Üye değil misiniz?
Aktivasyonunuzu tamamlamadınız!
Zaten bir hesabınız var mı?
"Ferahfeza Saz Semaisi'nin 3. Hanesi" (Tamburi Cemil Bey). "Para pul yok... Olmasın. İkide bir başım senin yüzünden derde girer... Girsin. Günyüzü göstermezsin, her hevesim kursağımda kalır... Kalsın. Bari bir tatlı dilin olsa, elin kalkmasa bari." Salih'ten 12 tokat yiyen Sabahat söylüyor bunları. Delikanlının içinde bulunduğu ruhsal durumu, yine kendi sözlerinden anlıyoruz; "Eşeklik ettim, halt ettim. Vurmam, sana değildi aslında!"
'Sabahsız Geceler'in (1934) (İkinci basımı 1942-Semih Lûtfi-Sühulet Kütüpanesi) siyah beyaz Yeşilçam uyarlaması. Peyami Safa, eseri 'edebi' bulmadığı için 'Server Bedi' ismiyle yayınlamış. 'Adapte ettiği veya beğenmediği' romanlarda yapardı bunu. 71 kitabın 55'inde bu imza var. 'Beğenmedikleri' daha fazla! Türker Acaroğlu ile yaptığı bir söyleşide '200 kadar' eseri olduğunu söylemiş.
Nisan ayında çekilen filmin gösterime girişi 20 Mayıs 1968, Pazartesi günü (Beyoğlu) İnci; (Beyoğlu) Rüya; (Aksaray) Bulvar; (Eyüp) Melek; (Kadıköy) Feza; (Üsküdar) Lâle sinemalarında. Oyuncuların neredeyse tamamı tiyatro kökenli. Kartal Tibet, Meydan Sahnesi ve Devlet Tiyatrosu; Sema Özcan ve Alev Koral, Kent Oyuncuları; Nedret Güvenç, İstanbul Şehir Tiyatroları; Cahit Irgat, Küçük Sahne ve Cahitler Tiyatrosu; Necabettin Yal, Karaca Tiyatrosu; Nevzat Okçugil ve Mürüvvet Sim, eski Ses Tiyatrosu. Rolü olmadığı zaman hiçbir film setine gitmeyen Yıldız Kenter 'öğrencilerini' görmeye gelmiş. Sema Özcan'a 4 ve Kartal Tibet'e 3 yıl öğretmenlik yapan sanatçı, filmde kendi sesleriyle konuşmalarını öğütlüyor.
Rıfkı Paşa'nın iç ve dış ev çekimleri ['Acı Günler' (1967) ve 'Son Hatıra'daki (1968)] Kont Ostrorog Köşkü'nde; Nezahat Hanım ve Macit Bey'in evlerinin iç sahneleri Cevat Mahruki'nin Basın Sitesi yakınındaki köşkünde, dış çekimler Beyoğlu, Cihangir, Özoğlu Sokak'taki Divan Palas Apartmanı'nın 14 numaralı dairesinde yapılmış. Nafiz Bey'in Çengelköy'deki 2 katlı ahşap evini de 'Seni Affedemem'den (1967) anımsıyoruz.
Damdan kiremitlerin uçuştuğu fırtınalı bir gece. Salih, 'babasını' görmeye gelmiş. Kapıyı yumrukluyor. Yine sarhoş, perişan, aç, sapsarı. "Açım, üşüyorum, dermansızım, bitkinim." Biraz sonra koca bir tabak helvanın dibine darı ekecektir. Üstelik "Daha yok mu" diyerek. Esrara (romanda 'ampes') da alışmış. 'Ancak esrar içenler tatlıya böyle düşkün olurlar'. Gerçi Nafiz Bey içeri almayacaktı delikanlıyı. Pembe Hanım'a "Vallahi Beyefendi evde yok. Belki son vapurla gelir" dedirtiyor ama bizimkini durdurmak ne mümkün; "Sen ne kocakarısın sen! Yemine şerbetli domuzun tekisin! Yazıklar olsun ikinize de. Böyle bir gecede insan köpeğini kapıda bırakmaz be." Aynı gece pek çok kişinin durağan yaşamını değiştirecek itirafını yapacaktır yaşlı adam; "Bu kadar yıl sustum, tuttum kendimi. Lakin gittikçe azıyorsun. Her şeyi söyleyeceğim artık. Ben baban değilim senin! Değilim!" Yıllar öncesinden anlatmaya başlıyor.
"Büyükbaban Rıfkı Bey'in Kızıltoprak'taki köşkünü hatırlarsın. Para pul sahibi bir emekliydi (romanda 'Paşa'). Ava çıkar, hâlâ güreş tutar, hırgüre külhanbeyliğe bayılırdı. Karısı ölmüş, bir daha evlenmemişti. Tek kızı Nezahat'ı, yani senin ananı bana vermişti. Daha doğrusu anana beni almıştı. Köşke içi güveysi olarak girmiştim. Kimsesiz ufak bir memurdum. 6 yıllık evli olmamıza rağmen Nezahat'la pek anlaşamıyorduk ama gene de hayatımdan memnundum." Fakat bir gece sofradaki tartışma her şeyin sonu olur; Karısı yatak odasına almıyor Nafiz'i.
Yine o gece daha başka şeyler öğrenir Şükran'dan. "Nezahat başkasını seviyor." Macit isminde biriymiş. "Evlenmek için yanıp tutuştular ama Rıfkı amcam vermedi. İşsiz güçsüz, ne idiği belirsiz diye vermedi. Nezahat yataklara düştü günlerce. O arada seni buldular." Yoksa 'asil aileden, çok zengin, yüksek tahsilli damat istermiş yaşlı adam'. [Necabettin Yal bu robdöşambr ve fuları 'Son Hatıra'da (1968) karısı-Nevzat Okçugil'e "Muzaffer'i beğenmezken, ister misin başımıza Ferit çıksın" dediği sahnede giyiyordu. Üstelik her iki çekim Kont Ostrorog Köşkü'nde].
İşin kötüsü eski âşıklar tekrar buluşmaya başlamışlar. Zaten Salih'in kendi çocuğu olduğundan kuşkuluydu, kavga dövüş ayrılır karısından. "Mahkemeye vereceğim seni. Salih'i de ben alacağım. Göstermeyeceğim sana" diyor Rıfkı Bey. Nafiz'in canına minnet; "Benden değil zaten. Hiçbir gün sevemedim o çocuğu. Başkasının piçini ne yapayım."
O gece büyükbabaya 'nüzul inmiş'. Nezahat ve Macit'in evlenmesi ihtiyarın 'rahmetli olmasından sonra'. Şükran da hastalığı ilerleyince bir sanatoryuma kaldırılmış ve orada ölmüş. "Çenenin şekli, gözlerin tıpkı Macit. Sağ kulağının arkası bile."
Köşkte uşaklardan, bahçıvandan, aşçılardan başka arkadaşı, annesinin de şefkati yok. Öğrendiği tek şey külhanbeyi Dede gibi 'Cart kaba kâğıt' ve 'Caftara cuftarada' demek. Sonrasında kâbus gibi bir yaşamı var Salih'in. Annesi babası ayrılınca okulda dikiş tutturamamış. "Okumadın velhasıl. İşe verdiler onu da beceremedim. Ya usta dövdün ya bir hır çıkardın. Annen de baş edemedi seninle, bıraktı peşini."
Şükran, Nezahat'ın uzaktan akrabası (kitapta 'teyze kızı'). Kimsesiz olduğunu söylemişti. Sonradan Konya'da Tahir adlı bir abisi (kitapta 'kardeşi') olduğunu öğreneceğiz.
Geçen 20 yılın ardından durumu daha kötü. Bir sevgilisi var Salih'in; Sabahat. Madam Sürvik'in pansiyonunda kalıyorlar. İşin kötüsü şimdi bir de 'sütü bozuk olmadığını' kanıtlamak ve 'gerçek babasının kim olduğunu' bulmak zorunda. Bunalımlı geceler boyunca 'denizde karpuz kabuğu gibi uykuya dalıp dalıp çıkıyor'.
Kulağı için "Doğduğun zaman böyle değildi ki. Topal Ahmet bir gün seni kucağından düşürdü. Kulağının arkası patladı, diktiler" demişti annesi. Doktor Tevfik Soyurgal ise 'bir dikiş izine tesadüf edememiş'; "Belki anadan doğma böyledir belki de düşme sonunda böyle olmuştur. Yalnız bu kulağın ameliyat görmediği muhakkaktır. Ne kadar eski de olsa dikiş yeri kaybolmaz. Babadan oğla böyle konjenital yanlış teşekkülün geçebildiği ilmen ispat edilememiştir. Sizin anlayacağınız bu kulağın babanın yapısından mı olduğu bilinmez."
'Doktor hikâyesi fos çıktı diye bozulurken' Tahir'in Konya'dan geldiğini duyar. Annesi, 'Şükran ile Nafiz sevişiyorlar diye bir laf çıkartmıştı'. Bu iftiranın doğru olmadığını kendisine gösterilen bir mektuptan öğrenir. Nezahat, 'rahmetli' Şükran'a şunları yazmış; "Salih de gittikçe haylaz oluyor. Nafiz'den ziyade Macit'e benzemeye başlıyor. Hele o kulak..."
Salih'in belli bir işi yok (romanda-sf. 16-'tulumbacı'). Geçimi anne ve 'baba'sından 'tırtıkladığı' ile. 'Parasız kalınca (romanda Ayazpaşa'daki) valide hanıma damlanmaktan başka çaresi yok'. 'İnce hastalık' çekiyor. Yemediği halt kalmamış! Romandaki daha da berbat. Bulgar Sütçü'nün bacağına sustalı sapladığı için 'bir hafta deliğe tıkılmışlığı' bile var. Gözlerinde deli bakışı. Yatılı okulda cetvel ve soba demiri ile iki çocuğun kafasını yarmış. Parasız kalınca ev eşyalarını ve seyyar müvezzi çocukların gazetelerini çalıp satmış. Yanına çırak verildiği demirci ustası Kabakulak Fevzi'nin parasını da aşıran O. 'Vay ölüsü kınalı'. En fazla Hasköy'de üç ay berber çıraklığı yapmış. Sevdiği bir şarkı; "Esrarkeşler gelsin girsin koynuma//Bir beşibirlik takayım gerdanına." Bir gece yatıya geldiğinde Nafiz Bey, aşırabileceği şeyleri toplamış ortalıktan ve yatak odasını kilitlemişti. Pembe Hanım da "İkimizi de kesmesin bu gece. Kol demirini vurmayalım, kapıya kaçması kolay olur" diyor.
Romandaki Rıfkı Paşa, Sultan Hamit paşalarının çoğu gibi 'sonradan görme'.
'Tango ana' Nezahat/Nazahet, Paşa'nın biricik evladı. 'Kibirli, hırçın, inatçı'. İllaki aklına koyduğu şeyi yapacak. Yalnız 'cemaziyülevveli' biraz karışık. 15-16 yaşlarındayken Macit'le 'pek ileri gitmişler'! O kadar ki 'evlendikleri ilk gece bazı şüpheli emareler görmüş' Nafiz!
Macit, (tam adı 'Mehmet Macit') güzelce bir delikanlı (sf. 27). Kulağının dibinde keskin bir çizgi var. Filmde 'işsiz güçsüz'; Romanda Tıp Fakültesi öğrencisi. 'Ne idiği belirsiz olduğu için' Rıfkı Bey, Nezahat'ı vermemişti. Romandaki gerekçe ise 'doktor çıktıktan sonra Anadolu'ya gönderilir' diye.
Nafiz, tertipli ve vazifesine bağlı bir adam. Hemen her sahnede burnunun ucundaki gözlüğün ardından okuyor kitaplarını. 'Oğluna' karşı iki farklı duygusu var; 'Korku' ve 'merhamet'. Yürek başka şey, mesuliyet hisleri başka (sf. 46). "İki siyah bulut." Evlendiğinde 'bir hususi mektepte hocalık ederken diğer taraftan Darülfünun'da okuyormuş'.
Şükran 'zayıf, hastalıklı ve duygulu bir kız'. Kuru kuru öksürüyor. Göğsündeki hastalıktan öldüğünde Salih 'memedeymiş'. Okumaya, edebiyata çok hevesliydi. Nafiz'e gizli bir aşk duyması bundandır belki de.
Sabahat (romanda Rum kızı, düşük çoraplı 'Fofo') filmde çok güzel ama kitapta 'otuzuna gelmediği halde kırkında gösteriyor'. Salih'e sırılsıklam âşık. Bir buçuk yıldır beraberler. 12 tokat yediğinde "Utanma yoktur sende. Meramın kızı öldürmektir" diye araya girmeye çalışan Sürvik'e "Sana ne be Madam! Canı sevmiş dövmüşse ne olmuş" karşılığını vermişti. Kaldıkları yer 'evlere şenlik'. Delikanlının en sevdiği şey 'odanın ortasına balgam savurmak'! Genç kızı uyandırışı belinin ortasına yerleştirdiği 'okkalı bir tekme' ile. "Kalk ulan katingo! Gübrelikte sineklenen at leşi gibi serilme. Biraz çıkalım, hava al da şu çomağa geçmiş yılan derisi suratına kan gelsin." Bir başka sefer daha da nazik; "Kalk ulan lağım sineği! Yoksa tekmeyi ağzının üstüne yersin (sf. 61)." 175. sayfada 'sandalyeyi olanca hızıyla sırtına, omzuna, kalçalarına indirir'. [Bunu duyan Nezahat'ın sözleri okuru yerinden sıçratıyor; "Zararı yok. O kadınlar dayaksız yapamazlar (sf. 248)."]
Çalıştığı berber dükkânında bir müşteriye "Höst be! Ayağımı Şirketi Harbiye dubası mı sandın. Önüne baksana len!" diyordu. Kitaptaki durum da aynı; "Ulan sarı kehle yumurtası! Suratının ortasına bir tane patlatırsam kafanı yere kakarım ha! Ayağımı Şirketihayriye dubası mı sandın, önüne baksana!"
Mutfak kültürleri için bir ipucu; Çorba tasının içinde Fofo'nun çorapları var. İçinde çamaşır yıkıyormuş (sf. 57).
'Dışarlıklı' olduğu belli olan Diyarbakırlının (kitapta 'Trabzonlunun') köstekli altın saatini 'çaktırmadan iyi edip' (20 liraya) satmışlar. Karakola götürüldüklerinde Salih'in, 'hüvviyetini tespit etmeye çalışan' Komiser Mahmut, babasının adını sormuştu; "Soyadın, babanın adı?" Salih "Bilemiyorum... Birinin adı Nafiz, öbürününki Macit. Babam hangisiyse soy ismim o olacak" diyor. Eser, tam da Soyadı Kanunu'nun çıktığı yıl (1934) yayınlandığı için 60'lardaki çevriminde 'baba adı-soyadı' karışıklığı olmuş.
Artık kader midir nedir Komiser Mahmut, Cenan Kalfa'nın kocası. Saatin parasını cebinden vereceğini söyleyip onları serbest bırakır. Sabahat, şaşkınlık içinde sorar "Neyin oluyor bu komiser?" Salih "Bilmem, belki de babamdır" diyor.
Yine aynı karakolda, Komiser, Salih için "Neyin olur bu adam" dediğinde, genç kızdan, yüreğimizi sızlatan şu yanıtı alır; "Herbişeyim!" Zor günlerinde Salih'in en içten yardımcısı. Bir sahnede "Bakma, ben de aile kızıydım bir zamanlar" diyor. Pansiyoncu Sürvik "Orda, senin gibi ne kızlar vardır. Beyler... para dökerler ayağının ucuna" diyerek Madam Roza'ya göndermek istemişti de "Anlaşıldı, uzatma, istemem. Sen beni ne sanıyorsun be? Salih'ten önce de yapmadım o işi, hele Salih'ten sonra hiç" diye ağzının payını almıştı.
Madam Sürvik'in (romanda 'Sürpik') lakabı 'Karanfil'miş (sf. 71). Kitapta iki pansiyoncu daha var. Madam Roza ve Madam Mari. 'Borç taktıkça' yer değiştiriyor kahramanlarımız.
57. sayfada dönemin ekonomisine tanık oluyoruz. '1 liraya' kömür, tarhana, peynir, helva ve küçük bir şişe konyak almıştı kahramanımız! Yine sayfalarda 30'ların toplum yapısı var. 'Ermeni' pansiyon sahipleri; Pansiyonda 'Rus' kadınlar; 'Rum' Berber Tanaş; 'Ermeni' Doktor; 'Rum' kızı Fofo; 'Bulgar' Sütçü; 'Arnavut' Bahçıvan Bayram.
'Sabahsız Geceler'deki melodiler.
'America, America'daki (1963) (Manoz Hadjidakis) 'Frustration, Dreams and Loneliness' 3 sahnede (Jenerikte; Macit eve geldiğinde; Sonlara doğru berber dükkânında Salih'e tıraş olmak istediğinde).
'Lawrence of Arabia'daki (1962) (Maurice Jarre) 'That is the Desert' Filmin başında, Salih 'babasının' evine geldiğinde. "Sun's Anvil" 4 sahnede (Sürvik, polisin Salih'i aradığını söylerken; Polisin, Sabahat'ı götürdüğünü anlatırken; Sabahat'ı Madam Rosa'ya gitmesi için ikna etmeye çalıştığı sahnede; Salih, annesine Şükran'ın yazdığı mektubu verirken).
'Nihâvend Makamında Enstrümantal Eser' Pembe Hanım, soba için odun getirdiğinde.
'Segâh Makamında Enstrümantal Eser' Nafiz Bey, geçmişte olanları anlatırken.
'Berceuse de Jocelyn' (1888) (Benjamin Godard) Köşke içgüveysi olarak girdiğini söylerken.
'The V.I.P.s'deki (1963) (Miklós Rózsa) 'The Conflict' 9 sahnede (Şükran, Nafiz'i odasına almadığında; Nafiz, Şükran'a "Kabahat hep kayınpederde ama kime anlatırsın, nasıl anlatırsın" derken; At arabasında "Yoksa bu Salih benim çocuğum değil mi" diye düşünürken; Gece yarısı Macit ve Nezahat'ı bahçede görünce; Karısını tokatlayıp odadan atarken; Kayınpederine 'karısından ayrılmak istediğini' söyleyip giderken; Köşkten ayrıldığı gece kapıda Şükran ile konuşurken; Nezahat, Nafiz için "Şükran vardı ya O'nunla sevişiyordu" derken; Macit'le Salih hakkında konuşurken).
'Gönlümün Bülbülüsün Aşk Bahçemin Gülüsün' (Nihâvend) (Alâeddin Yavaşça) 5 sahnede (Salih'in annesinin evini ilk ziyaretinde; Annesine 'öz' babasını aradığını söylerken; Hizmetçiye (romanda 'kapıcı Süleyman'a) "Uçlan bakalım" diyerek annesinin verdiği parayı alırken; Komiser Mahmut, Salih'e 'babasının adını' sorarken; Mektuptaki yazı için "Ne malum annemizin yazısı olduğu" derken).
"Ferahfeza Saz Semaisi'nin 3. Hanesi" (Tamburi Cemil Bey) 7 sahnede (Annesinin evinde Macit'in resmini görünce; Anne ziyaretinden sonra evine dönerken; Sabahat, sofrayı hazırlamış Salih'i beklerken; Dayak sonrası Salih'le konuşurken; "Annene ne diye tanıtacaksın beni" derken; Salih, Tahir'in evine giderken; Kavga sonrası ikinci kez karakolda Komiser Mahmut ile konuşurken).
'Harmandalı Efem Geliyor' ve 'Bahriye Çiftetelllisi' Meyhanede felekten bir gece çalarken.
Metin Bükey Orkestrası'ndan 'Blue Bolero (On Ne Peut Jamais Savoir)' (1966) (Frank Gérald / Tony Osborne) 2 sahnede (Salih, Nafiz için "Vay hergele! Beni evladı olarak kabul etmemek için her naneyi yiyor" derken; Avrupa'dan dönen annesini ziyarete gittiğinde).
'On the Waterfront, Symphonic Suite'deki (1954) (Leonard Bernstein) 'I. Andante (with dignity)-Presto barbara' Meyhanedeki kavgada. 'II. Adagio-Allegro molto agitato-Alle breve (poco piú mosso-Presto come prima)' Salih, ustura ile babasını tıraş ederken.
'Nihâvend Makamında Tambur Taksimi' Nafiz Bey, berber dükkânına Salih'i görmeye geldiğinde.
'Kaçsam Bırakıp Senden Uzak Yollara Gitsem' (Nihâvend) (Mehveş Hanım) Sabahat kaçtıktan sonra Komiser Mahmut, Salih'le konuşmaya geldiğinde.
'Segâh Makamında Müşterek Keman ve Tambur Taksimi' Son berber sahnesinde, Ahmet, dükkânı açtıktan sonra. Salih'e "Hastasın sen, iyileşmemişsin. Bugün de çalışma. Git dinlen istersen. Para da vereyim" derken.
Jack Nitzsche'nin 'The Lonely Surfer' albümündeki (1963) 'Theme From Mondo Cane' (1962) (Riz Ortolani) Salih, usturayı duvara attığında.
'Blue Bolero'yu Dario Moreno Fecri Ebcioğlu'nun sözleriyle plak yapmıştı; 'Mesut Ol Sen'. "Elveda aşkım//Dinmiyor yaşım//Nasip yokmuş sevgiden//Sen oldun ilk giden//Sormuyorum neden//Mesut ol sen."
Abdurrahman Palay 3 kişiyi (Salih'i, Bahçıvan Bayram'ı, "Nafiz Bey'e "Hayırlı sabahlar" diyen arabacı Topal Ahmet'i); Sabahat'ı Jeyan Mahfi Ayral ['Vesikalı Yarim'deki (1968) Sabiha gibi konuşuyor]; Nezahat'ı Nedret Güvenç; Macit'i Cahit Irgat ; Şükran'ı Nevin Akkaya; Nafiz Bey'i Agâh Hün; Zafer Önen 2 kişiyi (Berber Ahmet'i, Katil Ömer'i); Tahir'i Fikri Çöze seslendirmiş.
Hacı'nın (Arap Celal) kahvesi çok güzeldi. Nargile içmeye gelen ve çok dalgın olan Salih'e, tavla oynayan Katil Ömer "Salihciğim, 'Selamsız'da mı oturuyorsun?" diye takılıyor. Yine Ömer, "Bu kesik, zar tutuyorsun" diyen Tüysüz'e, o çok bilinen "Zar, tutmadan nasıl atılır?" şakasını yapıyor.
Salih-Kartal Tibet; Sabahat-Sema Özcan; Komiser Mahmut-Asım Nipton ve eşi Cenan Kalfa-Nevzat Okçugil; Nafiz Bey-Necabettin Yal; Şükran-Alev Koral ve abisi Tahir-Mehmet Büyükgüngör; Madam Sürvik-Mürvet Sim; Rıfkı Bey-Selahi İçsel ve Kâhya-Özdemir Akın; Katil Ömer-Ali Ekdal; Tüysüz-Hüseyin Zan; Karakol yazıcısı, Zehirli Hayat'taki (1967) Bekçi Mürteza Yanık; Salih için "Eskiden küfründen bıkmıştım, şimdi de susması dokunuyor" diyen Berber Ahmet-Necdet Tosun ve dükkânı; Rıfkı Bey'e "Macit'i sevdiğimi bile bile başkasına verdin beni. Hepimizi mahvettin, ziyan ettin" diyen Nezahat-Nedret Güvenç; En büyük itirafını, Salih'e ustura ile sakal tıraşı olurken yapan Macit Bey-Cahit Irgat ['İki Kızgın Adam'da (1976) benzer bir sahne var]; Nezahat Hanım'ın hizmetçisi-(1968 Ses finalisti) Aynur Akarsu; Kahve müşterileri Kudret Karadağ ve Erdoğan Seren; Doktor-Tevfik Soyurgal; Pembe Hanım-Güzin Özel çok güzeldi.
Salih'in çocukluğunu canlandıran Turgut Baydar'ı 'Bir Dağ Masalı' (1967), 'Vesikalı Yârim' (1968) ve 'Şoför Nebahat'da (1970) görmüştük.
Kitabın sonu farklı. 'Babası' Macit'in 'gırtlağını keser'. Aklını yitirmiş, 'münferitte' idamını bekliyordu. Filmdeki daha güçlü. Son anda vazgeçip usturayı yere atıyor. "Buldum babamı. 'Piç' değilim. 'Sütü bozuk' değilim şükür. Ne demek bu anlıyor musun?" Sabahat'ın yanıtı sevgi dolu; "Hayatımız baştan başlıyor demek." Fofo ise son dayaktan sonra üvey halasının yanına gitmişti.