Üye değil misiniz?
Aktivasyonunuzu tamamlamadınız!
Zaten bir hesabınız var mı?
"Mendil? Mendil yok. Anladım, siz benim işime yetişemez oldunuz. (Manalı bir sırıtışla) Gece(!) de yetişemez oldunuz, gündüz de." Kendisini el bebek gül bebek giydiren üç karısına söylüyor bunları. "Olmayacak! Dördüncü karıyı getireceğiz" diye de nabız yoklayarak. "Canınız sağ olsun... Getirin ya... Dördüncü de yetmez. Paşacığım size beşinci, altıncı gelmeli" yanıtlarını alınca konuyu bağlar; "Gelecek, gelecek! O zaman hepinizi tekaüt edeceğim!" ('Edeceğim' sözcüğü 'Edeceem' şeklinde).
'Haremde Dört Kadın'daki ilk hata 'adında'. Çünkü Paşa'nın dördüncü karısı yok! Çok istemesine karşın Ruhşan ile film biterken bile evlenemiyor.
Tuncan Okan'a göre yönetmenin 'bir diriliş çabası'. Nijat Özön'e göreyse 'ilk tarihi çağ, dönem filmimiz'. Mart sonu-Mayıs başlarında çekilip, 29 Kasım 1965, Pazartesi günü (Beyoğlu) Lüks; (Şişli) Kervan; (Eyüp) Melek sinemalarında gösterime girmiş.
Aynı yıl (18-24 Eylül) katıldığı İtalya'nın Sorrento Film Festivali'nde dereceye girememesine karşın gazetelerde 'En iyi film ödülünü aldığı ve Osmanlı devrinin dillere destan harem hayatını bütün çıplaklığı ile anlattığı' ilanları vardı. Mihrengiz ve Şevkidil rolleri önce Leyla Sayar ve Sevda Ferdağ'a önerilmiş. "İlk zamanlar, bir yere varmak için ne verilirse itirazsız kabul ettim ya, bu hep böyle gidecek sanıyorlar. 'Haremde Dört Kadın'da sırf bunun için oynamadım. Leyla ile ikimiz sevici kadınları canlandıracakmışız. İş mi yani! Üstelik benim rolüm öyle hızlı bir kadın rolü ki haremde ne kadar kadın varsa... Ayrıca yaşlı bir kadın rolüydü o" diyor Sevda Ferdağ.
3. Antalya Film Festivali'nde (24 Mayıs-04 Haziran 1966) Saray Sineması'nda gösterilirken (29 Mayıs) bazı seyirciler, hamam sahnesi sırasında "Bu film şerefli Türk milletini rencide etmektedir, oynatılamaz" diye bağırarak makine dairesine girmek istemiş. Sakinleşmeleri ancak Emniyet Müdürü'nün çıkıp "Endişenize mahal yoktur. Çünkü jüri sizin protesto ettiğiniz filmi birinci seçmez" demesinden sonra! Jüri, olayların etkisinde kalarak aynı grubun sakıncalı gördüğü 'Ben Öldükçe Yaşarım', 'Muradın Türküsü', 'Toprağın Kanı'nı değil 'Bozuk Düzen'i (Yönetmen Haldun Dormen) birinci seçmiş.
'Hamam sahnesi', günümüze kalabilen hiçbir kopyada yok. Mayıs'ın ilk haftasında ve Mimar Sinan'ın yaptığı (1553) (Fatih, İtfaiye Caddesi'ndeki) 'Çinili Hamam'da çekilmiş. (Adını aldığı İznik çinilerinden eser yok).Amaç, Osmanlı İmparatorluğu yaşayışımızı noksansız göstermek.'Sultan Deli İbrahim bile' bu kadar güzel 'cins-i latif'i bir arada görmemiştir. Pervin Par, dörtte üç; Nilüfer Aydan (belki eşi Halit Refiğ nedeniyle) dörtte bir çıplak. Gülbin Eray, Birsen Menekşeli, Devlet Devrim, Rukiye Göreç ve Ayfer Feray ise 'tamamen üryan'. Görüntülerin gerçeğe uygun ve gri, buğulu olması için hamam yakılmış. Bunca emek ve titizliğe karşın sahnenin kaderi 'Yorgun Savaşçı'dan farklı değil.
'Doğu-İslam ülkelerinde bir evin kadınlara ayrılan dairesi' olarak tanımlanan 'Harem' bizde pek bilinmez. Bu konudaki kitaplar, resimler, gravürler çoğunlukla yabancı sanatkârlara ait. 'Nikâhlı kadın ve cariyelerden oluşması' cinsel problemleri de ortaya çıkarır.
'Çarşamba Sineması'nda Erman Şener'e (14 Temmuz 1999) 'başlangıçtan beri, eğilimleri itibariyle bir sosyal gerçekçi sinema yapmak istediğini' anlatıyor Halit Refiğ. "O filmlerin tipik örneği 'Gurbet Kuşları'ydı." Kemal Tahir'in dostluğundan, "Türkiye'nin güncel sosyal gerçeklerini ve sorunlarını meydana getiren asıl etkenlerin kaynakları tarihtedir" görüşünden çok etkilenmiş. "Ben de o düşünce çerçevesi içinde bir tarihi gerçekçi film yapmak istedim... Konunun ana çekirdeği benimdi. Böyle 'bir harem, konak çerçevesi içinde geçmesi fikri, ana karakterler arasındaki ilişkiler' benimdi. Ama onların işlenme şekli, kişiliklerin geliştirilmesi ve büyük ölçüde de konuşma tarzı, üslupları tamamen Kemal Tahir'in katkılarıyla meydana gelmiştir." Olayın Jöntürkler'le ilgili siyasal bir tabana oturması, ikisinin ortak fikri. Bir tarafta artık çağını, miadını doldurmuş bir yapı, diğer yanda değişimin öncüsü olan dinamikler. Ve bu yeniliğin hamlığı, yetersizliği nedeniyle ortaya çıkan yanlışlıklar.
'Haremde Dört Kadın' bütün bunları gayet iyi anlatan, derli toplu bir film. 5-6 filmlik oyuncu kadrosu var. Sami Ayanoğlu kilit rolde. Başlangıçta Sadık Paşa kompozisyonunun nasıl olacağı konusunda tereddütler varmış. Hem ciddi olacak hem de içinde mizahi, çocuksu bir boyutu barındıracak. Üstelik bunlar bir denge içinde olacak. "Sami Bey, bana ilgi çekici bir teklifle geldi. 'Halit Bey' dedi 'ben bu rolü Kayseri aksanıyla oynayayım. Ama tuluat yapmadan, yani komik olmadan'. Bir sahnenin provasını yaptık ve cuk oturdu." Aksan meselesi Paşa'nın son derece ciddi konumuna bir mizahi boyut katmış.
Çökmekte olan Osmanlı toplumundaki hastalığın nereden geldiğini açıklamaya çalışıyor Yönetmen. Tuncan Okan'a göre hikâyenin dokusu Paşa'nın harem hayatıyla siyasi hayatından meydana gelmiş.Her iki yerdeki entrikalar yarış halinde. Harem'dekiler ayrıntılarıyla anlatılmışken ikincisi belli belirsiz geçilmiş. Paşa'nın İngiliz elçiyle çevirdiği dolap ve Jöntürkler hakkında yeterli bir açıklama yok. Yine de "Refiğ, inkâr edilmez bir sabır ve titizlikle çalışmış. Fakat filmlerinde, öze şekilden çok önem veren sinemacının bu kadarıyla yetinebileceğini düşünmek mümkün mü".
Filmin başlangıcı Aralık, 1899. İkinci Abdülhamit dönemi olmasına karşın bu isim senaryoda yok.
Asıl kahraman iki katlı, haremlik selamlık 'konak'. Dili olsa da anlatsa! Çekimler ['Posta Güvercini' (1965), 'Kadın İsterse' (1965), 'Sana Layık Değilim'den (1966) anımsadığımız] 'Sait Halim Paşa Yalısı'nda yapılmış. Ama Kara Ali sonlara doğru "Hey gidi dünya! Bu yalıyı Mısırlı Yusuf Paşa, Viyanalı kapatması için yaptırdıydı da Padişah'ın hışmına uğrayıp tadını çıkaramadı" diyor.
Sadık Paşa, yürürken yeri göğü titreten gösterişli biri. Göğsü, madalya; Omzu, apolet dolu. Bütün enerjisini düşmanla savaşmaya değil sefirlerinin isteklerini Padişah'a kabul ettirmek için harcıyor. Bin bir cinlik, bin bir entrika. Usturaya vurulmuş kafası, tarak görmemiş simsiyah sakalı ile tezat halinde. Aksanından anlaşıldığı gibi aslen taşralı. Sevimliliği ve zekâsı ile alaydan yetişip buralara gelmiş. Üç karısı var. Sabahları giydirişi Şevkidil'in "Maşallah, aslan paşamıza"; Gülfem'in "Allah kılıcınızı keskin etsin"; Mihrengiz'in "Tuttuğunuz altın olsun" dualarıyla. Yolcu ediliş "Güle güle Paşa Hazretleri... Allah kem gözden saklasın... El öpeniniz çok olsun" methiyesiyle. Bu sırada Kalfa-Talia Salta ve Arap Bacı-Dursune Şirin de "Maşallah, maşallah... Kötü gözden saklasın, iyi sıhhatte olsunlar" diyor.
Harem Ağası Beşir'in kilitli kapıyı açması ile'Selamlık'tayız. Saray'a gitmeden burayı da teftiş eder Paşamız. Dizilmiş 6 kişiyle şakalaşır; "Kurumaktasın Lazoğlu! Çiroza dönmektesin... Bıyıklar çalıya dönmüş Arnavut! Al şunların sürgünlerini More... Uyumaktasın durduğun yerde Tatarağası... Duyduğum doğruysa sinekler vızır vızır giriyormuş kapıdan. Bozuşacağız bu gidişle Karadağlı."
Akşamları pijaması ve takkesinin giydirilmesi yine eşleri tarafından. Sigara ve kibrite bile bir zahmet uzanması yok.
Yaptığı tek şey 'İngiliz Sefiri Cenapları'nın isteklerini Padişah'a kabul ettirmek. Her seferinde 200 bin altını cebe indiriyor.Sevincinden göbek atarak. İş uzayıp söz ayağa düştü mü bu miktarı 250-300'e çıkaracak kadar da titiz! Aynı iş için 'Alamanlar', Nizamettin Paşa 'hırsızına' 400 bin teklif etmişler. Bizimki kudurur; "Herifler dün ne deseler iyi. 'Nizamettin Paşa iki katına çıktı, seninkilerin hesabında bir yanlışlık olmasın' dediler. Yerin dibine battım. Ne demektir bu? 'Sen çok alıyorsun' demektir. 'Sen çok alıyorsun, bize az söylüyorsun' demektir. 'Yalancısın' demektir. 'Dalaverecisin' demektir. Ben bu yaşa geldim, kendime 'dalavereci' dedirtmem." 'Dedirtmem', Paşamızın dilinde 'didirtmem' olmuş. [Sonradan bu imtiyazı(her ne ise) Hollandalı keferelerin kaptığını öğreneceğiz. Altınlar yine bizimkinin cebine].
Bir akşam "Bozuldu bu teres dünya. Yaşanası kalmadı" diyor Şevkidil'e. 'Rüşvetten pişman oldu da nedamet getirecek' diye sevindik! Değilmiş! 'Çocuksuz' olmasına laf dokundurmuşlar. "Benim neler çektiğimden haberiniz yok. Saray'da dört yanımı gâvur düşmanları çevirmiş. Herkes yerime göz dikmiş. İftiranın bini bir para. Yalan, düzen gırla. Rahatı bulmuşsunuz, oh! Ayaklarınızı uzatmış oturuyorsunuz. Peki, nereden geliyor bu değirmenin suyu. Geçenlerde kulağıma çalındı, 'uyduruyor teresler' dedim. Ama üç gün önce Efendimiz söyleyince ayaklarım suya erdi. Efendimiz dedi ki 'dünya kuruldu kurulalı padişahlar, yakınlarındaki bendelerine, çocuk sahibi değilseler güvenmezler yüzde yüz ' dedi. Tepemden aşağı kaynar sular boşalmaz mı. Üç karısınız bir oğlan peydahlayamadınız bunca yıl. Yuh be! Yuh ervahınıza!"
Bu konuda (bilmiyor ama) kendisine yardımcı(!) iki yeğeni var. Anadolu'nun 'pis bir kasabasından' alıp getirmiş. "Getirtmeseydim, pislikten geberecektiniz."
Cemal, Tıbbiye son sınıfta. Yakışıklı bir genç. Amcası "Harem doktoru! (Karılarını göstererek) 1-2'sini tahtalıköye gönderemedin ki, yazıklar olsun" diye şakalaşıyor. Tıbbiye'ye girmek istediğinde "Gir. Girme demem ama bak, netamelidir bu ocak. Başın önünde gidip geleceksin. Kimseyle sıkı fıkı olmak yok" diye uyarmıştı delikanlıyı. Sanki amcabey bunu dememiş gibi doktorluktan önce 'Jöntürk' olup çıkar bizimki! Büyük suç! Farmasonluk gibi bir şey! Hele Padişah'a karşı gelmek! "Demek koynumda yılan beslemişim... Bugün rahat yaşıyorsak, refah içinde yaşıyorsak Padişahımız sayesinde" diyor Sadık Paşa. Oysa gençlere göre 'sadece kendileri değil Anadolu insanı da aynı rahata kavuşmalı'. Bunun için mücadele ediyorlar. "Anadolu'yu seviyorsanız İstanbul'da işiniz ne? Niçin Avrupa'ya atıyorsunuz kapağı? Gitsenize Anadolu'ya" suçlamasına ise "Yılanın başı İstanbul'da" yanıtını veriyorlar. "Dua et yeğenimsin." Akrabadan olmasa 'ayağına taş bağlayıp denize atacaktı'.
Jöntürkler için Paşa "Leş... Serseriler..."; Şevkidil "Avrupa'ya kaçan Padişah düşmanları... Hain"; Gülfem "Gâvur"; Mihrengiz "Millet haini" diyorlar."Allah belalarını versin. Sürüm sürüm sürünsünler inşallah." Aslındabu bir 'Hürriyet Mücadelesi'. Ya, Emin gibi, baskında vuruluyorlar ya da yakalanırlarsa asılıyorlar.
Diğer yeğen Rüştü, bir zabit. "Dayısının gözbebeği." Cemal'in habire Harem'e girebildiğini görünce "Doktor olmak varmış dünyada. Tıbbiyeye gitmedik de halt ettik" diye azarlıyor kendisini. Çok çapkın. Matmazel Anet'in köşke gelişini "Frenkten bir kadın geldi ki yaman. Lokman Hekim'in 'ye' dediği. 5-10 gün buradaymış. Geldiği gibi çıkıp giderse yazık bizim erkekliğimize! Osmanlının altın adını bakır ederiz, Allah göstermesin" diyerek haber verir Cemal'e. Doktorumuz pek ilgilenmeyince de Beşir ile kıyaslıyor O'nu; "Bunların hangisi Harem Ağası bilene aşk olsun." Fındıkkabuğuna giren cinsten.
Aynı gece sırasıyla Şevkidil, Mihrengiz ve Anet ile beraber olur. Oraya asıl Gülfem için gelmişti. Bir takım karışıklıklar sonucu genç kadın sona kalmış! Ama onca güzelden sonra Rüştü'nün dizinde de derman 'kalmamış'. Bahanesi hazır; "Vakit geçti sultanım. Paşa dayım gelir neredeyse... Üstünüze afiyet, üşütmüşüm. Elim ayağım buz gibi." Genç kadın "Vah beyciğim vah! Ben sizi ısıtırım şimdi" diyor ama yeterli değil. Bizimkinin öksürüğü tutarmış! O zaman da 'yalı sallanırmış temelinden'. "Bunun yarın gecesi de var. Biz bildiğin erkeklerden değiliz. Ölüm olsa perva etmeyiz" diyerek 'tüyer'. Genç kadın kararını vermiş; "Tüh kalıbına senin. Yüreksiz. Bıyıklarından utan (delikanlı bir gün önce bıyık buruyordu). Erkek müsveddesi."
Rüştü'nün Anet ile beraberliğinde hoş bir konuşma var. Genç kız bayılma numarası yapıyor. Bizimki engel olmaya çalışır; "Yapma Matmazel, bayılmanın sırası mı?" Anet'in şehvetli "Yok Matmazel! Madam, madam" yanıtından sonra saldırır; "Öyle mi? Söylesene anam babam!"
Dayısının malına ve haremine konmak için Nizamettin Paşa'nın adamı Kara Ali ile işbirliği yapıp gelişen olaylarla canından olacaktır.
Cemal'in de Mihrengiz'le beraber olmuş. Sonradan pişmandı ama genç kadının kıskançlığı ve hançerinden kaçamıyor.
Paşa ve iki yeğenin tüm cansiperane gayretleri 'bir çocuk peydahlanması' için yeterli değil nedense!
Şevkidil en kıdemli zevce. Yalıyı çekip çeviriyor. "Sen olmasan benim halim duman. Gel yanıma ver bir gıdık" diyen kocasına "Biz de gıdık mı kaldı Paşacığım. Kocadık biz" yanıtını veriyor. Ayrıca Mihrengizile beraberliği var! Ruhşan'a da mıncıklamak dahil etmediğini bırakmaz. Anet ile dolaştıkları komik bir sahnede "Sor bakalım, nasıl gezerlermiş bunun memleketinde erkeklerle kadınlar bir arada" diyor Mihrengiz. Şevkidil de 'tercüme'(!) eder; "Sizin memleket, siz erkeklerle beraber gezme nasıl?"
Gülfem ortancası. Tek derdi çocuk sahibi olmak. Amberli şurup hazırlıyor Paşa'ya. Bohçacı Sadberk, Babalı Arap'dan 'kuvvet hapı' getirmiş. 'Bir tanesi ölüyü diriltir. Kısırlara ikiz, üçüz doğurtur' cinsten. İki tanesi zarar, üç tanesi adam öldürebilirmiş. Bir paralık ilaç için 5 altın alır genç kadından.
Mihrengiz en gençleri. Paşa'yı değil ama Ruhşan'a ilgileri nedeniyle Cemal ve Şevkidil'i kıskanıyor. Delikanlının kalbine hançeri sapladığında çığlık çığlığaydı; "Bir Jöntürk öldürdüm. Padişahım çok yaşa!"
Ruhşan, dördüncü eş adayı. Anne babası ve 3 kardeşini bir zelzelede kaybetmiş. Paşa'ya da uzaktan akraba. Harem'de 'kel, kel kız, taşralı, miskin, sümüklü böcek, sümüklü kız, elin sümüklüsü, görmemiş kız' diye küçümseniyor. Arada bir dövüp taşodaya kapatıyorlar. Senaryoda çok pısırık kişilik olarak işlenmiş. Hep ezik. Ağlayıp sızlanmaktan başka bir şey yaptığı yok. Dördüncü eş olmayı hemen kabul eder. "Kaderim böyleymiş. Alın yazısına karşı gelinmez." Oysa o sırada Cemal'i seviyordu. Bohçacı Sadberk, genç kızı görünce "Bu ne güzellik civanım. Kırk bir buçuk kere maşallah. Ben kadınlığımla dayanamam. Erkek kısmı nasıl dayansın" diyor. Kadın kadına ilişkinin bu kadarına pes doğrusu.
Sadberk'de her çeşit numara var. Balık avlamaya çalışan Rüştü'ye "Oltayı boşa atıyorsun" diyor cinsel bir içerikle. Gülfem ile arasını yapmaya çalışacaktır. Çocuk olayı için sözleri de çok 'manidar'; "Her zaman gayret 'dayı'ya düşmez, bazı bazı da böyle 'yeğen'e düşer."
Ertem Göreç'in eşi Rukiye Göreç bu rolde çok başarılı.
Aslında Sadık Paşa güç zapt edilir bir erkek. Sabah akşam Hizmetçi Dilber'den yanak almasa duramıyor. "Kız sen..." deyip öpecekken kendini toparlar "Tövbe, tövbe".Bir keresinde de "Bu ne ballı kız" demişti. Şevkidil orada olmasa güç kurtarırdı paçasını Dilber.
Arap Bacı-Dursune Şirin'in yaptığı iş kapı dinlemek ve anahtar deliğinden gözetlemek. Artık neler görüyor, duyuyorsa "İyi sıhhatte olsunlar. Kem gözlere şiş" diye eyvahlanıyor.
Kalfa-Talia Salta'ın görevi de limonata getirmek Mihrengiz'e. "Ellerimle yaptım" kırıtmasıyla.
Harem Ağası-Beşir her sabah Paşa'nın teftişinden önce bağırıyor; "Selam dur! Allahını seven 'maşallah' desin." Velinimetinden mükâfatını(!)da alır; "Melun... Karayılan... Kara melun... Kara domuz."
'Haremde Dört Kadın'daki müzik seçimi.
'Değdi Saçlarıma Bahar Gülleri (Nazende Sevgilim)' (Hicaz) (Bekirof) 5 sahnede [Jenerikte (1.12-2.21 arası); Ruhşan, Harem'deki tartışma sonrası Cemal'le konuşurken; Delikanlıya mektup yazarken; Cemal, tuzağı amcasına haber vereceğini söylerken; Filmin sonunda Mihrengiz tarafından öldürülürken].
'Rast Medhal' (Refik Fersan) Sadık Paşa'nın, başlardaki Konak teftişinde.
"Ferahfeza Saz Semaisi'nin Dördüncü Hanesinden Bir Bölüm" (Tamburi Cemil Bey) 3 sahnede (Mihrengiz, Cemal'e "Söyle o geceyi unuttun mu" derken; Gülfem'in hazırladığı şuruba ilaç atarken; Ruhşan'ın gelinlik provasında).
'Bahriye Çiftetellisi' 2 sahnede [Rüştü olta ile balık tutarken (aynı anda penceredeki Gülfem'e bıyık buruyor); Yılbaşı gecesinde Paşamız oynarken].
'Ney ile Segâh Peşrevi' Harem'deki kadınlar namaz kılarken (Anet de Onları seyrediyor).
'Dil Seni Sevmeyeni Sevmede Lezzet mi Olur' (Nihâvend) (Civan Ağa / Mehmet Sâdi Bey) 2 sahnede (Jenerikte 00.00 - 00.40 arası; Anet, ülkesindeki kadınları anlatırken).
'Bir Dalda İki Kiraz' (Hatay yöresi) "Düğüne gelecek ben, oynayacak" derken.
'Acem-Kürdî Peşrevi' (İsmail Hakkı Bey) Jöntürk Emin'in öldüğü anlaşılınca.
'Rast Makamında Oyun Havası' Düğünün ilk saniyelerinde.
Filmdeki şarkı.
'Bana N'oldu Değişti Şimdi Hâlim' (Bayâti Araban) (Rahmi Bey) Gülfem, elinde ut, Sabite Tur Gülerman'ın sesi ile söylüyor; "Bana n'oldu değişti şimdi hâlim//Demâdem artıyor dilde melâlim//Revândır gözlerimden eşk-i âlim//Perişanım, harabım, bî-mecâlim."
Rüştü'yü Sadettin Erbil; Ruhşan'ı Handan Kadıoğlu; Gülfem'i Nedret Güvenç; Sadık Paşa'yı Sami Ayanoğlu; Cemal'i Hayri Esen; Jöntürk Emin'i Erdoğan Esenboğa; Kara Ali'yi Süha Doğan; Matmazel Anet'i Jeyan Mahfi Ayral; Bohçacı Sadberk ve Talia Saltı'yı Sacide Keskin; Tercüman Gani Turanlı'yı Necdet Mahfi Ayral seslendirmiş.
Rüştü-Tanju Gürsu; Ruhşan-Nilüfer Aydan; Gülfem-Pervin Par; Sadık Paşa-Sami Ayanoğlu; Doktor Cemal-Cüneyt Arkın; Mihrengiz-Birsen Menekşeli; Şevkidil-Ayfer Feray; Hizmetçi, Dilber-Devlet Devrim; Jöntürk Emin-Önder Somer; Zaptiye Kara Ali-Hüseyin Baradan; Arap Bacı-Dursune Şirin; Terzi Matmazel Anet-Gülbin Eray; Bohçacı Sadberk-Rukiye Göreç; Tercüman-Gani Turanlı; Harem Ağası Beşir-Özdemir Akın; Kalfa-Talia Saltı; Karadağlı-Vahit Volkan; Mr. Hopkins-Hüseyin Kutman.
Kara Ali'ni Rüştü'yü ihanete ikna etmesi; "İmtiyazın Hollandalılara verilmesiyle Nizamettin Paşa 400 bin altın kaybetti. Bunu hazmedemiyor. Bunun çaresi Sadık Paşa'yı ortadan kaldırmak. Sadık Paşa öldürülürse bizim Paşa ön anlaşmayı bozduracak. Hem 400 bin altını hem de Padişah'ın yanında Sadık Paşa'nın yerini kazanacak. Bu işte bize yardım edeceksin... Hem Jöntürklerle ilintin olmadığı anlaşılır, Padişah'a sadakatin meydana çıkar. Hem de Sadık Paşa'nın bütün servetine hatta haremine sahip olursun... (Yalıyı işaretle) Şuraya bak bir kere. Dayın olacak ayıya mı layık, yoksa sana mı?" Tehdit ve rüşvet yüzyıl önce de aynıymış.