Üye değil misiniz?
Aktivasyonunuzu tamamlamadınız!
Zaten bir hesabınız var mı?
"İnsan dünyaya yalnız geliyor, yalnız gidiyor. Ama gelgelelim, yalnız yaşanmıyor." 'Maziden kalan hatıraları' ile yaşayan Mualla Sürer söylüyordu bunları. 'Beyoğlu âlemlerinin yıldızı' olan ve 'gömlek değiştirir gibi kadın değiştiren' Ekrem ise yalnız kalamamaktan yakınmaktaydı. Birini bunaltan şey bir başkasının amacı olabiliyor.
Mayıs-Haziran aylarında çekilen film 19 Ocak 1968, Perşembe günü (Beyoğlu) Erkoç Sineması'nda gösterime girmiş.
Ekrem bir avukat. [Müzisyenliği de var belki. O'nu iki kez 'Küçük Batı Müziği Ansiklopedisi'ni (1966-Okyanus Yayınları) (Faruk Yener) okurken göreceğiz]. Dolce Vita derbederlik yorgunu yaşamına 'bir istikamet vermek üzere'. Selma ile sevişiyorlar. Ufukta nikah var. Ateş bacayı sarmış. 'Tedavisini deruhte etmek de, doktor olması hasebiyle' arkadaşı Tarık'a düşer. 'Bu hastalığın birkaç haftadan fazla sürmeyeceğini' söylüyor şakacı bir şekilde. Ancak Ekrem kararlı. Evlenecekmiş.
Tek zorluk iki yıldır beraber olduğu 'Sarışın Bomba'. Delikanlının, paçayı kurtarmak için planı basit. Babasının hastalığını bahane edip oralardan uzaklaşacak. (5-6 sahne sonra 'babasının ölüm döşeğinde olduğunu' bildiren bir telgraf alır ama nasıl sonuçlandığı belli değil). Gönül bu arada başkasını bulur, mesele de kendiliğinden kapanır gidermiş. Tarık "Oldu da bitti maşallah! Bu ne zekâ yahu" diyor. "Benim bildiğim Gönül, Ada Sakızı'ndan daha yapışkandır. Kolay kolay kurtaramazsın paçayı."
Genç kadın, evde Selma'nın resmini görünce, sevdiği adamın kalbinde artık başkasının olduğunu anlamış. Konuşmak ister. Bizimki "Buyrun, sizi dinliyorum" diyor. Yıllardır yatağını bölüştüğü kadın şimdi 'siz' olmuş. " 'Siz' ha! Bana böyle muamele etme, yalvarırım yapma. Tahammül edemiyorum bunlara" diye yalvarmaktaydı Gönül. Ekrem'deki değişikliğin sebebini biliyormuş. Bizim ki biraz daha dikleniyor "Mademki biliyorsun ('siz', 'sen' oldu) ne diye sualler soruyorsun." Hızını alamaz ve durumu itiraf eder. "Evet, başka birini seviyorum... Ben sevdim mi tam severim. Sevdiğini saklayacak erkeklerden de değilim (oysa günlerce, haftalarca saklamıştı bunu. Anlaşılmasa daha da saklayacaktı ya, neyse). Öğreneceklerini öğrendin zannedersem. Şimdi beni rahat bırak." 'Erkeği için her şeyini fedaya hazır' Gönül'ün mükâfatı 'kovulmak' ve 'kullanılmış bir eşya gibi kenara atılıvermek'. Delikanlı devam ediyor "Sana hakaret etmek istemem. 'Vaziyeti idrak eder, sessiz sedasız aradan çekilirsin' diye düşünmüştüm. Ama olmadı. Hâlbuki bu iki seneyi tatlı bir hatıra olarak saklayabilirdik (Gönül'e ne faydası olacaksa)... Şu da muhakkak ki hayatına giren ilk erkek değilim. Seni bir randevuevinde, Madam Katina'nın evinde tanımıştım (nedense 'patroniçeler' ya Katina ya da Rozali'dir). Merak etme, bunu kimseye söylemedim bu güne kadar. En yakın dostlarım bile mazini bilmezler (göz yaşartıcı 'kadirşinaslık'). İki sene yaşadıksa ömür boyu beraber mi olacaktık... Ben sevebileceğim kadını yeni tanıdım ve O'nu seviyorum. Size gelince (tekrar 'siz' oldu) rica ederim beni yalnız bırakınız. Kalbimden başka ne isterseniz verebilirim size." Genç kadın "Sen bu lûtfunu yeni metresine sakla" diye isyan edince "Sus! O'nun hakkında kötü konuşursan (tekrar 'sen' oldu) ayağımın altına alırım seni" yanıtı gelir.
'Siz', 'sen' ve 'siz' arasında gidip gelen; 'Tatlı hatıra'dan 'ayağımın altına alırım'a uzanan muhabbet, Gönül'ün (ayakaltına alınmadan) tokatlanması (hem de üç kez) ile bitiyor.
Keşke, Ekrem'in iki yıl önce söylediği tatlı sözleri de öğrenebilseydik senaryodan.
Selma 'o pis dünyanın dışından', başka bir âlemin insanı. Yaşadığı her şey bir 'ilk'. İlk aşk; İlk buse; İlk adam öldürme; İlk polislik olma; İlk mahkeme; İlk randevuevi; İlk içki; İlk akıl hastanesi; İlk hapishane; İlk sahne; İlk şarkı.
Babası yıllar önce ölmüş. Kurtuluş'taki 24 numaralı evde kalıyorlar. Annesi Sabahat Işık "Dedelerimden kalmadır bu ev. Burda doğduk, burda yetiştik. Biraderle beraber otururduk. Bizim Efendi de, birader de göçtüler gittiler. Biraderin bir oğlu, benim bir kızım var" demişti. Parke taşlı sokaklarını ve ['Ölüm Saati' (1967), 'Gelincik Tarlası' (1968) gibi filmlerden anımsadığımız] 24 numaralı evlerini çok sevdik. Nedret Güvenç, bir söyleşide (05 Eylül 1961) Enis Rıza Olcayto'ya "Şehirleri bize, içindeki insanlar sevdiriyor" demişti. Bunun tersi de doğru galiba. Sokaklar ve evler de o şehirdeki insanları sevdiriyor.
Genç kız, Bedri (25) ve Gönül'den (6) toplam 31 tokat yer. (Gönül, sonlara doğru 5 kez de levye ile vuracaktır). Ağladığı ve kendinden geçip bayıldığı sahne sayısı eşit; 7'şer. O kadar kolay bayılıyor ki filmin adı 'Kaderim Bayılmak Mı' da olabilirdi.
Randevuevinde "Buradaki insanlardan değilim ben. Namuslu bir kızım. Bir oyuna kurban gittim. Eğer vicdanın varsa dokunma bana" diye yalvarıyordu. Haluk Orçun ise 'bu masalları dinleyecek durumda değil'. Zor kadınlara bayılırmış. (O'nun 'bayılması' başka 'bayılma'). "Oh, ne âlâ tereyağı! Bu kadar masraf yaptım. Hadi kuzu kuzu gir yatağa" diyor. Amacına ulaşamadığı gibi canından da olur.
Madam Rozali iyi bir insan. "Nedense acıyorum bu kıza. Bırakalım gitsin" düşüncesindeydi. Gönül şiddetle karşı çıkar; "Ne diyorsun? Çıldırdın mı? Böyle fırsatı bulabilir miyim bir daha. Ekrem'e tertemiz bir sevgili hediye edeceğim." Her gece bir erkeğin koynuna atmayı planlıyordu kahramanımızı. "Elden ele, kucaktan kucağa dolaşacaksın. Bir gün posa haline geleceksin. O gün seni Ekrem'in önüne atıp 'al sevgilini' diyeceğim." Aslında tüm bunlar büyük ölçüde Ekrem'in hatası. Ama sonuçlarına Selma katlanıyor.
Doktor Tarık filme neşe katıyor. 'Zor vakalardan' fırsat bulup bir türlü sevgilisi Gülgün Erdem'le beraber olamıyor. Genç kız da bir içim su. Doktorumuz 'yorgun yolcunun pınara koşması' gibi gidiyor. Ama Ekrem 'destursuz bağa girip' Onları ayırır her seferinde.
Bedri'yi en iyi Sabahat Işık anlatıyor. "Allah O'nun boyunu devirsin. İçkiden başka bir şey bilmez. Sözüm meclisten dışarı itin biridir." 'Zıkkımlanmadığı gün yok'. Tek tutkusu içki olsa gene iyi. Selma'da gözü var. Her yerde nişanlı olduklarını söylüyormuş. Ekrem'den bir güzel dayak yedikten sonra eve gelip "O züppe buralarda dolaşıyordu. Kahvede yakaladım. Verdim ağzının payını" diye anlatması çok hoş. Bir başka sahnede 'o züppe kopilin ağzını burnunu dümdüz ettiğini' söylüyor. Halasının ölümünü anlatışı da çok incelikli; "Kocakarı cartayı çekti... Tahtalıköye yolcu oldu." Selma'yı pataklamasını da; "O hızla eve geldim. Bir mariz de şırfıntıya çektim." Lakabı 'Cağanoz'muş.
Savcı, Selma'ya karşı inanılmaz derecede acımasız davranıyor. Nedeni, hep bıyıklı gördüğümüz Mehmet Büyükgüngör'ün bu kez bıyıksız olmasıdır belki.
'Tımarhaneden kaçan kızın yakalandığını' bildiren 14 Mayıs 1967 (Pazar) tarihli Hürriyet'te bir haber daha var; "Feyzioğlu, yeni partinin programını açıkladı." Zamanımızda Prof. Turhan Feyzioğlu ve Güven Partisi'ni, koç olan amblemini, programını anımsayan var mıdır? Bu durum 'Unknown'daki (2011) Ernst Jürgen-Bruno Ganz'ı çağrıştırdı; "We Germans are experts at forgetting. We forgot we were Nazis. Now we have forgotten 40 years of communism. All gone. But it's not just history that is forgotten. It's people too." Biz de, Almanlar gibi, her şeyi unutup gidiyoruz.
"Meğer daha içecek suyum/suyun varmış." Bunu Sabahat Işık ve Mualla Sürer birer kez söylüyor.
Filmdeki melodiler.
'Spanish Dance No. 5 (Andaluza)' (1890) (Enrique Granados) Bedri "Bana bak, hanımefendi! Nerden geliyorum, biliyor musun" derken.
'Autumn Leaves (Les Feuilles Mortes)' (1945) (Joseph Kosma / Jacques Drévert / Johnny Mercer) 12 sahnede (Jenerikte; Ekrem, Selma'nın resmine bakarken; Sabahat Işık uykusunda sayıklarken; Ekrem ve Tarık, Selmaların evine geldiklerinde; Gönül "Maşallah beyefendi! Sizin tren kalkalı tam 6 saat oluyor" derken; Ekrem ve Selma, saat ikide buluşmak üzere işaretleşirlerken; Bahçede buluştuklarında; Ekrem, mahalle kahvesinde çay içerken; Trenle giderken; Selma "Öbür gün" derken; Mahkemede bayılırken; Sonda dans ederlerken).
'Arabesque'deki (1966) (Henry Mancini) 'Aquarium Scene' 6 sahnede (Selma'nın annesi "Bedri gelme! Gelme bu odaya. Dokunma kızıma" diye sayıklarken; Selma, Bedri'yi öldürdükten sonra bayılırken; Madam Rozali'nin evinde bayılırken; İçki, masasında bayılırken; Mahkemede bayılırken; Hastanede yürürken; Mualla Sürer, Selma'yı evine götürünce). 'The Zoo Chase' 6 sahnede (Bedri "Yolu bilmiyorsanız ben göstereyim. Hadi bakalım, yürü" derken; Bedri ve Ekrem, mahalle kahvesinde konuşurken; Selma, hastane önünde Gönül'le mücadele ederken; Issız bir yerde baygın bırakılırken; Remzi, Selma'ya saldırınca; Ekrem gazete okurken). 'Dream Street' İki sahnede (Gönül, hemşire kıyafeti giyerken; Selma, Mualla Sürer'in evinde kendine gelirken). 'Bagdad on Theme' Mahalledeki komşu "Selma'yı arıyorsan boşuna. Gazeteleri oku, öğrenirsin" derken.
Marcello Minerbi'nin gitarıyla 'Manuel Benitez El Cordobes' (1966) (Gerard Riviere / Jean Max Bourgeois) Gülgün Erdem, Tarık'ı beklerken dans ettiği sahnede.
'The Bible: In the Beginning...'deki (1966) (Toshiro Mayuzumi) 'Cain and Abel' İki sahnede (Gönül, Selma'nın resmini gördüğünde; Sokakta yürürken). 'Creation of Adam' Bedri mahalle kahvesine gelirken. '40 Days and 40 Nights' Gönül, hastane önünde sigara içerken.
'Our Man Flint'teki (1966) (Jerry Goldsmith) 'In Like Flint' Selma, Gönül'e "Hani? Ekrem yok" derken. 'End Titles' Ekrem ve Bedri kavga ederken. "Never Mind, You'd Love it" İki sahnede (Bedri, bahçede konuşan âşıkları dinlerken; "Demek eve adam aldın, ha" derken). "You're a Foolish Man, Mr. Flint" İki sahnede (Selma, Bedri'nin saldırısına uğrarken; Haluk Orçun'u öldürürken). "It's Gotta Be a World's Record" Gönül, Ekrem'in evinden çıkarken.
'Sen Aşk Nedir Bilmez Misin' (1966) (Suat Sayın) Filmin sonunda Selma, Gönül Akkor'un sesiyle söylüyor. "Söyle neden gelmiyorsun//Halimi hiç bilmiyorsun//Gözyaşımı silmiyorsun//**//Sen aşk nedir bilmez misin//Sen aşk nedir sevgilim, bilmez misin//**//Seni her an özlüyorum//Yollarını gözlüyorum//Dönmesen de bekliyorum//Sevmesen de seviyorum."
Fon müziği 'Autumn Leaves'i kendi yazdığı sözler ve Yalçın Ateş 6'lısı eşliğinde Lale Belkıs plak yapmıştı. 'Bizim Şarkımız' (1968); Bir bahardı galiba rastlaştık//Sevgi arayan kalplerimizle//Aramaktan yorulmuştuk hep biz//Buluştuk, öpüştü gözlerimiz//**//Çekemedim kendimi bir an//Ellerim, ah uzandı O'na//Uçuyordum sanki bir rüyada//Bilmiyordum neredeydim, zaman ne//**//Yalnız bu şarkım hep çalıyordu//Güneş ılık, parlak ve mutlu//Yaşamak ne de çok tatlıydı//Çalarken hep bu şarkı//**//Bu şarkı bizim, hep ikimizin//O geciken sevgimizin//Ümitlerin, hayallerin, anıların//Şarkısı bu//**//Ne çabuk geçmiş, ah o gençlik//Ne çabuk geçmiş ümitlerimiz/ömürlerimiz//Sanki hep kışmış gibi yağmurlu//Geçmiş yaşanmış sevgimiz."
'El Cordobes'i de Nino De Murcia, Türkçe sözlerle söylemişti: 'Seni Beklerim Öptüğüm Yerde' (1969) (Sezen Cumhur Önal).
Selma'yı Handan Kadıoğlu; Bedri'yi ve Savcı-Mehmet Büyükgüngör'ü Sadettin Erbil; Doktor Tarık'ı Özdemir Han; Komiser Kadri Ögelman ve Ağır Ceza Üyesi-Muzaffer Yenen'i Rıza Tüzün; Kalburbastı Remzi-Hakkı Kıvanç'ı Timuçin Caymaz; Madam Rozali-Talia Salta ve Mualla Sürer'i Sacide Toroğlu seslendirmiş.
Anne Sabahat Işık; Ekrem'in hizmetçisi Hayriye; Tarık'ın sevgilisi Gülgün Erdem; '34 FU 542' plakalı 40 model taksi; '34 AT 520' plakalı kamyon; '34 FY 745', '34 DP 391', '34 AV 657' plakalı arabalar; Madam Rozali-Talia Salta; Ağır Ceza Üyesi-Muzaffer Yenen; Ekrem'i ölüm döşeğindeki babasına götüren tren çok güzeldi.
Doktor rolündeki Erten Üçgözen, aynı zamanda, filmin senaristi ve 'rejisör yardımcısı'. Sanatçı "Harput'ta Bir Amerikalı" (Ocak, 1961) (Cevat Fehmi Başkut) (Saim Alpago ve Arkadaşları-İstanbul Tiyatrosu); 'Sarmaş Dolaş' (Aralık, 1966) (Sahneye koyan-Handan Adalı) (Bakırköy Halkevi Tiyatrosu); 'Hülleci' (Ekim, 1973) (Reşat Nuri Güntekin) (Bakırköy Komedi Tiyatrosu); 'Geceye Selam' (Kasım, 1981) (Haldun Dormen) (Kastelli Kültür ve Sanat Vakfı) gibi eserlerde rol almış. 1972'de Şemsi İnkaya ile 'Mandallar' adlı grubu oluşturmuşlar.
Ekrem âşıkmış.
Tarık; "Bırak Allahını seversen bu lafları. Asabın filan bozuksa sana ilaç vereyim."
Ekrem; "Sen ciddi konuşmasını bilmez misin?"
Tarık; "Ciddiyet de bir hastalıktır. Hem de tedavisi kabil olmayan bir hastalık."
Ekrem; "Beni dinleyecek misin, yoksa kalkıp gideyim mi?"
Tarık; "Hemen de alınıyorsun. Dinliyorum."
Ekrem; "Evleniyorum ben."
Tarık; "Anlayamadım! Bana 'ciddi ol' diyorsun, kendin sululuk yapıyorsun."