Üye değil misiniz?
Aktivasyonunuzu tamamlamadınız!
Zaten bir hesabınız var mı?
‘Si minör 6 Numaralı Senfoni, Op. 74, Pathétique: II. Allegro con grazia’ (1893) (Pyotr Ilyich Tchaikovsky). “Sen çıldırdın mı? İş aramak benim neyime? Sen kendine ara.” İş bakmak için kendisini uyandırmaya çalışan arkadaşına söylüyor bunları Ekrem. Sonrasında kravatını vererek Ahmet’in gönlünü hoş edecektir. Alemdar Oteli’nde iki kişilik oda. Nasıl olmuşsa, biri ‘varsıl’ diğeri ‘yoksul’ iki delikanlı burada karşılaşmış. 60’ların bir mucizesi olsa gerek!
Nereden nereye! James Jones, ‘Some Came Running’i (1957) İncil’deki bir bölümden etkilenerek yazmış. Sonrası, aynı isimle Hollywood’a (1958) ve ‘Aşka Susayanlar’ (1964) ile Yeşilçam’a uzanan bir serüven. Bizimkinde ‘Byelkin Hikâyeleri’ndeki (1831) (Alexander Puşkin) (1997-Cem Yayınevi) (Çeviri Ataol Behramoğlu) ‘Menzil Bekçisi’nden de yararlanılmış. (Suna’nın bir şehirlinin peşine takılıp köyünden kaçması ve buralarda ‘alınıp satılan bir mal’ haline gelmesi).
Farklı sınıflardan iki delikanlı ve bir sokak kadının ‘siyah- beyaz’ öyküsü.
1963’ün, Ekim-Kasım’ında çevrilen ‘Aşka Susayanlar’ı eleştirmenler Ocak, 1964’te ‘özel bir seansta’ seyretmişler. Gösterime girmesi 13 Mayıs 1964, Çarşamba günü (Beyoğlu) Lüks Sineması’ndaki ‘suarede’. Feyzi Tuna’nın ‘ilk rejisörlük denemesi, delikanlılık coşkunluğu’. Daha önce bir yıla yakın set emekçiliği var. ‘Bu yaşta (23) bir sinemacıdan beklemedikleri bir mizansenle karşılaştıklarını’ belirtmiş eleştirmenler. “Vaatkâr bir başlangıç sayılabileceği muhakkak.” Coşkun Şensoy “İlgi çekici bir film. Ama ‘Adanalı Tayfur’ seyircisini ne şekilde kendisine çeker, bilinmez” diye yazmış. “Değişik konusu sebebiyle ticari başarı kazanıp kazanamayacağı önceden tahmin edilemez.” 1973’teki bir söyleşide eseri için ‘ticari fiyasko’ diyecektir yönetmen. “Gerçekte Erdoğan Tokatlı ile senaryoyu yazacak, ayrıca yönetmen yardımcılığı yapacaktım. Çekim zamanı gelip de yapımcı yönetmen ikinci işi yapmaktan vazgeçince film üstüme kaldı… Bazı yanları ile beni açıklayan, her çeşidinden etkilere açık, pür amatör, bireyci bir filmdi.”
David Hirsh-Frank Sinatra 10 küsur (kitapta ‘16’) yıl sonra Greyhound otobüsü ile kasabası Parkman’a dönüyor. Ekrem ise iki yıllık askerliğin ardından Hakiki Jet ile İstanbul’a. Hem Parkman Hotel hem de Alemdar Oteli’ndeki görevli uyuyordu. Bizim çevrimdeki kendi kendine, Amerikan filmindeki ise yere bırakılan bavulun çıkardığı sesle uyanır.
David bir Yazar. Otel odasında torbasından ‘The Portable Faulkner’, The Portable Steinbeck’, ‘The Portable Thomas Wolfe’, ‘Hemingway’, ‘F. Scott Fitzgerald’ kitapları çıkıyor. Ekrem’in ise ne yaptığı belli değil. Okumakla tek ilgisi kitapçı vitrinindeki ‘Hayaletler Oteli’ (1963) (Anita Blackmon), ‘Turuncu Şapkalı Kadın’ (1963) (William Irish) gibi kitapları seyretmek. (Bir de Tülin ve Suna’nın mektuplarını okumak!).
‘Yazmayı bırakmış’ içkici bir Yazar’ı anlatan Hollywood çevriminin senaryosu çok çarpıcı. “Do you always drink this much?” diye soruyor Gwen-Martha Hyer. Dave’in yanıtı; “Only when I have money.” Bir başka konuşma: Genç kız “I’m an admirer of yours, Mr. Hirsh” deyince “Until people get to know me, they usually are” karşılığını alır. Herkes Yazar’a hayranmış. Ta ki O’nu kişisel olarak tanıyana kadar(!).
‘Askerlik sonrası sahte, renksiz çevresine dönmek istemeyen şehir çocuğu’ Ekrem ile ‘iş bulma ümidiyle büyük şehre gelen taşralı’ Ahmet. ‘Başka dünyaların, başka katların insanları’.
Filmin başında Ekrem, abisinin evine gitmek için ‘İstanbul T. 59 597’ plakalı taksiye biner. İlginç bir şekilde indiğinde plaka ‘34 AC 294’ olmuştu.
Ahmet önceleri “Taşın suyunu sıkar 3-5 kuruş alırım” diyordu. Ancak Beyoğlu’na çıktıkları ilk gece ‘çözülür’; “Bu şehir kendini tanımayanı yaşatır mı Abi?” Almanya hayali de var. “Orda bizim işçileri çok tutuyorlarmış. İyi de para aldıktan sonra. Ne dersin Almanya’ya gitsem. Belki de buradan iyidir. Bir de tutturdum mu.” Gidenlerin hepsinin otomobili varmış. “Ama benim gözüm otomobilde değil. Önce iki odalı bir ev, tıkır tıkır yürüyen de bir işim olsa başka ne isterim. Yalnız buzdolabını da unutmamak lazım.” Kasabada Hasan Bey’in evine mozaik döşerken görmüş. İnsanlarımızın en basit isteklerini kendi ülkemizde karşılayabilsek keşke.
Taksim Anıtı’na hayranlıkla bakarken Kurtuluş Savaşımızı düşünüyor zannettik. Almanya’ya gitmeyi, ev almayı düşünüyormuş. Köy Enstitüleri ve Lord Curson’un ‘cebindekiler’ geldi aklımıza.
İş arama çekimleri için Merkez Reklam bürosu kullanılmış. Gencecik (13) Gülgün Erdem de orada çalışan memure rolünde. Şirketin sahibi Üstün Erendor da odalardan birindeydi.
Sedat’ın ‘saray yavrusu’ gibi evi karşısında şaşkınlığını gizleyemez Ahmet. [Dış çekimler ‘Aşka Tövbe’ (1968), ‘Büyük Öç’ (1969) filmlerinden anımsadığımız köşkte yapılmış]. ‘Love Story’deki (1970) Jenny-Ali MacGraw da, Barrett’lerin malikânesini görünce “I bet you have ‘serfs’ living here” demişti.
Suna, Ekrem’i, Ahmet de Suna’yı sevmiş. Genç kız “Keşke ikinizi birden sevmek mümkün olsaydı” diyor.
Ekrem, filmin başında Abisinin evine gitmek istememişti. Ancak ‘para suyunu çekince’ oraya yerleşir. Üstelik Sedat’ın deyişi ile ‘yanında bir de sokak kadını getirmiş’.
En zor durumdaki kişi Bahri Beyat. Suna’yı, ‘pazarlarken’ değil ama Ekrem’e ilgisini anlayınca kıskanır. Sevmeye başlar. “Belki inanmayacaksın ama para filan umurumda değil artık” diyor.
Suna’nın babası da mektubunda Hasan Emmi’den söz ediyor. (Keşke adı, Ahmet’in kasabasındaki Hasan Bey’den farklı olsaydı). İstanbul’a geldiğinde tesadüfen genç kızı ‘yanında bir herifle’ görmüş. “Sen de O’nu görmüşsün ama tanımamışsın. ‘Sıhhati nasıl’ diye sorduğumda ‘bilmem ama pek hallice değildi’ dedi… ‘Yanında bir herif (Bahri) vardı’ dedi. Herhal (‘herhalde’) kocan olacak. O kocan olacak herif utanmıyor mu ki sana tükürüyor. Hem de tekmil milletin içinde.” Mektuptan ‘yıllardır birbirlerini görmediklerini’ de anlıyoruz. “Kardeşin kocaman delikanlı oldu. Mektebe bile gidiyor. Gönderdiğin parayı aldım. Berhudar ol.” Benzer şekilde ‘Some Came Running’deki Frank Hirsh-Arthur Kennedy de 10 yıl sonra gördüğü kardeşine evli olup olmadığını soruyor; “This is a funny question to be asking your own brother but you’re not merried, are you?”
‘Aşka Susayanlar’ Bahri’nin Suna’yı öldürmesi ile biter. Kitapta Dave, Hollywood yapımında ise Ginnie Moorehead ölüyor. Frank Sinatra’nın önerisiyle yapılan bu değişiklik Shirley MacLaine’i Oscar sahibi yapmış. Ancak böylesi değişikliğin Semra Sar’a getirdiği bir ödül yok!
Filmdeki melodiler.
Rus folklorundan ‘Dve guitari (Les Deux Guitares)’ 6 sahnede (Jenerikte; Ahmet ve Ekrem köşke geldiklerinde; Suna, köşk penceresinden Onlara el sallarken: “Beni bıraksan Ekrem, beni bıraksan da gitsem” derken: Bahri, otel odasından kaçtıktan sonra; Ekrem, Suna’nın gittiğini anladığında).
Paul Whitteman ve Orkestrası’nın ‘50th Anniversary’ albümündeki (1956) ‘Les Feuilles Mortes (Autumn Leaves)’ (1945/47) (Joseph Kosma / Jacques Prevert / Johnny Mercer) 2 sahnede (Ekrem, köşke girmeyip geri giderken; Filmin sonunda).
Roy Conniff ve Orkestrası’nın ‘Conniff Meets Butterfield’ 33’lüğündeki (1959) ‘Something To Remember You By’ (1930) (Howard Dietz / Arthur Schwartz) Ekrem ve Ahmet, akşamleyin Beyoğlu’nda dolaşırlarken.
‘Si minör 6 Numaralı Senfoni, Op. 74 (Pathétique)’ (1893) (Pyotr Ilyich Tchaikovsky): ‘I. Adagio-Allegro non troppo’ (5.10’dan itibaren) Suna’nın evinde Ekrem, Ahmet’e “Sen git ben kalırım. Sabaha bir uğra” derken. ‘II. Allegro con grazia’ Arkadaşına verdiği kravatı bağlayıp “Gördün mü bak, yakışıklı oldun şimdi” dediği sahnede.
‘Si minör Manfred Senfonisi, Op 58’ (1885) (Pyotr Ilyich Tchaikovsky). ‘I. Lento lugubre’ 3 sahnede (Gülgün Erdem, iş arayan Ahmet’i ‘müracaat’a götürürken; Ekrem, Suna’nın evinde uyanırken: Tülin, Suna’ya gitmesi için kaç para istediğini sorarken. “Cevap ver, kaybolmak için kaç para istersin?”). ‘IV. Allegro con fuoco’ Bahri kapıyı zorlayıp içeri girerken.
‘Mi minör 9. Senfoni (From the New World-Yeni Dünyadan) Op. 95’ (1893) (Antonin Dvorák). ‘I. Adagio-Allegro molto’ 2 sahnede (Ekrem, Tülin’in mektubunu okurken; Tülin ve Suna çiçeklikte konuşurken). ‘II. Largo’ Suna, deniz kenarındaki masada “Defalarca yeniden başlamayı denedim ama her seferinde beni ezdi” derken.
‘Prelude to the Afternoon of a Faun’ (1894) (Claude Debussy): Ekrem ve Ahmet, Hotel Lozan Palas’a gelirken.
‘Romeo and Juliet Overture’ (1886) (Pyotr Ilyich Tchaikovsky) (6.30’dan itibaren) Ahmet ve Suna, semt pazarında karşılaştığında.
‘West Side Story’deki (1961) (Leonard Bernstein / Stephen Sondheim) ‘The Rumble’ 5 sahnede (Ekrem, otel odasında Bahri Beyat’a kafa atarken; Ahmet’le kavga ederken; Suna, lunaparkta Bahri’yi gördüğünde; Bahri, Suna’yı takip ederken; Ateş ederken).
‘Mi minör 1 Numaralı Senfoni, Op.39’ (1898) (Jean Sibelius) ‘IV. Finale (Quasi Una Fantasia)’ Hastanede Suna’nın cesedi götürülürken.
‘Rigoletto’daki (1851) (Giuseppe Verdi) ‘Tuute Le Feste Al Tempio’ İki tarafı ağaçlı yolda Suna ve Ahmet yan yana yürürken.
‘Pathétique Senfoni’nin Adagio-Allegro non troppo bölümünü Glenn Miller ‘The Story of a Starry Night’ (1941) (Mann Curtis / Al Hoffman / Jerry Livingstone) adı ile plak yapmıştı.
Filmde tiyatrocular çoğunlukta. Nur İnsel (64/65 sezonunda Ulvi Uraz Tiyatrosu’na katılmış); Filiz Dirim (Eşi Kemal Dirim’in tiyatrosunda çalışmış); Bahri Beyat (Nejat Uygur’un can dostu); Renan Fosforoğlu; Muazzez Arçay.
Muazzez Arçay, ‘Aşka Susayanlar’ın ardından ayağını kırmış. Sonraki yıllarda hep bastonluydu.
Filmin yapımcısı Kemal Dirim’in Milliyet muhabiri Birol Kuytan’a anlattığı iki anısı; Doğubeyazıt’a uğradıkları turnede (1954) bir vatandaş afişteki ‘Ar Operet’ yazısını ‘operatör’ anlamış ve Kemal Dirim’i karısının doğumu için götürmek istemiş. 1966’da ise Karaman’da gösteri yapacak yer bulamamışlar. Nedeni ‘halkın tiyatro değil dansözlü konserlere rağbet etmesi’ymiş. ‘Sosyal gelişme’ henüz değil ekonomiyi, göbek dansını bile aşamamış!
Semra Sar’ın küçüklüğü ‘sinemalar semti’ Şehzadebaşı’nda geçmiş. Milli, Ferah, Turan, Yıldız ve başkaları. Ama Halit Çapın ile yaptığı söyleşide ‘çocukken şarkıcı olmak istediğini’ söylüyor; “Ne sinemaya giderdim ne de sinema ile ilgili mecmualar okurdum. Yaşıtlarımın tersine öyle sevdiğim, resimlerini duvara astığım artistler de yoktu. Tek merakım şarkıcılıktı. Sinema beni katiyen ilgilendirmeyen bir konuydu nedense.” Feriha Tunceli ve Arif Sami Toker gibi hocaları olmuş. Sonra ‘laf olsun diye’ bir artist yarışmasına katılmış. Finale kalan 10 kişiden sadece Semra Sar beyaz perdede yer edinebilecektir.
Şarkıcılık hevesi ile sinemaya iki kez ara vermiş. İlk geri dönüşü ‘İsyancılar’ (1965), ikincisi ‘Ayşecik’le Ömercik’ (1969) ile. Keşke Yeşilçam’ı daha fazla ciddiye alsaydı.
Ev sahibi-Araksi Hebo; Luna Park ve Adnan Mersinli; Tülin-Nur İnsel; Meliha-Filiz Dirim; Hikmet Bey-Renan Fosforoğlu; Nejat Uygur’un bacanağı ve arkadaşı Bahri Beyat; Merkez Reklam görevlisi Gülgün Erdem; Sirkeci-Harem arabalı vapuru; Dalgalı deniz; Beyoğlu; Sirkeci; Kahramanlarımızı Suna’nın evine getiren ‘34 AV 418’ plakalı taksi; Sedat’a ait ‘34 AY 816’ plakalı ‘Dodge’ çok güzeldi.
Suna’yı Adalet Cimcoz; Ekrem’i Hayri Esen; Sedat’ı Muhip Arcıman; Meliha’yı Alev Koral; Bahri Beyat’ı Erdoğan Esenboğa seslendirmiş.
Finaldeki ‘Autumn Leaves’in sözleri Ekrem (ve Ahmet) tarafından Suna için yazılmış gibi (1947) (Johnny Mercer); “Since you went away the days grow long//And soon I’ll hear old winter’s song//But I miss you most of all, my darling//When the autumn leaves start to fall.”
‘Mi minör 9 Numaralı Senfoni, Op. 95, B. 178 (From the New World); II. Largo’ (1893) (Antonin Dvorák). “Kendimi ilk defa senin yanında alınıp satılan bir maldan farklı görüyorum” diyor genç kız.
Ekrem; “Bundan sonra hep böyle olacak.”
Suna; “Buna inanmak o kadar zor ki.”
Ekrem; “Neden?”
Suna; “Yaşadığım hayatı değiştiremeyecek kadar yaşlı hissediyorum kendimi.”