“Zavallı Ali, zavallı Zehra! Ölümde birleştiler.” Mahmut, sevdiği iki kişinin ardından söylüyor bunları. Biri nişanlısı, diğeri nişanlısını kaptırdığı 22 yıllık mahalle arkadaşı. Hollywood filminde Ellen Graham-Veronica Lake’in şarkısı (1942) (Jacques Press / Frank Loesser) kendisine çok yakışıyor; “Now you see it now you don’t//Because hocus-pocus Lo and behold//You get blinded by that moon of bright gold above//That’s love.” Büyük olasılıkla kimsesiz kalan Gülşen'e de kol kanat germiştir.
06 Mayıs 2014

"Zavallı Ali, zavallı Zehra! Ölümde birleştiler." Mahmut, sevdiği iki kişinin ardından söylüyor bunları. Biri nişanlısı, diğeri nişanlısını kaptırdığı 22 yıllık mahalle arkadaşı. Hollywood filminde Ellen Graham-Veronica Lake'in şarkısı (1942) (Jacques Press / Frank Loesser) kendisine çok yakışıyor; "Now you see it now you don't//Because hocus-pocus Lo and behold//You get blinded by that moon of bright gold above//That's love." Büyük olasılıkla kimsesiz kalan Gülşen'e de kol kanat germiştir.

'A Gun For Sale' (1936) (Graham Greene) (1987-Penguin Books) ('Satılmış Adam'-Varlık Yayınları-Temmuz, 1955) (Çeviren Filiz Karabey) ve bundan yapılan 'This Gun For Hire'ın (1942) Yeşilçam uyarlaması. Ocak-Şubat aylarında, bir bölümü İstinye doklarında çekilip 12 Mart 1962, Pazartesi günü (Beyoğlu) Şan Sineması'ndaki suare ile gösterime girmiş. Üç senarist (Halit Refiğ, Memduh Ün, Orhan Elmas) ve üç rejisörlü (Halit Refiğ, Memduh Ün, Lütfi Akad).

Kitabın çevirisi, orijinalinden biraz farklı. Birkaç örnek;

"A hare-lip (sf. 5)", "Dişleklik (sf. 3)" olmuş; "Witness (sf. 5)", "İpucu (sf. 3)" olmuş; "The bright cold Christmas street (sf. 6)", "Pırıl pırıl soğuk Noel ağacı (sf. 5)" olmuş; "Melted on the pavement (sf. 9)", "Kaldırıma düşüyordu (sf. 9)" olmuş; "The Snow Queen (sf.11)", "Pamuk Prenses (sf. 11)" olmuş; "On your life I won't (sf. 19)", "Ölsem hatırlamam (sf. 21)" olmuş; "The dentist's on the floor below (sf. 26)", "Dişçi yukarda (sf. 31)" olmuş; "Good morning (sf. 51)", "Allahaısmarladık (sf. 63)" olmuş; "Number sixty-one (sf. 75)", "Altmış iki numara (sf. 75)" olmuş; "St. Augustine (sf. 95)", "St. Paul (sf. 118)" olmuş; "Silencer (sf. 128)", "Ses kesme cihazı (sf. 161)" olmuş; "Senior surgeon (sf. 139)", "Asistan operatör (sf. 175)" olmuş; "Second left (sf. 143)", "Soldan ilk (sf. 181)" olmuş.

'The Snow Queen (Karlar Kraliçesi)' özellikle önemli. Çünkü kitaptaki Raven, adını bu Andersen öyküsündeki (1845) kargadan alıyor.pıugjfj09787

Romanda 1930'lar. Midland Çelik Şirketi zarar etmeye başlayınca sahibi Sir Marcus bir plan yapmış (sf. 208). O sırada Londra'da olan Çekoslovak Harp Bakanı, 1914'teki Franz Ferdinand gibi, bir suikast ile öldürülecek. Çıkacak savaşta da fabrika kâr edecek! Adamı Cholmondeley/Davis bu iş için kiralık katil James Raven'i bulmuş. Kahramanımız tavşan dudaklı, dünyaya küskün biri. Plan başarılı olur. Ama bu iş karşılığında verilen para çalıntı. 5'lik halinde toplam 200 pound. Numaraları da önceden polise ve tüm işyerlerine bildirilmiş. Durumu anlayan Raven, hesap sormak için Davis'i takip ederek Nottwich'e geliyor. Trende Anne Crowder adlı bir tiyatro sanatçısı ile karşılaşır. Genç kız Scotland Yard'dan komiser muavini Mather ile nişanlı ve Nottwich'te iş bulacakmış. Aralarında bir yakınlaşma olur ama 'Güneş Doğmasın'daki kadar değil! Anne, olası bir savaşa engel olmak için kahramanımıza yardım eder. Sonuçta Raven ölüyor ama bu süre içinde dostluğu ve özveriyi öğrenir. "Birine tamamen güvenmek çok güzelmiş (sf. 162)." Mather terfi eder ve Anne ödüllendirilir.

Amerikan filmi 'This Gun For Hire' (Mayıs, 1942) Pearl Harbor Saldırısı (Aralık, 1941) sonrasında çekildiği için senaryo bu duruma uyarlanmış. Los Angeles'teki Nitro Chemical Corporation kârına kâr katmak istiyor. Zehirli bir gazın formülü Japonlara satılacak. Oradan gelecek saldırılar için gaz maskesi üretip milyon kazanacaklar. Ellen'ın deyişiyle "So, tomorrow they'll ship it back in bombs. Japanese breakfast food for America". Ama çalışanlardan Albert Baker, bunu anlamış, her şeyi Washington'a anlatacağını söyleyip şantajla para istiyor. Şirketin sahibi Mr. Brewster, adamı Willard Gates aracılığı ile kiralık katil Philip Raven'i bulur. Kahramanımızın, romandan farklı olarak 'dudağı' değil 'sol bileği' yaralı. 'Live alone, work alone' biri. Baker'ı 'sonsuza dek' susturur ama verilen (10'luk halde) bin dolar çalıntı ve numaraları polise bildirilmiş çıkınca bu kez kendisine oyun oynayanların peşine düşüyor. Ellen Graham, polis teğmeni Michael Crane'in nişanlısı. Gates'e ait Neptune Club'da iş bulmuş. Oraya gidecek. Gates'i izleyen Raven ve genç kız aynı trende. Silah tehdidi ile başlayan beraberlikleri vatan için çarpışmaya kadar gider. Raven ölür. Ellen ve Michael birbirlerine sarılıyorlar.

Kitaptaki James Raven tavşan dudağını paltosunun yakasıyla saklamaya çalışıyor hep. Dr. Alfred Yogel'e yarık dudağı diktirmek istemişti. Hem de (bizdeki Ali'nin, omzundaki kurşun için yapacağı gibi) 'anestezisiz'. 'İçi buruk, dünyaya küskün, eciş bücüş bir adam (sf. 4)'. Babasını asmışlar. Annesi de 'mutfak bıçağı ile boğazını keserek intihar etmiş'.

Filmdeki Philip Raven ise çok yakışıklı. Kimsesiz kalıp halasının yanına sığınmış. Üç yaşından 14'üne kadar dayaksız günü yok. Bir keresinde kek için ayrılan çikolatanın tadına baktı diye cezalandırılır. Acımasız kadın kızgın ütü ile koluna vurunca; "I grabbed a knife. I let her have it! In the throat!" İlk cinayeti böyle. Sonrası çorap söküğü gibi gelir.969gokgg

'Güneş Doğmasın', bir geminin Boğaz'a demir atışıyla alışı arasındaki birkaç günlük öykü. Üç Yıldız Artist Bürosu'nda başlıyor. Esrar ve beyaz kadın ticareti yapılan bir yer burası. En masum işleri 'kahve kaçakçılığı'! Artist olmak için evden kaçan kızların sayısı 10'u bulunca 'ver elini Lübnan'. Piyasaya sürdükleri 'toz' her seferinde iki kilo. Bazı ufak tefek aksaklıklar olmuyor da değil. Hasan, 'malın parasını' at yarışlarında 'yemiş'. İyi bir dayak 'yer'. Horoz Ahmet bir çete reisi için fazla yumuşak yürekli. "Hepimiz insanız. Olur böyle şeyler" diyerek affeder Hasan'ı. Bu iyi niyeti nedeniyle delik deşik olacaktır. Çetenin diğer elemanları Recep-Zeki Tüney, Hakkı Haktan, Hüseyin Güler, Hayri-Mehmet Ali Akpınar ve Köstebek-Ulvi Uraz.

Gemi kaptanı Ali Doğan, görenin bir daha baktığı bir genç. Ailesine çok düşkün. Seferler boyunca karısı Ayşe ve kızı Gülşen'in resmi elinden düşmezmiş. Aylarca denizlerde dolaş dur. İstanbul'a dönünce beraber olacakları 4 gün var sadece. "Sonra yeni bir sefer. Kaç ayda dönersin belli olmaz." Bu son dönüş biraz farklı. Polis memuru arkadaşı Mahmut Abi, karşılamaya gelmiş ama halinde 'bir bit yeniği var'. Cenazeye gider gibi keyifsiz. 'Şey, mey' diye kem küm edip duruyor. Olanı biteni söylemeye dili varmaz. "Şaziye Teyze, yolunca anlatır" diyecektir annesine. Dediği gibi oluyor.

Mahallede önce Köstebek ile karşılaşır kahramanımız. "Ne o, sen hâlâ yaşıyor musun" dediğinde anlamlı bir karşılık alır; "Yaşıyoruz ya! Haline gülmek için." 'Haline gülmek için!'

'Çocuktan al haberi'. Biraz sonra sokakta saklambaç oynayan Gülşen'i kucakladığında her şeyi öğreniyor; "Annem gitti baba!" Ayrıntılar komşu Şaziye Teyze'de; "Ne desem oğlum bilmem ki! Gittiğinin ayı dolmamıştı, sizin eve bir adam dadandı. Söylediklerine göre geceleri otomobille geliyormuş. Sonra bir sabah Gülşen'i bize bıraktı. 'Çarşıya gidiyorum, dönüşte alırım' dedi. Gidiş o gidiş." Meğer Ayşe, çete reisi Horoz Ahmet'e kaçmış.

Günlerce denizlerde sürt, kazandığını kuruşuna kadar getir. Sonra karın başkasına kaçsın! "Olanları unutacaksın. Unutman lazım. Yoksa yaşayamazsın" demişti Mahmut. Böylesine, yaşamak denirse. Üstelik 'nur topu gibi bir de kızı var'. Ama kolay mı unutmak?

Tüm nasihatler boşa gider. Hasan'ın dolduruşuyla karısını ve dostunu öldürür. İkişer kurşunla. İşin aslı mahalle bakkalının sözlerinde; "Her şeyi Hasan yaptı. Patronun gözüne girmek için karını O'na peşkeş çekti. Sonra da seni üzerine saldı." Ali bu kez çetenin peşine düşer. Kendisini yakalama görevi de Mahmut'a verilmiş. En yakın arkadaşının bileklerine kelepçe geçirecek! Düne kadar yan yana iki dostken, şimdi karşı karşıyalar. Ne garip bir tecelli! 'Yapamam' karşı çıkışları bir işe yaramaz. Polis Müdürü Adnan Uygur'a göre 'vazife bütün hislerin önünde'.

O üzücü olaya kadar 'insanları sever, Onlara inanırmış' Ali. 'Adam öldürecek bir kimseye benzemiyor' ama görünüşe aldanmamalı. En yumuşak adam bile katil olabiliyor. 'İnsan kendi kaderini kendi çizer'den, 'insan kendi kaderini çizemiyormuş'a uzanan bir değişim. "En çok sevdiğim, en çok inandığım karımın beni aldattığını anlayınca kendimi korkunç bir yalnızlığın içinde buldum." Ama bunu araştırma gereği duymaz senaryo.9y9yhşooıhj

Ayşe'nin gidiş nedeni "Senden de, bana yaşattığın sefil hayattan da bıktım" demesi dışında belirsiz. Görüntüye geldiği iki sahnede Ahmet'le sevişiyordu. Acaba sorun, 'Cat on a Hot Tin Roof'daki (1958) gibi 'yatakta' mı? Mahmut'a göre 'sütünün bozukluğundan'. O'na iyi bir hayat yaşatabilmek için oğlanın aylarca deniz üstünde anası ağlarmış. Ancak evlilik, daha karmaşık ve böyle kolay sözlerle açıklanabilir bir şey değil galiba.

Sonraki kanlı olaylara hiç gerek yoktu. Araba vapurunda Asım Nipton'un "Öldürmüş de neyi halletmiş sanki. Ver istidayı mahkemeye, kurtul kadından. Zorla güzellik olur mu?" diyordu. Kitapta, Anne Crowder'a göre 'dökülmüş süt için ağlamak boştur' (sf. 30). "Don't cry over split milk (sf 25)."

'Raven'ler hep yalnız. Zehra sayesinde Ali'nin yalnızlığı iki gün bile sürmüyor.

Gülşen'i Şaziye Teyze'ye bıraktığında para da vermişti; "Bütün param bu." Vapur bileti ve taksi için bir miktar kalmış gene de. Tümü bitince açlıktan simit çalmak zorunda kalır. Oysa 'pilavı, hele fasulyeli ise' pek severdi.

Mahmut, aynı mahalleden ve Ali'nin çocukluktan arkadaşı. Anacığı ile ['Ölüm Saati'nde (1967) Ahmetlerin olan evde] kalıyor. İçi dışı pırlanta gibi bir insan. '8 yaşındaki çocuklardan, 80 yaşındaki ihtiyarlara kadar hemen herkesin Mahmut Abisi. Az konuşur, derdini kimseye açmaz. Haliç Tersanesi'nde "Çıkar şu dilinin altında ne varsa" demişti Ali. Zehra ile nişanlandığını sefer sonrası söylüyor kahramanımıza. Nişanlılık devresi çok uzamış, gelecek ay terfisi gelince evleneceklermiş. 2-3 aylık nişanlılığın uzun kabul edilmesi o dönemin anlayışı olsa gerek. Meslekteki 'Şerlok Holmes' hikâyelerini anlatır Zehra'ya. Tatlı bir heyecan. Bakkal Hasan Efendi'nin kasasını soyan hırsızlar yakalanmış (artık değil 'kasası', 'bakkal' bile kalmadı). Çırak, içerden kılavuzluk etmiş meğer! Kasımpaşa Cinayeti'nin faili öldürülen kızın dayısıymış galiba. Tophane Hamamı'nda asılı bulunan adam; Göztepe'ye dadanan gece hırsızı Sansar Rıfat; Yel değirmeni Canavarı. Konuştukları hep böyle şeyler. Başladılar mı sonu gelmiyor muhabbetin. Nişanlısına her şeyi anlatmış ama Ali'nin durumunda söz etmemiş nedense. (50'lerdeki gazetelerde 5-6 tane 'Kasımpaşa Cinayeti' haberi var. Kimi kıskançlık, kimi kabadayılık, kimi particilikten).

O karmaşada Ali'yi sever Zehra. Hem de "Sen nereye ben oraya" diyecek, O'nu kurtarmak için adam öldürecek kadar. Bu kısım çok hızlı geçtiği için pek inandırıcı değil.

Kahramanımızın mahallesi çok güzel. Seferden döndüğü gün manavdan iki kilo vişne alır. Karısı çok severmiş! Sonra vişnenin ne olduğu belli değil. Komşu Şaziye Teyze, Mahmut Abi ve annesi, Zehra, Cemil, gemideki diğer tayfalar. Herkes, herkes Ali için yırtınıyor. Manav Hüseyin Ağa bile "Başkasına 150 (kuruş) ama sen yabancı değilsin. 125 ver" demişti. Çırağı Ahmet de bizimki denizdeyken epey serpilmiş! Bu, gözden uzak, gönülden uzak ve çocuk serpilmesini gözlemletecek denli uzun ayrılık neden olmuştur belki Ayşe'nin gitmesinde.

'Güneş Doğmasın'daki melodiler.

"The Ballad of High Noon (Do Not Forsake Me Oh, My Darlin')" (1952) (Dimitri Tiomkin / Ned Washington) 3 sahnede (Jenerikte; Hasan, Köstebek'le telefonda konuşurken; Ali, Horoz Ahmet'in evine gizlice girerken).

'Around the World in 80 Days'deki (1956) (Victor Young) 'Passepartout/Paris Arrival' Seferden dönen Ali, kızı Gülşen'e sarılınca.

'Pictures at an Exhibition'daki (1874) (Modest Mussorgsky) 'I. Gnomus' 3 sahnede (Ali, evi karman çorman bulunca; Zehra'nın çantasını İclal Genç'in kolunda görünce; Sonda, bir kurşunla intihar ederken).

"Ascenseur Pour L'Échafaud"daki (1958) (Miles Davis) 'Nuit Sur Les Champs-Élysées' 3 sahnede (Ali ve Köstebek yolda konuşurken; Hasan arabada karısının resimlerini gösterirken; Kulübede kıstırıldıklarında, Zehra'ya "Hepsi bir köşeye çekildi. Sabaha kadar rahatız" derken). 'Motel (Dîner Au Motel)' Horoz Ahmet'in evinden kaçarken. 'Final (Chez Le Photographe Du Motel)' Yaralı Ali, mahalle bakkalıyla konuşurken. 'Au Bar Du Petit Bac' 3 sahnede (Ali, taksi ile Köstebek'i takip ederken; Taksiden indikten sonraki takipte; Çete, sokaklarda Ali'yi ararken). "Sur L'Autoroute" Zehra, Ali'nin başına çantası ile vurup kaçarken. 'Séquence Voiture' 2 sahnede (Ali, İclal Genç'i izlerken; Ali ve Zehra, polisten kaçarken). 'Générique' 3 sahnede (Zehra'ya "Bırak bu lafları. Kurtulman için daha fırsat var elinde" derken; Boğaz'da "Bak işte bizi kurtaracak gemi orada. Şu kocaman bacası olan" derken; "Olmadı Zehra, beceremedik. Gemi kalktı. Bak uzaklaşıyor. Son ümidimiz de kayboldu" derken).

'Grand Canyon Suite' (1931) (Ferde Grofé) 'V: Cloudburst' 3 sahnede (Ali ve Zehra, arabalı vapurda karşılaşınca; Sondaki kavgada; Hasan ve Köstebek ölürken). 'Sunrise' 2 sahnede (Ali, geç kalan Zehra'yı aramaya karar verdiğinde; Sonlara doğru, Polis, çete elemanlarının cesetlerini bulduğunda).

"Ascenseur Pour L'Échafaud", bizde 'İdam Sehpası' adıyla ve 16 Aralık 1959, Pazartesi günü (Beyoğlu) Emek Sineması'nda gösterime girmiş.8686uffkfkj

Cemil, Ali'nin gemiden arkadaşı. Güler yüzlü, gönlü varsıl, kazağı yırtık 'Sarhoş Cemil'. 'Delidir doludur ama temiz çocuktur'.  60'ların mucizesi Suphi Kaner. Her sefer sonrası Hıristo'nun Meyhanesi'nde alır soluğu. "Zom olurum, fitil olurum, küfelik olurum ama orada olurum." Sevgilisi Baygın Melahat ile 2-3 şişe devirmiş. Sigarasını yakmaya çalışıyor. "Aman sakın ha! Ateşi fazla yaklaştırma. İçim dışım alkol oldu. Alev alırım" diyen genç kıza yanıtı hazır; "Zarar yok, Anam! Ben de ateşinde kebap olurum."

'Geminin kalkış günü' biraz çelişkili. Cemil, "Hadi Melahat dik kadehini. 'Üç' günümüz kaldı. Boş geçmesin" demişti. Biraz sonra gelen Ali ise 'iki' gün sonra gemi kalkmadan yetişeceğini söylüyor.

Sahilde bekleyen tayfalardan biri Bahri rolündeki unutulmaz Emin Saygılı.

Ulvi Uraz, Köstebek'e sesini de vermiş. Hep takım elbise, badem bıyık, fötr şapka, papyon ve ceket cebinde mendil. Çikolatasız anı yok. 24 sahnede ağzına çikolata atıyor. Üç kez de (bakkaldan, büfeden, vapurdaki seyyar satıcıdan) satın alıyor. Öpüp başına koyacak kadar değerli. Ölürken bile 'son bir tane' yemeye çalışıyordu.

İlginç bir sahnede Hasan, kahramanımızı Ahmet'in köşküne götürüyor. Ali arabaya binerken 'İstanbul H. 42 385' olan plaka, inerken 'İstanbul H. 41 531' olur.

O zamanki filmlerin modası, 4 kez 'aynadan çekim' yapılmış.

Ali-Göksel Arsoy; Zehra-Nilüfer Aydan; Mahmut-Reha Yurdakul; Köstebek-Ulvi Uraz; Hasan-Ahmet Tarık Tekçe; Cemil-Suphi Kaner; Horoz Ahmet-Senih Orkan; Gülşen-Semiha Yankı; Çete elemanları Hayri-Mehmet Ali Akpınar, Hüseyin Güler, Hakkı Haktan, Recep-Zeki Tüney; Hayri'nin annesi-İclal Genç; Şaziye Teyze-Araksi Hebo; Doktor Sait Sez-Selahattin Yazgan ve hemşiresi; Ümran Taşkent; Şark Oteli ve sahibi Yüksel Mostra; Simitçi ve Yönetmen Yardımcısı Tunç Başaran; Komiser ve filmin Sanat Yönetmeni Adnan Uygur çok güzeldi.

Şark Otel, Üsküdar'da Hâkimiyeti Milliye Caddesi, No. 168'deydi. (Aynı isimle bir de Sirkeci'de var). Takip sırasındaki Saksağan Sokağı (Taksim/Mecidiyeköy) Murat Davman'ın 'İki Kere İki On İki Eder' (Ümit Deniz) macerasında geçiyor. Lale Film Stüdyosu'na 100 metre mesafedeymiş

Zehra, Birlik Eczanesi'nde Ali'nin yarası için pamuk alıyor. Ecz. Zühtü Anıt, Malatya'da açılan 4. eczanenin (Malatya Eczanesi) sahibi. 50'lerde İstanbul'a gelmiş. Sağlık hizmeti ile geçen bir ömür. 23 Mayıs 1967 tarihli Milliyet'teki bir ilan iç burkuyor; "Emekli Binbaşı ve Eczacı Zühtü Anıt 19.5.967 Cuma gecesi tedavide olduğu Bakırköy Akıl Hastanesi'nde vefat etmiş ve cenazesi Silivrikapı Mezarlığı'na defnedilmiştir."

Hayri'nin annesi İclal Genç, çetenin kaçırdığı Zehra'nın çantasına el koyar. Koluna takmış, salına salına dolaşıyor. Ali de oralarda simit yiyordu. 'Z A' harflerinden Zehra'nın çantasını tanır. Aynı durum romanda 'A C' (Anne Crowder) ve Hollywood filminde 'E G' (Ellen Graham) yazılı çantalarla işlenmiş. Ancak Zehra'nın soyadını öğrenemiyoruz. Belki de Nilüfer Aydan'a ait bir çantadaki 'N'yi çevirip 'Z' yaptılar.

Gülşen rolündeki Semiha Yankı (jenerikte 'Yangı') yıllar sonra 'Seninle Bir Dakika' (1975) (H. Münir Ebcioğlu / Kemal Ebcioğlu) diyerek yaşantımızın bir parçası olacaktır.

Ali ve "Tamam Abi, zımba gibi" diyen tayfayı Abdurrahman Palay; Zehra'yı Gülistan Güzey; Mahmut'u Toron Karacaoğlu; Köstebek'i Ulvi Uraz; Hasan'ı Kemal Ergüvenç; Horoz Ahmet'i Senih Orkan; Asım Nipton ve Manav Hüseyin'i Rıza Tüzün; Baygın Melahat ve "Polis, Ali'yi kulübede kıstırdı" diyen mahalleliyi Fatma Girik seslendirmiş.

'This Gun For Hire'da (1942), dünyamızın bugünkü halini çağrıştıran bir bölüm var. Senatör Burnett, Ellen ile görüşmek için buluşma yeri olarak arabasını seçmiş. Nedeni; "Hotel rooms have walls and walls sometimes have Dictaphones." O yıllarda gizli dinleme 'sometimes'mış, zamanımızdaki gibi 'always' değil! Zaten günümüzde telefon, ev, otel dinlemeleri, kayıtları hep 'iyiliğimiz' ve 'hizmet kalitesini ölçmek/arttırmak' için!

Hollywood filmindeki komik bir sahne. Çalıntı para için 5 bin dolar ödül var. Komiser yardımcısı "5 thousand dollars! I could buy myself a farm. Get a couple chickens and lay 'my own eggs' " diyor. Bu parayla bir çiftlik ve tavuklar alıp, yumurta işi yapabilirmiş. Ama sözcüklerin oyunuyla 'yumurtlayabilirim' gibi bir anlam çıktığı için Det. Michael Crane şakalaşır; "That's a neat trick if you can do it."

Ellen çeşitli sihirbazlıklar yapan bir şarkıcı. Det. Crane, istasyonda, tam genç kızı öpecekken tren hareket edince "Hey, where's your magic. Stop the train a minute" diyor.

Senih Orkan'ın, çekimler sırasında en çok sevdiği 'Beleşçi' şiiri; "Vakfetti ömrünü biteviye//Parazit yaşamak için düşünmeye//Hatta içmedi annesinin sütünü//Tek masraf olmasın diye//Sütü bozuk demesinler diye//Sütçü Salih'ten bile almazdı//Su katardı bu adam//Ah, Şaban Belediye//Gel zaman git zaman kalbur içinde saman//Büyüdü, şair oldu zavallı//Alıştırmak için açlığa midesini//Çok sürmedi ömrü//Bir gün bir kefen gördü//'Beleştir' dediler, dayanamadı hemen öldü.

 YORUMLAR  ({{commentsCount}})
{{countDown || 2000}} karakter kaldı
{{comment.username}}
{{moment(comment.date).fromNow()}}
Uyarı:  Yorumunuz, yönetici tarafından onaylandıktan sonra tüm ziyaretçilerimiz tarafından görüntülenebilecektir. (Bu mesajı sadece siz görüyorsunuz)
{{reply.username}}
{{moment(reply.date).fromNow()}}
Uyarı:  Yorumunuz, yönetici tarafından onaylandıktan sonra tüm ziyaretçilerimiz tarafından görüntülenebilecektir. (Bu mesajı sadece siz görüyorsunuz)