Üye değil misiniz?
Aktivasyonunuzu tamamlamadınız!
Zaten bir hesabınız var mı?
Son zamanlarda farkettiniz mi bilmiyorum ama bir hayalet dolaşıyor aramızda... Bu, binbeşyüzlü yıllarda yaşamış biri. Fakat kendisine biçilen ömrün içine sığamayacak kadar derin ve ağır ideolojileri olduğu için, en sonunda çareyi hortlamakta bulmuş olan eski bir Osmanlı Vezir-i Azamı bu. Hayat hikayesi son günlerde herkesin dilinde, oysa çok uzun zamandır mezarına uğrayanı bile yoktu. 'Ben İbrahim...' diye başlıyor lafa, bütün Türkiye susuyor! Daha düne kadar kimse onu tanımazken bu gün ismi zikredildiğinde akan sular duruyor. Herkes duysun ve bilsin ki Pargalı İbrahim Paşa bütün kudretiyle eskisinden çok daha güçlü olarak geri döndü! Bu bir 'Diriliş' öyküsüdür...
Tarihin bize İbrahim Paşa ile ilgili anlatabildikleri kısıtlı aslında. Kendisi Makbul Paşa'dan Maktül Paşa'ya dönüştüğü için hakkında çok şey yok edilmiş. Bugün Sultanahmet'te bulunan İbrahim Paşa Sarayı bile daha düne kadar bu büyük adamın hatırası olarak değil, yalnızca İslam Eserleri Müzesi adı altında gezilebiliyordu ki, bu dillere destan güzellikteki saray Paşa'nın katlinden sonra 'fil ahırı' olarak bile kullanılmış. Oysa şimdi, yani Paşa'nın dirilişinden sonra, saray yeniden elden geçiriliyor ve 'Pargalı İbrahim Paşa Sarayı' adı altında halka tekrardan açılmaya hazırlanıyor. Pargalı ile ilgili bilinenler kısıtlı ama bunun artık çok da bir önemi kalmadı. Ana hatlarıyla meseleye vakıfız ve artık huzur içinde geri kalanı uydurabiliriz dilediğimiz gibi!
Muhteşem Yüzyıl dizisi; senaryoya ince bir işçilikle Pargalı'ya ait diyaloglar ve günlük vaziyetler yazıyor. Yazılan her satır aslında Pargalı’yı baştan yaratıyor. Bu yaratım Okan Yalabık adlı oyunculukla geçimini sağlayan normal bir insanoğlunun bedeninde ete kemiğe bürünüyor! Meral Okay yazdıkça Okan oynuyor, Okan oynadıkça Pargalı ciddi bir ivmeyle devleşiyor gözlerde... Büyüdükçe büyüyor, parladıkça parlıyor... Ve sonunda İbrahim Paşa bu kez kapalı kapılar ardında değil, yetmiş milyonun gözü önünde, olabilecek en etkileyici biçimde katlediliyor ve bu defa ölümüne milyonlar ağlıyor! Artık insanlar sonunda Pargalı'nın duymak istediğini söylemeye başladılar. 'Büyük sadrazamdı... Devlet için büyük kayıp... Müthiş bir adamdı...' gibi sitemler halkın içinden göklere yükseliyor. İnsanlık konuştukça kulaktan kulağa muhteşem bir Pargalı İbrahim Paşa Destanı yayılacak ve Paşa sonunda bir mit olacak! Modern Türk Mitolojisini yazacak ve onun ilk mitolojik kahramanı olacak! Bir gün biri elde olan görsel verilerden faydalanarak İbrahim Paşa'nın altından kusursuz bir heykelini yapıp Apollon'un, Herkül'ün yanına koyacak ve sonunda payitahtın denizi kucaklayan yedi tepesinde ve üç kıtada heykellerinin önünde kullar diz çökecek! Bunca asır toprak altında yatmak; Paşa'ya zekasından hiçbir şey kaybettirmemiş... Binbeşyüzlü yıllarda bu hayali gerçekleştirmek kolay değildi, ancak yirimibirinci yüzyılda birkaç yetenekli sanatçı ve medyanın akıl almaz kitlesel gücü ile (ve tabii Türk insanının sözel kültür oluşturma becerisi - yani sınır tanımaz dedikodu yeteneği- ile) bunu başarmak mümkün...
Benim küçük komplo teorim espri gibi görünebilir ama kimsenin yadsıyamayacağı bir gerçek var ki o da Muhteşem Yüzyıl dizisini izlerken gördüğümüz hiçbir olayın bir zamanlar gerçekten yaşanmış olduğu gerçekliğini tam olarak kavrayamadığımızdır. İzleyici yalnızca arkasına yaslanıp Okan Yalabık'ın yarattığı keyifli karakterin seyr-i sefasını sürüyor. Aklında bir yerlerde elbette biliyor İbrahim Paşa gerçeğini ama yine de kavrayamıyor, çünkü neticede o hâlâ eğlence amaçlı yayınlanan bir dizi, bir masal. Her bölümde gerçekliği yeniden ve yeniden çarpıtarak yalan bir gerçeklik algısı yaratılıyor. Sözlerim yanlış anlaşılmasın, diziyi bunu yaptığı için suçlamıyorum. Tabii ki de yapacak, belgesel değil o! Ki her ne yapıyorsa çok da güzel yapıyor. Ancak bahsetmeden geçemeyeceğim bir medya krizi söz konusu burada. Baudrillard'ın 'Hiper Gerçeklik' teorisi burada bize kendini, iliklerimize kadar hissettiriyor.
Aslında hiper gerçeklik dediğimiz kavram genelde var olanın gerçekliğini ve canlılığını yok eden bir biçimde algılansa da ben olaya farklı biçimde yaklaşma taraftarıyım. Bir yerlerde bir gerçeklik kopyalanmak suretiyle çarpıtılarak canlılığını kaybediyorsa, taklitler aslını yaşatır misali bazı faydaları da vardır. Absürt örneğimi 'Hortlayan İbrahim Paşa' üzerinden örneklendirmek gerekirse, Paşa kendi istenmeyen gerçeğini tarihin tozlu sayfalarına gömerken kendi hakkındaki olumlu özellikleri de bire bin katarak gündeme taşıyor. Ve sahte gerçeklik algılarıyla büyülenmiş topluma bilinçaltından kendi mitolojik kahramanlıklarını aşılıyor. Cennette buluttan buluta zıplamak yerine, yeryüzünde beyinden beyine zıplıyor ve böylece her gün daha da diriliyor... Yani bu hiper gerçeklik durumu, eserin değerini kaybettiriyor gibi gözükse de bir diğer açıdan yaklaşıldığında çok değerli kılıyor. Çünkü senin benim değilse bile, bir yerlerde birilerinin çok işine yarıyor...
Okan Yalabık ve hatta bütün Muhteşem Yüzyıl ekibi bu meselede sadece 'UFO gören masum köylü' olsalar bile unutulmamalıdır ki bir yerlerde 'üç kıtada heykelleri önünde kullarını diz çöktürmek' isteyen birileri hep vardır...