Üye değil misiniz?
Aktivasyonunuzu tamamlamadınız!
Zaten bir hesabınız var mı?
"Seni bir sıla kadar özledim." Aliye, "Beni sev Tosun" dediğinde sevgilisinden bu karşılığı alıyor. Kitapta, aşkı çok daha büyük. "Çünkü seni, seni memleketimden (de) çok seviyorum galiba" diyecektir (Remzi Kitabevi-7. Basım, 1988-Sf. 118) ve (Özgür Yayınları-4. Basım, Ekim, 1999-Sf. 147).
Aynı adlı eserin (şimdilik) üç Yeşilçam çevriminden ilki. 1923 yılında Akşam Gazetesi'nde günlük olarak yayınlanan 'Vurun Kahpeye'nin (Halide Edip Adıvar) kitap olması 3 yıl sonra. 35 bin lira harcanan film Adapazarı Stüdyosu'nda çekilmiş. 150 figüranla ve 20 günde. 'Ey Vatan'lı ve heyecan verici 3 sahnede Mustafa Kemal görüntüye geliyor. Rol alan 5 sanatçı sonradan yapımcı ve yönetmen olur; Vedat Örfi Bengü, Semih Evin, Dr. Arşavir Alyanak, Necil Ozon, Şevket Aktunç. Mahmure Handan'ın o zamanki soyadı 'Erki'. 1973'deki üçüncü çevrimde yine Gülsüm Ana rolünde ve şaşırtıcı bir şekilde geçen yıllardan hiç etkilenmemiş.
Mevlit sahneleri Kemal Gürses yönetimindeki 60 kişilik korodan. Şarkılar ise İstanbul Radyosu sanatçıları Mustafa Çağlar, Mustafa Kovancı ve Mediha Fidan'dan. Ancak 'Ada Sahillerinde Bekliyorum'u söyleyen Necmi Rıza Ahıskan, jenerik hazırlanırken unutulmuş.
Sezer Sezin, kendisine eşlik eden 5, 6, ve 7 numaralı senfoniler (Ludwig Van Beethoven) gibi çok çarpıcı. Sanatçıyı Halide Edib Adıvar da çok beğenmiş; "Tıpkı Aliye Hocanım." Lütfi Ö. Akad'ı yönetmen olması için cesaretlendiren kişi yine Sezer Sezin.
Menekşe gözlü Müderris Aliye. Alev gibi bakışlarında ne gözyaşı var ne korku. "Yemen'den Kafkas'a, Kafkas'tan Suriye'ye geçmiş ve kaybolmuş kahraman fakat isimsiz, talihsiz bir Yüzbaşı ile Fatihli bir kadının çocuğu." Asker babasından sağlam bir irade ve iç kudretini; Dal gibi ince, veremli anasından içliliği ve soğukkanlı, kuvvetli bir ses almış. Öksüz çocukluğu, Süleymaniye'de, Beyazıt kubbeleri altında, ana baba özlemi ile geçmiş. Kız Öğretmen Okulu'ndaki eğitimi sırasında Başhademe Güllü Kadının, filmde ise Gülsüm Ananın kedisini seviyor. Diplomasını alınca Anadolu'da çalışmak istemiş. Sinemada tam belli değil ama (Remzi Kitabevi-Sf. 105) sıtması veya (Özgür Yayınları-Sf. 131 ve 162) sıtma ile karışık, teşhis edilemeyen bir hastalığı, humması var.
Bir sahnede Bayrağımızı işlemek için Kırmızı atlas kumaş alıyordu. İki arşını 5 liraymış. İkinci çevrimde arşını 5 lira. Parası yetişmeyince annesinden kalan yüzüğü vermek ister. Tuhafiyeci (jenerikte sadece adı var, 'Hüseyin') "Hocanım bu yadigârı geri alın. İçim razı olmuyor" deyince "Kalsın Yakup Efendi. Böyle bir günde ana yadigârı, Bayrak için feda edilebilir karşılığını veriyor."
Tayin edildiği kasabada 'namuslu ve ihtiyar bir ailenin' yanına yerleşir. Ömer Efendi ile Gülsüm Ana, 'rahmetli' kızları Emine'nin yerine koyarlar kendisini. İkisi de 'iyi yüzlü ve şefkatli'. Aliye geldikten sonra yerde, sinide değil masada yemek yemeye başlamışlar. Ömer Efendi, Maarif Müdürlüğü'nde idare Meclisi Üyesi. Çevrede Kuvayı Milliyeci olarak biliniyor. Bu nedenle düşman geldikten sonra sürgüne (kitapta 'Atina'ya) gönderilecektir. Düşman kumandanı kendisini 'milliyetçilikle' suçladığında "Milliyetçilik bir fazilettir" karşılığını vermişti.
Filmde değil ama kitapta Maarif Müdürü ayrıntılı bir şekilde incelenmiş. Hovarda çirkin bir ağız. İstanbul'daki Damat Ferit hükümetine bağlı, 'iki yüzlü, sinsi bulanık gözlü, ırz düşmanı' biri. Top sakallı, yakası hep yağlı. Karısı da farksız. Öğretmenleri kocasının halayıkları olarak görüyor. İsterlerse hemen atarlarmış. Kendi çocuğuna ayrı muamele yapılmasını bile ister kahramanımızdan. Karı kocanın yapmadıkları dedikodu kalmaz.
Öyle bir an gelir ki; "Bütün kasaba leh ve aleyhinde yalnızca Aliye'yi konuşuyordu." İzmir'in işgali bile bu kadar heyecanlı değilmiş!
Karma olmasına karşın okul, 'kız okulu/mektebi' olarak geçiyor romanda. Burada esnaf ve memur çocukları var. Bazılarının cepleri tütün tabakası dolu. İkinci öğretmen Hatice Hanım'la karşılıklı sigara bile tüttürüyorlar. Derslerde kavga dövüş eksik değil. Aliye hep sorun çıkaran Kantarcıların Uzun Hüseyin'in yeğeni (kitapta 'oğlu') Sabri'yi sınıftan atınca düzen sağlanıyor. Diğer öğrenciler, bir eşraf çocuğuna böyle davranabilen öğretmeni ilk defa görmüşler.
Kantarcıların Uzun Hüseyin filmin kötü adamlarından. 'Donuk ve kanlı iki siyah göz, sarı biçimsiz bir yüz'. Romandaki 'yıllarca Hukuk Fakültesi'ne devam etmiş'. Nispeten doğru bir İstanbul lehçesi ve çokça 'mecelle terimleriyle' konuşuyor. Yeğeni için hesap sormaya gittiğinde kendisi de kovulur sınıftan. Şaşırtıcı bir şekilde genç kızı babası Ömer Efendi'den ister. "Kızımızın evlenmede gözü yok. O kendisini bu kasabanın çocuklarına vakfetti. Evlenecek kız arıyorsan başka kapı çal" diye terslenmesine karşın köy kahvesinde Aliye ile evlenmek isteyenleri tehdit ediyordu. 'Taliplerin yolu mezarlıktan geçermiş'.
Filmde 1 (Durmuş), romanda 2 (Durmuş ve Hidayet) öğrenci yardımcı olur öğretmenimize. Yine farklı olarak kitapta, Sabri'den kurtardığı çocuk Durmuş değil Hidayet.
Hacı Fettah Efendi filmin en kötüsü. 'Kara kuvvet'. İstilacılardan bile daha tehlikeli bir düşman. Bulanık, çapaklı gözleri kan içinde ve saldıracak yer arıyor. Dişsiz ağzı karanlık bir kuyu gibi. Kantarcılarla birleşip Ömer Efendi'nin 4 dönüm bağına el koymuşlar. Doymamış, tamamını istiyor. "Fenalık etmediği adam kaldı mı kasabada" deniyor kendisi için. 'Kahpe' Aliye'yi 3 kez (2 sahnede 'cami avlusunda' ve bir sahnede 'kasaba meydanında') parçalatmak istediğini söylüyor. Bunun için düşmanla işbirliği bile yapar. Tam da Mevlit okunurken kasabayı işgal etmelerini sağlıyor. "Kuvayı Milliye'nin kanı, gâvur kanı gibi helaldir" dediği için tutuklanır. Serbest bırakılmasında Aliye'nin ricacı olması "Cehenneme giden yol iyi niyet taşları ile döşenmiştir" sözünü bir kez daha hatırlattı. Sonunda Hüseyin ile İstiklal Mahkemesi'nde yargılanır. 'Günahlarını ip üstünde, hem de genç öğretmeni parçaladıkları yerde ödediler'.
Kasabalılar, 'Kuvayı Milliye'yi bir nevi Bolşeviklik ve eşrafın malını alıp halka dağıtacak bir şey olarak görüyordu'. Bir kısmı için oraya gelen hanım öğretmenler, 'eksik etek'. Aliye'nin güvendiği şey ise, eğitimi ve 'kadınlık onuru'. Çocuklara şiirler, çocuk şarkıları ve marşlar öğretiyor.
Dersteki ilk şiir 'Papatyalar' (Tevfik Fikret); "Bahar olsun da seyredin//Nasıl süsler bayırları//Zümrüt gibi çayırları//Altın gözlü papatyalar."
Tosun okula geldiğinde öğrenciler 'Pınar'ı söylüyorlardı; "Pınar gözü yaşlı pınar//Ettiklerin az mı pınar//Yoksa yine yasın mı var//Haydi artık gül, neşelen//Yurdumuza geldi bahar."
Kasaba sokaklarında, elde bayrak, söyledikleri ilk marş; "Ey bülbül güzel kuş şimdi sen nerdesin//Nerde senin o mahzun nefesin//Ne güzel öterdin, öterdi de sonra susardın//Ne oldu o senin tatlı gür nefesin//Söndü mü yoksa artık nefesin." Orijinali Almanca [Muss İ (İch) Denn)] olan bu şarkıyı Elvis Presley de söylemişti; 'Wooden Heart' (1960).
Söyledikleri ikinci marş; 'Dağ Başını Duman Almış' (Ali Ulvi Elöve). Bu sırada Uzun Hüseyin'in 'donuk, siyah bakışları' üzerlerindeydi. Her adım bir saatten fazla sürüyor, her nefes alış sonsuzluk kadar uzun! 'Eşraf çocuğuna hakareti, kendisini beğenmemeyi' gösterecekmiş muallime; "Sonunda benim ayağıma, benim kollarımın arasına yalvara yalvara düşeceksin." Hacı Fettah'a göre de namahremlerin böyle 'yüzü gözü açık, şarkı söyleyerek dolaşması erkeklerin kalbini fesada vermek içinmiş'. "Namuslu olsa yüzü açık gezer miydi? (Remzi Kitabevi, sf. 22 ) (Özgür Yayınları, sf. 25)"
Tosun Bey, kumral, uzun boylu bir kumandan. Karadeniz sahillerinin yetiştirdiği kartal yüzlü, sert ve güzel bakışlı bir yüzbaşı. 30 yıllık ömründe "Hemen hemen (ne demekse) hiç kadına temas etmemiş (galiba 'el sürmemiş' anlamında) bir Türk genciydi". Düşmanların İzmir'e girdiği gün hemşerilerden 60 kişilik bir çeteyle dağa çıkmış. Aliye ile göz göze geldikleri 'uzun ve sonsuz dakika' müthişti. Sonrasında delikanlının kalbinde 'tatlı bir ıstırap' var. Ömer Efendi'den kasaba hakkında bilgi alırken bile kafası, yüreği 'menekşe gözlü' muallimdeydi. Cephanenin patlatılması sırasında kolundan olur. Ayrıca bacağına gelen kurşun nedeniyle sekerek yürüyordu.
Filmde düşman ülke Yunanistan ve kumandan Damyanos'un adı yok. Pos bıyıklı ve kokain kullanan biri. Aliye'ye olan tutkusu Neron'un Vesta Bakiresi'ne duyduğu aşk gibiymiş. Kitapta tercüman aracılığı ile konuşuyorlar. Yine romanda 'Türk kızına olan ilgisi nedeniyle amirlerine jurnal edilir.
Bakkal Salim'in 'dul' karısı senaryoda işlenmemiş. Başına 'siyah yeldirme' sarılı bir kadın. Çile çekmişlere mahsus gözler. Onun bunun tarlasında çalışır hayatını kazanırmış. 'Oldukça güzel yüzlü olması' da bela. Bu nedenle dedikodunun sonu yok. Köy düğünlerinde oynatmak için götürdüklerini duymuş Aliye. Böyle 'aşağı bir mevkide' olduğu için mevlit şekeri bile verilmez zavallıya. Camiye pek almıyorlar ama girebilirse yeri kafesin en arkasındaymış. Kahramanımız şekerlerini götürüp O'na verecektir.
Kitap biterken Aliye ile beraber başka bir kadın daha öldürülmüş; (Sf. 136-170) "Kasabaya ordunun girdiğini görür görmez Kantarcıların Uzun Hüseyin Efendiyle Fettah Efendi, iki zavallı kadının birer et peltesi gibi ezilmiş olan vücutlarını bıraktılar, herkesten önce karşılamaya koştular." Acaba bu ikinci kadın, 'rahmetli' Bakkal Salim'in karı mı?
'Vurun Kahpeye'deki melodiler.
'5 Numaralı Do minör Senfoni, Op. 67' (1808) (Ludwig Van Beethoven) 'II. Andante con moto' Aliye, bayrak için kırmızı atlas kumaş alırken. 'IV. Allegretto' Ömer Efendi ve diğer Milliciler, düşman subayının karşısına çıkarıldığında.
'Fa Majör 6 Numaralı ('Pastoral') Senfoni, Op 68' (1808) (Ludwig Van Beethoven) 'II. Andante Molto Mosso' Aliye öldürülürken. 'III. Allegro ('Thunderstorm') Aliye bağlanıp götürülürken. 'IV. Allegretto' Öğrencilerin tırnak muayenesi sırasında.
'La Majör 7 Numaralı Senfoni, Op 92' (1812) (Ludwig Van Beethoven) 'I. Poco Sostenuto-vivace' Durmuş, taş atarak düşman askerinin dikkatini başka yöne çekerken. 'IV. Allegro con brio' Düşman, Kuvayı Milliyecileri kasabadan toplarken.
'1 Numaralı Sol minör Keman Konçertosu, Op. 26' (1866) (Max Bruch) 'II. Adagio' 6 sahnede (Aliye, Tosun'a "Bu toprak benim toprağım, bu kasaba benim kasabam. Burasını sev, muhafaza et. İstediğin zaman, istediğin yolda yürürüm" derken; Durmuş'a "Seni Allaha emanet ediyorum. Bir daha beni göremesen de beni sev. Hep böyle cesur bir çocuk ol yavrum. Beni sakın unutma" derken; Aliye ve Tosun, ikinci kez kucaklaşıp öpüşürken; Tosun 'bir sıla kadar özlediğini' söylerken; Aliye, Durmuş'a "Belki bir daha birbirimizi göremeyeceğiz" derken; "Sen eve git. Öyle lazım. Hem küçük bir asker gibi" derken).
"Ankara'nın Taşına Bak" Gençler, Kurtuluş Savaşı için cepheye giderken.
'Rast Makamında Ney Taksimi'. Neyzen Tevfik'in nefesiyle 30 saniye. Mevlitten önce.
'Rast Makamında Peşrev'. Camideki mevlitte, toplu halde çalınıyor (1.50 dakika).
'(Sol Majör) Rast Şarkı' Mevlit öncesi toplu halde söyleniyor (1.46 dakika).
Kemal Gürses'in yorumu ile 'Mevlit' (2 dakika); "Amine Hatun, Muhammed ânesi//Ol sadeften doğdu ol dürdanesi//Çünkü Abdullah'tan oldu hamile//Vakt erişti hefte vü eyyam ile//Hem Muhammed gelmesi oldu yakîn//Çok alametler belirdi gelmeden//Ol Rebiul evvel âyın nîcesi//Ol ikinci gece isneyn gecesi//Ol gece kim doğdu hayrül beşer//Ânesi anda neler gördü neler.
'Çargâh Sirto' Düşman askerleri, kasaba sokaklarında sarhoş bir şekilde dans ederken.
'Ada Sahillerinde Bekliyorum' Orijinali Arapça olan Hicaz Türkü (3 dakika). Düşman kumandanı, Hacı Fethullah ve Uzun Hüseyin ile içki masasındayken.
Mediha Fidan'ın sesinden 'Ağlarsanız Mahzun Olur Bu Sevgili Ananız' (Saba Makamı) Aliye, babasını kurtarmak için Durmuş'un fikrini sorarken.
'Ey Vatan' Türk taarruzu başlayınca (enstrümantal) ve kasabaya girerlerken (sözlü); "Başka bir aşk istemez//Aşkınla çarpar kalbimiz//Ey vatan göz yaşların dinsin//Yetiştik çünkü biz//**//Gül ki sen neşenle//Gülsün ay, güneş, toprak, deniz//Ey vatan göz yaşların dinsin//Yetiştik çünkü biz."
'Yeşil Kurbağalar Öter Derelerde' (Kemaliye Türküsü) (Hüseyni Maya) (2.25 dakika) Hapishane sahnesinde; "Yeşil kurbağalar öter derelerde//Kanadım kırıldı kaldım çöllerde//Anasız babasız gurbet ellerde//Ya ben ağlamayım kimler ağlasın//Şu garip gönlümü kimler eğlesin//**//Ağam sen gideli yedi yıl oldu//Diktiğin fidanlar sarardı soldu//Sizinle gidenler sılacı oldu//Ya ben ağlamayım kimler ağlasın//Sizinle gidenler sılacı oldu."
'Rast Makamında Keman Taksimi' Tosun, gazi olduktan sonra atla kasabaya dönerken; "Medet yar, medet yar//**//Her kaçan anarsam seni//Kararım kalmaz Allahım//Senden gayrı gözüm yaşı//Kimseler silmez Allahım//**//Sen yarattın cismü canı// Sen yarattın bu cihanı//Mülk senindir, ey kerem hanı//Kimsenin olamaz Allahım."
Aliye'yi Adalet Cimcoz; Hacı Fettah'ı Sami Ayanoğlu; İkinci öğretmen Hatice'yi Bedia Muvahhit seslendirmiş.
Tosun-Kemal Tanrıöver; Hacı Fettah-Settar H. Körmükçü; Uzun Hüseyin-Vedat Örfi Bengi; Düşman kumandanı Temel Karamahmut; Ömer Efendi-Arşavir Alyanak; İkinci öğretmen Hatice-Saime Ogan; Salih-Semih Evin; Binbaşı Âli Bey-Nuri İmren; Durmuş-Nurdoğan Öztürk çok güzeldi.
Aliye'nin linç edilmesi çok rahatsız edici. Yazar sanki Hacı Fettahlar ile genç Cumhuriyet'e ve Mustafa Kemal'e saldırıyor. Türk Ordusu'nun kasabaya girişinden sonra kahramanımızın akıbetini belirsiz bıraksaydı keşke. 'Vurun Kahpeye' dolu onca sayfanın ardından bir şans tanısaydı.
Saldırı sırasında aklına çocukluğundaki kuzu gelir. The Silence of the Lambs'deki (1991) Clarice-Jodie Foster'in kuzusu gibi.
Film biterken İstiklal Marşı var.
Gencecik bir öğretmen yıllar öncesinden yol gösteriyor: "Bu çocuklar hepimizindir. Onlara, el ele verip beraber bakmalıyız. Mektebe vaktinde yollayınız ve derslerine çalışmalarına göz kulak olunuz. Temizliklerine de ayrıca dikkat etmelisiniz."