çekmiştir. Daima ilklere imza atarak öncülük eden Havaeri'in belli başlı filmleri arasın da Yara, Damga, Kore Gazileri, 222. Nolu Dosya. Kanım Vatan İçin, Kara Sevda gibi yapıtlar başı çekmektedir. Kara Sevda aynı isimle üç kez başka isimlerle de defalarca çekilen ve yapımcısına büyük paralar kazandıran bir eser olmuştur.
İlklerin, yeniliklerin yönetmeni olarak bilinen Seyfi Havaeri, Türk askeri Kore dağlarında destanlar yazıp, dünyanın göz bebeği haline gelince bu kahramanlıkları senaryolaştırır... İlk firması olan Halk Filme müracaat eder, projesinden bahseder. "Kore de Türk Kahramanları"nın çekimine karar verilir.
Seyfi Havaeri, bana ölümünden bir süre önce görüştüğümüz de bu konuda şunları anlattı; O dönem Radyodan başka iletişim aracı yoktu. Analar-babalar, Kore deki evlatlarının başarılarını, Şehit veya Gazi olduklarını ancak radyodan öğrenebiliyorlardı. İstedim ki Kore'de başarılara imza atan askerlerimizin de bir filmi olsun.
"Kore'de Türk kahramanları" adlı filmin çekimleri için dönemin Genel Kurmay Başkanlığına müracaat ettik. Bazı isteklerde bulunduk. Bunların arasında danışmanlık yapacak bir de Kurmay Yüzbaşı vardı... Genel Kurmaydan gerekli izin ve yardımlar alınır, filmin çekimi kısa sürede tamamlanır. Sonra Genel Kurmay yetkililerine gösterilir. Filmi çok beğenen bir General "Bizim Sinemacılar çok akıllı. Amerikalıların çektiği filmleri almış birbirine eklemişler. Bizden de bazı parçalar çekip koyunca olmuş bir Kore filmi" der. Danışman Kurmay Yüzbaşı, komutana gerçeği anlatır: "Bu filmin her bir karesi Türkiye de çekilmiştir komutanım. Gördükleriniz Koreli Askerler değil, İstanbul Şehreminin de oturan Tatar vatandaşlarımızdır, onlar oynatılmıştır. Mekanlar için de Kore'ye benzeyen uygun mekanlar aranıp bulunmuştur" der...
Film vizyona girdiğinde büyük iş yaptı. Kore'ye savaşmak için asker gönderen aileler "belki oğlumuzu da görürüz" diye sinemalara akın etti. "Kore ile ilgili bir kaç film daha çektim. Başkaları da çekti benden sonra tabi. Hepsi de iyi iş yaptı", dedi Seyfi Havaeri.
İlklere imza attıklarından birisi de Fatma Girik'tir. 1957 yılı Nuş Film adına çektiği "Leke" filmin de başrolü Talat Gözbak oynuyordu. Ancak, bu şöhretin karşısında yeni kız oynatmayı düşünen yönetmene, Gözbak, birkaç filme figüran giden küçük bir kızdan bahseder. Ertesi gün yazıhaneye davet edilen kız, yönetmenin karşısına çıkarılır. Yönetmen Seyfi Havaeri kızı beğenir. "Kızım aradığım tip sensin. Sana başrol vereceğim ancak yaşın küçük. Annen ile Babanı getir, onay verirlerse olur" der. Ertesi gün Fatma'nın Annesi ve Babası şirkete gelir, anlaşma imzalanır ve Fatma Girik ilk defa Talat Gözbak ile başrolde oynayarak bugünlerinin temelini atar...
Seyfi Havaeri, oyuncu, senarist ve yönetmen olarak bir çok film de görevler almıştır. Seksenli yıllara doğru Sinema kabuk değişmeye başlamış, eskilerin yerini yeniler almaya başlamıştır. Daha sonraları Televizyonların revaçta olması Yeşilçam'ın sonunu getirmiş, eskisi gibi filmler yapılamaz hale gelmiştir. Dolayısıyla Seyfi Havaeri de Sinema'dan istemeyerek de olsa uzaklaşmak zorunda kalmıştır.
38 filme yönetmen olarak imza atan Seyfi Havaeri "42. Antalya Altın Portakal Film Festivali"nde "Onur Ödülü" almıştır. Ölümünden birkaç gün öncesine kadar senaryolar yazmaya çalışan Seyfi Havaeri, "Bir Sanatçı ölene kadar sanatın bir yerinden tutunmalı. Ben de çekemeyeceğimi bildiğim halde senaryolar yazıyorum. Şuurum yerinde olursa ölene kadar yazmaya devam edeceğim" demişti. Ve sözünü tuttu. 24.01.2009.günü hakkın rahmetine kavuştuğu gün oldu. "Hayata Veda" senaryosu ile aramızdan ayrıldı.
Yedikule Camiindeki cenaze törenin de, yapımcı-yönetmen Türker İnanoğlu, ses mühendisi ve stüdyo sahibi Necip Sarıcaoğlu, yönetmen Yılmaz Atadeniz, oyuncu Cengiz Güçlü, Süheyl Eğriboz, ben Yunus Yılmaz ve merhumun ailesi, yakınları vardı...
89 yaşında aramızdan ayrılan Seyfi Havaeri'nin Naşı sade bir törenle toprağa verildi. Eski dostlardan hayatta kalanları gelmişti ama genç oyuncu veya yönetmenlerden kimseyi görmedik. Belki de bu tür merasimleri sevmiyorlar... "Ne ekersen onu biçersin" derler...
Allah'tan sana rahmet dilerim Seyfi ustam.