Üye değil misiniz?
Aktivasyonunuzu tamamlamadınız!
Zaten bir hesabınız var mı?
Senaryo Doktoru Öktem BAŞOL ile KELEBEĞİN RÜYASI filminin senaristik analizini yaptık.
Veysi SALA : Öncelikle filmin senaryosunu nasıl buldunuz?
Öktem BAŞOL : Filmin senaryosunu beklediğimden daha iyi buldum. Öykü hakkında çekimlerinin gölgesinde kaldığı ile ilgili çok fazla söylenti vardı. Bazı gereksiz fanteziler var biraz sonra bahsedeceğim bazı zayıf yönler var ama onun dışında özenilmiş bir senaryo. Senaryoyu naturel olarak iyi kılan etmenlerden biri filmdeki başkarakterlerin doğrudan çatışma yaratmaları. Nedir bu ?
Veysi SALA : Hastalıklı olmaları ?
Öktem BAŞOL : Evet, sinemada hastalıklı , yaşlı, özürlü karakterler doğrudan çatışma yaratırlar. O yüzden bu karakterlerin hazırlığına gerek olmadan biz çatışma yaşıyoruz. Eski tip yeşilçam filmleri tadında atışma ile başlayan ve devam eden sahneler de var. Bunlar güzel şeyler. Dostluk ve rutini vermenin yolu atışmadan geçiyor. Yılmaz Erdoğan'ın bazı filmlerinde bunu başardığını görüyorum.
V.S : Filmin dilini nasıl buldunuz? Şiirsel bir dili var. Aynı zamanda bir çok sahnede şiirler okunuyor.
Ö.B : Gerçek anlamda şiirin ve bir şairin akılda kalması için filmin dramatik yapısının çok kuvvetli olması lazım. O yüzden şiirsel bir film hiç bir zaman şiir okuyarak yapılmaz. Mesela filmde Muzaffer'in bir adama para kaşılığı şiir okuması bence çok enteresan. Ancak o sahneyi sonradan kızı göstererek harcamaması lazım. Bu adamın mesela böyle bir yolla şiir satılabildiğini keşfetmesi ancak en sonunda hayal kırıklığına uğraması gerekiyor. Bütün bunlar bizde o şiirle bir bağlantı oluşturuyor ve şiiri aklımızda tutuyoruz. Öyle süs değil, gerçekten aklımızda tutmamız için verilmeli şiirler. Mesela filmdekiler aklında kaldı mı senin?
V.S : Hiç birisi yok.
Ö.B : Hiçbirisi yok. Evet. Malesef.
V.S : Sizce bu film yapı olarak biyografi içeren bir kronik mi yoksa dramatik mi?
Ö.B : Dramatik yapılı bir film. Çünkü bu karakterlerin sezgisel de olsa bir amaçları var o da şair olmak. Bununda önünde ciddi engeller var. Parasızlar, hastalar, istedikleri hayat yok, istedikleri kız yok, yazacak makina yok, kağıt yok. Hem doğrudan çatışma yaratan hastalıklı karakterler , hem de üstüne böyle engellerle karşılaştıklarında doğal olarak amaca sahip olmuş oluyorlar. Dolayısıyla bizim bu filmde ayrıca daha spesifik bir dramatik bir amaç aramamıza gerek yok. Bence burda bir amaç var o da gerçek bir şair olmayı istemek. Ama tabii bu amaç için neler yapıyorlar önemli olan o. Filmin başında bunların çok zor durumda oldukları gösteriliyor ama ne kadar çabaladıkları gösterilmiyor. Mesela bir edebiyat dergisine gitmeleri, bir yerden kovulmaları, bir yerde yazmaları, bir edebiyat matinesinde şiir okumaları , rezil olmaları.. Bu tip sahneler görmek istiyor gönül.
V.S : Amaç belki şair olmak ama filmde bize en çok gösterilen konu tiyatro. Suzan karakterinin babası kızının onlarla beraber olmasına izin vermedikten sonra tiyatroyu bir daha görmüyoruz.
Ö.B : Filmin en zayıf yönü o. Filmde tiyatronun hiç yeri yok. Ben o tiyatro gösterilerinin yerinde bir edebiyat matinesinin olmasını, şiirle ilgili bir toplantı koyulmasını, bir okuma yapılıyor olmasını tercih ederdim. Tiyatro içerikle tamamen alakasız. Bu tiyatro üzerine bir film değil. Diyelim alakalı , hiç bir sonucu yok. Mesela babası reddetsede bunlar genede çok büyük tiyatrocu olsalar yada bir tiyatro oyunu yapsalar da başarısız olsalar o zaman anlarım. Hiç öyle bir şey de yok. Tiyatro ile ilgili bölüm son derece başarısız yürüyor ve hiç bir sonuca varmadan da bitiyor.
V.S : Tiyatro bölümünü birde madene inmek için işlemiş, oraya bağlamak istemiş senarist. Ama orda da şöyle bir şey var. Oyunda başroldeki kadın erkek kılığına girip madene giriyor ve ilerleyen dakikalarda filmde Suzan karakteri gerçekten erkek kılığına girip madene iniyor. Fakat sinemada şöyle bir şey var. Eğer bir plan önce anlatılıp sonra uygulamaya geçiliyorsa muhakkak bir yerde sorun çıkacak demektir. Bunlarda herhangi bir sorun çıkmıyor. Kız erkek kılığına girip rahat bir şekilde hiç bir engelle karşılaşmadan madene iniyor.
Ö.B : En çok para harcanan , en çok prodüksiyon yapılan ve en fazla önem verilen yerlerden biri maden aslında ama filmin senaryosunun en soru işaretli yanlarından bir tanesi de o. Çünkü bunların çok basit nedenleri var. Aslında tiyatro veya maden konusunun senaristik olarak başarısız olmalarının en önemli nedeni nedensellik. Sence bunlar niye madene iniyorlar ?
V.S : Hiç bir amacı yok, sadece kız istediği için.
Ö.B : Kız istediği için madene iniyorlarsa, bu neredeyse sempatik görülebilecek bir hadiseyse , o zaman başlarına gelecek hadiseyi orda sempatik algılamak lazım. Mesela soyunan adamlarla erkek kılığındaki kızı aynı anda gördüğümüzde bizim gülmemiz lazım.
V.S : İki baş karakter var ve bunların hayatlarından kesitler anlatılıyor. Karakterleri nasıl buldunuz, sinemasal olarak yeterli derinlikte mi?
Ö.B : İki tane otantik karakter var. Rüştü Onur ve Muzaffer Tayyip Uslu. İki gerçek şairi anlattığı için senaristin doğrudan doğruya bunların hikayelerini, neredeyse aşka varan birlikteliklerini vermek istemesini gayet doğallıkla karşılıyorum. Fakat iki karakter verildiğinde ve özellikle tematik bir film yapmıyorsan, ki tematik bir film değil o zaman bu karakterler arasındaki ilişkinin kötüden iyiye gelişimini vermen gerekli. Senaristin bu iki şairin arasındaki kız mücadelesini anlatan bir dramatik film yapma niyeti de yok. Onuda çok olumlu karşılıyorum, olayın içeriğine uygun değil. Yani iki tane duygusal adamın bir kızı elde etmek için birbirlerine çalım atmaları filmin kontextine uygun olmayabilir. Ama ister istemez filmde bir karakter kıza sahip olmaya başlıyor ve diğer karakter piyon gibi boşta kaldığı için başka bir kıza yanaşmak zoruında kalıyor. Böylesi bir sorunu senaryoda baştan öngörüyor olmak gerek.
V.S : Bizi boşlukta bırakıyor gibi, çünkü başta ikisi bu kızdan hoşlanıyorken bir hazırlık sunuluyor. Diğer karakter Heybeliada'ya gittiğinde boşlukta kalıyoruz.
Ö.B : Ama onu niyet olarak seyirciyi boşlukta bırakmak için yapmıyor, problem orda maalesef. Çünkü neden problemi var. Şimdi adam filmin başında oo ne güzel bir kız, gel şunun peşinden koşalım derken birden bire olayın kontexinden tamamen ayrılıp Heybeliada'daki hastahaneye gitmesi olmaz. Adam eğer gerçekten bu kızdan hoşlanıyorsa Heybeliada'ya değil, bakkala göndersen gitmez. Daha doğrusu seni öyle bir yere gönderiyoruz ki veremden kurtulacaksın desen de gitmez. VAKALAR NEDENLERİ YARATMAZLAR, NEDENLER VAKALARI YARATIRLAR. Bir insanın nedeni olur bir şey yapmak için, o bir vaka üretir. Adam Heybeliada'ya gidiyor, ohh Allah bereket versin. Kızda diğerine kalıyor. Böyle bir şey olmaz. İş tam ayarlanmış gibi biri adaya gidiyor başka bir kızı seviyor, öteki de diğer kızı seviyor. Olmaz öyle şey.
V.S : Suzan karakterini nasıl buldunuz ?
Ö.B : İki erkek karakterinin birbirleriyle ve kadınla olan ilişkisi bana hemen François Truffaut'un Jules ve Jim'i hatırlattı. İşte bilirsin meşhur bisiklet sahnesi. Güzel sahneler...Fakat çok önemli bir sorun var. Kız neden bu iki adamla kıyasıya birlikte olmak istiyor ? Neden bunlarla sürekli gezmek istiyor. Eğer bu sadece bir şımarıklıktan ibaretse, o zaman bizim o şımarıklığın bir yansımasını da görmemiz lazım. Şunu demek istiyorum; Bu adamlarla çıktığında bunları satmalı mesela. Bir kere babasına söylemeli, bir kere bunları yüz üstü bırakmalı. İki gencin kıza şaka yaptığı , kızın da otobüse binerek bunları alt ettiği sahne yetersiz. Çünkü hiç bir kötülük peşinde değil, şaka bu. Niye bu adamlardan bu kadar etkileniyor. Diyelim ki etkileniyor, etkinelebilir de. O zaman bunun öncesini vermek lazım. Hazırlaman lazım. Kız şairlerden çok etkilenen , ağzı laf yapan insanlardan veya şiir yazanlardan çok etkilenen biri diye göstermen lazım. Sonuç olarak ben ciddi anlamda kızın karakterinin çalışılmadığını düşünüyorum. İki erkek karakter iyi çalışılmış ama kız karakter kötü bir karakter, çalışılmamış.
V.S : Filmin en fazla soru sorduran kısmıda iki erkek baş karakterin kız karakterle olan yakınlaşmaları çok hızlı gelişiyor.
Ö.B : Nedensellik yok, niye? Bir neden yok. Niye bunlara gidiyor, niye bunlarla birlikte oluyor? Niye beraber eğleniyorlar? Bir kere eğlenmelerini gösterebilirsin, gençliktir , eğlenirler falan ama bu ilişki ilerlediğinde buna mutlaka bir nedensellik koyman lazım. Benim o nedeni algılamam lazım. Algılayamassam o zaman bunu bir senaryo defosu gibi anlıyorum. Senarist istedi oldu gibi anlıyorum.
V.S : Hem dramatik gelişmeye hemde tematik gelişmeye hizmet etmeyen sahneler var ve bunlar başladığı seviyede bitiyor. Baba sahnesi, anne sahnesi gibi.
Ö.B : Aslında bence sahne bazında bakarsan filmde çok iyi sahneler var. Ama Türkiye'de bazen durum anlatma isteğinin senaristlere, dramatik yapısal bir kurguya göre çok daha çekici geldiğini gözlemleyebiliyorum. Yılmaz Erdoğan gibi Türkiye'deki en iyi senaryo yazarlarından birine bile durum bazen daha çekici gelebiliyor. Mesela ben Muzaffer'in babasına ayna tuttuğu sahneyi çok beğendim ama bir o kadar da bir daha babasının çıkmamasını ve daha sonra hiç bir problem çıkarmamasını yadırgadım. Daha da kötüsü, bu tip anekdotik, neredeyse tek sahneli karakterlerin maalesef senaristlerin kafasındaki metaforlara hizmet ettiğini düşünüyorum ve çok üzülüyorum bunun için. Filmdeki baba karakteri muhtemelen dönemdeki bir memur ailesinin içinde bulunduğu buhranı canlandırıyor.Türkçe ezan ya da kötü İsmet İnönü portresi gibi bazı elemanların seyircide görür görmez bi metafor üretmesi sinema açısından çok hayırlı değildir. Çünkü bunu herkes yapabilir.Önemli olan öykünün tamamından bir metafor üretmektir. Bu da anlatılan fikrin, öykü kurgusunun ve karakterlerin progresif, öykü içinde ilerleyebilir olmasıyla mümkündür.
V.S : Film bir yerden sonra durağanlaşıyor, ileri gitmiyor. Bunda karakterlerin önüne konulan engeller ve onların bu engeller karşısında verdiği mücadelenin payı var . Engelleri yeterli buldunuz mu?
Ö.B : Engelleri iyi buldum. Fakat genel anlamda da türk senaryosundaki bir problemin belki o kadar ciddi anlamda değil ama birazının burda da tekrarlandığını gördüm. Engel üretmek güzel ama engelleri aşamalandırmak gerekir. Türk sinemasının en önemli problemi engeli aşamalandırmaktır. Dramatik senaryo yazmanın en önemli astüslerinden biri de budur. Engeli aşamalandırmak ne demek? Bir engel çıktığı zaman senin o engele bir çözüm üretmen ama o ürettiğin çözümün yeni bir engele yol açmasıdır bu. Örneğin şairlerin hastalıklarına karşı duyarsız olduğu hissine kapılıyoruz. Belli sahnelerde bu adamların kendi durumlarını umursamıyor olması hoş olabilir, ki hoştur, orda bize bir şair ruhu gösterebilir. Ama en azından benim bir-iki sahnede verem hakkında bu iki şairin ne düşündüğünü görmem lazım. İlla umursamaktan bahsetmiyorum, illa ah ah ne olacak bizim durumumuz değil. Ne düşünüyorsun verem hakkında ? Mesela sadece bir şiirde veriyor onu. O şiirde faytondaki adama, kendisini hastaneye kabul ettirmek için söylediği şiir ve bence en söylenmeyecek yerdi orası. Çünkü içerik zaten o şekildeydi. Bence orda tam tersi bir şiir söylemesi gerekiyordu. Ve dikkat edersen engel üreten en önemli metotlardan biri bir türlü kabul edilmemektir. Mesela Heybeliada'ya faytondaki adamı ikna ederek kabul olundu. Sence bu iyi mi? Neydi o sahnenin gerekeni?
V.S : O sahnenin sorunu bence baş karakter bir şey yapmıyor, hocası onun yerine herşeyi yapıyor.
Ö.B : Doğru, bir sorun daha var ama, nedir o?
V.S : Faytondaki adam onları yine kabul etmeyecek bu sefer onlar gizlice girecekler, değil mi?
Ö.B: Evet, adam reddedecek, bunlar zorlayacaklar, lütfen alın diyecekler. Adam diyecekki bu kadar vatan evladı var, neden sizi alayım. Yani karşı çıkan adamda kendince haklı olacak. Ondan bizim şairler tekrar gidecekler ne olur alın diye. Müdür ehhh diyecek ve almayacak. Ondan sonra onlar gizlice girecek. Bütün bunlar nedenin vakayı yaratması. Eğer sen vakayı biliyorsan bu problemleri çözemessin. Diğer türlü bu problemleri en fazla böyle çözersin. Adam hemen tamam atla gel der, atlar gider. Halbuki zayıf sahneler onlar. O sahneleri mümkün olduğu kadar arzu edilir hale getirmen lazım.
V.S : Bunların bu şekilde yazılmasının nedeni nedir?
Ö.B : Falanca adam Heybeliada'ya gidecek , müdürü görecek... Böyle yazılıyor, vakalar yazılıyor önce. Halbuki sinemada asla tretman yazmamak lazım, akış yazmak lazım. Akış yazmak sadece ana başlıklarla olur. Eğer Muzaffer'de bir müddet sonra hocasının yardımıyla Heybeliada'ya gider, vs.gibi bir tretman cümleleri kurmaya başlarsan bu vakayı çeşitlendiremessin. Engelleri ilerletemezsin, mümkün değil. Belli bir cümlenin içinde kalırsın.
V.S : Hocalarının varlığı ve aktifliği iki karakteri de güçsüzleştirmiş mi? Bizim istediğimiz baş karakterlerimizin mücadele etmeleri değil mi?
Ö.B : Haklısın. Hoca karakteri kötü bir karakter değil ama biraz mentor bir karakter olmuş. Mentor bir karakter hiç bir zaman sinema için iyi değildir. Fakat hocalarından gelen kağıt, daktilo gibi yardımlar, bunları ilerletebiliyorsa asla rahatsız edici değildir. Adam kağıt veriyor, sahne bitiyorsa bu kötü. Ama kağıt veriyor, yazarlarken kağıdı yırtıyorlarsa ve ondan sonra tekrar adamdan aşırıyorlarsa bu güzeldir. Progresive olarak onu ilerletmek gerekiyor. Yoksa hocalarının onlara yardım etmesi o anlamda kötü değil, çünkü çok çokta büyük bir yardım etmiyor.
V.S: Tek sıkıntı belki hastahanede, ikisinide hastahaneye hocaları kabul ettiriyor.
Ö.B : Evet. Gerek kabul ediliş biçimi, gerekse de hastahanenin varlığıyla bir sorun. Hastahanede ikisinin birden varolması da bence bir sorun oluşturuyor olabilir.
V.S: Film bu yıl Türkiye'den oscar aday adayı olarak gösterildi ve 11 Ekim'de yeni revizyonu vizyona girecekmiş. Bunun hakkında ne söylemek istersiniz ?
Ö.B : Ben filmin yeni revizyonundan çok umutluyum. Çok iyi, güzel sahneler var. Çok güzel oyuncular var. Daha kompakt hale getirilebileceğini düşünüyorum. Senaryonun vakalar dizini gibi değil, eylemler, peripesiler halinde kurgulandığında daha da dinamik bir yapıya ulaşacağına inanıyorum. V.S : Son olarak Yılmaz Erdoğan hakkında söylemek istediğiniz bir şey var mı?
Ö.B: Ben Yılmaz Erdoğan'ı komedyen olarak tanıdım ve komedyen olmak bence dünyanın en güzel şeylerinden biri. Ve bunu Türkiye'de en iyi yapan insanlardan biri o. Kelebeğin Rüyası çok emek sarfedilmiş, çok para harcanmış, iyi bir film ama ben Yılmaz Erdoğan'ın neden komedide kalmadığını ve neden komedide uluslararası bir film yaratmadığını, niye komedinin üzerine gitmediğini merak ediyorum. Bunu gerçekten bütün samimiyetimle soruyorum. Çünkü algılayamıyorum. Komediyle bu kadar derin şeyler anlatabilen bir adamın, güncel konulara komedi üretebilme yeteneği olan birinin neden böyle dramların büyüsüne kapıldığını anlayamıyorum. Umarım bu film oscar alır tabi ama ben bir gün onun komediyle oscar alabileceğine inanıyorum.