Üye değil misiniz?
Aktivasyonunuzu tamamlamadınız!
Zaten bir hesabınız var mı?
Martin McDonagh, ilk filmi In Bruges ile sürpriz bir çıkış yakalayarak insanların dikkatini çekmişti. Oyun yazarlığından gelme yeni sinemacı McDonagh, çıkışını ikinci filmde sürdürebilecek kaliteye sahip olduğunu zaten belli ediyordu ancak Seven Psychopaths, yönetmenin tarzı hakkında çok daha açık ipuçları vermeyi başardı. Çok da yaratıcı bir fikirden yola çıkmasa da aralara ufak ancak oldukça yaratıcı fikirler serpiştirerek tarzını perçinlemeyi seven bir yönetmen olduğu düşüncesini kafalarda oturtan McDonagh, Seven Psychopaths ile de bu düşünceyi destekliyor. İlk filmini Brüj'de Avrupa'nın kalbinde çeken yönetmen, yakaladığı ünü Hollywood'a giderek ivmelendiriyor ama klasik anlatı sinemasının son dönemde sahip olduğu kalıpları birer birer yıkma amacını da taşıyarak "Hollywood'u yersin diye memleketten gönderdiğimiz amcaoğlu" kıvamında bir taşlama filmi ortaya çıkartıyor. Barton Fink gibi Hollywood'a altın kaplama içi boş bir sömürgeci tanımı getirmiyor belki filminde ancak kara komedi unsurlarını ince ince yerleştirerek eğlenceli bir yapım ortaya koymayı da başarıyor.
Collin Farrell'ın canlandırdığı yazar karakterinin sahip olduğu yaşam standardı ve bu standardı vasat filmlere vasat senaryolar yazarak elde ettiği bilgisiyle başlayan film, bu yazarın arkadaşının ona saf duygularla yeni senaryosu için yardım etmesiyle şekilleniyor. Sam Rockwell'in müthiş oyunculuğu ile seviyesi olduğundan daha yukarı taşınan film, birbirinden farklı şekilde evrilmiş yedi psikopatın öyküsünü biraraya getirerek bir film senaryosu çıkartma amacı taşıyan senaristin başından geçenleri anlatıyor şeklinde özetlenebilir olsa da içerisinde bulunan amerikan yaşam tarzı eleştirileri ve elbette Hollywood tarzı filmlere getirdiği eleştirel bakış ile de başarılı addedilebilir.
Farrell'ın rolüne bir bakıma yönetmen McDonagh'ı oturtabiliriz ve ilk bakışta Hollywood'a gelmesini sağlayan kişilerin ondan ne beklediklerine bir cevap olarak bu filmi sunduğunu düşünebiliriz. Zira içerisinde "gore" bir vahşet, sarkastik bir final kapışma sahnesi ve içinden çıkılamaz olayların şans eseri hep bir kişinin başına gelmesi gibi olaylar bulunan Seven Psychopaths, tüm bunları alaycı bir şekilde kurguladığı için türün diğer filmlerinden ayrı bir yere konumlanabiliyor. Güldürürken "istersen düşün, istersen düşünme" düsturundan yola çıkan Martin McDonagh, başarılı oyuncu yönetimi, parlak fikirleri, korkusuzca kanı kullanabilmesi, müzik kullanımındaki başarısı ve en önemlisi de tüm bunları yaparken işin içine kara mizah katabilmesi ile yeni gelişmeye başlamış bir Tarantino izlenimi uyandırıyor.