Üye değil misiniz?
Aktivasyonunuzu tamamlamadınız!
Zaten bir hesabınız var mı?
"Bu, daha ziyade halk tabakaları arasında yaygın hastalığın devası Saray'da bulunmaz."
Arap Bacı'yı muayene eden Doktor Kaymakam Şinasi Bey söylüyor bunları. Demokrasinin bir başka tanımı gibi.
Kasım-Aralık, 1961'de çevrilen film 21 Mart 1962, Çarşamba günü (Pangaltı) İnci; (Beyoğlu) Lüks sinemalarında 'suareden'; (Aksaray) Bulvar; (Çarşıkapı) Şık; (Eyüp) Melek sinemalarında 'matineden itibaren' gösterime girmiş. Gazetelerde "Memleketimizde çevrilen filmler arasında ilk defa değişik bir konu ele alınmaktadır. Orhan Günşiray bu filmde iki (aslında Çeri'deki durumunu da katarsak 'üç') ayrı karakter oynamakta, icabında zalimleşerek dehşet saçan koruyucu bir melek, icabında ise züppe bir salon çiçeği olabilmektedir. Türkan Şoray ise aşkı uğruna hayatını fedaya hazır sevgili rolündedir. Öztürk Serengil ve Ahmet Tarık Tekçe kendilerine has fena adam rollerini paylaşmışlardır" diye ilan edilmişti. 108 dakikalık filmin ancak 9 dakikası kısmı gündüz geçiyor. Jenerikte "Alaturka müzik Metin Bükey" yazılı. Ama 90 saniye süren göbek dansı dışında alaturka müziğe rastlamadık. Başta ve sondaki at koşturma sahneleri aynı. Tasarruflu davranmak için herhalde.
'Siyah Melek'in, ilki 'trajikomik', diğeri çok üzücü iki hatırası var. Sansür Kurulu'nun ilk toplantıdaki kararı olumsuz. Gerekçesi; "Meleğin siyahı olmaz. Bu nedenle 'Siyah Melek' adlı filmin reddine..." Yapımcı hemen itiraz etmiş; "Meleklerin rengi muayyen olmadığı cihetle 'Siyah Melek' filminin bir kez daha incelenmesine..." Kurul tekrar toplanmış, artık nasıl bir gelişme olduysa, bir süre önce 'toptan ret' kararı verdiği filmi bu kez 'toptan kabul' etmiş. Güzel sanatların diğer altı dalında (Resim ve Heykel; Müzik; Tiyatro; Dans; Edebiyat; Mimarlık) sansür yok. Bunların suç işleyip işlemediğine mahkemeler karar veriyor. Sinemada ise 'Sansür Kurulu'.
Öbür anı böyle neşeli değil. 01 Aralık 1980 tarihli gazetelerde İstanbul Üçüncü Sulh Hukuk Amirliği'nin 'Açık Arttırma İlanı' var. 'Tereke tasfiyesi dolayısıyla Balmumcu'daki Sinema Tv Enstitüsü Devlet Film Arşivi'nde muhafaza edilmekte olan Pesen Film şirketine ait 59 film açık arttırma ile satılacakmış'. Bunlardan biri de 'Siyah Melek'. Arttırma tarihi 17 Aralık 1980 ve biçilen değer 300 bin lira.
İlk Kurtuluş Savaşı filmimiz 'Ateşten Gömlek' (1923) (Muhsin Ertuğrul). 'Siyah Melek' de 60'lardaki ilk Milli Mücadele filmlerimizden. Konusuna uygun sözcükler sıkça kullanılmış; 'Milli Mücadele' (1); 'İstanbul' (3); 'Ankara' (2); 'Anadolu' (7); 'Millet' (3); 'Padişah Hainleri' (1); 'Asi' (1); 'Asiler' (1); 'Vatan' (5); 'Hain/Hainler' (8); 'Gizli Teşkilat Mensupları' (3); 'Padişahımız Efendimiz' (1); 'Saltanat Köpekleri' (1); 'Mustafa Kemal' (1); 'Sevkiyat' (1); 'Gaziler' (1); 'Şehit' (2); 'Feda Olmak' (1); 'Hak Yolu' (1); 'Feragat ve Fedakârlık Yolu' (1); 'Kahraman' (4); 'Düşman' (5); 'Mücadele Bayrağı' (1); 'Alçaklar' (4); 'Alçak' (1); 'Milliciler' (2); 'Kuvayımilliye' (1); 'Müdafa-i Hukuk Teşkilatı' (1); 'Türk Ordusu' (2) kez konu ediliyor.
Filmin kahramanları için de 'Kara Süvari' (31); 'Siyah Melek' (6); 'Siyah Hortlak' (1); 'Koruyucu Melek' (2); 'Beyaz Melek' (5) denmiş.
Birinci Dünya Savaşı sonrası İstanbul. Geceleri sokaklar silah sesi dolu. Fransa'dan 'bir hafta evvel gelen' İrfan "Ömrümde böyle bir sahne ile ilk defa karşılaşıyorum. İnsan avı! Oh, ne korkunç. Légion Éntergére'deyken görmüştüm. Aslanları da böyle avlıyorlar. Terrible, terrible" diyecektir kırılıp dökülerek. 'Kara Süvari'ye benzemeye çalışıyor ama bu, Nesrin'in deyimi ile 'güle meyve aşılamak' gibi bir şey.
Kara Süvari, kimliği bilinmeyen ve Millicilere yardımcı bir kahraman. Beyaz atlı, çizmeli, süvari pantolonlu, pelerinli ve yüzü kaşkol ile saklanmış. Diğer adı 'Siyah Melek'.
Önce mahkûm Yavuz'un idamına tanık oluyoruz. Kendisine "Yedi adım ileri, marş" deniyor. İdam mangasında tüfekli altı asker var. "Ekseriya sabaha karşı//Kurşuna dizilir mahkûmlar//Bir sünger taşına döner//Anne sütünden yapılan heykel//**//Bari şu trampetler çalmasa//İnsan gürültüye gitmese" diyen 'Mahkûmlar' (1940) (Orhon Murat Arıburnu) şiirinden farklı olarak sadece bir trampet çalıyor.
Bu sahnede Öztürk Serengil'in bindiği at Orhan Günşiray'a ait. Eniştesinin hediyesi, 12 bin liralık ve yarış kazanmış bir atmış.
Yavuz'un idamı, Kara Süvari'nin karışmadığı ender olaylardan biri bu. Millicilerle haberleşmesi (üç kez) 'taşa sarılı kâğıt' ile. İmzasını K (kaf) S (sin) olarak atıyor. Nesrin'e gönderdiği notta 'ayın on dördünde, güneş batmadan Çamlıca'da buluşmak istediğini' şu şekilde yazmış; "Her gün doğan güneş o gün batmasın//Ay on dörtlük olsun fakat doğmasın//Çamlıca'da safa çok güzel olur//Beni arayanlar orada bulur."
"Pencerenizde saksı görmezsem bana ihtiyacınız var demektir" demişti genç kıza. Islıkla çaldığı 'Ordu Marşı'na piyano ile yanıt gelecek. İşaretleşmeleri böyle. "Vatan bizim canımız//Feda olsun kanımız."
Cesur, mert, kahraman, gözü pek 'Kara Süvari' ile habire 'mille mercy' diye konuşan ve 'kadınla erkek arası dejenere' İrfan'ın aynı kişi olması seyirciyi de şaşırtıyor.
Miralay Rauf Bey ve kızı Nesrin (ayrıca Emir Çavuşu Dilaver ve Arap Dursune Bacı) Kuvayımilliyeciymişler. Bacı ve Laz Uşağının konuşmaları filme neşe katıyor. Baykuşa benzettikleri Cafer'i hiç sevmemişler."Allah günah yazmayacağını bilsem şu herifin kahvesine tükürürüm" ve "Biraz fare zehiri olmalıydı şimdi. Ben O'nun acı kahvesini zehir etmesini bilirdim" diyorlar. Doktor, Cafer'i aldatmak için, Bacı'da sâri hastalık olduğunu söylemiş. Zavallı kadın bunu yanlış anlayıp "Sarı hastalık mı? Ayol Kara Bacı'da sarı hastalık olur muymuş? Benim gözlerimin akı hep sarıdır. Fazla yağdan olacak" diyor. Dilaver de kendisine 'Karahanlı' diye seslenir.
Kağnı ile Anadolu'ya silah kaçırırken Çavuş'un yolu zaptiyeler tarafından kesilir. Karadenizli olduğunu anlamış "Nesin sen? Benim bildiğim Karadenizliden gemici olur arabacı değil" diye sorguluyor Beşir. Dilaver'in 'sosyoekonomik' yanıtı çok hoş; "Bizim toprağımız diktur. Onun için çıkarız gurbete. Ekmek nereye ise biz orayayız. Ha, adama sormuşlar 'cehenneme gider misin' diye. 'Aylık kaç' demiş. Ha, işte biz de oyuz."
Kara Süvari'nin kim olduğunu söyletmek için yapılan işkencede 'göğüs kılları koparılıp birkaç yumruk' yer. Bunlar 'çerez'miş. "Asıl ziyafet arkadan gelecek. Söyleyecek misin" diyen Beşir bu kez "Ziyafeti bekleyrum" karşılığını alıyor. Bacakları ve kolları ters yönde çekilerek 'boyu uzatılır'. Sıra kızgın çubukla dağlama faslına gelince Cellât-Sadri Karan birkaç tel saçını yakarak bilgilendirir; "Bak, hiç acı bilmeyen, berberin usturasına ('makasına' diyecekti) ses çıkarmadan boyun eğen kılların bile bunun karşısında iki büklüm olup secdeye vardılar." Sonrası vicdanıyla bir hesaplaşma gibi; "Hadi Ağam, üzme beni. Cellât olduğuma bakma benim de bir kalbim var."
Bir metrelik kalpaklı Cafer ve ne yapacağına bir türlü karar veremeyen Beşir karikatür gibiler. Cafer 'mantıklı' konuşma yapmaya pek meraklı. İzdivaç konusunu 'babası Rauf Bey'le konuşmasını isteyen' Nesrin'e şunları söylüyor; "Babanızla değil sizinle evlenmek istiyorum. Babanızı değil sizi seviyorum. Bana O'nun düşünceleri değil sizin kararınız lazım." Her ziyareti bir sorun.
'A Good Day to Die Hard'daki (2013) Jack McClane-Jai Courtney "Let me ask you something. Do you go looking for the trouble or does it always seem to find you?" demişti babası John McClain-Bruce Willis'e. Cafer'in durumu 'bela çıkarma' veya 'belanın O'nu bulması'nı aşmış. 'Bizatihi' kendisi bir 'felaket'. Bunu en iyi anlatan konuşmada Hacı Kalfa-Dursune Şirin "Hay boyu bosu devrilesice, uğursuz herif! Baksana suratına hiç meymenet yok. Ne zaman gelse felaketi de getiriyor" diyor. Dilaver'in yanıtı; "Ha, O'nun kendisi 'felaket'. Gözlerini görmüyor musun, baykuşa benziyor."
Kahveyi 'acı' tercih edermiş. "Malum ya, bir acı kahvenin 40 yıl hatırı olur. Acı içelim tatlı konuşalım." Rauf Beylere gelişi 'hep gece vakti' ve "Vazife icabı geçiyordum. Sizleri çiğnemek istemedim" sözleri ile. 40 yıl görünmese kimsenin kendisini özleyeceği yok aslında.
Cesur biri değil. Arkasından vurduğu Rauf Bey "Zaten alçaklar korkak olur" demişti.
Sami Ayanoğlu hem yönetmen hem oyuncu. Oysa 26 Aralık 1953'te yayınlanan bir söyleşide, Leman Özkangil'e, "Rejisörün aynı filmde rol alışına gelince bunun mahzurlu oluşu inkâr edilemez. Mecbur kalıp tecrübe ettim. Bunu gayet iyi bilirim. Bence aktör itimat ettiği bir rejisörle çalışıp, oyundan başka bir şey düşünmeyecek..." demişti. Yaklaşık 10 yıl sonra bu mahzurlu durumu bir daha 'tecrübe' ettiği gibi oğluna da rol vermiş. Kendisini değil ama Cafer rolündeki Öztürk Serengil'i seslendirmiş. Aynı röportajda 'Türk filmciliğinin muhtaç olduğu en büyük eksiğin teknik senarist olduğunu belirtiyor'.
['Son Hatıra' (1968), 'Bütün Suçumuz Sevmek' (1963) gibi filmlerden anımsadığımız] Kurtuluş'taki 24 numaralı evde Orhan Günşiray ve Öztürk Serengil'e kılıçla düello dersi vermiş. Şehir Tiyatroları temsillerindeki deneyimini konuşturmuş; "Bakın bu iş dans etmek gibidir. Her hareketin bir numarası vardır. Çat-çat-çat. 1-2-3" derken ıslak merdivenden kayıp düşmüş. Yardıma koşanlara "Biraz tentürdiyot verin. Kılıçla kendimi yaraladım" diyormuş. (Böylesine emek verilen bu sahne filmde yok).
O yıllarda, hafta içi her sabah 9.40'ta 'Arkası Yarın' olarak yayınlanan Evliya Çelebi'deki sesini unutamıyoruz.
Boğadır Ayanoğlu, Mülazım-ı Sani Vedat Efendi rolünde. 1969'da 32 yaşında vefat etmiş. 'Dönüş' adlı piyesin (Wolcott Gibbs) çevirmeni. Erken ölümü, babasının 1971'deki kalp krizinde etkili olmuştur belki.
Çekimler sırasında neredeyse artistlerin tümü 'protokol sırasına göre' yaralanmış. Önce Sami Ayanoğlu sonra Türkan Şoray, Orhan Günşiray, Öztürk Serengil. Son sahnede Eşref Vural da attan düşüp bacağını kırınca 'kadro tamamlanmış'.
O günlerde Türkan Şoray'ın sevdiği şarkılar 'Belki Bir Sabah Geleceksin Lakin Vakit Geçmiş Olacak' (Şekip Ayhan Özışık) ve Lucho Gatica'nın söylediği 'Angustia' (Orlando Brito).
Orhan Günşiray kendisi ile evlenmeyi çok istemiş. Günşiray'ın 'Şiray'ı ile Türkan Şoray'ın 'Şoray'ı kafiyeli bulunmuştu. Filmde nefessiz kaldıkları öpüşme sahnesi artık yürek sızlatan bir anı.
Güzel dansöz Tahiye Salem sahnede bir dinamit gibi. Yurtiçi ve dışı turnelerde büyük başarı kazanmış. Asıl adı Sevim Polat. "Cilâcı İbo'nun Çilesi"nde (1960) bu isimle yer alıyor. (İlk dönemlerinde Feridun Karakaya 'Cilâlı' değil 'Cilâcı' İbo'ydu). 60'da 'bir aşk macerası için sahneye veda edecekken bu aşkın pençesinden sıyrılmayı bilmiş'. Yeni adı ile eskisinden çok daha başarılı olmuş.
Filmdeki melodiler.
'Die Walküre' operasından (1870) (Richard Wagner) 'Ride of Valkyries' 4 sahnede (Kara Süvari, Nesrin'in kaşkolunu Cafer'in odasından alırken; Nezahat Hanım, kaşkolu paketten çıkarırken; Kara Süvari, Nesrin'in odasına taşa sarılı mektup attığında; Atlı arabadaki çuvallar kılıçla kontrol edilirken).
"Scheherazade Senfonik Süiti'nden Op. 35" (1888) (Nikolai Rimsky-Korsakov) "I. The Sea and Sinbad's Ship" 6 sahnede [Yavuz ölürken; Kara Süvari ile ilk karşılaştığımızda; Cafer, Rauf Bey'in evine geldiğinde; "İnsanların canlarından aziz bildiği şeyler vardır" derken; Nesrin, emanetleri Kara Süvari'ye verirken; İrfan tutuklanırken; (1.00'dan itibaren) Nesrin ölürken]. 'II. The Story of Kalender Prince' 1 sahnede [(3.10'dan itibaren) Padişah askerleri at arabalı Dilaver Çavuş'un yolunu kesince]. 'III. The Young Prince and the Princess' 2 sahnede [Kara Süvari "Benim de babanızdan, doktordan hatta Dilaver Çavuş'tan bir farkım yok" derken; İrfan "Bazı ciddi şeyler vardır ki ciddiyetle söylenmez" derken]. 'IV. Festival at Baghdat' 3 sahnede [(4.50'den itibaren) Kara Süvari, filmin başında, at koştururken; İlk taşa sarılı mektup geldiğinde; Cafer "Hükümet kuvvetlerine karşı gelinir mi" derken].
'La Muta di Portici (Masainello); Overture' (1893) (Daniel Auber) 1 sahnede (1.30-1.40 arası) (Nezahat Hanım, Nesrin'e "Yeğenimi tanıştırayım sana" derken).
Kahramanlarımız Emir Subayı Beşir ve askerlerinden kaçarken bir Roman çerisine sığınmışlar. Kıyafet değiştiren İrfan'ın keman, saz, klarinet, darbuka eşliğinde ve Toron Karacaoğlu'nun sesi ile söylediği 4 buçuk dakikalık şarkı; "Maşası maşası//Çingene'nin maşası//Çerimize geldi//Beylerin paşası//**//Ah, çabuk ol çabuk ol//Ver şaraptan bol bol//Ah ,hazır ol hazır ol//Geliyor kafa kol//**//Onbaşı onbaşı//Yaktı seni o gacı//Herifler azıyor//Hazırla kırbacı//**//Naciye Naciye//Cilveli Naciye//Sopalar inmeli//Kelleye 'bam' diye." Anlaşılacağı gibi askerler önce şarap ve dansla sonra da başlarına vurularak bayıltılır.
Nezahat Hanım-İclal Genç; Arap Bacı-Dursune Şirin; Dilaver Çavuş-Eşref Vural; Yapım Sorumlusu ve Cellât-Sadri Karan; Yüzbaşı Talat/Çeribaşı-Mustafa Dağhan; Salih-Hakkı Haktan; Osman-Osman Türkoğlu; Kurtuluş'taki 24 numaralı ev; Kurtuluş Savaşımız, Mustafa Kemal ve silah arkadaşları çok güzeldi.
Nesrin'i Jeyan Mahfi Ayral; Kara Süvari/İrfan'ı Tolon Karacaoğlu; Cafer'i Sami Ayanoğlu; Beşir'i Kemal Ergüvenç; Cellât-Sadri Karan ve Salih-Hakkı Haktan'ı Erdoğan Esenboğa; Karadenizli Dilaver Çavuş'u Necdet Mahfi Ayral; Doktor Kaymakam Şinasi Bey'i Cezmi Or seslendirmiş.
Yürek parçalayıcı son sahne. Nesrin, Beşir'in kurşunuyla ölmek üzere; "Ağlama sevgilim, ağlama... Sana ağlamak yakışmaz. Senden metin olmanı istiyorum İrfan... Bastır beni göğsüne. Ağlamanı değil beni sevdiğini söylemeni istiyorum. Bir kelime bile konuşma. Kalbinin sesini dinliyorum. Onun bana söylediklerini hiçbir kelimeyle ifade edemezsin." Sonrasında delikanlı artık 'yaralı bir kalple' ve 'yapayalnız'.
'Dead Man Down'daki (2013) Darcy-Dominic Cooper "We are not ment to be alone. Even the most damaged heart can be mended... Even the most damaged heart" demişti. Yıllar İrfan'ın 'kalbini onarmış' ve 'yalnızlığını giderecek bir hayat arkadaşı' vermiş midir kendisine?
'Scheherazade Symphonic Suite Op.35; III. The Young Prince and Young Princess' (1888) (Nikolai Rimsky-Korsakov). Biraz önce Züppe İrfan olarak aşkını söylemişti. Şimdi de gerçek kimliği ortaya çıkmış. Genç kızı saadetten 'sersemleten' konuşma.
İrfan; "Bazı ciddi şeyler vardır ki ciddiyetle söylenemez. Onları şakaya getirir anlatırız... Evet, Nesrin Hanım, o şaka bütün ciddiyetiyle doğruydu. Siz tam benim hayal ettiğim kızsınız."