Üye değil misiniz?
Aktivasyonunuzu tamamlamadınız!
Zaten bir hesabınız var mı?
Ali; "İşte bütün mesele burada. Bir bıçakla kesilmiş gibi ayırdın yerlerimizi. Abinin başladığını sen tamamladın. 'Aşk, sevgi, sevmek' gibi şeyler, bunlar boşuna gevezelik. Esas mesele 'buraya' gelmekte." Sevgilisinden 'köşkü bırakıp kulübesine gelmesini' istemiş. Genç kız biraz duraklayınca böyle verip veriştiriyor. Asıl sevdiği 'kendi gururu, öfkesi' galiba. Çevresine kinlenmek için tetikte. Buna neden olanlara teşekkür edecek neredeyse. "Olaylara hep kendi açından bakıyorsun" demişti Yıldız.
'Uğultulu Tepeler'in ('Wuthering Heights'-1847-Emily Bronte) (Altın Kalem Klasik Romanlar-1967-Çeviren Azize Belgin) siyah beyaz Yeşilçam uyarlaması. Bazı eleştirmenlere göre 'yerli sinemamızda konu sıkıntısı pek çekilmez'! "Çokluk yabancı filmlerde denenmiş hikayelerden yola çıkıldığı için batı her zaman kaynaktır." Aynı Hollywood yapımından birkaç yerli 'tıpkıçekim' yapılması hiç de şaşırtıcı değil. Örneğin 'One Eyed Jack'in (1961) birbirinin aynı iki kopyası var; 'Altın Hırsı' (1961) (Yavuz Yalınkılıç) ve 'Dağların Oğlu' (1965) (Yılmaz Atadeniz). Semih Evin de tutkunu olduğu 'Zorro'yu her yıl bir defa olsun perdeye aktarmadan duramazmış. Bazen Osmanlı çağının, bazen efeler devrinin, bazen de zamanımızın kahramanı olarak. Hulki Saner'in yapımcı olduğu 'Severek Döğüşenler'de ise (1966) 'at yerine motosiklete binmekte ve Kıbrıslı hain Rumlarla savaşmaktadır' Zorro.
'Uğultulu Tepeler' o yıla dek iki kez Nejat Saydam ['Aşkın Gözyaşları' (1959) (Muhterem Nur-Kemal Kan) ve 'Daima Kalbimdesin' (1962) (Belgin Doruk-Tamer Yiğit)], bir kez Hulki Saner ['Acı Aşk' (1963) (Türkan Şoray-Ahmet Mekin)], bir kez de Süha Doğan tarafından ['Rüzgârlı Tepe' (1963) (Evrim Fer-Eşref Kolçak)] işlenmiş.
Şimdi sıra Metin Erksan'da. Yapımcı Ertem Eğilmez önce öneriyi beğenmez. Ancak aylar sonra rejisörün kapısını çalacaktır; "Aman o bahsettiğin romanı filme çekelim."
Hollywood yönetmenleri William Wyler ve Luis Bunuel'in, kitabı yanlış yorumladıkları görüşünde Erksan. "Ben romandakinin aynını yapıyorum. Yani 13 yaşında evlenip 15 yaşında ölen bir genç kızın öyküsünü anlatıyorum" diyor. Ama Yıldız'ın evlenmesi ve ölmesi arasında 7 yıldan fazla bir zaman var çevirdiği filmde.
'Ölmeyen Aşk', 1966, Ağustos-Eylül-Ekim aylarında (yaklaşık 90 gün) çekilip 06 Şubat 1967, Pazartesi günü (Beyoğlu) Rüya; (Beyoğlu) Şan; (Çemberlitaş) Şafak sinemalarında gösterime girmiş. Orhan Günşiray'ın kayınvalidesi Hafize Hanım'a ait Yeniköy'deki köşkü Yıldızların; Armatör Suat Sadıkoğlu'nun Ortaköy'deki yalısını da Lütfülerin evi olarak görüyoruz. Kartal Tibet'in o sene aldığı ['Benim De Kalbim Var' (1968); 'Sevemez Kimse Seni' (1968); 'Cilveli Kız'dan (1969) anımsadığımız] '34 HA 578' plakalı kırmızı (filmde siyah) Mercedes'i, Önder Somer iki sahnede kullanmaktaydı.
Ali, yıllar sonra '34 AN 929' plakalı, göz kamaştıran 'limuzin' ile geri geliyor. İlginç bir şekilde bu plakalı arabayı Turgut Özal, '80 Darbesi' sonrası yeni parti kurma çalışmalarında kullanıyordu (Nisan, 1983).
Film, çiftlik sahibi Muharrem Solmaz'ın (romanda 'Earnshaw') ölümünden sonra başlıyor. Çift çubuk, her şey artık çocukları Ethem ('Hindley') ve Yıldız'ın ('Cathy'). Evde, bir de 'evlatlık' Ali ('Heathcliff') var. 'Rahmetli', yıllar önce sokakta bulup getirmiş. Senaryonun burası hatalı. Önce kimsesiz olduğu, sonra da ahır görevlilerinden 'Yanaşma Hamza'nın oğlu olduğu söyleniyor. Dahası 'kulübe' gibi evleri, 'bir avuç' da olsa toprakları varmış.
Nasıl bir nefret içindeyse daha babasının toprağa verildiği gün kıskançlığını kusmuştu Ethem. Bir zamanlar onlarca kişi ağırlanan bu eve şimdi üç kişi fazla. Kovar Ali'yi; "Senin artık bu masada yerin yok. Babamın sağlığında bu çanakları çok yaladın. Bu sofra benim artık. Yıllarca seni karşımda görmekten bıktım... Babam çok yüz verdi sana. Sen de gerçekten kendini bizim kardeşimiz sandın. Ama ben, bir an bile senin 'Yanaşma Hamza'nın oğlu olduğunu unutmadım. Sen 'Efendi' sınıfından değilsin. Senin ait olduğun yığına 'ayak takımı' derler... Çık git burdan kendi kulübene. Babanın, senelerce atlarımızın pisliğini temizlediği ahıra git. Bizim sınırsız topraklarımız içindeki, yanaşma babandan kalmış o bir avuç toprak sana kendi kişiliğini hatırlatacaktır."
Yıldız "Senelerce birlikte büyüdüğümüz bir insana karşı nasıl böyle şeyler söyledin. Kardeş olmak için ille de bir anadan, bir babadan mı olmak lazım. Ali, bize kardeşten de öte bir insan" diye yırtınıyor ama dinleyen kim. Sonradan Onların 'sınırsız toprakları' gibi Ali'nin de 'sınırsız kini' olduğunu göreceğiz. Bu konuşma kötülük değil bir iyilik aslında delikanlıya. 'Gözündeki perde çekilmiş, gerçekler ve yeri gösterilmiş'. "Kendimi tanıttı bana." Kin ve öfkeyi de tanıması o günlerde. Özellikle Yıldız'la konuşmasından sonra. Birbirlerine aşık ve evleneceklerdi. 'Köşkü bırakıp kulübesine gelmesini' istediğinde aldığı olumsuz yanıt kızgınlığını daha da artırır. "Sen içinde bulunduğun kurulu düzeni terk edemezsin" diye suçluyor genç kızı. Aşılmaz engeller girmiş aralarına! Asıl zorluk Ali'nin içinde oysa.
Muharrem Bey, öz çocuklarından hiç ayırmamıştı O'nu. Hatta daha çok sevmişti. 'Gözbebeği gibi'. "Yeryüzünde babanın eksikliğini hiçbir zaman unutmayacağız" diyor Yıldız'a. ("Yeryüzünde babanın eksikliğini hep hissedeceğiz" dese daha mı doğru olurdu).
Teknik bilgisi kuvvetli, eli her işe yatkın. Bozuk tarım makinesini tamire çalışan işçinin "Ali Abi anlar bunun dilinden" demesiyle anlıyoruz bunu. Ethem'in 4 kamçısı ile cezalandırılıyor zavallı; "Ulan ben o herifin adını ağzınıza almayın demedim mi." Ethem de kahramanımızın dayağını (2 yumruk, 1 tekme, 3 kamçı) yiyecektir. Ali "Suçlu da olsa bir insanın dövülmesine razı olamazdım" sözleriyle savunuyor yaptıklarını. Bu durumda 'suçlu da olsa' Ethem'i 'dövmemesi' gerekmez miydi.
Güzel ve talihsiz Yıldız. Gözleri, geniş alnı, yüzündeki mağrur ifade. Aradan kaç yıl geçerse geçsin funda kokan saçları. "Güvendiğim aklın sakın yanlış karar vermesin" diyordu Ali'ye. İkisi de birbirinden inatçı. Özellikle Lütfü ile evleneceği gün bu durum apaçık. Diğerinin gelmesini bekliyorlar. Genç kız, Yadigar Kalfa'ya "Gelecek, hem de son dakikada gelecek. Ben, Ali'yi bilmez miyim. Kara gururu, kör inadı bugüne kadar tuttu O'nu. Eğer beni istiyorsa, eğer beni gerçekten seviyorsa gelir, alır götürür. O gelsin, ben gitmem O'na"; Delikanlı da Yusuf Dayı'ya "O tıpış tıpış gelecek buraya. Hem de teliyle duvağıyla gelecek" diyordu. Ali, "Kır şu gururunu, sindir şu öfkeni. Git şu kızı tut getir buraya. Sen sevdiğin kızı iyi tanımamışsın. En aşağı o da senin kadar inatçı. Elimde büyüdünüz. Ben sizi tanımaz mıyım? Resim gibi birbirinize benzersiniz. Bu inatlaşmanın sonu fena olacak"; Yıldız da "Bekleme O'nu, sen git. Vazgeç şu yenilmez inadından. Sonra kıyamete kadar yanarız. Gelmez, benim bildiğim Ali gelmez. Sen git O'na" nasihatlerini dinlemiyorlar. "En büyük aşklar bile bazen çok küçük engelleri aşamıyor. Tükenmez sevgilerin önünde geçilmez uçurumlar var."
Oradan kaçan Ali'nin geri dönüşü 7 (romanda 3) yıl sonra. Artık çok zengin. 'Kürekle harcasa tükenmez'. Takım elbise, fötr şapka, kaytan bıyık, gösterişli bir sigara ağızlığı. Yıldız'ın evlendiği gün manen ölmüş. Şimdi 'kini ve öfkesi' ile yaşıyormuş. Bunlar, 'doğruları görmesine engel oluyor'. Sonrasında felaketler yeniden başlar. Çünkü 'her yere, her şeye bulaştıracağı, bütün güzel şeyleri tek tek yıkan ihtirası da yanında'.
Ethem, içkici ve kumarbazın biri. Kötülüğüne kötülük katıp 'yanaşmayı' kovduğu o geceden filmin sonuna kadar bu iki konuda çok 'tutarlı'. Ali'ye öfkesi ise çıkar dostluğuna dönüşebilecek kadar değişken! Önceleri kovup tüfekle öldürmeye kalkacak kadar nefret doluydu. 180 bin liralık kumar borcunu delikanlının 'bir çırpıda' ödediğini öğrenince kadeh tokuşturacaktır. Yıldız'ın Ali'yi sevdiğini duyunca "Herife bak sen! Kaleyi içten fethetmiş" diyordu. 'Uşaklar, efendilerinin kızlarıyla evlenmeyi düşünemezlermiş'. Hakaretin bini bir para. "Yanaşma oğlu, hayvan herif, sokak köpeği." Sonradan kız kardeşini gönderir delikanlının ayağına. Ancak kahramanımız 'kokmuş bir düzenin, budala bir kocanın artığını değil, mazinin lekesiz, pırıl pırıl genç kızını istermiş'!
Ethem İstanbul'da, karısı çiftlikte! (Filmde adı olmayan) Nevin Nuray 'çok ihmal edilmiş'. (Ali'nin biraz kabaca dediği gibi "Yiğidin malı yanında olur. Senin gibi güzel bir kadın yalnız bırakılmaya gelmez"). 'Geceleri uyumayan erkeklere bayılırmış'. Kahramanımızı da beğenir. Çok garip bir çekiciliği varmış bizimkinin. "Senin olmak istiyorum." Ama reddedilecektir! "Buraya küçük şeyler için dönmedim." Oysa pek çok Yeşilçam filminde 'bir intikam yöntemi'ydi bu!
Muharrem Bey'in köşküne yakın bir yerde 'güzel elbiseli, mis kokulu' Lütfü ve kız kardeşi Mine Ersoy ('Edgar ve Isabella Linton') yaşıyor. Onlar da çok zengin. Yıldız ve Ali ile evlenmek istiyorlar. Sevilmediklerini bile bile üstelik.
Mine, o beğenilmeyen 'kulübeye' razı. Ömrü boyunca böyle bir yerde yaşayabilirmiş. "Ben beklemesini bilirim" diyecek kadar da sabırlı. Delikanlının 'sevilmeye layık olmadığını' ve 'gururundan, nefretinden, kininden başka bir şeyi sevemeyeceğini' anlamak istemiyor. Kötü bir oyuna alet edildiğini ve Ali'nin zoraki ilgisinin yalnızca Yıldız'ı yaralamak için olduğunu da. "Bu kadarcık mutluluğu bana çok görmemelisin. Yıllar boyu, sessizce, bana ilgi göstereceği günü bekledim. Bunu sana nispet olsun diye yapsa bile razıyım" demişti görümcesine. Evlendikleri gece hakarete uğrar; "Seni bir kukla olarak kullandığımı benim için kadın olarak hiç ama hiçbir şey ifade etmediğini anlamadın mı? Sana adımı verdiğim yetmezmiş gibi bir de koynuma alacağım, benle sevişeceksin öyle mi? Kuş beyinli budala! Yüzünü bile görmek istemiyorum. Yalnız bırak beni, defol." Gözyaşları içinde kaçarken bir trafik kazasıyla canından olur. Bizimki öyle pişkin ki mezarlıkta "O'nu siz öldürdünüz. Mine'yi sizin rezil, iğrenç düzeniniz öldürdü" diye suçluyor Yıldız'ı, Ethem'i, Lütfü'yü.
Yusuf Dayı ('Joseph') ve Yadigâr Kalfa ('Ellen/Nelly'), 'esas çocuk ve kızın' en büyük yardımcıları. Mimikleriyle pek çok durumu kavramamıza yardımcı oluyorlar. Hep iyi niyetli, hep yapıcı. Filmde Onlarla ilgili herhangi bir açıklama yok. İlk sahnelerde "Bu sofraya bir zamanlar 20 tabak koyardım. Bu gece üç kişi yemek yiyecek bu masada" diyor Yadigar. Ali'nin kovulacağı patırtıda aslında üç tabağın bile fazla olduğunu göreceğiz. Yusuf Dayı "Hey gidi günler Hey! Bakalım daha neler göreceğiz" demişti. Film, bu son cümlenin bir öyküsü.
Romanda, baba Earnshaw, bir gün eve kara kuru bir 'Çingene çocuğunu' getirir. Liverpool sokaklarında bulmuş. Adı ve doğum tarihi belli değil. Bebekken ölen oğullarının ismi verilir; Heathcliff. Çukura kaçmış kara gözler, şüpheli övüngen bakışlar. 'Kişiliği testere ucu gibi kaba, kaya gibi sert'. Bay Earnshaw'un 'dünya üzerindeki dertlerine son veren vefatından sonra' oğul Hindley dizginleri ele alır. İlk iş, Heathcliff'i 'masadan ayırıp hizmetçilerin yanına göndermek'. Papazdan aldığı dersler de engellenir. Küçümsenen kahramanımız öylesine kin dolu. Acılarını ancak intikam planları yaparken unutuyor. "İnşallah (I hope) ben hıncımı almadan ölmez. Tanrı, O'nu cezalandırmaktan benim alacağım zevki alamaz (sf. 73)." Kişiliği kupkuru, çorak bir kömür arazisi. (Yıldız da "Çorak bir bozkır gibisin" dermiş Ali'ye. Bozkırdaki mavi çiçekli devedikenlerinden bile daha duygusuz). Uğursuz bir kuş olup Earnshaw ve Lintonları mahvediyor. Yırtıcı, insafsız bir kurt. (Bizimki daha insaflı. Müzayede sahnesinde 12 milyon liraya kazandığı köşkü aileye bırakır!). "Kötüleri cezalandırmak Tanrı'nın işidir. Biz ise sadece bağışlamasını öğrenmeliyiz." Heathcliff bunu 'öğrenememiş'. 'Temiz bir kalp, güzel bir yüz kazanmayı sağlar. Kötü bir kalp ise en güzel yüzü bile çirkinden beter eder'.
Cathy de Yıldız gibi sevdiğine 'haddinden fazla düşkün'. Onlara verilecek en büyük ceza, erkeklerinden ayrı tutmak. İki kızın kaderi aynı. Evlendikleri 'güçsüz'; Sevdikleri 'kötü yaradılışlı'. Kitaptaki çarpıcı bölüm (sf. 95-97); Cathy, Edgar'ı 'yakışıklı, genç, neşeli olduğu için, yanında bulunmaktan hoşlandığı için, zengin olduğu için' seviyor. "Heathcliff'i ise yakışıklı olduğu için değil, kendimden çok bana benzediği için seviyorum. Ruhlarımızın neyle yoğrulduğunu bilmiyorum ama O'nunkiyle benimki aynı hamurdan. Edgar'ınki ise benimkinden, ay ışığıyla şimşek pırıltısı, ateşle kırağı kadar farklı... Her şey yok olup yalnız Heathcliff kalsa, benim varlığım gene devam ederdi; Her şey yerinde kalıp da O ortadan kaybolsa, evren bana büsbütün yabancı olurdu... Ben Heathcliff'im." Edgar'a sevgisi 'ormandaki bitkiler' gibiymiş. "Kış, nasıl ağaçları değiştiriyorsa zaman da bu sevgiyi değiştirecektir." Heathcliff'e duyduğu ise alttaki ölümsüz kayalar gibi. 'Lüzumlu ve kolay değişmez'.
Genç kızlar hasta. Romandaki 'beyin humması'. Kızını doğururken ölür. Yeşilçam'daki 'kalbinden rahatsız'. Bunu duyunca "Yıldız'da kalp var mı, Yusuf Dayı" diye laf sokuşturmuştu bizimki. Gerçekten de 'hiçbir kadın böyle bir erkeğe tahammül edemez'. Heathcliff'in intikamı Cathy'nin kızı ile de devam ediyor.
Her sahnede öfkeli olan Ali, denize taş atarken çocuk saflığında. 'Nasıl başardım ama' bakışlarıyla 'aferin' almayı bekler gibiydi.
Heathcliff ve Ali'nin ne yapıp zengin olduğu meçhul. Kitapta 'orduya katıldığından' söz ediliyor. Ama askerlikle böyle çok kazanılabilir mi? Belki de 19. yüzyılın başlarına uygun olarak 'köle ticareti' yapmıştır!
'Ölmeyen Aşk'taki melodiler.
'Dihasmos'daki (1966) (Giannis Marcopoulos) 'Erotiko' 15 sahnede (Jenerikte; Aile, cenaze sonrası eve dönerken; Yıldız, aynaya bakıp düşünürken; Lütfü'ye "Hâlâ benle evlenmek istiyor musun" derken; Yusuf Dayı, Ali'ye "Yokluğun yıkmıştı O'nu" derken; "Yıldız kalbinden hasta" derken; Ethem için "Gırtlağına kadar borç içinde" derken; Ali, 7 yıl sonra Yıldız ile karşılaşınca; 'Kulübede' ve 'Uğultulu Tepe'de konuşurlarken; Mine'ye, kaba bir şekilde evlenme teklif ederken; Biraz önce dans ettiği Yıldız'ı "Nefret ediyorum senden" diyerek kovarken; Müzayede sırasında; Genç kız "Ölüme çok yakınım" derken; Son sahnede). 'Antrikos Xoros' 9 sahnede (Ethem, Ali'yi sofradan kovarken; kız kardeşi "Kardeş olmak için ille de bir anadan, bir babadan mı olmak gerek" derken; Ali'yi "Küçücük bir kızı kendine âşık etmeye utanmadın mı" diyerek kırbaçlarken; Bir işçiyi dövdüğü sahnede; Ali ile kavga ederken; Elde tüfek peşinden koşarken; 7 yıl sonra Ali geri dönerken; Lütfü'nün arabası ile karşı karşıya geldiğinde; Sonda, tepeye giderken).
'6+6'daki (1964) (Stavros Xarhakos) 'Fthinoporinos Dromos (Autumn Road)' 2 sahnede (Ali, Yıldız'la konuşmak için 'uğultulu tepe'ye koşarken; Denize bakarak konuşurlarken).
'Major Dundee'deki (1965) (Daniele Amfitheatrof) 'The Escape-Lt. Graham Artillery' 5 sahnede (Yıldız, evden kovulan Ali'nin peşinden koşarken; Mine, Ali'nin kulübesinden giderken; Ali ve Yıldız birbirlerine "Ne duruyorsun, evlen" ve "Senden iğreniyorum" derken; Ali, bir ağacın arkasında saklanarak düğünü izlerken; Sonlata doğru Yıldız bayılınca). 'We Ask the Lord' 4 sahnede (Yıldız, evi terk etmek isteyen Ali'ye "Gitmekle neyi halledeceksin" derken; Yıllar sonra Ali ve Ethem karşılaşınca; Ethem "Müzayede bugün. Çiftlik satılıyor" derken; Açıkartırma sırasında). 'French Lancers' 2 sahnede (Ali, Yıldız'a "İstersen burada kalabilirsin" derken; Yıldız "Ben ne diyeyim sana. Allah kahretsin seni" derken). 'The First Kiss' Yıldız ve Ali çeşme başında konuşurlarken.
'Our Man Flint'teki (1966) (Jerry Goldsmith) "Never Mind, You'd Love it" 5 sahnede (Yusuf Dayı, Ali'ye "Yapma Ali, ikinize de yazık olacak" derken; Yıllar sonra tekrar konuşurken; "Dünyada hiçbir kadın Yıldız kadar sevemez seni" derken; Ali, 'sevdiği kıza', "Ben seni sevmiyorum ki. Senden nefret ediyorum" derken; Sonlara doğru evin bahçesinde dolaşırken).
'Mondo Cane'deki (1962) (Riz Ortolani) 'Il Purgatori (Purgatory)' Davetli Silvana Panpani nikâha gelirken.
Fausto Papetti'nin '3a Raccolta' albümündeki (1962) 'Un Premier Amour' (1962) (Claude Henri Vic) Yıldız ve Lütfü nikâh masasında. 'The Madison' (1960) (Al Brown) (35 saniye) Ali ve Mine gazino bahçesindeyken. 'Tuff' (Ekim, 1961) (Ace Cannon) (9 saniye) Ali ve Mine'nin düğünündeki ilk melodi.
Mikis Theodorakis'in 'I GitoniaTon Angelon' uzunçalarındaki (1963) 'Hesaposervikos' Ali çiftlikten kaçtıktan sonra İstanbul görüntüleri. 'Fenia' Mezarlık sahnesinde.
Bazı bölümlerde 2-3 melodi üst üste kullanılmış.
'Dihasmos'daki(1966) (Giannis Marcopoulos) 'Erotiko' + 'Our Man Flint'teki (1966) (Jerry Goldsmith) "Never Mind, You'd Love it" 2 sahnede (Cenaze sonrası Ethem evde içki içerken; Sonlara doğru Ali, hasta Yıldız'ı zorla merdivenlerden indirirken).
'Major Dundee'deki (1965) (Daniele Amfitheatrof) 'French Lancers' + 'Dihasmos'daki (1966) (Giannis Marcopoulos) 'Finale' Yıldız'ın köşkü bırakıp kulübeye gelmekte isteksiz olduğu sahnede.
'Dihasmos'daki (1966) (Giannis Marcopoulos) 'Antrikos Xoros' + 'Our Man Flint'teki (1966) (Jerry Goldsmith) "Never Mind, You'd Love it" + '6+6'daki (1964) (Stavros Xarhakos) 'Fthinoporinos Dromos (Autumn Road)' Yusuf, Lütfü'ye "Dur! Bırak o silahı. Kurşunu yersin" derken.
İki düğün sahnesinde (ilki 'sözlü', ikincisi 'enstrümantal') 'Mazi' tangosu (1928) (Necip Celal / Necdet Rüştü) var. "Ben de gönül çektim eskiden//Yandı hayatım bu sevgiden//Anladım ki bir aşka bedel//Gençliğimmiş elimden giden."
Hayri Esen, Ali'yi; Jeyan Mahfi Ayral, Yıldız'ı; Sadettin Erbil, Ethem'i; Cüneyt Türel, Lütfü'yü; Nedret Güvenç, Mine'yi; Süha Doğan, Yusuf Dayı'yı seslendirmiş. İlginç bir sahnede, Lütfü, nikâh memurunun sorusunu Hayri Esen'in sesi ile yanıtlıyor.
Yadigâr Kalfa-Güzin Özipek ve Yusuf Dayı-Danyal Topatan; Mine-Pervin Par ve Lütfü-Önder Somer; Nevin Nuray; Düğün davetlileri Talya Salta, Silvana Panpani, Kenan Tüzer; Kumarbaz-Hakkı Kıvanç; Açık arttırmadaki Mehmet Büyükgüngör, Cevat Uz, 'Zehirli Hayat'ın (1967) yoğurtçusu Ömer Sağlam; Ethem'in beyaz atı; Lütfü'nün '34 FA 475' plakalı 'steyşını' çok güzeldi.
'Ölmeyen Aşk', Nilüfer Koçyiğit'i 'Lolita' olmaktan kurtarmış. 13 yaşında, bu kadar olgun, güzel ve başarılı olması insanı şaşırtıyor. Hiç aksamadığı bu yapım sonrasında film başına 15 bin lira alacaktır.
Buradaki giysilerini ablasından ödünç almış. Ali evden kovulurkenkini Hülya Koçyiğit 'Tehlikeli Adımlar'da (1965) Metin-Ediz Hun ile çayevindeyken; Sevdiğinin yokluğunda 'eskiden koşuşup gülüştükleri kayalıklarda dolaşırkenki' kostümü Hülya Koçyiğit 'Yalancı'da (1965) Hulusi Amca-Hulusi Kentmen'e "Çok safmışım! O'nun Fikret olmadığını anlamalıydım" derken; Gazinodan dönen Mine ile konuşurkenki geceliği, Hülya Koçyiğit, 'Posta Güvercini'nde (1965) İskender-Yusuf Sezgin'e maden suyu getirirken; Son sahnelerdeki pardösüyü, Hülya Koçyiğit 'Parmaklıklar Arkasında'da (1967) hapisteki Ali-Kartal Tibet'i ziyaret ettiğinde; "Kocam doğru söylüyor. Artık seni burada görmek istemiyorum" dediği sahnedeki gömleği Hülya Koçyiğit 'Utanç Kapıları'nda (1967) Zeki-Salih Güney'le kırda buluştuğunda; Mezarlıktaki döpiyesi, Hülya Koçyiğit 'Yalancı'da (1965) Reha Yurdakul'a "Şimdi hayatta kendimi yapayalnız hissediyorum" derken; Film biterkenki sabahlığı, Hülya Koçyiğit 'Yıldızların Altında'da (1965) Turgut Uysal-Göksel Arsoy'a "Soyadınızı 'Uysal' yerine 'ukala' koysaydınız daha iyi ederdiniz" derken giyiyordu.
Annesi sette Nilüfer Koçyiğit'i hiç yalnız bırakmamış. Melek Koçyiğit'i nikâh sahnesinde Talia Salta ve Kenan Tüzer ile konuşurken görüyoruz.
"Nihayet sonum geldi. Öleceğimi biliyorsun değil mi? Mezar taşıma 'Ali'yi sevdi ve öldü' diye yazdırırsın. Öldükten sonra da sana âşık olacağım. Sen de beni sevdiğini söyle. Ne olur, bırak artık o kara öfkeni. Benden nefret etmediğini biliyorum" diyor Yıldız. Ali ise hiç değişmemiş; "Hayır, senden nefret ediyorum. Nefret ediyorum senden. İyi bil, iyi anla bunu. Nefret ediyorum senden, anladın mı, nefret" Konuşmayı Yıldız bitirir; "Anladım! Beni seviyorsun, hem de çok!"