Üye değil misiniz?
Aktivasyonunuzu tamamlamadınız!
Zaten bir hesabınız var mı?
The Straight Story, bir psikoterapist olarak önemsediğim yapımlardan. Hem çok iyi çekilmiş bir film, hem de küslük ve barışma hakkında çok şey söylüyor.
'David Lynch'i nasıl bilirsiniz' diye sorsalar muhtemelen bir durup düşünür insan. The Elephant Man, Blue Velvet, Wild at Hearth, Mulholland Drive gibi izleyiciyi sarsan, bunaltı veren, irkiltici kültlere imza atmış bir yönetmen. İnsanın içine tekinsiz duygular salmaya, en durgun suları bile bulandırıp kafa karıştırmaya ahdetmiş gibidir Lynch. Ancak Lynch'in rejisiyle çekilmesine rağmen adı fazla duyulmamış, maalesef gözden kaçmış olan The Straight Story, yönetmeni kült filmlerinden tanıyanları hayretler içinde bırakacak türden. Son derece sade, hüzünlü ve hayatı en derininden kavrayan bir film.
Çim biçme makinesinin arkasına taktığı ev yapımı römorkuyla millerce uzaktaki kardeşini görmeye giden aksi ihtiyar Alvin'in hikayesi The Straight Story. Alvin'in görenleri afallatan ulaşım aracı gibi ağır mı ağır tempolu bir film. Ama asla sıkıcı değil. Çünkü Richard Farnsworth (Alvin) vakur bir direniş abidesi gibi yakanızdan tutup sürüklüyor sizi. Duruşu, bakışı, suskunlukları çok şey söylüyor. Yaşamışlığıyla, görmüş geçirmişliğiyle, inadıyla, pişmanlığıyla, azmiyle ve belki de en çok 'yolun sonuna gelmişliğiyle' kalbinize mührünü basıyor. The Straight Story'nin Alvin'i, izlediğim bütün filmler içinde beni en çok etkileyen karakterlerden biri.
Yetişkin kızıyla birlikte kırsalda yaşayan ihtiyar Alvin, yıllardır küs olduğu kardeşi Lyle'ın kalp krizi geçirdiğini öğrenir. Aynı dönemde, doktorunun Alvin'e verdiği haberler de hiç iyi değildir. Bastonsuz yürüyemez, görme yetisi oldukça azalmıştır, ciğerlerinin durumu endişe vericidir. Alvin kendisi için geri sayımın başladığını vakarla kabullenir ve doktorunun önerilerini kulak arkası eder. Gözleri yeterince görmediği için ehliyetini yeniletememiştir ve başkasının kullandığı bir araca binmemek gibi bir inadı vardır. Bu yüzden çim biçme makinesi ve römorkuyla yola çıkar. Onu kardeşine götürecek olan bu uzun yolculuk belki de hayatının son yolculuğu olacaktır. Dağlar, ovalar, çayırlar, tarlalar geçer, ilginç insanlarla tanışır. Şahane manzaralar ve insanın içine işleyen bir müzik eşliğinde izleyici yol arkadaşı olur Alvin'e.
Kardeşi Lyle ile yıllardır küs Alvin. Minnesota'da bir çiftlikte çok zor koşullarda büyümüş iki kardeş. Anne babalarını erken kaybederler ve çocuk denecek yaşta ağır çiftlik işlerinin, dondurucu soğuğun, yaşam savaşının orta yerinde bulurlar kendilerini. Kışın çalışırken düşüncelerini soğuktan uzak tutabilmek için hayaller kurarlar. Kısa yaz gecelerinde ise açık havada yatar ve uyuyana kadar yıldızlar hakkında konuşurlar. Uzayda onlar gibi birilerinin olabileceğini düşlerler, gitmek istedikleri yerleri anlatırlar. Birbirlerinden başka kimsesi olmayan iki yorgun ruh Lyle ve Alvin. Bu yüzden de iki erkek kardeşin normal koşullarda olabileceğinden daha yakınlar birbirlerine.
"Habil'le Kabil'in hikayesi gibi bizim küslüğümüz" der Alvin, Lyle'e giderken yolda karşılaştığı bir rahibe. "Öfke, kibir, bunları alkolle karıştır, ortaya 10 yıldır birbiriyle konuşmayan iki kardeş çıkar" Neden küstüğünü unutmuş bütün yıllanmış küsler gibi, artık nedenleri önemsemez Alvin. Tek isteği Lyle ile barışmak ve uzun yıllar önce yaptıkları gibi yanyana oturup yıldızlara bakmaktır.
Küslük, ilişkilerimizi olumsuz etkileyen bir duygu durumu. Aslında bir reaksiyon. Yakınmak, kin tutmak ya da intikam çabası gibi. Yapıcı ve işlevsel olamayan bir reaksiyon. Reaktif olansa zayıf düşer. Alvin de bitkin düşmüş bu küslükten. Küslüğünün cezasını çekiyor. Çünkü bir yanıyla cezadır küsmek. Ceza olmasa da bir bedel. Birine gereğinden fazla yaklaşmış olmanın bedelini ödemektir küsmek. Kendini de ötekini de koruyamayacak kadar yaklaşmış olmanın bedeli.
En çok kimlere küseriz? Belki de bize en çok benzeyenlere. Kardeşlerimize, annemize, babamıza, akrabalarımıza... Kendimizde görmek, kabullenmek istemediklerimizi en çok taşıyan, bize en çok yansıtanlara. Küsmek; kabul edilemez olanların kısa devre yapmasıdır bir yerde.
Aslında bir mesafe koyma çabasıdır küsmek ama iki insanı hiç olmadığı kadar yaklaştırır birbirine ve hatta birbirinin içine kilitleyip hapseder. Akışa bırakılamayan, dondurulmuş bir maddeye dönüşür adeta ve omuzlarımızda taşıdıkça ağırlaşan bir yük gibi bizi yorar, yıpratır, belimizi büker.
Küslük, olmadığımız biri gibi davranma ve hissetme zorunluluğu yaratır. Bu da bizi, otantik oluştan çıkarır. Bu bakımdan da aslında tutsaklıktır küsmek. Hem küs olduğumuz kişiye, hem de doğal yörüngesinden sapmış, başkalaşmış kendiliğimize tutsaklık.
Alvin'le Lyle'ın insanın içine işleyen hikayesine bakınca; barışmanın özgürleşmek olduğunu en derininde hissediyor insan.
Ötekilerle aramıza koyduğumuz mesafeler ve bu mesafelerin önemi hakkında izlenebilecek en güzel filmlerden biri The Straight Story. Kaçırdıysanız mutlaka izleyin. Eminim sizi de sarıp sarmalayacak ve David Lynch'e yepyeni bir gözle bakmanızı sağlayacak.