Üye değil misiniz?
Aktivasyonunuzu tamamlamadınız!
Zaten bir hesabınız var mı?
"Bu, sana ait bir günah olmayacaktır." Ahmet Giray Bey son nefesini vermek üzere. Oğluna 'annesini baştan çıkaran adamı öldürmeyi vasiyet ediyor'. Yukarıdaki sözler de 'vicdanını rahatlatmak için' herhalde. Haluk bir cinayet işleyecek ama 'günahı' O'na ait olmayacak! Bunu niye kendisinin yapmayıp kahramanımızdan istediğiyse belli değil. General Ramon'a 'karısını elinden aldı' diye kızıyor oysa anlattıklarına bakılırsa asıl bizimki genç kadını O'nun elinden almış.
Aynı adlı romanın ('Günah Bende Mi'-Birinci Baskı-1939) (Kerime Nadir) (Tan Matbaası) renkli Yeşilçam uyarlaması. Ocak-Şubat-Mart aylarında aralıklarla çekilen filmin tekrar gösterime girmesi 24 Temmuz 1969, Perşembe günü (Bağlarbaşı) Çırağan Sineması'nda. Haluk'un baştaki ve sondaki evleri için, sırasıyla, Kont Ostrorog Köşkü ve Bebek'te Arif Hanoğlu'na ait Villa Hanzade; Balo sahnesi için Tepebaşı'ndaki 'Fransız Yardımlaşma Derneği'nin (sonradan 'Union Française' oldu) salonu kullanılmış. Mart ayında, Kandilli'deki çekimlerde bir kurukafa ve bunla ilgili güzel bir şaka var. Engin Çağlar "Herhalde dünya üzerinde kendi kurukafasını seyreden ilk hanım sizsiniz Türkan Hanım" deyince Türkan Şoray "Öyle ama film bitmeden acele karar vermeyin. Belki son anda bir değişiklik olur, senaryo değişir, şimdi benim olan kurukafa bakarsınız sizin oluverir" yanıtını vermiş. Gerçekten de senaryo değil ama yönetmende bir değişiklik var. Ertem Göreç'in yerini Nevzat Pesen almış. 1968 Ses Sinema Artisti Yarışması kızlar üçüncüsü Fatma Karanfil ve erkekler ikincisi Engin Çağlar'ın yükseliş yılları. Tek prova ile çekim yapacak kadar başarılılar. Engin Çağlar için 'genç kızların sevgilisi' denirdi. 'Mitolojik kahramanların büstlerini andıran profil, dal gibi bir vücut, muntazam saçlar'.
Yönetmen, artık neden çekindiyse, olayların Rusya'da geçtiğini belirtmeye cesaret edememiş. Haluk'un annesinin Rus, babasının Rusya'da sefir olduğunu; Esirlerin Sibirya'ya götürüldüğünü söyleyemiyor. Piyer'in kitapta 'Voronikof' olan soyadını 'Ramon' yapmış. Kahramanımız romanda Piyer'in kaçmasına izin verirken, filmde bu 'vatan hainliği' belli belirsiz. Oysa çok önemli. Çünkü Piyer'in, sonraki yardımları hep bu 'şükran borcu' nedeniyle. Senaryo 'bilmemek' üzerine kurulu. Haluk, annesinin; Ümran, babasının; General Ramon, karısının eski kocasının ve İstanbul'da kalan oğlunun; Ali Rıza Bey, Nüvit'in ilk kocasının adını/adlarını bilmiyor.
'Korkunç bir cinayet vasiyet edilen' Haluk Giray'ın öyküsü. Şakaklarına dökülen, uzun, ağarmış saçlar. Tam manasıyla güzel, yakışıklı ve kibar bir adam (sf. 5). 'Ecnebi diyarlarda geçirdiği meşakkat ve acı dolu senelerden sonra, nihayet, hasret kaldığı İstanbul'a dönebilmiş'. Erenköy'deki dededen kalma Pembe (romanda 'beyaz') villasında huzur içinde olacağını düşünüyordu. Önünde yeni 'meşakkat ve acılar' olduğunu bir bilse. 'Mevsim sonunda buralardan gidecekti'. Ama daha o gece, şakağına sıktığı bir kurşunla bambaşka yerlere 'gidecektir'. Yaşı 40. 16 yaşında güzel bir kız âşık olmuş kendisine. "Aramızdaki yaş farkına rağmen ben de O'na karşı sevgi doluydum." Bir ay evvel bir kır eğlencesinde tanışmışlar. 'Birbirlerini yıllardan beri tanıyor' gibi hissetmelerinin nedeni Ümran'ın 'aile yadigârı' kolyesindeki (romanda 'pantantif') resimde saklı. Karısının fotoğrafı bu! Genç kızın da annesiymiş! Yıllar öncesinde olan biteni kahramanımızdan dinliyoruz.
20. yüzyılın başları. Osmanlı Devleti gibi Ahmet Giray Bey de ölüm döşeğinde. Bütün pencereler kapalı, evde matem havası var. Oğluyla yalnız konuşmak istemiş. Bir resim gösterir. "Ben bir kadın uğruna ölüyorum. Bu kadın senin annendir. Şerefsiz bir yol seçtiği için utanç ve kahrımdan ölüyorum." (Bir 'kalp illetine müptela olarak' erken yaşta 'tekaüde sevk edilmesi' bile bu nedenledir belki). Gençliğinde uzak ülkelere yaptığı bir seyahat esnasında tanımış genç ve güzel kızı. Alıp Türkiye'ye getirmiş. Evlenmişler. "Ama memleketindeyken seviştiği, kendi vatandaşlarından bir genç subay peşini bırakmadı. El altından mektuplarla temas etmeye ve sonunda kandırmaya muvaffak oldu. Annen bizi bırakıp o adama kaçtı. O zaman sen iki yaşındaydın." İntikam alması için yemin ettirir Haluk'a. 'O adam'ın isim ve adresini söyleyemeden son nefesini verir. 2 dakikalık itirafta 'zamanlanma' iyi değil!
Delikanlı, o sırada 18 yaşında gencecik bir Kuleli öğrencisi. Büyükannesi ile kalıyor. Halakızı Nüvit ile sözlü gibiydiler. "Ben dünyada kızımı bir gâvurun oğluna vermem" diyordu müstakbel kayınvalide. Ama sonuçta evlenirler. 2 yıllık mutluluğun ardından Balkan Harbi patlar. 'Karısının özlemiyle' döndüğünde tatsız bir sürprizle karşılaşıyor. "Uzak akrabam olan Muhtar adında kimsesiz ve hasta genç ben yokken gelip bizim yalıya yerleşmişti." Kıskançlık, 'boş kâğıdı' imzalamasına dek varır. Sonra Büyük Savaş'a katılıyor. Erzurum'a yakın Pasinler'deki '11. Kolordu, 33. Fırka, 99. Alay, 2. Tabur, 1. Bölük takım zabitliği'. Bir düşman uçağı düşürülüp pilotu esir alınmış; Piyer Ramon. Serbest bırakılmasını rica eder Haluk'tan! Çok sevdiği bir nişanlısı varmış. "Eğer siz de hayatta sevdiyseniz bunun ne demek olduğunu anlarsınız." Sonraki sahnede kaçıyordu oradan! Haluk bu yardımın faydasını Piyer'in eline esir düştüğünde görecektir. Kaderin cilvesi! Savaş kaybedilmiş ama kahramanımız bir tutsak değil, el üstünde tutulan konuk gibiydi. Ramonların balosunda büyük bir şok yaşar. Nüvit de orada. Evlenmiş. Kocası siyasi bir sürgün; Avukat Ali Rıza Bey. Birkaç gün sonraki şok daha da büyük. Meğer Piyer'in babası General Ramon, annesinin kanına giren 'o adam'mış. Babasının vasiyetine uyup öldürür. Nüvit'in yardımıyla kaçıyor. Genç kadının özverisinde sınır yok. Cinayeti üstlenir ve kurşuna dizilir.
15 yıl sonra, Ümran'la buluşacakları gece Piyer çıkagelir. Bir de armağan(!) getirmiş; Nüvit'in kurukafası. "Ölümünden sonra kestirdim ve size bir gün verilmek üzere sakladım!" İntihardan başka yapacak bir şey bırakmaz kahramanımıza. 'Kara bir vicdanla yaşamanın, kara toprak olmaktan bin kat feci olduğu muhakkak ve aşikârdır'.
Romanda Haluk'un annesi bir Rus kızı. Adı Marusa. Ahmet Giray Bey, Moskova'da sefirken sevip almış. Dinleri ayrı, dilleri ayrı! Aile önce karşı çıksa da Müslümanlığı kabul edince 'hiddetleri' bir derece yatışmış. 'Serbest yaşamaya alışkın olduğu için çok geçmeden bu mutaassıp hayattan sıkılıyor gelin hanım'. Kocası ile aralarında gittikçe artan bir 'imtizaçsızlık (uyumsuzluk)' baş gösterir. 2 yaşındaki çocuğu ve çılgın gibi seven erkeği bıraktığı gibi ver elini Rusya. Gider gitmez de orada evlenmiş. Peşine düşen kocası 'pek müteessir ve bitik olarak geri dönmüş'. Zaten 'kalp illetine müptela idi bir müddet sonra hayata gözlerini kapatır'. Haluk (romanda 'Halûk'), büyük halasının elinde ve himayesinde büyümüş. 'Rahmetli', vasiyetini büyük halanın kızı Hadiye'ye; O da yıllar sonra kahramanımıza aktarır.
Delikanlı, küçük halanın kızı Nüvit'i (kitapta 'Nüvid') seviyor. 'Gâvurun oğlu' olması beraberliklerini zorlaştıracaktır. Harbiye'den subay çıkınca evlenir. Muhtar nedeniyle boşanınca Harbiye Nezareti'ne başvurup bir becayişle Anadolu'ya geçer. Pasinler'in Maslahat Köyü'nde 'babasının vatandaşları, annesinin vatandaşlarıyla çarpışıyor'. Esir edilen Rus pilot Piyer Voronikof'un kaçmasına izin verir. "Ne derece sefil ve düşkün bir ruh taşıyordum ya Rabbi." Ardından tutsak düşüp Doğu Sibirya'daki Kans kasabasına gönderilir. Burada Piyer ve Kont Voronikof'un yardımını görecektir. Cinayet sonrası kitapta farklı. Bunu bir mektupla bildirir 'kardeşine'. Nüvit'in suçu üstlenmesi ve kurşuna dizilme yok. Avrupa'daki bir tren kazasında kocası ile birlikte ölecektir genç kadın. Yine farklı olarak, roman biterken kurukafayı kırıyor.
Haluk Giray, dış görünüş olarak 'her hususta mükemmel bir erkek'. Annesi, 'Ah Güzel İstanbul'da (1966) Haşmet-Sadri Alışık'ın büyükannesiydi. 'Bir Türk evladı olduğu kadar bir Rus çocuğu'. Bu nedenle 'kendinin bile gözünden düşmüş'! Fransızca ve Rusça'yı mükemmel konuşuyor. 'Küçükken Rus ve Fransız komşu çocuklarıyla oynamış, hususi dersler almış'. Filmle romanda savaş konusu önemli. 'Rüzgâr ve topların boğuk boğuk uğuldayan sesi'. 'Mitralyöz, şarapnel'. Her savaş 'Hak, Vatan, Özgürlük' içindir. Haluk'unki farklı; Sevgi ve nefret için! Balkan Savaşı'nda "Ölüm saçan toplara, ateş kusan silahlara rağmen Nüvit'i unutamıyor. O'ndan gelen mektupları kalbinin üstünde taşıyordum. Ateş ve barut kokan siperlerde büyüklüğünü kendi kendime tekrarladığım aşkımın bir misli arttığını gördüm"; Boşandıktan sonraki Büyük Harp'te "Aylarca ölüme ve yedi düvele karşı kahramanca çarpıştık. Nüvit'in gönderdiği mektupları okumadan yakıyordum. O'na karşı duyduğum nefretle ölüme meydan okuyor, cepheden cepheye koşuyordum" diyor. Değişen tek şey 'mektupların başına gelenler'! Ya 'kalp üstünde taşınır'; Ya da 'yakılır'. Birkaç zaman öncesine kadar 'en ehemmiyetsiz arzuları için canını vereceği kız şimdi unutulması lazım gelen bir varlık'. Sonradan "Savaşın ateşi bile senin hasretin kadar bana korkunç gelmedi" diyecektir. Esirken numarası '4008'. İlk savaştan 'en ufak bir yara almadan' dönmüştü. İkincide sol elinden yaralanır. 'Melez kan'! Ama asıl kalbinin pansumana ihtiyacı var (sf. 51). Savaş vahşetini gözler önüne seren sahne; '1000 kişilik taburdan, çoğu yaralı, 4 zabit ve 19 nefer kalmış'. Mevsim kış. Ama esirlerin ruhundaki iklim daha soğuk. [Savaş görüntüleri 'Çanakkale Aslanları'ndan (1964). 53.09'da Çavuş-Talat Gözbak'ın el bombası attığı sahneyi 'Günah Bende Mi'de 28.25'te izliyoruz].
Esir koğuşundaki kâbuslarda Nüvit'i görüp bağırıyor çağırıyor. "Akşam yemeklerini fazla kaçırmamaya bak" diyen Gardiyan'ı kovar; "Senin başka işin yok mu? Fazla dırlanma, çekil başımdan." O dönem tutsaklar böyle "Fazla dırlanma" falan diye tersleyebiliyorlarmış görevlileri.
Boşandıktan sonra 'eskisinden daha ziyade' sever 'eski' karısını. Hatta 'birkaç misli şiddetle'. Kalbinde, daima sızlayan bu yara (kitapta) kasiyer Lida ile ilişkiye girmesine ve kaçış sırasında Lizet'i hamile bırakmasına engel değil. Bu hissiyat susamış ruhundaki bir hevesten ibaretmiş (sf. 79)! Çeşitli ülkeleri dolaşarak ülkemize gelişi çok sürükleyici. Charles Dickens lezzetindeki kaçış at, atlı araba ve trenle. Bu arada birçok yer öğreniyoruz. Dauriya; Açınsk; Bagatol; Noi Nikolayski; Semipalatinsk; Çiveçek; Kulca; Almata; Taşkent; Semerkant; Aşkabat; Krastnovotsk; Bakü; Rize; Trabzon; İstanbul. Eczacı kalfası Şerif, yolculuktaki neşeli kişilerden. Asya'da seyahatin büyük kısmını beraber yapıyorlar. Haluk'tan bir çocuğu olan Lizet ile evlenir. "Saadetini bana havale ettin" diyor.
İki kez adam öldürme girişiminde bulunur Haluk. (General Ramon'u boğuyor; Kafasına, üst kattan saksı attığı Ali Rıza Bey ise, verilmiş sadakası varmış, yaralı kurtulur).
Hiçbir şeyi kendi kararı ile yapmamış. Hep yönlendiren etkenler varmış. Hadiselerle sürüklenen bir 'kader esiri'. Film ve romanda suçla ilgili görüşler; "Bir insanın doğuştan kötü olmayacağını kabul etmelisin."; "Fenayı fena eden cemiyettir." Nüvit de "Suçlu olan sen değilsin. Talihin ve tesadüflerdir" demişti. 'Mariz ruha' sahip olması da 'yaradılışının kusuruymuş'.
Filmde bir, romanda iki halası var. Büyük Hala'nın kızı Hadiye, Haluk'tan 8 yaş büyük. Yaramazlıklarını ve can yakıcı şakalarını hoş görürmüş. Delikanlıya babasının vasiyetini aktaran da, Nüvit'le evlenmesini öneren de O. Muhtar gibi Hadiye de 'müteverrim'. O zamanın moda hastalığı; Verem. 'Ciğerleri kemiren illet' (sf. 33).
Belki yaşadığı zorluklar nedeniyle bir dediği diğerini tutmuyor Haluk'un. Yaşı için sabahleyin '40'; Akşamleyin '41' diyor. Kolyede gördüğü resim ve baloya gelen 'eski karısı' için "Tanımıyorum" demişti.
Nüvit, Haluk'tan 5 yaş küçük. Ortadan biraz uzun boy, alnına ve şakaklarına dökülen yasemin kokulu kumral bukleler. İki yıldız gibi ela gözler. İnce, kırmızı dudaklar arasında bir sıra inci dişler. Haluk, onları görebilmek için güldürmeye çalışırmış genç kızı hep (sf. 38). Piyer'in getirdiği kurukafanın O'na ait olduğunu da 'dünyada eşi bulunmayan, bu güzel dişlerden' anlayacaktır Haluk. Yıllar sonra, Kanks'ta mor (romanda'siyah') tuvaletli güzel bir kadın olarak çıkıyor eski kocasının karşısına. Kolunda 'yeni kocası'. Avukat Ali Rıza Bey, Rusya'da doğup büyümüş, Moskova Üniversitesi mezunu bir Türk. Üç ay önce 'siyaset icabı' oraya sürülmüş. Konakta yaşıyor ve üç uşağı (biri Josef rolündeki Mehmet Büyükgüngör) var. Böyle 'sürgünlük', günümüzde varsıl kişilerin bile harcı değil. İyi bir satranç oyuncusu. Tanıştıkları gece kahramanımıza "Bu valsi karımla yapabilirsiniz" diyecek kadar da anlayışlı! Ancak sütten çıkmış ak kaşık değil. Kabare'deki Dansöz Nadya-Meltem Mete ile aldatıyor karısını. Romanda böyle bir şey yok. Nüvit'in, ikinci evliliği intikam içinmiş! Haluk'tan başka hiçbir erkeği sevmemiş! Senaryodaki bu açıklama erkek seyircilerin olası öfkesini yatıştırıyor!
Sevdiğini kurtarmak için Ramon'u kendisinin öldürdüğünü söyler. Gerekçe olarak General'in telefonla çağırıp tecavüze kalkıştığı yalanını uyduruyor. Kendini savunamayacak biri için ne ağır bir suçlama. (Romandaki Haluk ise Kont Voronikof'u öldürdüğünü açıklayan bir mektup yazmıştı). Piyer'e yalvarıp yakararak kahramanımızın affedilmesini sağlıyor genç kadın.
Filmde gülsek mi ağlasak mı bilemediğiz bir bölüm var. Haluk, cinayeti üstlenen 'eski karısının' kurşuna dizildiğini öğrenmiş. "Nüvit'in bu büyük, emsalsiz jesti" diyor. Kahramanımıza göre bu sadece bir 'jest'!
Doğu Sibirya'daki Kans'ı uzun uzun anlatmış Kerime Nadir. 3000 hanelik sürgün kasabası; Büyük bir garnizonu var; Ahalisi Rus ve Tatar (esir ve sürgün Türkleri de belirtebilirdi); Kuzeyi ormanlık; İçinden Kan Irmağı geçiyor. Kar diz boyu, yollar uzun ve sarp. Havanın soğukluğu konuşulurken (Ayşegül Devrim'in seslendirdiği) bir bayan "Geceleri yatağın içinde bile ısının sıfırın altında olduğuna şüphe yok" diye kocasına laf dokundurur!
Ümran, 'düşkün bir babanın kızı'. İyi kalpli, biraz hafif akıllı hatta çocuk mizaçlı. "Her 'düt' diyenin keçisi olmaktan bir türlü vazgeçemez (sf. 6)." İnsanları tanıması yalnız 'eşkâlleriyle'. İçyüzlerini anlayabilmesi için zaman ve tecrübe gerek. "Herkese güvenmenin çok tehlikeli bir şey olduğunu daima hatırında tutmalısın" demişti babası. Büyükannesinin (Haluk'un küçük halası) yanında kalıyor Annesini çok küçükken kaybetmiş. Resmi Pantantifinde (değerli taşlardan tapılmış kolye). Tanıyanlara göre 'çok benzerlermiş'. Haluk'un kim olduğunu bilmediği sahnede aralarındaki yaş farkı için "Sevenler için yaşın ne kıymeti var" diyordu. Kahramanımızın kendisini dikkatlice süzüşünün nedeni 'uzak kaldıkları zamanların payını almak için'.
Muhtar 'uzak bir akraba'. Bir kez de 'kimsesiz' deniyor. 20 yaşında, solgun benizli ve veremli. Avrupa'da 'tahsil etmiş bir heykeltıraş'. İstanbul'a dönünce Hala'nın ısrarıyla yalıya 'postu sermiş' (sf. 43). 'Gecenin rutubeti dokunurmuş hassas bünyesine'. Nüvit'in acıma duygusuyla karışık ilgisi kıskançlığa neden olur. Kahramanlarımızın ilişkisini alacalandıran bir mikrop. Hastalık ciğerleri, hastaya duyulan şefkat da bir yuvayı harap edecektir. "Bu veremliye senin bu kadar sokulman doğru mu?" diyordu Haluk. Nüvit "Merak etme, tehlikeye karşı gereken dikkati gösteriyorum" deyince "Kalbini de tehlikeye karşı koruyabilir misin?" yanıtını alır. Genç kıza göre 'sadece bir kardeş' ama Muhtar'ın duyguları öyle değil. Çılgın gibi seviyor ve verilecek en ufak bir ümit hayatını kurtarabilirmiş. Bunu iki kez söyler. Kocasından bile kıskanıyor Nüvit'i. Yüzünü, saçlarını, ensesini zorla öpmeye kalkıştığı sahnede Haluk'tan bir tokat yer. Romandakinin yaptığı ise sadece yukarı kata çıkıp 'boş kâğıdı' imzalamak. Yıkılan bir saadet. Heykeltıraşımız, belki hastalığından belki utancından bir müddet sonra sonbaharda ölür.
Piyer Ramon (romanda 'voronikof') uzun boylu, zayıf yapılı, kumral yakışıklı bir genç üsteğmen. (Haluk ise, 3-4 yaş büyük olmasına karşın 'teğmen'). Sesinde tatlı bir ahenk var. Kahramanımızın ruhunda 'çarpışan garip bir his uyandırır'. Uçağı vurulup esir olduğunda 'dışının bir mangala; İçinin çaya ihtiyacı vardı'. Filmdeki değil ama kitaptaki içiyor. Kardeş olduklarını öğrenince "Tevekkeli değil senin uğruna vatana ihanete kadar varan bir fedakârlıktan çekinmedim" diyecektir Haluk. Kont Voronikof, karısının 20 (filmde '24') yıl önce İstanbul'da bulunduğunu söylüyor. O günlerde Haluk 29 yaşında (sf. 158). Annesi, iki yaşındayken terk ettiğine göre 20 yıl, 27 olmalıdı.
Altın Kadeh Kabaresi kasiyeri Alida (Romanda 'Hamam Kasadarı Lida') Haluk'u çok sevmiş. Başka hiçbir müşteriye eliyle servis yapmıyor. Kaçış sürecinde hep yardımcıydı. Kalbini, vücudunu vermiş. Delikanlı ise pek nazik(!); "Ayağıma gelmiş güzel bir fırsatı tekmelemek elimde değildi." Üstelik "Bir esire, her şeyini teslim edecek kadar hafif meşrep olan şahsiyetine küs" diye azarlar genç kızı.
'Günah Bende Mi'deki melodiler.
Mantovani'nin 'Broadway Encores' albümündeki (1961) "You Are Beautiful (From 'Flower Drum Song')" (1958) (Richard Rodgers / Oscar Hammerstein II) Sonradan eklenen jenerikte.
"Gioconda's Smile" uzunçalarındaki (1965) 'Countess Esterhazy' Haluk, filmin başında Ümran'la konuşurken. 'Mr. Noll' O akşam köşkte "Beni seviyor musun? Hiç çekinmeden açıkça söyle" derken. 'Returning in the Evening' "Benim hayat hikâyemi sen de bilmelisin Ümran. Bu ikimiz için de iyi olacak" derken.
'Blue'daki (1968) (Manos Hadjidakis) 'The Mexicans in the Village' 5 sahnede (Ümran, gece vakti, Haluk'un köşküne geldiğinde; Haluk, Piyer'in elinde esirken; Nüvit ve Ali Rıza Bey'in evinden kaçarken; General Ramon'u boğarken; Nüvit, Piyer'e 'babasını öldürdüğünü' söylerken). 'Blue and Joannna Near the River' Haluk'un babası ölüm döşeğindeyken. 'The Mexicans are Coming' 3 sahnede (Haluk, Muhtar'ı tokatlarken; Esir koğuşunda kâbuslar görürken; Nüvit'le telefon görüşmesindeki ikinci müzik); "Blue's Solitude" 3 sahnede ("Senin sandığın gibi değil" diyen Nüvit'e "Benim anladığım kadarı bana yeter" karşılığını verirken; Hapis yemekhanesinde yemeğini Nizam Ergüden'e verirken; Gizlice eve girip uyuyan Nüvit'i öperken). 'Nocturne' General Ramon "Siz merak etmeyin. Durumu hemen telefonla Nüvit Hanım'dan öğreneyim" derken.
Mantovani'nin 'Romantic Memories' 33'lüğündeki (1954) "We'll Gather Lilacs" (1945) (Ivor Novella) Haluk, Nüvit'e "Senle sözlü sayılırız. Bak Harbiye'yi bitirdim. Subay oldum artık" derken.
'Çeribaşı Havası' (Enstrümantal) Düğünde.
'Cleopatra'daki (1963) (Alex North) 'Main Title' 2 sahnede [Haluk "Ah, büyükanne! Dünyada senin eşin emsalin yoktur. Sana çok teşekkür ederim, çok" dedikten sonra (2 saniye); Doktor-Tevfik Soyurgal, Muhtar'ı muayene edip gittikten sonra].'Grant Me Honourable Way to Die' Piyer, Nüvit'i kurşuna dizdirirken. 'The Fire Burns' Ölen genç kadına mağrur gözlerle bakarken.
Mantovani'nin, Ekim-1959'da çıkan 45'liğindeki 'Shadow Waltz' (1933) (Paul Dubois) Haluk "Balayımız çok mesut geçti. Karımla iyi anlaşıyorduk. Beni sabahları işe giderken uğurluyor, akşamları işten dönüşte de sevgiyle, muhabbetle karşılıyordu" derken.
'El Cid'deki (1961) (Miklós Rózsa) 'Overture' "Fakat o yıl patlayan Balkan Harbi bizi tatlı rüyamızdan uyandırdı. Bu savaşa ben de katıldım. Savaş bütün şiddetiyle devam ediyordu. Ölüm saçan toplara, ateş kusan silahlara rağmen Nüvit'i unutamıyor, O'ndan gelen mektupları kalbimin üstünde taşıyordum" derken. 'Battle of Valencia' "Nüvit'i boşadıktan sonra Büyük Savaş'a katıldım. Aylarca ölüm ve 7 düvele karşı kahramanca çarpıştık. Nüvit'in gönderdiği mektupları okumadan yırtıyordum. O'na karşı duyduğum nefretle ölüme meydan okuyor, cepheden cepheye koşuyordum" derken. ('Mektup' değil ölüme meydan 'okuyormuş').
'Aida Operası'ndaki (1871/72) (2. Perde) (Giuseppe Verdi) Balkan Harb sonrasında "Savaştan, Allahın inayetiyle sağ salim yuvama döndüm. Nüvit'e kavuştuğum zaman aylarca kan ve barut kokan siperlerde büyüklüğünü kendi kendime tekrarladığım aşkımın bir misli arttığını gördüm" derken.
'Funeral in Berlin'deki (1966) (Konrad Elfers) 'Fate of Two Pawns' 3 sahnede (Nüvit "O benim için bir kardeştir. Böyle bir şey düşünmene teessüf ederim" dedikten sonra; 15 yılın ardından Piyer Ramon ve Haluk karşılaştıklarında; El sıkışırlarken). 'Checkpoint Charlie: Palmer Arrested' 6 sahnede (Köprüdeki buluşmada Nüvit, koşarak uzaklaşırken; Haluk, General Ramon'un evinde annesinin resmini görünce; Nüvit'le telefon konuşmasındaki ilk melodi; Köşe başındaki küçük kahvede beklerken; Ramon'u öldürdüğünü anlatırken; İki sevgili ayrılırken). 'Violence in the Eastern Sector' Piyer, babasının cansız vücudu ile karşılaşınca.
'The Mantovani Touch' albümündeki (Şubat, 1968) 'Alfie' (1966) (Burt Bacharach / Hal David) Akşamki aile toplantısında Haluk "Ben müsaadenizle yatmaya gidiyorum" derken.
Edmund de Luca'nın 'Conquerors of the Ages' uzunçalarındaki (1957) 'Genghis Khan' Düşürülen düşman uçağındaki Piyer Ramon kurtulunca.
'Ben Hur'daki (1959) (Miklós Rózsa) 'Burning Desert' Piyer, tutuklu olduğu askeri tesisten kaçarken.
Paul Mauriat'nın 'Vodka and Caviar' 33'lüğündeki (1965) 'Le Temps Du Muguet' (1955) (Vassily Soloviev-Sodoi / Mikhail Matoussovski) 4 sahnede [Haluk "Aziz vatanımdan uzakta, senenin yarısı karlarla örtülü bu memlekete alışacağımı hiç sanmıyordum" derken; Altın Kadeh Kabaresi'nde Piyer, Haluk'a "Ben ve babam size her türlü yardımı yapmaya severek hazırız" derken; Alida için "Şirin kız değil mi? Bir müşteriye eliyle servis yaptığı görülmüş şey değil. Hoşuna gittiniz herhalde" derken; Haluk, Nüvit'e "Seni tekrar bana ('Beni tekrar sana' olmalıydı) kavuşturması için Allahtan yardım isteyeceğim" derken]. 'Katyusha' (1938) (Metyev Tsaakoviç Blanter / Mihail Isakovskiy) 2 sahnede (Ali Rıza Bey, Nüvit'le baloya gelince; Kabarede dansöz ile beraberken). 'Les Yeux Noirs (Ochi Chornye)' 3 sahnede (Baloda Haluk ve Ali Rıza Bey konuşurken; Kabare'de Alida "Sizin gibi müşterilerimiz için bu votkadan birkaç şişe saklamıştık" derken; Kabare'den telefon eden Alida, "Üsteğmen Piyer sizinle görüşecekler" derken). 'Plaine, Ma Plaine' Nüvit, buluşacakları tahta köprüye atlı kızakla giderken. 'Stenka Razine the Cossack' Alida, tavernadan ayrılan Haluk için "Niçin gidiyorsunuz? Bir kusurumuz mu oldu" derken.
Werner Müller Orkestrası'nın 'Gypsy!' albümündeki (1965) 'Gypsy Love (Zygeunerliebe)' (1911/12) (Franz Lehar) Nüvit ve Haluk dans ederken.
'War and Peace'deki (1956) (Nino Rota) 'Orgy' 2 sahnede (Nadya-Meltem Mete dans ederken; Kasiyer Alida, Haluk'a "Votkanıza limon mu yoksa greyfurt mu katayım teğmen" derken. Kahramanımız 'bütün içkileri sek severmiş').
Johnny Keating & His Orchestra'nın 'Robbery' uzunçalarındaki (1967) (Johnny Keating) 'Diamond Robbery' Haluk, gizlice Nüvit'in evine giderken.
'Blue' (1968), bizde 'İntikam Deresi' adıyla ve 16 Şubat 1970, Pazartesi günü (Beyoğlu) Fitaş Sineması'nda gösterime girecektir. 'Soundtrack'ı, filmden çok daha önce gelmiş!
'Çeribaşı Havası'nın sözlü şekli; "Ah, Naciye, Naciye, cilveli Naciye//Abe dale das dale gel bana das dale//Abe dale dale gel bana ah dale//**//Çeribaşı, Çeribaşı//Ne güzeldir gözü kaşı//Bayram gelince//Çevirirler kuzu başı."
'Shadow Waltz', 'Gold Diggers'in (1933) fon müziğiydi; 'Alfie' de (1966) aynı adlı filmin.
'Stenka Razine the Cossack'ı The Seekers 'The Carnival is Over' adıyla plak yapmıştı (1965).
Nüvit'i Jeyan Mahfi Ayral; Haluk'u Hayri Esen; Ümran'ı Tijen Par; Piyer'i Toron Karacaoğlu; Erdoğan Esenboğa 5 kişiyi (Muhtar'ı, Ali Rıza Bey'i, Gardiyan-Muzaffer Cıvan'ı, Piyerlerin uşağını ve Nüvitlerin uşağı Mehmet Büyükgüngör'ü); Büyükanneyi Şaziye Moral; Alida'yı Gülen Kıpçak seslendirmiş.
Baloda, sigaralar 7 mumlu şamdanla yakılıyor. İyi ki saçı tutuşmadı Haluk'un. Piyer'le içki içerlerken yan masada arkası dönük olarak oturan kişi Kartal Tibet mi?
Müfit Kiper adlı iki sanatçı var. 1912 doğumlu 'aktör' Müfit Kiper ve 1926 doğumlu Hafif Batı Müziği 'orkestra şefi' Müfit Kiper.
Piyer-Cenk Er; General Ramon-Müfit Kiper; Büyükanne-Şaziye Moral; Hala-Mahmure Handan; Muhtar-Erol Tezeren; Ali Rıza Bey-Aydın Tezel; Sarhoşlar-İhsan Gedik ve Kudret Karadağ; Gardiyan-Muzaffer Cıvan; Mahkûm-Nizam Ergüden; Uşak-Mehmet Büyükgüngör çok güzeldi.
Kitaptan iki alıntı; "İnsan için en büyük ders, kendi şuurunun ve vicdanının şamarıdır (sf. 277)." "Saadet öyle bir şeydir ki, giden onu üstünde götürmez. Yaşamasını bilirseniz daima sizinle kalır (sf. 138)."